6- Bey' bi'l-Vefâ:

Bey' bi'l-vefâ (bey'u'l-vefâ) denilen muâmele tarzı daha ziyâde gayri menkullerle ilgili olup Anadolu'da "para fâizsiz, tarla icarsız" veya: "para fâizsiz, ev kirasız" diye bilinmektedir. Paraya ihtiyacı olan bir kimse, sermayedarlara gidip: "Bana bin altın ver, buna karşılık sana falan tarlamı vereyim, borcumu ödeyene kadar ek biç, geliri sana âit olsun" veya: "falan evim ya da dükkânım veya değirmenim senin olsun, icarı ve kirası sana âit olsun" der, sermaye sahibi de bu teklifi kabul edip parayı verince akit yapılmış olur.



Bu türlü şartlı ve muvakkat satışlarda genellikle sermaye sahibine verilen gayri menkul -bazılarına göre menkul de olabilir- genellikle verilen paradan çok daha fazla fiyat ettiğinden, bu yolla yüksek kazanç temin etme imkânı bulunmaktadır. Burada arazinin rantı yani icarı, diğer gayri menkullerin kirası paranın fâizi yerine geçmektedir. Başlangıçta bilinmeyen bu muâmele tarzı, Buhara ahalisinin borçları artıp ödünç almaya muhtaç olmaları üzerine ortaya atılmıştır. Aslında daha evvel de bu tarz muâmeleler mevcut olmakla beraber ulemâ tarafından tanınmadığından ve ribâ sayılıp reddedildiğinden kitaplara geçirilmemiştir. Gerçi sonradan bunu câiz görenler bile bu muâmelenin haddi zâtında ribâdan ibâret olduğunu açık seçik bir şekilde ifâde etmekten geri durmamışlardır. "Bey' bi'l-vefâ bizâtihî yasak olduğu halde zarûrete binâen tecviz olunmuştur. Yasaktır, zira bir kimsenin ikraz ettiği borç verdiği para mukabilinde ribh ve kâr alması ribâ olmakla şer'an memnûdur. Fakat buna rağmen sermayedarın vefâ bey'inde mal sahibine verdiği ödünç para mukabilinde maldan faydalanması şart kılınsa bile, bu muâmele haram sayılmayıp câiz sayılmıştır (Ali Haydar, Mecelle Şerhi, I/88; Mecelle, Madde 118).       



Ulemâ bir yandan bu muâmeleyi, özü itibarıyla ribâ olarak görmüş, öbür yandan da câiz ve helâl saymıştır. Açıkça fâiz olan bu muâmeleyi fıkıh sistemine yamamak için epey zorluklar çekilmiş, ama buna rağmen bu ulantı daima göze batmıştır. Mecelle şârihi Ali Haydar: "Bey' bi'l-vefâda hem sahih, hem fâsid bey'in ve hem de rehinin hükümleri cârîdir. Bu cihetle bey' bi'l-vefâ, zürâfâ denilen hayvana benzetilmiştir. Çünkü bu hayvanda üç hayvanın; yani deve, sığır ve kaplanın sıfatı bulunur" demektedir (Ali Haydar, Mecelle Şerhi, I/224). Artık vefâ bey'i deve kuşundan daha acayip bir hilkat garîbesi olarak, zarûret ve ihtiyaçların sevkiyle ortaya çıkmış ve meşrûiyetini ulemâya âdeta zorla kabul ettirmiştir. Başlangıçta Hanefîlerin bu buluşuna karşı duran Şâfiîler çok geçmeden gösterilen tepkinin boşuna olduğunu idrâk etmişler ve "Rehn-i muâd" (iâde edilen rehin) "bey'u emânet" (emanet usûlü ile alım-satım) Şam'da bey'ut-Taa gibi isimlerle bu muâmeleyi câiz görmüşler ve uygulamaya koymuşlardır.



Ödünç verenin bir tarla veya ev alması görünüş itibarıyla verdiği parayı teminata bağlaması içinmiş gibi gösterilmekteyse de, aslında maksat, bu gibi gayri menkullerin geliridir, yani fâizdir.