VEDÎA (EMANET) KİTABI

METİN



Emânet ile mudarebe hükümde ortaktır. Yani ikisi de esasta emâ­nettir.



Îdâ, emanet vermek demektir. Bu kelime sözlükte: ved'u kökünden gelir ve terketmek anlamındadır. Bir terim olarak, bir kimsenin malını, koruması için bir diğerine açıkça veya dolaylı yoldan teslim etmesidir. Dolaylı emanet verme şöyle olur: Bir kimsenin, bal koyduğu kabı delik olsa, sahibinin yanında bulunmadığı bir sırada bir diğeri onu alsa, bir süre koruduktan sonra da terketse, zayi olursa onu tazmin etmesi gere­kir. Çünkü bu kabı almakla dolaylı yoldan onun korunmasını üzerine al­mış bulunur. Bahır.



Vedîa, emin bir kimsenin yanında bırakılan mala denir. Vedîa, ema­netten daha hususîdir. Musannıf ve diğerleri de bunu araştırmışlardır.



Emanetin rüknü açıkça, kinayeli sözlerle veya konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab ve kabulden ibarettir.



Açıkça icab: Birisinin diğerine, «Bunu sana emanet olarak verdim.» demesidir.



Kinayeli icab: Birisinin diğerine, «Bana bin dirhem veya şu kumaşı ver.» demesi üzerine, onun, «Sana verdim.» demesidir. Bu şekilde veri­len emânet olur. Bahır. Çünkü vermek hibeyi de kapsamına alır. Fakat emanet daha aşağı derecede olduğu için önce o akla gelir. O halde bu ifade kinayeli sözlerle emanete icabtır.



Konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab: Bir kimse bir kumaş ge­tirerek diğerinin yanına bıraksa, o da hiçbir şey söylemese, o şey onun yanında emanet olur. Bu da fiilen icabtır.



Kabul de açıkça veya dolaylı yoldan olur. Açıkça kabul, onun ya­nında konulduğu zaman. «Kabul ettim.» demesidir.



Dolaylı yoldan kabul ise, yanına konulduğu zaman susmasıdır. Me­selâ, elbiselerin hamamda çamaşırcının önüne bırakılması veya han sahi­bine, «Atımı nereye bağlayayım?» diye sorulunca onun, «Şuraya bağla.» demesi, emaneti kabul ettiğini gösterir. Haniye.



İşte bu icab ve kabulün lüzumu, emanetin korunmasının vücubu hakkındadır.



Sırf emanet ise yalnız icabla tamamlanır. Hatta, mal sahibi gasbediciye «Gasbettiğini sana emanet ettim.» dese, gasbeden kabul etmese bile tazmin yükümlülüğünden kurtulur.



İZAH



«Sahibinin yanında bulunmadığı ilh...» Musannıf bu kaydı şunun için koymuştur: Eğer sahibi hazır olsa, alan kimse zamin olmazdı. Nitekim Musannıf da bunu böyle tesbit etmiştir. Yakûbiye'ye bakınız.



Minah kitabında, «Emânet, dimânı gerektirmeyen şeye denir. O za­man emanet kelimesi ariyet, kiralanan şey gibi, hizmet için ariyet olu­nan şahsın elindeki köle gibi dımân olmayan bütün durumları kapsamı­na alır. Vedâa ise icab ve kabul ile emanet edilen şeye denir. O halde emanet ile vedîa ayrı şeylerdir.» denilmiştir. Nihaye sahibi de bunu ter­cih etmiştir.



Bahır'da da şöyle denilir: «Emânet ile vedianın bazı durumlarda hü­kümleri çeşitlidir, muhteliftir. Çünkü vediada ihtilâftan sonra anlaştıkları takdirde emanetçi tazmin etmekten kurtulur. Emanette ise ihtilâftan son­ra emanetçi tazmin sorumluluğundan kurtulamaz.



Hâmiş'te zikredilen ince bir nokta:



Rivayet olunur ki, Züleyhâ yoksulluğa düşünce Yusuf aleyhisselama karşı hüzününden ötürü gözlerine ağ inmişti. Bu halde fakirlerin giydiği elbiselerle yolun kenarında oturuyordu. Yusuf aleyhisselam yoldan geçer­ken ayağa kalkarak, «Ey melik, beni dinle.» diye seslendi. Yusuf aley-' hisselam durunca, Züleyhâ, «Emanet, köleleri meliklerin yerine ikâme eder. Hiyanet ise melikleri kölelerin yerine.» dedi. Yusuf aleyhisselam onun kim olduğunu sordu. Onun Züleyha olduğunu söylediler. Yusuf aleyhisselam acıyarak onunla evlendi. Zeylâî.



«Üstü kapalı bir şekilde ilh...» Üstü kapalı kinâye'den maksat açığın zıddı olan kinayedir. Boşanmanın üstü kapalı yapılması gibi. Yoksa be­yan ilmindeki «kinaye» değildir.



«Çünkü ilh...» Bahır'da da yine bunun gibi illetlendirilmiştir.



«Hiçbir şey söylemeden ilh...» Eğer malı koyduğu zaman, «Ben ema­net kabul etmiyorum.» derse, zamin olmaz. Çünkü açıkça reddedildiğin­den örfen kabul sabit olmaz.



Câmiü'l-Fusûleyn sahibi şöyle der: «Ben derim ki, bu mesele, birisi sığır çobanına bir başkasıyla bir sığır gönderse, çoban elciye, «Bunu ka­bul etmiyorum, sahibine geri götür.» dese, o da götürse, çobanın ema­netçi olmadığına delâlet eder. Uygun olan çobanın burada zamin olma­masıdır.»



