Menfaat:

Menfaat duygusu Allah tarafından içimize yerleştirilmiştir. Doğal olarak herkes menfaatinin peşinde koşar. Menfaatinin peşinde koşanlar iki kısma ayrılır: Helâlı-haramı düşünmeden kazananlar ve helâl kazanç peşinde koşanlar. Bunlar tekrar iki kısma ayrılır: Menfaatini müşterek çalışmaların içinde görenler ve ferdî kazanç temin edenler. Elbette, kazanan kimse, harcayacak da. Harcamalar da içiçe daireler şeklindedir. Midesi için çokça harcam yapanlar, beynini doyurmak için çeşitli şekillerde bilgisini arttıran ve imanını güçlendirmek için İslâm’ın temel meseleleriyle meşgul olanlar. Çoluğuna çocuğuna bakanlar, akrabâlarını düşünenler, cemaat şuuruna erenler. Ümmet için didinenler, İslâm milleti için çalışanlar... “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.”  



Her şey Allah’ın ihsânıdır. Bir kısım kimseler, Allah’ın ihsanlarını, Allah’a isyan etmekte kullanır. Allah bu hususta kullarını uyarır. Kur’an’da Allah, verdiği nimetleri hatırlatır. İnsan, menfaat duygusunu müsbete çeviremezse, menfaatine yardım eden şeyleri putlaştırır. Dikkat edilmesi gereken nokta, menfaat duygusunun iptal edilemediği, ama ya haramda veya helâlde çalıştırılmasıdır. Menfaat anlayışının dışına çıkamayan insan, ya sadece dünyevî basit çıkarına göre yaşar; ya da âhirette, bitmeyecek, sonu gelmeyecek menfaati öncelikleyen bir hayat sürer. 



Herhangi bir günahı işleyen kimse, bu günah sadece kişi ile Rabbi arasındaki ilişkiyi ilgilendiriyorsa, Allah’la onun arasında kalmış bir durumdur; kazâ ederek, tevbe ederek affettirebilir. Ama bir şahsa olan borcunu birkaç gün geciktirse, bu durum o iki insanın arasını açar. Hele bu devirde... İstediği gün bankadan parasını çeken insan, tâyin edilen günde alacağını alamazsa, bir daha müslüman kardeşine para vermez, böylece müslümanların kardeşliği, birliği sarsılır, ümmet duygusu zedelenir, ortaklık, işbirliği ve yardımlaşma kolay kolay kurulamaz. 



İmanın meyvesi ibâdettir. En önemli ibâdetler de mal ve etrafında bulunanlardır. Bunun için, her müslüman helâlinden kazanmaya, helâl dairede harcama yapmaya çalışmalıdır. Helâl daire, keyfe kâfi gelir/gelmelidir. Fertler tek tek şuurlu müslüman oldukları gün, bireylerden oluşan halk zâten İslâm’ı yaşayacaktır. Öyle ise, toplum hayatının dinden uzak olmasının cezâsını, dini yaşamayan her fert çekecektir.



Bugün “İslâm İktisadı” tâbiri yaygın olmakla beraber, böyle bir tâbir Kur’an’da ve hadislerde geçmemektedir. Çünkü İslâm’da iktisat, başlı başına bağımsız bir bilim dalı değil; İslâmî ilimlerin bütünündedir ve ibâdetlerin içindedir. Kısacası, insandan ayrı düşünülmeyen bir nesnedir. Psikolojide “yalınlama” diye bir tâbir vardır; yani elmayı, renginden ayrı düşünemezsiniz. Bunun gibi İslâmiyet’i, iktisattan ayrı, iktisadı da İslâm’dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Aynen dünyayı âhiretten, âhireti de dünyadan ayrı düşünemeyeceğimiz gibi. Elbette, müslümanlar, helâlinden kazanıp zengin de olabilirler. Yine müslümanların içinde fakirler de bulunabilir. Son üç asırdır, zengin-fakir durumunda ciddî değişmeler oldu. Çünkü bir taraftan zekât unutulurken, öte yandan fâiz, zengini daha zengin edip, fakiri de daha çok fakirleştirdi. Zenginle fakir arasındaki makas iyice açıldı. Bu da zengin-fakir düşmanlığını doğurdu. Dünyanın % 20’lik nüfusu, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin % 80’ine, geri kalan % 80’lik nüfus da servetin % 20’lik dilimine sahip oldu. İnfak ve yardımlaşma yerine sömürü egemen olduğundan, kapitalist-sosyalist çatışmaları çıktı, çok sayıda müslümanın yaşadığı ülkelerde de bu rüzgâr estiğinden, yemyeşil yapraklar sarardı.



Bundan daha beteri de şu: Fakirin kaybedecek bir şeyi yoktur. Bir canı var, belki intihar etmeyi düşünmese de, ölümden de pek korkmaz. Zaman zaman yaşadığı hayat, ölümden beter olunca, ölmeyi mumla arayabilir. O zaman saldırgan olabilir. Zengine gelince; o, mal mülk sahibi oldukça, çoluk çocuk sayısı arttıkça, ölmek istemez. Bir yandan ölümden korkarken, öte yandan malının kaybından, yakınlarının ölümünden de korkmaya başlar, ıstırabı arttıkça artar. Bu tabloda ortaya çıkan terslik şudur: Fakir İslâm’ı öğrenip yaşamazsa, hangi yüce dâvâ için hayatını ortaya koyacak? Zengin de İslâm’ı öğrenip hayatına geçirmeye çalışmadığı, malını ve gerektiğinde hayatını Allah yolunda fedâ için ortaya koyamadığı durumda, İslâm’ı ne ölçüde koruyabilir? Âhirete inanmayan bâtıl bir dâvâ adamı, bir anarşist, terörist; ölümle sona ereceğini düşündüğü bir hayatta nice fedâkârlıklara katlanıyor, hapis hayatını, işkenceyi, fakirce yaşantıyı tercih ediyor, hatta niceleri ölümü göze alıyor. Hırsızlar, girdiği evde vurulursa, yakalanırsa, kaybedecek pek bir şeyleri yok. Ama ev sahibinin ise, çok haklı olmasına rağmen, kaybedecek çok şeyi bulunduğu için hırsızdan, karakoldan, soruşturmadan korkmaktadır.[24]