Sözcük Anlamıyla Fıkıh:

‘Fıkıh’ sözlükte, söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin kavrayış, iyi ve tam anlamak, bir şeyi derinlemesine bilmek demektir.



‘Fıkıh’ kelimesi, bilmek, anlamak gibi anlamlara gelen ‘ilm ve ‘fehm’ gibi kelimelerden biraz daha özel bir anlam taşır.



‘Fıkıh’ kelimesi Kur’an’da yaklaşık yirmi yerde fiil kalıplarıyla ve bir şeyi tam ve iyi anlamak, kavramak, bir şeyin hakikatini bilmek ve akletmek manasında kullanılmaktadır.



Bir âyette ise ‘fıkh fi’d dín’ - ‘dinde anlayış sahibi’ şeklinde geçmektedir. “Mü’minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup çıktığında (bir grup da) dinde derin bir kavrayış edinmek (fıkıh sahibi olmak) ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarıp-korkutmak için (geride kalabilir). Umulur ki onlar da sakınırlar.” (Tevbe: 9/122)



Din’de derin kavrayış sahibi olmak biraz özel bir anlamdır. Din’i hükümlerini, hedeflerini, hükümlerin inceliklerini, fayda ve hikmetlerini, hükümlerin dayandığı temelleri elbette derin anlayış ve geniş kavrayışı olanlar daha iyi bilirler.



Hadislerde de ‘fıkıh’ kelimesinin sözlük anlamıyla ve ‘fi’d din’ şeklinde biraz daha özel anlamda, İslâmí konularda derin anlayış sahibi olma anlamında kullanıldığını görüyoruz.



Peygamberimiz buyuruyor ki:



“Allah (cc), kimin için hayr dilerse, onu dinde fıkh sahibi (díní hükümlerin inceliğini kavrayan) kılar.”[24]



Kur’an, kalpleri var olduğu halde Allah’ın ayetlerini anlamayanların (fıkh etmeyenlerin) Cehennemlik olduklarını söylüyor. Bu sıfat inkârcıların sıfatıdır. Onlar, Allah’ın insanlara gönderdiklerini anlayıp iman etmezler.[24]



Bir âyette ise inkârcılara ve münafıklara hitaben: “…Fakat, ne oluyor ki, bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?” (Nisa: 4/78) deniyor.



Yine Kur’an, Allah’ı tesbih eden (O’nu noksan sıfatlardan uzak tutarak zikreden) yerlerin ve göklerin tesbihini insanların anlayamayacaklarını (fıkh edemeyeceklerini) söylüyor.[24]



‘Fıkıh’ kelimesi diğer âyetlerde de bu anlamlara yakın manada kullanılmaktadır. [24] 



Lûgatta bilmek, anlamak veya ince anlayış sahibi olmak mânâlarma gelir. Fıkıh kelimesi İslâm Ansiklopedisi'nde "Anlayış inceliği ve bilgi" olarak kaydedilmektedir.[24] M. Ebû Zehra fıkhı, "söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin anlayış" olarak târif etmektedir.[24]



Kur'ân-ı Kerîm'de fıkıh kelimesi, ince ve derin anlayış olarak yer almıştır. Şimdi bunları gözden geçirelim: "Andolsun ki biz cin ve insden bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalbleri vardır, bunlarla idrak edemezler; gözleri vardır, bunlarla göremezler; kulakları vardır, bunlarla işitemezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir." (A’raf: 7/179)



Fahrüddin-i Râzi, bu ayet-i kerimede geçen yefkahûne biha ibaresini tefsir ederken şunları kaydetmektedir: "Allahû Teâlâ ilim, fehim ve idrak mânâsına gelen fıkhı, kâfirlerin kalplerinden çıkarmıştır. Onların kalpleri vardır, bununla idrak edemezler."[24] Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimedeki fıkıh tâbiri, ilim, fehim ve idrak mânâsınadır.



"Nerede olursanız olun, velev tahkim edilmiş yüksek kal'alarda bulunun, ölüm size çatıp yetişir. Eğer onlara bir iyilik dokunursa `Bu Allah katındandır' derler. Şayet onlara bir fenalık dokunursa `Bu senin katından (senin yüzünden)dır' derler: De ki: Hepsi Allah katındandır. Böyle iken onlara, o kavme ne oluyor ki, (kendilerine) söylenen hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar." (Nısa: 4/78)



Bu âyet-i kerîmede yefkahûne ibaresinin muhatapları müşrikler, münafıklar ve yahudilerdir. Hepsi de Arapça konuşmaktadırlar. Bu durumda; Kur'ân-ı Kerîm'in zâhirî mânâlarını anlıyor ve Resûl-i Ekrem (sav)'i dinliyorlardı.[24] Peki anlamadıkları nedir? İşte bu noktada yefkahûne ibaresi karşımıza "ince anlayış ve keskin idrak" olarak çıkıyor. Tasavvuf ehli bu âyet-i kerîmeyi esas alarak: "Allah bir kavimden fıkhı (ince kavrayış ve ilmi) kaldırırsa, onlar zâhiri anlamakla beraber asıl mânâyı anlayamazlar" demektedirler.[24]



Resûl-i Ekrem (sav)'in "Allah kime hayır murad ederse, onu dinde fakih kılar"[24] buyurduğu sabittir.



Fıkıh kelimesinin sözlük mânâsını bu şekilde ortaya koyduktan sonra ıstılâhî durumunu gözden geçirelim: Fıkıh kelimesi ıstılâhta "Şer'i hükümleri delilleriyle birlikte tafsilî olarak bilmek" şeklinde tarif olunur.[24] İmam-ı Âzam Ebû Hanife (rh.a) fıkhı şu şekilde tarif ediyor: "Fıkıh ilmi, kişinin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek içindir. İlim ile amel etmek, âhiret saadeti için dünya meşguliyetlerini terkedip gönülden çıkarmaktır."[24]



Hûlefa-i Raşidîn ve tabiûn döneminde fıkıh kelimesi "ilim" anlamında kullanılmıştır. Fıkh-ı ekber tâbiri akaid ve tevhid ilmini, fıkh-ı vicdanî tasavvuf ve ahlâk ilmini, sadece fıkıh tâbiri de amelî konuları belirtiyordu.[24]



Usûl-i Fıkıh: Bu bir terkiptir. "Usûl" ve "fıkıh" kelimeleri ayrı ayrı olarak ele alınmadan mânâsı kavranamaz. Usûl, asl kelimesinin çoğuludur; asl "kök ve delil" mânâsına gelir.[24] Bu durumda usûl-i fıkıh; "kişinin lehinde ve aleyhindeki haklarını öğrenmesinde takip edeceği küllî kaide ve hakikatleri konu alan ilim dalıdır" şeklinde tarif olunabilir. [24]