Halbuki bunun aksi geçti. Fakir der ki, Câmiü'l-Fusûleyn sahibinin, «Uygun olan, çobanın burada zamin olmamasıdır.» sözü uygun değildir. Çünkü hayvanı getiren elci, hayvanı çobana getirmekle elcilik hükmün­den çıkarak yabancı olmuştur. Zira onun elçiliği sığırı çobana getirene kadardı. Çoban ona, «Bunu kabul etmiyorum, sahibine geri götür.» de­diği zaman o sığırı bir yabancıya veya bir yabancı ile geri vermiş ol­maktadır. Bundan dolayı çoban zamindir. Fakat kumaş meselesi bunun aksinedir. Nûru'l-Ayn. Bahsin tamamı oradadır.



Nûru'l-Ayn'da Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: «Birisi yanına bı­rakılan kumaşı emanetçi olmamak için, «Kabul etmiyorum.» dese, kuma­şın sahibi de kumaşı yanına bırakarak gitse, onu kabul etmeyen adam kaldırarak evine koysa, uygun olan zamin olmasıdır. Zira burada ema­net sabitolmadığından, yerden kaldırmakla gasbedici olmaktadır.



Fakir diyar ki: Bu meselede kapalılık vardır. Şöyle ki, gasb, mâlikin elini gasbedilenden kaldırmaktır. Bu da burada mevcut değildir. Adamın, yanma terkedilen kumaşı kaldırması, ona zarar kasdıyla değil, menfaati içindir. Belki mâlikin kumaşı oraya terketmesi, ikinci defa emanettir. Önce kabul etmeyen adamın onu yerden kaldırması da kapalı bir şe­kilde kabuldür. O halde zahir olan, kumaşı kaldıran kimsenin zamin ol­mamasıdır. Allahu Teâlâ en doğrusunu bilir.



«Hiçbir şey ilh...» Bir kimse, «ben kabul etmiyorum.» derse, emanetçi olmaz. Çünkü emanetçi gösteren birşey mevcut değildir. Bahır.



Bahır'da Hülâsa'dan naklen şöyle denilir: «Bir kimse kitabını bir top­luluğun yanına koysa, onlar da o kitabı orada bırakarak gitseler, kitap zayi olursa hepsi zamindir. Eğer hepsi birden değil de teker teker kalk­mış iseler, en son kalkan zamin olur. Çünkü, sona kalan korumaya hıfza tayin edilmiş sayılır. Tayin de korumayı gerektirir.»



Bu bahiste, yakında gelecek olan hancı meselesi gibi, icab ve ka­bulün her ikisi de açık değildir.



UYGULAMA MESELESİ:



Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denir: Birisi hayvanını başkasının ahırı­na bağlamış olsa, ahır sahibi hayvanı oradan çıkarsa, zayolduğu takdir­de zamin olmaz. Çünkü hayvan binaya zarar verir. Bina sahibi kendisi­nin hayvan bağladığı yerde bağlanmış bir hayvan görse de onu çıkarsa zamin olur. Sâyıhânî.



«Susması ilh...» Çünkü susması kabul anlamına gelir.



Hâniye'de bu konu zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: «Başkası­nın evine, ev sahibinden habersiz birşey konulsa, konulan şey zayi ol­sa, ey sahibi zamin olmaz. Çünkü ev sahibi korumayı üzerine almamış­tır. Bir kimse diğerinin yanına birşey koyarak, «Bunu sakla.» dese, bıra­kılan mal zayi olsa, yanma bırakılan adam yine zamin değildir. Çünkü korumayı üzerine almamıştır.



Burada bu kimsenin razı olup olmadığının karine yoluyla anlaşılma­sı mümkündür. Sâyıhânî.



«Çamaşırcının ilh...» Çamaşırcı hazır olduğu sürece, hamamcı ema­netçi olmaz. Eğer çamaşırcı yoksa, hamamcı emanetçidir. Bahır.



Bahır'da da, Hülâsa'nın kiralamalar konusundan naklen şöyle de­nilir: «Hamamda yıkanan kimse bir elbise giyse, çamaşırcı onun kendi elbisesini giydiğini zannetse, sonra onun başka birisinin elbisesi oldu­ğu ortaya çıksa, çamaşırcı zamindir. Sağlam olan görüş de budur. Zira çamaşırcı sormadığı için görevini yapmamış olur.»



Bu konu ileride gelecek olan, «emin kimseye dımânı şart koşmak geçersizdir.» sözüne zıd değildir. Ebussuud böyle ifade etmiştir.



«İşte bu ilh...» Bu, kabulün şart olduğunu gösterir.



«Kabul etmese bile ilh...» Metinde geçtiği gibi, kabul ya açıkça veya dolaylı yoldan olur. Bu meselede gasbedicinin kabul etmemesi red anla­mına gelir. Fakat mal sahibinin, «Sana emanet ettim.» sözüne karşılık susması, dolaylı yoldan kabuldür.



METİN



Vedianın şartlarından birisi, emanet verilecek malın elle tutulması kabil olmasıdır. O halde kaçan bir köle veya havadaki kuş birisine ema­net verildiği takdirde emanetçi ona zamin değildir.



Vedianın şartlarından birisi de emanetçinin mükellef olmasıdır. Çün­kü vediayı korumak vaciptir. O halde bir çocuğa mal emanet edilse, çocuk onu helak etse zamin olmaz. Çünkü mükellef değildir. Hacizli bir köleye mal emanet edilse, köleliğinde değil, ancak azad edildikten son­ra zamin olur.



Vedia da emanettir. Buna göre hükmü de şudur: Vedîada kabul müstebahtır. Vediayı korumak taleb edildiğinde vermek de vacibtir. Buna gö­re emanet edilen mal, emanetçinin müdahelesi olmaksızın helak olursa, emanetçi ona zamin olmaz. Ancak vedia eğer ücretle emanet edilmiş­se, o zaman emanetçi zamin olur. Eşbâh, bunu Zeylâî'ye nisbet etmiştir. Daru Kûtnî'nin rivayet ettiği, «Hain almayan emanetçiye yelâk olan ema­netten dolayı dımân yoktur.» hadisine dayanılarak mutlaka zamin ol­maz. İster korunması mümkün olsun, ister onunla birlikte başka birşey de helak olsun, ister olmasın.



