2- Selem ve İstismar Edilip Fâize Benzetilmesi:

Selem: Müecceli muaccele satmaktır (Bkz. Mecelle, madde 123). Yani peşin para ile veresiye mal almaktır. Genellikle köylüler ve çiftçiler hasat mevsimine üç-beş ay kala gıda maddesi ve para sıkıntısı çekerler. Bu sıkıntının sevkiyle 3-5 ay sonra teslim edecekleri, meselâ buğday ve pamuk karşılığında peşin gıda maddesi veya para alırlar. Çiftçinin darda ve sıkıntıda olmasını fırsat bilen ve bundan âzamî derece faydalanmanın yollarını arayan tefeciler, 3-5 ay sonra teslim alacakları malı, meselâ buğday veya pamuğu çiftçinin elinden çok ucuza ve değerinden aşağı bir fiyatla satın alırlar. Bu yoldan en az verdikleri sermayenin % 25 kadar bir fazla meblağı ellerine geçirirler. Yıllık hesap edildiğinde bu oran % 50’nin altına düşmez. Gerçi cevazı nass ve icmâ ile sâbit bulunan selem kurumu, bu maksatla teşrî kılınmış değildir. Ama, görüldüğü gibi istismar edilip en kötü bir ribâ muâmelesine kapıyı açık tutmakta, göz göre göre fakir fukarânın soyulmalarına araç yapılabilmektedir. Ebussuud Efendi, bu çeşit selemin köylüleri mahv ve köyleri harap ettiğini söylemektedir. Ebussuud Efendi, Yavuz ve Kanuni zamanında şeyhülislâmlık yapmıştır ve bu dönemde Osmanlı Devleti iktisadî bakımdan en kuvvetli dönemini yaşamakta, hazine ağzına kadar dolu bulunmakta, ama yine de zavallı çiftçiler selem yoluyla tefecilere soyulmakta, bu durum karşısında İslâm âlimleri: “Eh, ne yapalım, Şer’i Şerîf selemi câiz görmüştür, taraflar ihtiyaçlarını dikkate alarak rızâlarıyla selem akdi yapmışlardır, para veren taraf, malı gerçek değeriyle alsa iyi olur, ama aralarında anlaştıkları bir fiyattan alırsa buna da en azından kazâ cihetinden denilecek bir şey yoktur” demektedirler. Maalesef, eski ulemâ, bu türlü bir selem işlemine, daha açıkçası değişik adla tefeciliğe seyirci kalmışlardır.   



Sual: "Zeyd, Amr'a arpa ve buğday için selem tarîkiyle bir miktar akçe verdikte, şerâit-i seleme tamam riâyet eylese, tâyin olunan zamanda Amr, arpa ve buğday ziyâde baha eder, deyû vermeyip akçeni al, demeye kadir olur mu?" "El-cevap; Olmaz." (Fetâvâ-yı Yahya Efendi, Hamîdiyye, (Süleymâniye) no: 509, V/179 a). Demek ki, selem yoluyla ihtiyaç sahibinin aldığı paranın fâizi ne kadar yüksek olursa olsun, şikâyeti dinlenmiyor.



Selem, sadece ödünç para vermekle olmaz, alacağa ve borca karşılık da olabilir. Misal: Zeyd'in, Amr zimmetinde bin akçe hakkı olup ba'dehû Zeyd mezkûr meblağı Amr'dan ahz etmeden zimmetinde iken Amr'ın üzerine şu kadar kile pirinç için selem akdi yapsa, bu selem şer'an sahih olur mu?" "El-cevap: Olur." (Fetâvâ-i Abdurrahim, İstanbul, 1128, II/78)    



Bu durum karşısında, "Selem ribânın zıddıdır. Zira ribâda para değer kazanıyor ve artıyor, halbuki selemde sadece satılan mal ucuza gitmiş oluyor. Selem, ribânın zıddı olduğundan helâldir" demek, ne kadar inandırıcıdır? İbn Rüşd'ün de dediği gibi, selemle mal alanın esas maksadı malı değerinden düşük bir fiyata almaktır. Selemle mal satan şahsın esas maksadı da, vâdeden faydalanmaktır (İbn Rüşd, Bidâyetu'l-Müctehid Nihâyetu'l-Muktesıd, II/169). Bu iki unsur olmasa niçin selem muâmelesine ihtiyaç duyulsun?



Selem işleminin nasıl istismar edildiğini göstermek için fermanlarda, mühimme defterlerinde, şer'î ve kadı sicillerinde epey delil ve vesika vardır. Bazılarına temas edelim:



1565'te Mora beyine ve bu sancağa bağlı olan kadılara yollanan bir fermanda zenginlerin, fakir halka: "Selem tarîkiyle akçe verüp mahsullerini daha ham veya yeni ekilmiş bir halde tarlada iken satın aldıkları ve tekrar kendilerine sattıkları, bu sûretle yüz akçe borcu üç sene zarfında bin akçeye çıkardıkları anlatılıyor. Borçlarını ödeyemeyen yoksul köylüler malını mülkünü, evini barkını terk edip çaresizlik içinde başka yerlere göç ediyorlardı. Geride kalanlar selem adı altında tefecilik yapan ribâhorlara (fâiz yiyen tefecilere) azap ve ırgat oluyordu.



Osmanlı Devletinde selem, murâbaa, rehin, vefâ bey'i, muâmele ve îne bey'i yoluyla yapılan tefecilik, câhiliyye ribâsını aratacak gaddarlıktadır. Bazen, tefecilik yoluyla büyük servet sahibi olan ribâhorları devlet, düşük bir narh üzerinden İstanbul'un et ihtiyacını karşılamakla mükellef tutmak sûretiyle cezâlandırıyor ve kısa sürede iflâs etmelerini sağlıyordu.