Tasarrufu Teşvik Fonu Fâizi

 



"Tasarrufu Teşvik Fonu" adıyla devlet, maaşlarımızdan zorunlu bir kesinti yapmakta idi. Şimdi bize şu âna kadar birikmiş tasarruflarımızın yüzde yirmi faizi ‘nem⒠adıyla iâde edilmektedir ve ilk taksit olarak bunun üçte biri ödenmektedir. Bu faizi almamız veya kullanmamız helâl olur mu?”



Önce şunu bilmek gerekir; Islâm birtakım terimlerle ifade ettiği birtakım vâkıalara bir hüküm verirken kendi değer yargılarına göre davranır. Daha açık ifade ile, İslâm meselâ, "faiz yasaktır" derken faizin tarifini de kendisi yapar. Buna göre bir uygulama İslâm'a göre faiz ise, başkaları ona "kâr" da dese o yine faizdir. Aksine, Islâm'a göre faiz olmayan bir uygulamaya başkaları faiz de dese o faiz olmaz. Meselâ İslâm'da, ihtiyaç halinde dörde kadar evlenme vardır. Oysa bugünkü medenî hukuk beraber yaşanılan ikinci kadını "metres" saymakta, ondan doğacak çocukları da gayrı meşrû kabul etmektedir. İşte mevcut sistem böyle diyor diye İslâm bunu gayrı meşrû saymaz. Bu bir.



İkinci olarak, şunu da bilmek gerekir. Müslüman kendi irâdesi ile faiz muâmelesine bulaşmaz. Çünkü insanın sömürülmesinin ve yine köle haline getirilmesinin en kestirme yolu faizdir. Bu yüzden, "faiz alana da, verene de, bunun yazışmasını yapana da Allah lânet eder" ve böyle önemli bir konuda "faiz ihtimalı taşıyan uygulamalar dahi faizdir." Onun için de müslüman kendi irâdesi ile faize bulaşmaz.



Üçüncü olarak da şunu bilmek gerekir: Faiz müesseseleri olan bankalarda her nasılsa tahakkuk eden bir faiz bulunuyorsa, onu almayıp orada bırakmak ikinci bir hatadır, hatta akılsızlıktır. Çünkü bu sömürünün güçlenmesine katkıda bulunmak demektir. Öyleyse mutlaka alınmalıdır. Sonra da bu faiz ya da faiz şüphesi taşıyan para yenmemeli, faiz olduğu söylenmeden bir hayıra, ya da aslında alınmaması gerektiği halde alınan vergilere verilmelidir.



Dördüncü olarak da İslâm'ın "faiz" dediği şeyin tarifini verelim ve sorunun cevabına geçebilelim. Fâiz (ribâ): Mubâdeleli akitlerde taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalıktır (Timurtâşî, -İbn Abidîn'in tasarrufuyla-, bk. İbn Âbidin (Amira), IV/177).



Bu târife ve taşıdığı kayıtlara baktığımızda "Tasarrufu Teşvik Fonu Nemâsı" için şunları söyleyebiliriz:



1. Ortada mubâdeleli bir akit yoktur, çalışanların arzu ve irâdelerine mürâcaat edilmeden yapılan tek yönlü ve "zorunlu" bir kesinti sözkonusudur. Sanıyorum bununla hedeflenen şey de çalışanların gelecekte bir tasarruf sahibi olmaları değil, devletin kaynak temini, yani iç istikrazdır.



2. Devletin verdiği "nema" için bir şart koşma sözkonusu değildir. Kesintiyi yapan da nemayı veren de devlettir.



3. Bu uygulamada karşılıksız bir fazlalık da yoktur. Kesilen paranın hem de aradan yıllar geçtikten sonra % 20'si "nemâ" adıyla verilmekte, onun da üçte ikisi sonraya bırakılmaktadır. Buna göre bu meblağ gerçekten "nemâ" ise, yani devlet bu parayı bir yerlerde çalıştırmış da onunla kazandığının bir miktarını tasarruf sahibine veriyorsa bu zaten faiz olmaz. Adı üzerinde "nema" yani kâr olmuş olur. Böyle bir çalıştırma yok da safi faiz olarak veriyorsa ortada bir fazlalık olmadığından bu yine faiz olmaz. Çünkü değer kaybının ödenmesi İmam Ebu Yusuf'a göre gereklidır, yani bu faiz değildir. Oysa "nema" denen bu "yüzde yirmi", kesilen zorunlu tasarrufun, enflasyonla kaybolan değerinin çok çok azıdır. Aslında maaşlarından zorunlu tasarruf fonu kesilen çalışanların bu kalan değer farkını da isteme hakları vardır. Şunu da ilâve etmek gerekir: Herşeye rağmen şüphe edenler, en azından kendilerinden kesilen kadarını tamamlayıncaya dek alırlar. Adı ne olursa olsun kendi paralarını almış olurlar. Şüphe, olsa olsa bundan sonrakinde olur. O kadarını da zaten vermiyorlar.



Sonuç olarak, sözünü ettiğiniz meblağ faiz değildir, bunda faiz şüphesi de yoktur (Allahu a'lem). Ancak siz şüphe ediyorsanız mutlaka alır, ama bir hayıra verirsiniz.