Hamamcı ve hancı gibi emin kimselerin üzerine dımân şartı koymak geçersizdir. Fetva da bu görüşe göre verilir. Hülâsa ve Sadrı Şeria.



Emanetçinin emaneti kendi malı gibi gerek kendi nefsi ile, gerek aile fertleri ile koruması gerekir. Onun ailesi de ister hakikaten olsun, ister hükmen olsun onunla beraber aynı evde oturandır. Yoksa nafakasını verdiği kimse değildir. Binaenaleyh beraber oturmadığı karısına veya mümeyyiz olan çocuğuna vermiş olsa, onlarla hükmen beraber oturduğu için emanetçi zamin olmaz. Hülâsa.



Emanetçi olan kadın vediayı kocasına vermiş olsa, yine zamin ol­maz. Çünkü itibar edilen beraber oturmadır, nafaka değildir. Bazı âlim­ler nafaka verme ve birlikte oturmaya beraber itibar etmişlerdir. Aynî.



İZAH



«Elle tutulması kabil olmasıdır, ilh...» Faziletli âlimlerden bazıları, bu ifadede müsamaha vardır demişlerdir. Zira elle tutulmaktan maksat, bilfiil elde olmasıdır. O halde elle tutulabilir olması yeterli değildir. Nitekim Dü-rer'de de: «Elinde olmayan birşeyi korumak muhaldir.» sözüyle buna işaretedilmiştir. Düşün. Fettâl. Buna Ebussuud cevap vermiştir.



«Çocuğa mal emanet etse ilh...» Remlî, Minâh haşiyesinde şöyle de­miştir: «Şu mesele çocuğa emanet etmekten istisna edilmiştir: Çocuk kendi gibi bir mahcura, ikisinin de mülkü olmayan bir malı emanet etse, malın sahibi emanet edene de, alana da malını tazmin ettirir.» Fevâid-i Zey-niyye'de de böyledir. Medenî. Fettâl'in haşiyesine bakınız.



«Azad edildikten sonra zamin olur ilh...» Köle eğer baliğ ise. Eğer baliğ değilse, köleye dımân yoktur.



UYGULAMA MESELESİ :



Hâmiş'te şöyle denilmiştir: «Emanetçi eğer aile fertlerini nakletmeye muhtaç ise veya ailesi yoksa, o emanet ile yola çıksa ve yolda emanet mal zayi olsa, zamin değildir. Bu da eğer mal sahibi eğer yer tayin et­mişse böyledir. Eğer mal sahibi yer tayin etmemişse, meselâ, «Şunu fa­lan yerde koru.» dememişse, emanetçi onunla sefere gittiği takdirde, eğer yol tehlikeli ise icmâ ile zamin olur. Eğer yol tehlikeli değilse, bize göre (Hanefîlere) zamin olmaz. Baba ve vasinin çocuğun malı ile yola çıkmaları gibi, bu mesele de böyledir. Emanette yükleme ve zorluk yoksa Câmiü'l-Fusûleyn.



«Eğer emanette yükleme ve zorluk varsa, emanetçi onun korunma­sı ile mutlaka emrolunmuş ise, bakılır: Eğer mutlaka yola gitmesi ge­rekiyor ve emaneti verilen şehirde korumaktan acizse, o zaman bilicma zamin değildir. Eğer sefere çıkması mutlaka gerekli değilse, yol ister uzun, ister kısa olsun, Ebû Hanîfe'ye göre yine zamin değildir. İmam Ebû Yusuf'tan yapılan rivayete göre ise, eğer yol uzun ise zamin olur, kısa ise zamin olmaz. İmam Muhammed'e göre ise yol ister uzun, ister kısa olsun her iki halde de zamin olur. Câmiü'l-Fusûleyn.



«Ücret karşılığında emanet alan kimse ise, bu emanetle yola gitme hakkına sahip değildir.» Çünkü bu emanetin korunma yeri akitle belirlen­miştir. Câmiü'l-Fusûleyn.



«Taleb edildiğinde ilh...» Ancak aşağıdaki birkaç mesele bunun dışındadır.



«Ücretle ilh...» Aşağıda da geleceği gibi müşterek işçi zamin olmaz. Malı tazmin etmesi şart koşulsa bile zamin olmaz. Eğer, «zamin olur» dersek bu metindeki, «Emin kimselerin üzerine dımân şartı koymak ge­çersizdir» ifadesi ile çelişir. Bu duruma göre müşterek işçi için dımân şartı konsa bile dımân yükümlülüğü bulunmaz. Dımân şart koşulunca bile hüküm böyle olursa, şart koşulmayınca nasıl zamin olur?



Bezzâziyye'de, «Hamamcıya ücretle birşey teslim edilse, kaybolduğu takdirde zamin olduğu şartı da koşulsa, zikrettiğimiz gibi müftabih görü­şe göre onun bu sözünün şartının hiçbir etkisi yoktur.» denilmiştir. Sâyıhânî.



Bu konuda Fettâl'in haşiyesine bakınız. Çünkü o, iki meseleyi birbi­rinden ayırmıştır. Zira buradaki hamamcı meselesinde hamamcı özellikle emanet bırakılan şeyi korumak için kiralanmıştır. Fakat müşterek işçi bunun aksinedir. Çünkü o korumak için değil, çalışması için kiralanmış­tır. Düşün.



«Zeylâî'ye ilh...» Zeylâî'nin misli Nihâye. Kifâye ve başka birçok kitapta da vardır. Remli, Minâh haşiyesi.



