Fıkıh İlminin Konusu ve Gayesi:

Bilindiği gibi fıkıh ilminin konusu, insanoğlunun fiilleridir. Gayesi ise, insanı dünyada ve ahirette saadete ulaştırmaktır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) fıkhı şu şekilde tarif etmiştir: "Fıkıh ilmi kişinin leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek içindir. İlim ile amel etmek; ahiret saadeti işin dünya meşguliyetlerini terkedip, gönülden çıkarmaktır. Leh ve aleyhte olan şeylerden maksad; mükellef (sorumlu) olan müslümanları ilgilendiren emir ve nehiyler ile mübah olan şeylerdir. Ahiret saadetini elde etmek için dünya meşguliyetlerini terketmekten maksad; dünya hırsını, mal sevgisini terk edip (bütün imkanlarını) Allah yolunda hizmete vasıta kılmak ve böylece ahiret saadetini elde etmektir."[24] İnsanoğlunun lehindeki ve aleyhindeki hakları; Allahû Teâlâ'nın (cc) kitabında ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde, muhkem ve müfesser olarak belirlenmiştir. Bu hakların gizlenmesi, tahribi veya değiştirilmesi mümkün değildir. İnsanoğlunun haklarına sahip olabilmesine "Ehliyet" denilir. Allahû Teâla (cc)'nın teklifleri bu ehliyete dayanır.[24]



Her mükellef, içinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri öğrenmek ve onlarla amel etmek durumundadır. Zira bu ilimler, dünya ve ahiret saadeti için zaruridir. Her mükellefin üzerine farzdır, öğrendikleri ile amel eden müslümanlar, değişik nimetlere mazhar olurlar. Resûl-i Ekrem (sas): "Bir kimse bildikleriyle amel ederse, Allahû Teâla (cc) o kimseye bilmediklerini öğretir."[24] müjdesini verdiği sabittir. Zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de, karşılığının verileceği, hesap gününe hazırlanan her mü'min, İslâm'ı öğrenme ve salih amel işleme hususunda titizlik göstermelidir. [24] 



Bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmak. Istılahta, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamelelere ait şer'î hükümleri mufassal delilleriyle bilmesidir. Ayrıca, söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin anlayış diye de tarif edilmiştir.[24]



Kur'an-ı Kerîm'de: "... O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sözü anlamaya (fıkhetmeye) yanaşmıyorlar?" (en-Nisâ, 4/78) ayetinde geçen "lâ yefkahûn" ince anlayış ve keskin idrak anlamına gelmektedir. Başka bir çok ayette kâfirler için "fıkhetmeyenler" denilmektedir.[24] Tevbe suresinde, "...bir topluluk da dinî hükümleri iyice öğrenmek için kalmalıdır" (et- Tevbe: 9/122) buyruğunda özel bir fukahâ topluluğuna işaret edilmiştir.



Resulullah (s.a.s.): "Allah, kimin için dilerse, onu dinde fakîh (dini hükümlerin inceliğini kavrayan bilgin) kılar"[24]



Allah Teâlâ (c.c.)'nın imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına teklif denilir ve fıkhın konusu, insanın bu tekliflere muhatap olarak (mükellef) ortaya çıkan fiilidir. İnsanın lehindeki ve aleyhindeki bütün haklarını delillere dayanarak çıkarmak fukahanın görevidir. Din hususunda Resulullah (s.a.s.)'dan başka kimseye ilmi bir delile dayanmadan dinde söz söyleme hakkı tanınmamıştır. İlmi bir delile dayanmadan kasıt edille-i şer'iyye, yani dört delildir. Bunlar, Kitap, Sünnet, icma ve kıyastır.



