Kurtulan Fırka (Grup) Hangisidir?

        



İslâm ümmeti de çeşitli sebeplerden dolayı tıpkı öncekiler gibi bir çok fırkaya ayrılacaklar. Bunların bir tanesi hariç diğerleri tehlikededir.



Peygamberimizin bu şekilde buyurması elbette bir uyarıdır ve İslâm ümmetine ‘siz böyle yapmayın’ manasında bir ihtardır. Tefrikanın, dinde fırka fırka olmanın tehlikelerini haber vermedir.



Bazı mezhep tarihçileri İslâm tarihinde ortaya çıkmış ve bid’atçi diye nitelenen fırkaları ve kollarını sayarak yetmişüç rakamını doldurmaya çalışmışlardır. Halbuki buradaki rakam gerçek rakam olmadığı gibi, İslâm tarihinde ortaya çıkmış fırkaların ve onların kollarının sayısı o kadar çok ki, bu rakamı fazlasıyla aşarlar. Kaldı ki fırka fırka olmak hastalığı tarihte olmuş bitmiş ve bir daha olmayacak şey değil ki. Müslümanlar, Kur’an’a, Peygamberin ve O’nun temiz sahabelerinin yoluna uymadıkları, kendi akıllarına göre bir din uydurdukları, çeşitli gayri müslim unsurları örnek alıp onları taklid ettikleri sürece fırkalaşma olacak, dinde bölünmeler durmayacaktır.



İslâm tarihinde ortaya çıkmış hiç bir fırka kendisinin yanlış, batıl ve bid’atçi olduğunu söylememiş; aksine hemen hepsi de asıl doğru yolda olanların, yani fırka-i naciye’nin kendileri olduğunu iddia etmiştir. Kur’an bu iddia sahiplerine şöyle cevap veriyor:



“(Onlar ki) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olanlardır; her iki grup kendi elindekiyle övünüp- sevinç duymaktadır.” (30 Rûm/32)



Bir kimsenin veya bir fırkanın kendi kendine övünmesinin bir anlamı yoktur. Hiç kimse kendisi için kurtuluş bileti kesemez. Inandığı, anladığı, kanaat ettiği şeylerin doğru olduğunu kim garanti edebilir? Bu inanç doğrultusunda yapılan amellerin makbul ve Allah’ın rızasına tam uygun olduğunu kim ileri sürebilir? Kimin bu gibi konularda elinde senet vardır?



Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Din ortadadır. Onu anlamanın, onu yaşamanın yolu ve şekli Hz. Muhammed’in sünnetinde ortaya çıkmıştır. Peygambere samimiyetle tabi olan sahabeler ve onları ihlaslı bir şekilde izleyen İslâm bilginleri o dinin anlaşılması için çalıştılar, çaba gösterdiler. İyi niyetli olanların farklı görüşleri, farklı ictihatları dinde ayrılık değil, dinde kolaylıktır. Dinde ayrılık olan şey özellikle İslâm’ı anlama noktasında ve inanç konularındadır. Öyleki ortaya çıkan fırka, başta inanç konuları olmak üzere, İslâmın dünya, hayat ve Ahiret görüşünde çok farklı, bir başka fırkadan çok ayrı, sahabelerin Peygamberden öğrendikleri dinden çok uzak ise; bu dinde fırkalaşmadır.



İslâm’ı Kur’an’da anlatıldığı, Peygamberimizin tebliğ ettiği ve yaşadığı, sahabelerin ve doğru yolda olan selefin (sahabeyi izleyen ilk nesillerin) uyguladığı gibi anlayıp-yaşayanlar, İslâma samimiyetle bağlananlar, ihlasla amel işleyenler, İslâmı kendine değil de fikrini, davranışlarını, ahlâkını, sistemini, düzenini, dünya görüşünü, hükümlerini ona uygun hale getirmeye çalışanlar fırka-i naciyedir. İslâmın bir kısmını alıp bir kısmını terkedenler, onu kendi pozisyonuna uyduranlar, ya da kendi konumunu desteklemek için ondan yararlananlar, onu bir kavmin, bir bölgenin ya da geçmiş zamanların hayat düzeni sananlar, onu bir ilâhí hayat proğramı değil de bir ahlâk ve kültür sayanlar, ona inandığını iddia ettiği halde, hayata yön veren bütün hükümleri başka kaynaktan alanlar; kurtulmuş fırka, kurtulmuş kimse olamazlar.



İslâma inanmanın, yani müslüman olmanın, müslüman sayılmanın bir mantığı, bir şekli, şartları vardır. İslâm, bir ırkın veya bir bölgenin geleneği, adeti değildir. O Allah’ın dinidir. Kim ona inanırsa müslüman olur. Müslüman olan kimse de o dinin bütün ilkelerini benimser, yasaklarına uymaya, emirlerini yerine getirmeye çalışır. Hayatının her anında, her işinde, kendisiyle ve toplumla ilgili her meselede onun görüşüne baş vurur. Bütün bir hayatını İslâma teslim eder. Işte, İslâma teslim olmanın anlamı budur. (4 Nisa/65, 59 Haşr/7, 3 Âli Imran/31)



İslâma, Allah’ın istediği ve Peygamberin gösterdiği gibi teslim olup, onu hayatlarına uyguluyanlar, adları ne olursa olsun; onlar, fırka-i naciyedir.



Hadiste, ‘fırka-i naciye’nin cemaat olduğu söyleniyor. Bilindiği gibi cemaat; toplanan, aynı ideal ve inanç etrafında bir araya gelen şuurlu topluluktur. Cemaat bir anlamda ne yaptığını, niçin bir araya geldiğini bilen, önünde kendileri tarafından seçilmiş imamları (önderleri) bulunan ümmet topluluğudur. Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çizgide birlik oluşturan müslümanlar bu anlamda cemaattırlar. Bu cemaat hem Kur’an ehlidir, hem Sünnet ehlidir. Çünkü onlar Kur’an’a ve Sünnet’e uyan mü’minlerdir.



Müslümanların ırkı, bölgesi, mezhebi, meşrebi, tarikatı, partisi, içinde yaşadığı sosyal düzen veya siyasí sistem ne olursa olsun; eğer Kur’an ve Sünnet’in idealleri ve hedefleri doğrultusunda fikir birliği, heyecan ve hedef birliği yapıyorsalar, onlar cemaat olmuşlardır ve fırka-i naciye’den olmaya adaydırlar.



Ancak herkes kendi görüşünü, kendi grubunu, kendi partisini, kendi mezhebini, içinde yaşadığı –İslâma uymasa da- siyasí sistemi din haline getirir, başka müslümanları düşman, hasım bilir, onları batılda olmakla suçlarsa; kim fırka-i naciye olabilir?



Ayrı ülkelerde yaşamak, ayrı siyasí fikirlere sahip olmak, amelde farklı mezheblere uymak, farklı gruplarla çalışmak, bazı işleri yapmak üzere gruplar oluşturmak, hatta prensipleri İslâma aykırı olmayan partilerle çalışmak mümkündür ve bazen de ihtiyaçtır. Fakat, içinde bulunulan yapıyı dinin önüne getirmemek şartıyla.



Mü’minler, bütün dünyada birbirlerinin kardeşidir. Kur’an’a ve Sünnet’e sarılarak bir cemaat olurlar ve İslâmı yaşamaya çalışırlar. Bu bakımdan denilebilir ki, ‘fırka-i naciye’ bir grubun isminden çok bir tavrın, bir anlayışın takipçilerinin ortak adıdır. İslâmı Allah’ı razı edecek şekilde yaşayan herkes, umulur ki fırka-i naciyedendir. [24]