«Hamamcı ilh...» Örfen, hamamcı, koruması karşılığında ücret alıyor­sa, zamin olur. Çünkü bu, ücret karşılığı emanetçiliktir. Fakat fetva taz­min yükümlülüğünün bulunmadığı tarzında verilir.



«Mümeyyiz olan çocuğuna ilh...» Yani çocuğun korumaya gücünün yetmesi şarttır. Hülâsa'dan naklen Bahır.



METİN



Emanetçinin aile fertlerinin de güvenilir kimseler olması şarttır. O halde eğer aile fertlerinden olan kişinin hain olduğunu bilerek emaneti teslim ederse, emanetçi zamin olur. Hülâsa.



Emanetçinin aile fertlerinden olan kişinin de kendi aile fertlerine emaneti vermesi caizdir. Eğer mal sahibi emaneti emanetçinin aile fert­lerinden bir kimseye vermesini yasaklasa, emanetçi de ailesinden baş­ka kimseler olduğu halde, bu yasaklanan kimseye verse -İbn Melek-zamin olur. Fakat ondan başka kimsesi yoksa, ona vermekle zamin olmaz.



Emanetçi emaneti ailesinden olmayan kimselerle korusa, zamin olur. İmam Muhammed'den yapılan rivayete göre, eğer o emaneti vekil, ti­caretle izinli köle, mufâvaza veya inan şirketi ortağı gibi kendi malını koruyan kişi ile korursa bu caiz olur. Fetva da bunun üzerinedir. İbni Melek. İbni Kemal ve diğer âlimler de buna dayanmışlardır. Musannıf da bunu kabul etmiştir.



Emanetçi emanetin yanmasından veya suya batmasından korkarsa, yangın veya su da çevresini kuşatmışsa komşusuna veya başka bir ge­miye vermesi halinde zamin olmaz. Eğer yangın veya su çevresini ku­şatmışsa, zamindir. Ancak kendi ailesinden olan birisine verme imkânı olduğu veya diğer gemiye teslim imkânı bulunduğu halde başkasına ver­se veya gemiden diğer gemiye atsa, emanet de işin başında veya parça parça denize düşse zamin olur. Zeylâî.



Emanet zayi olduktan sonra emanetçi emaneti komşusuna veya baş­ka bir gemiye verdiğini iddia ederse, o zaman, eğer evinde yangın çık­tığı bilinirse, iddiası tasdik olunur. Eğer evinde yangın çıktığı bilinmiyor­sa, iddiası tasdik edilmez. İddiası ancak delil ile tasdik edilir. O halde böylece Hidâye'nin ifadesi ile Hülâsa'nın ifadesi arasında uygunluk mey­dana gelir.



İZAH



«Zamin olur ilh...» Yani o hıyanet eden kimseye verdiği için zamin olur. Emaneti halkın emanetlerinin bulunduğu bir binaya koyarak gitse, helakolduğu takdirde emaneti yine zamin olur. Bahir. Hülâsa'dan.



«Kendi aile fertlerine vermesi ilh...» İkinci «ailesi» sözündeki zami­rin birinci «aile» sözüne döndürülmesi de mümkündür. Şurunbulâliye de böyle açıklanmıştır. İkinci «aile» sözündeki zamirin emanetçiye dön­dürülmesi de mümkündür. Makdisi de böyle açıklamıştır.



Makdisî şöyle der: «Annesi ile babasının emanetçinin ailesinde bu­lunmaları şart değildir. Fetva da bununla verilir. O halde emanetçi ema­neti ailesinden başkasına verirse, emanetçinin sahibi bunu kabul ettiği takdirde emanetçi aradan çıkmış olur. Emanetçi emaneti bir başkasının ambarına kirasız olarak koyarsa, zamin olur. Emanetçi emaneti evinin kiraya verdiği bölümüne koyarsa bakılır: Eğer her ikisinin ayrı ayrı kili­di varsa zamin olur. Eğer her ikisinin müstakil kilidi yoksa, ikisi de bir­birlerinden çekinmeden eve girebilyorlarsa, zamin olmaz. Fakihlerin emanetçinin emaneti ailesine vermesi hususunda susmaları, emanetçinin ona mâlik olmadığına işarettir. Şeyhimiz burada ihtilâfı ve dımânın tercih edildiğini nakletmiştir.» Sâyıhânî. Burada «şeyhimiz»den maksat Ebussuuddur.



UYGULAMA MESELESİ :



Mal sahibi emanetçiye, «Malı dilediğine ver, o bana getirir.» dese, emanetçi de emin bir kimseye verse, emanet de zayi olsa bazı âlimler, «zamindir», bazı âlimler de. «Zamin değildir» demişlerdir. Tatarhâniye. Sâyıhânî.



UYGULAMA MESELESİ :



Emanetçi olan kadın vefat etmeden emaneti komşusu olan bir ka­dına verse, emanet, komşusunda helak olsa, Belhî, «Ölümü sırasında ya­nında aile fertlerinden hiç kimse yoksa, zamin değildir. Nitekim emanetçi evinde yangın çıkınca emaneti yabancı bir kimseye verdiği takdirde de zamin olmaz.» demiştir. Haniye. Fetva da bunun üzerinedir. Bahır'da bu meseleyi Nihâye'den nakletmiş, bu bahisten önce şöyle denilmiştir: «Me­tinlerin açık anlamına göre emanetçiden başkası olan kimsenin ailesin­den olması şarttır.» Hülâsa sahibi de bu görüşü tercih etmiştir.



«Çevresini ihata etmişse ilh...» Tatarhâniye'de, Tetimme'den nak­len şöyle denilir: «Hâmid el-Vebrî, «evine ateş düşen bir emanetçi ema­neti başka bir yere nakletmezse zamin olur mu?» sorusuna, «Bakılır, eğer nakil imkânı olduğu halde nakletmeyerek yanmaya terketmişse za­min olur.» cevabını vermiştir.