Dört halife ve Tâbiûn devrindeki fıkıh kelimesiyle ilim kastediliyordu. Fıkh-ı Ekber tabiri, akâid ve tevhid ilmini, Fıkh-ı Vicdâni kavramı, nefis terbiyesi ve ahlâk ilmini, sadece fıkıh kelimesi ise, ameli konuları kapsıyordu. Usul-i Fıkıh ilmi ise, kişinin lehinde ve aleyhindeki haklarını öğrenmesinde takip edeceği kaide ve tavırlar konu alan ilimdi. İmam Ebû Hanife (Ö. 150/767)'nin fıkhı "kişinin leh ve aleyhinde olan hükümleri bilmesi" şeklindeki tarifi, genel bir tarif olup, kelâm, iman, ahlâk ve tasavvuf gibi ana ilimler bağımsızlaşmamış, bu yüzden "el-Fıkhu'l-Ekber" adlı eseri itikâdi konuları kapsadığı halde bu ismi almıştı. Ancak giderek fıkıh ilmi yalnız ibadet, muamelât ve ukubâti içine alacak şekilde "amellerin" ilâvesiyle tarif edilmiştir. Mecelle'nin 1. maddesindeki târifte şöyle denilmiştir: "İlm-i fıhh mesâil-i şer'iyye-i ameliyye"yi bilmektir. Fıkıh usulüne büyük hizmeti geçen İmam Şâfiî (Ö. 204/819)'nin tarifi de şöyledir: "Fıkıh, dayandığı delillerden çıkarılmış şer'i, amelî hükümleri bilmektir"[24]



Fıkıh yerine yeni kullanılmaya başlanan "İslâm hukuku" deyimi, fıkh yerine nisbî olarak kullanılmaktadır. Bu terim, ibadetler dışında muamelât, ukûbat ve ferâizi kapsamaktadır. Halbuki fıkhın sınırı daha geniş olup, temizlik ve ibadet konularını da içine almaktadır. Fıkhın konusu İslâm; emir ve yasaklarla yükümlü kimsenin fiilleridir. Bu fiiller, namaz kılmak gibi yapma ile; gasp gibi terketme ile ve yeme-içme gibi muhayyer bırakma şekilleri ile ilgili olabilir. Akıllı ve ergin kimsenin şer'î hükümlerle yükümlülüğü ehliyet ile ifade edilir.



İbadet ve muamelâtla ilgili dini hükümlere "şeriat" denir. Bu kelime, din anlamında da kullanılır. Bu takdirde itikâdi ve amelî hükümlerin hepsini içine alır. Ancak şeriat, genellikle amelî hükümler için kullanılır. Buna göre, ilâhı nizâmın amel ve dış yönünü temsil eder. Dinin iç yönünü, özünü teşkil eden itikâdı hükümler, bütün semavî dinlerde ortak olduğu halde, ilâhı nizâmın dış yönünü oluşturan amelî hükümlerde zaman içinde değişmeler olmuştur. İslâm, geçmiş şeriatların büyük bir kısmını değiştirmiş, kaldırmıştır. Allah, melek, peygamberlik ve ahiret günü gibi inanç esaslarında ise, herhangi bir değişiklik olmamıştır. İşte, fıkıh, İslâm dini'nin amelî ve dünyevî yönünü ifade eder. Yirminci yüzyılda bu kelimelerin aktüel kullanımları ise, olumsuz bir ideolojik manaya tekâbül etmektedir. Ve gerek fıkıhçı, fukaha, gerekse şerîatçı terimlerinin muhtevası kasıtlı olarak yanlış anlaşılmaktadır.



Hz. Peygamber hayatta iken fıkıh, bugün bildiğimiz sistematik manada değildi; kaynaklar, Kur'an ve Sünnetti. Bi'setten tedvîn devrine kadar amelî hükümler peyderpey gelmiş ve risâlet yirmi üç yılda tamamlanmıştır. Onüç yıl süren Mekke devri'nde daha çok inanç ve ahlâk ayetleri, Medine döneminde ise, daha ziyade hüküm ayetleri inmiştir. Zira İslâm devleti oluştuktan sonra uygulayacağı hukuk esasları cihad, ibadetler, muamelât ve devletler arası ilişkiler olup bu devrede nâzil olmuştur.