Emanetçi emaneti bir yere bıraksa, orada böcekler onu yese, eğer kaldırma imkânı olduğu halde kaldırmamışsa, zamin olur. Eğer kaldırma imkânı yoksa, zamin olmaz. Nazım'da geleceği gibi.



İmam Muhammed şöyle der: «Emanetçinin evinde yangın çıksa, ema­netçi emaneti bir yabancıya verse, emanet onda helak olsa, emanetçi zamin olmaz. Eğer yangın söndürdükten veya evden çıktıktan sonra ema­neti geri istemezse, zamin olur.» Bu bahsin tamamı Nûru'l-Ayn'dadır.



Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da özetle şöyle denilir: «Emanetçi bir özürden dolayı emaneti bir başkasına verse, özür ortadan kalktıktan sonra geri almazsa, ikinci kişinin elinde helak olduğu takdirde zamin olmaz. As­lında emanetçi emaneti bir basısına vermekle zamin olur, fakat burada bir özürden ötürü verdiği için dımân söz konusu olmaz. Emanetçi emaneti ailesinden birisine verse, onların yanında bıraksa, ailesine bı­rakmaya izinli olduğundan zamin olmaması da bunu gösterir. Bu me­selede de özürden dolayı başka birisine vermeye izinli sayılır.»



«Hülâsa'nın ifadesi ilh...» Hülâsa adlı eserdeki ifadeler şöyledir: «Evinde yangın çıktığı biliniyorsa, emanetçinin sözü kabul edilir. Eğer evinde yangın çıktığı bilinmiyorsa, kabul edilmez.»



Hidâye'nin ifadesi de şöyledir: «Onun sözü ancak delil ile kabul edi­lir.»



Minâh'ta da şöyle denilir: «Hidâye'nin sözlerinin şu şekilde anlaşıl­ması mümkündür: Eğer evinde yangın çıktığı bilinmiyorsa, o zaman an­cak delil ile kabul edilir. Bu şekilde anlaşıldığında aralarında uygunluk hâsıl olur. Bundan dolayı biz Muhtasar'da buna dayandık». H.



METİN



Emanetçi mal sahibi emaneti taleb edince teslimine gücü yettiği hal­de zulmen vermezse zamin olur. Eğer taşımaktan kaçındığı için vermiyor­sa, zamin değildir. İbni Melek.



Vekilin talebi, hükmen mâlikin talebi gibidir. Fakat zahir kavle göre. mal sahibinden bir temsil belgesi gibi bir şey getirse bile elçi bunun aksinedir.



Emanetçi malı vermeyen muktedir değilse veya kendi nefsinden ya­hut malından korkuyorsa, -meselâ, kendi malı emanetle birlikte saklı ise- İbni Melek zamin olmaz. Zalim bir kimsenin emaneti talep etmesi gibi. Meselâ emanet bir kılıç ise, sahibi onunla bir adamı öldürmek için taleb ediyorsa, o zaman emanetçi kılıcı vermeyebilir. Yalnız kılıcı mubah şekilde kullanmak için taleb ettiğini biliyorsa o zaman verebilir. Cevahir.



Bir kadın, içinde kocasına borçlu olduğunu bildiren bir yazı bulunan kitabı emanete verse veya içinde kocasından mehrini aldığını bildiren bir yazı bulunan bir kitabı emanet verse, bu durumda emanetçi kocanın hak­kının zayi olmaması için o kitabı kadına vermeyebilir. Haniye.



Emanetçi emaneti kimseye bildirmeden ölürse, bu da zulmen teslim etmemek gibidir. Yine zamin olur. O zaman o emanet terekesinde borç olur. Ancak ölen emanetçi varislerinin emaneti bildiklerini biliyorsa, o zaman zamin değildir.



Mirasçı, «Ben emaneti biliyordum» dese, emaneti isteyen onu reddetse, varis eğer emanetin özelliklerini açıklar ve «Ben onu biliyordum. O helak oldu.» derse, o sözünde doğrudur. Bu şekilde emanetin emanetçi yanında kalması ile varisin yanında kalması birdir.



Ancak şu meselede emanetçi ile varis bir değildir. Vâris emaneti hırsıza gösterirse zamin olmaz. Fakat emanetçi hırsıza gösterirse za­min olur. Hülâsa. Ancak emanetçi, emaneti alacağı zaman hırsıza en­gel olmak ister ve hırsız zorla alırsa zamin olmaz.



İZAH



«Vekilin talebi ilh...» Hülâsa'da şöyle denilir: «Mal sahibi emanetini taleb etse, emanetçi, «Şu anda hazırlama imkânım yok.» dese, bunun özerine mâlik bırakıp gitse, bakılır: Mâlik eğer rızası ile bırakıp gitmişse, emanetin helaki halinde emanetçi zamin olmaz. Çünkü rızası ile gittiği için mâlik emaneti yenilemiştir. Fakat rızası olmaksızın terketmişse, he­lak olması halinde emanetçi zamin olur. Emaneti taleb eden mâlikin veki­li ise, mutlaka zamin olur. Çünkü vekil, mâlik gibi değildir. Yani vekil emaneti yenileyemez.»



Hülâsa adlı eserdeki bu ifade açıkça gösteriyor ki emanetçi emaneti, teslim etmezse, zamin olur. Bu mesele açıktır.



Fusûl-i İmâdiye'de Zahîre'ye isnadla şöyle denilmiştir: «Mâlikin el­çisi emaneti taleb ettiğinde emanetçi, «Emaneti ancak bana verene ve­ririm» diyerek emaneti teslim etmese, helak olduğu takdirde emanetçi zamin olur.»



Bu mesele, Kadı Zahîrüddln'in Fetâvâ'sında da zikredilmiştir. Necmeddin buna cevap vererek, «O zamindir.» demiştir. Ama bunda bir gö­rüş vardır. Şöyle ki, mâlik emaneti kabz için vekil olduğunu iddia eden kişiyi tasdik ederse zamin olur. Çünkü İmâdiye adlı eserin sahibi, Ve­kâlet babında, «Emanetçiye emanetin vekile verilmesi için emredilmez.» demiştir. Lâkin bir âlim şöyle diyebilir: Burada elçi ile vekili birbirlerinden ayırırız. Çünkü elçi, onu elçi gönderen kişinin dili ile konuşur. Vekil ise öyle değildir. Görülmüyor mu ki, vekilin azli bilmezden önce azledilmesi geçerli olmadığı halde, elçi azli öğrenmezden önce, gönderen kimse rücû ederse bu geçerli olur. Kâdı'nın Fetâvâsında da böyledir. Minâh.



Minâh adlı eseri haşiye eden Remlî, Bahır'ın haşiyesinde, «Fusûl'da olan, «Vekil meselesinde emanetçi zamin olmaz.» ifadesinin zahiri, Hülâsa'mn ifadesine aykırı olur. Bana ikisinin arası bulunabilir gibi geliyor. Şöyle ki, Hülâsa'nın ifadesi eğer vekil emanetçinin yanında emanetçinin yasaklamasından sonra diğer bir zamanda vermek üzere emaneti inşa etmeye hamledilir. Fusûl ve Tecnîs'deki ifade de şuna hamledilir: Ema­netçi bizzat mal sahibine vermek üzere vekile vermiyor. Çünkü, «Ben ancak emaneti bana verene veririm» demektedir. Böyle anlaşılınca iki­sinin arası bulunmuş olur» denilir. Bu bahsin tamamı Bahir hâşiyesindedir.



«Zalim bir kimsenin talebi gibi ilh...» En açık anlamda buradaki, «zâlim»den maksat, mâliktir. Çünkü burada söz bizzat onun hakkındadır. Bu ifadeden sonra gelenler de buna dayandırılır. Buradaki zâlimden maksa­dın bizzat mâlik olduğuna Musannifin Minâh'taki, «Bir zâlim emaneti taleb etse, o da vermese, zamin olmaz. Zira verdiği takdirde zulme yar­dım etmiş olur.» sözü de buna delâlet etmektedir.



Hâmiş'te zikredilen bir uygulama meselesi:



Emânet olan hayvan hastalansa, emanetçi birisine onu tedavi et­mesini söylese adam tedavi ederken hayvan ölse, mâlik hayvanını dilerse emanetçiye dilerse tedavi edene tazmin ettirir. Eğer emanetçi bizzat ken­disi zamin olursa, tedavi edenden bir şey istemez. Eğer tedavi eden za­min olursa, hayvanı ister emanetçinin, isterse başkasının olarak bilsin, tazmin ettikten sonra döner, ödediği parayı emanetçiden geri alır. Ama eğer emanetçi tedavi eden kimseye, «Bu benim malım değildir.» veya «Ben ona tedavi et demedim.» derse, o zaman tedavi eden kişi emanet­çiden bir şey alamaz. Câmiü'l-Fusûleyn'de de böyledir.



«Bildirmeden ölürse ilh...» Eğer mal sahibine bildirmeden ölürse, dımân yoktur. Ama kabul edilen söz şüphesiz, yemini ile birlikte mal sa­hibinindir. Hanûtî diyor ki: «Rehinde borçtan fazlası da bu kısımdan mı­dır? Ben derim ki, o da bundandır. Çünkü fakihler, «İnsan emanette ne ile zamin olursa, rehinde de onunla zamin olur» demişlerdir. O halde rehin borcun miktarını bildirmeden ölürse, borçtan fazlasına zamindir. Ben de bununla fetva verdim.» Remlî'den özetle.



«Zamin olur ilh...» Mecmaü'l-Fetâvâ'da şöyle denilir: «Emanetçi, mudarebede işletmeci, emânet olarak alıp kullanan (ariyet alan), satışı meccânen yapmak için alan, kısaca elinde emanet olarak mal bulunan her kimse, emanetin neler ve ne miktar olduğunu bildirmeden ölürse, emanet de aynıyla bilinmezse, o emânet onun terekesinde borç olarak kalır. Çünkü o bildirmemekle emaneti istihlâk etmiş olur. Bildirmeden öl­menin anlamı, emanetin durumunu açıklamadan ölmesi demektir.» Eşbâh'ta da böyledir.



Şeyh Ömer bin Nüceym'den, «Hasta bir kimse, «Dükkânımda falan kimsenin parası var fakat ne kadar olduğunu bilmiyorum.» dese ve ölse, paralar da bulunmasa ne olur? diye sorulunca şöyle cevap verir: «Bu, miktarı bilinmeyen şey kabilindendir. Bir miktar dirheme zamindir. Çün­kü Bidâye'de şöyle tarif edilmiştir: «Techîl (durumu ve miktarı meçhul şey), emanet aynıyla bilinmediği halde açıklamadan ölmektir.»



Bazı faziletli kimseler, «İbni Nüceym'in bu cevabında düşünme var­dır, sen de düşün» demişlerdir.



«Varislerin emaneti bildiklerini biliyorsa ilh...» Varisi, «O hayatta iken geri verdi.» veya «Emanet hayatında helak oldu.» dese, sözü delil­siz tasdik edilmez. Emanetçinin hayatta iken, «Ben ona geri verdim» de­diğine dair delil getirirse, delili kabul edilir. Sâyıhânî.



«Emanetçi yanında ilh...» Yani mâlik helakini iddia ederse, Çünkü burada maksat, vârisin de emanetçi gibi açıklanması halinde, helaki hu­susundaki sözünün kabul edilmesidir. Ancak varis bir meselede emanet­çiye muhaliftir. Şöyle ki, mâlik «Emanetçi bildirmeden öldü.» dese, varis de buna karşılık, «Öldüğü gün duruyordu ve biliniyordu, sonra helak ol­du.» dese, burada mal sahibinin sözü tasdik edilir.(*) Doğru olan da budur. Çünküdış görünüş bakımından emanet onun terekesinde deyn olur. Varislerin sözü de tasdik edilmez. Fakat varisler, «O hayatta iken emaneti geri vermişti.» veya «emanet onun hayatında telef olmuştu.» deseler, bu sözleri delilsiz tasdik edilmez. Çünkü emanetçi bildirmeden ölmüştür. O halde tazmin yükümlülüğü terekeye ait olur.



Varisler, emanetçinin hayatında, «Ben emaneti geri verdim.» dediği­ne dair delil getirirlerse, delilleri kabul edilir. Çünkü delil ile sabit olan birşey ayn olarak sabit olan şey gibidir. Zahîre'den, Câmiü'l-Fusûleyn.



«Ancak emanetçi ilh...» Emanetçi hırsıza yol gösterirse zamin olur. T, Hülâsa'dan naklen şöyle der: «Emanetçi ancak hırsıza emanetin yeri­ni gösterir, alırken de engel olmazsa zamin olur. Eğer engel olursa za­min olmaz.»



«Engel olmak ister ilh...» Yani emanetçi hırsıza engel olmak ister ve o da zorla alırsa. Fusûleyn.



METİN



Emanetçi, mutlak ve mufâvaza ortakları gibi emaneti bildirmeden ölürse, diğer emanetlerde olduğu gibi zamindir. Ancak Eşbâh'ta olan açık­lamaya istinaden on şeyde zamin değildir.



Bunlardan birisi, vakıf nâzın, vakıf arazisinden gelenleri emanet ola­rak verse de açıklamadan ölse, zamin değildir. Musannıf burada, «vakıf arazisinin geliri» diye kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nâzın vakıf olan arazi­nin bedelini bildirmeden ölürse, zamin olur.



Ben derim ki: Vakfın kendisine zamin olması daha uygundur. Dirhem­lerin vakfının cevazına hüküm veren görüşe göre, dirhemleri zamin oldu­ğu gibi. Bunu Musannıf demiştir. Musannifin oğlu da, -Zevahir adlı eser­de bunu tesbit etmiştir. Musannıfın oğlu, nazırın ölümünü de füc'î (ani­den) ölümle kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nazırı hastalıkla ölürse, açıklama yapma imkânı bulduğundan zamin olur. İsteyenlere zulmen vermediğin­den de zamin olur. Musannifin oğlu Enfail Vesâil'de geçen ifadeyi de reddetmiştir. Uyan



Zamin olunmayan şeylerden biri de, kadı (hâkim)in yetimin mallarını bildirmeden ölmesi halidir. Eşbâh sahibi bu ifadeye, «Yani hâkim yetim­lerin malını kime emanet ettiğini bildirmeden ölürse.» sözünü ilâve et­miştir. Buna gerek vardır. Zira eğer hâkim yetimlerin malını kendi evi­ne koyar, bildirmeden de ölürse, zamin olur. Çünkü emanetçidir. Ama başkasına emanet etmesi bunun aksinedir. Çünkü mutemed görüşe gö­re hâkimin yetimin malını emanet verme velayeti vardır. Tenvîrü'l-Besâir'de olduğu gibi. Hatırda tutulsun.



Devlet başkanı ganimet malını bir gaziye emanet verse, bildirme­den de ölse, zamin olmaz. Mufâvaza ortaklarından birisi, mutemed gö­rüşe göre bu meselelerden değildir. Çünkü Musannif burada ve Şirket bahsinde Hâniye'nin Vakıf faslından naklen, «Doğru olan mufâvaza şir­ketinin ortaklarından birisi, ortağının hissesini bildirmeden ölürse, za­min olur. Bunun aksi ise yanlıştır.» demiştir.



Ben derim ki: Bu, «doğru»yu Eşbâh'ı haşiye eden de kabul ve ikrar etmiştir. O zaman istisna edilen on değil dokuz mesele olur. Hatırda tutulsun.



Şurunbulâlî, Vehbâniye şerhinde Eşbâh'ın istisna ettiği on meseleye dede ve varisi hâkimin vasisi, altı tane de hacr altında bulunanlardan olmak üzere dokuz mesele daha ilâve etmiştir. Çünkü hacr yedi sınıfı kapsamına alır. Bunlar: Çocuklar, köleler, gafiller, borçlular, sefihler ve aklı zayıf olanlardır. Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir. Çocuk baliğ olsa ve sonra ölse, yine de zamin olmaz. Ancak bulûğdan sonra ema­netin elinde olduğuna şehâdet edilirse, dımana engel olan çocukluk hali sona erdiği için zamin olur. Eğer çocukla aklı zayıf olan kimse ticarete izinli iseler, çocuk baliğ olmadan, zayıf akıllı da tam akıllanmadan ölseler, zamin olurlar. Câmiü'l-Veciz'in şerhinde de böyledir.



Şurunbulâlîye, böylece emâneti zamin olmayanların sayısının doku­za ulaştığını söylemiş ve Vehbâniye'deki beyitlere atfen iki beyit Saha söylemiştir. Bu iki beyit şunlardır: «Emin bir adam emanet alır ve öl­düğünde emanetler, terekesi içinde bulunmazsa, zamin olduğundan, ema­net terekesinde borç olur. Yalnız vakıf mütevellisi, müfavaza ortağı, ga­nimet malını emanet veren, rüzgârın kapısını açarak habersiz birşey at­tığı kimse, mal sahibi tarafından evine habersiz birşey atılan kimse, baba, dede, hâkim ve bunların vasileri ve mahcurlar ve varis ellerinde bu­lunan emanetler zayi olduğu takdirde zamin olmazlar.



İZAH



«Diğer emanetler ilh...» Bu emanetlerden birisi de rehindir. Me­selâ rehni alan öldüğünde rehini kimseye bildirmezse, o rehinin kıyme­ti terekesinden tazmin edilir. Ankaravî'de olduğu gibi. Yani rehinin kıy­metinden fazla olan da zamin olur. Bunu Remlî'den de nakletmiştik.



Vekil de vekâleten kabzettiğini bildirmeden ölürse, ona da dıman gerekir. Kabzettiği şey onun terekesinde borç olur. Hayrî'den sonra Hâmidî de böyle fetva vermiştir.



Bezzâziyye'nin İcâre bahsinde yazıldığına göre kiracı da kiraladığı mülkü bildirmeden ölürse, zamin olur.



«Ölürse ilh...» O zaman alacaklılara zamin olur. Eşbâh üzerine Birî.



«Müfavaza ilh...» Rehin alan kimse gibi, Ankaravî. Hâmiş'te de böy­ledir.



«Eşbâh'ta olan açıklamaya dayanarak ilh...» Eşbâh'ın ifadesi şöy­ledir: Vasi yanındaki yetim malını bildirmeden ölürse, zamin değildir. Câmiü'l-Fusûleyn'de olduğu gibi. Baba, mal sahibi olan çocuğunun malının miktar ve aynını bildirmeden ölürse, zamin değildir. Varis, murisinin yanına emanet bırakılanı bildirmeden ölürse, zamin değildir. Rüzgâr, bir kimsenin evine birisinin malını atsa veya bir kimse ev sahibinin haberiolmadan evine birşey koysa, ev sahibi bunlardan zamin değildir. Çocuk, yanına bir mahcurun birşey emanet ettiğini bildirmeden ölürse, Zamin de­ğildir.» Buna göre zamin olmayanların sınıfı yedidir. Musannifin zik­rettiği üç sınıfla toplamı yedi olmaktadır.



İbn-i Abidin'in sözünde bir sakınma vardır. Çünkü zikredilen yedi, altıdır. Eşbah'a müracaat ederek araştırılsın.



«Emanet olarak verse ilh...» Dürer'in ifadesi «Emanet etse» değil, «kabzetse» şeklindedir. Dürer'in ifadesi daha uygundur. Düşün.



«Vakıf arazisinden gelenleri ilh...» Ben derim ki: Velvâliciye ve Bezzâziyye'de böyle mutlak bir şekilde zikredilmiştir. Kâdıyani de bu bahsi, «mescidin mütevellisi» ifadesi ile sınırlamıştır. Yani mescidin mütevelli­si, mescidin gelirini toplasa, beyan etmeden ölse.



Ben derim ki: Eğer vakfın geliri şartlı olarak bir kavmin hakkı ise, o da beyan etmeden ölürse, mutlaka zamin olur. Zira fakihlerin sözü bu meselede ittifakidir. Bir ev iki kardeşin üzerine vakfedilmiş olsa, iki kar­deşten birisi kaybolsa, diğeri dokuz sene evin gelirini alsa, sonra ölse ve yerine bir vasi bıraksa, ondan sonra kaybolan kardeşi gelse ve vasiden gelirden olan hissesini istese, Fakih Ebû Cafer der ki, «Daha önce geliri alan adam eğer evin kayyumu ise, ancak her iki kardeş de o binayı beraber kiralamışlarsa yine öyledir. Yok eğer kaybolan değil de yalnız geliri alan kiralamışsa, hükmen gelirin hepsi onundur. Ama yemesi mu­bah değildir.»



Bu ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Geliri alan kimse eğer vakfın kayyumu ise, kaybolan kardeş ölenin terekesinden hissesini alır. Ama eğer vakfın kayyumu değil ve evli iki kardeş beraber kiralamışlarsa, yine gaib olan kardeş ölenin terekesinden hakkını alır.



Ben derim ki: Mescidin gelirine şu da katılır. Meselâ, camiin gelirin­den camiin tamiri için nazırın eline şartlı olarak terkedilen mal da mes­cidin gelirine katılır. Allah daha iyisini bilir. Eşbâh üzerine Birî.



Hâkîr derim ki: Bu bahis fakihlerin, «Vakıfın geliri, vekilin elinde top­lanan mal vakfın geliri değildir. Fakat vakıf şartlarına göre hak sahip­lerinin malıdır.» sözünden anlaşılır. Eşbâh adlı eserde de, «Mülk konusundaki görüşlerden birisi de şudur: Vakfın geliri kabul etmese bile, kime vakfedilmişse onun mülküdür.» denilir. Molla Ali'nin Mecmuasının Vakıf kitabının sonundan özetle alınmıştır. Molla Ali'ye «Vakıf mütevellisinin vekili vakfın gelirini bildirmeden ölürse zamin olur mu? diye sordukların yukarıdaki cevabı vermiştir.



Ben derim ki: Bahır'da iki kişinin davası babında şöyle denilmiştir: «Gelirin davası mülk davası kabilindendir.» Bahır'a bakınız. Biz ilgili babda da ona işaret ettik. Bundan anlaşılıyor ki, Musannif ve sarih kayıtlanması gereken yerde mutlak zikretmişlerdir. Enfâil Vesâil'in gelecek olan iadesi de bunu teyid eder. Uyanık ol.



«Musannıf ilh...» Yani Minâh'ta.



«Oğlu ilh...» Yani Şeyh Salih.



«Füc'î ilh...» Çünkü ansızın ölen kişinin beyanına imkânı olmadığından elindeki malı zulmen alıkoymuş sayılmaz.



Ben derim ki: Eğer kabızdan hemen sonra ansızın ölürse, bu mesele kabul edilir.



«Enfâil vesail ilh...» Enfâil Vesâil'in ifadesi şöyledir: «Vakfın hak sa­hipleri haklarını taleb ederler, o da tehir ederek vermez ve bildirmeden ölürse zamin olur. Eğer gelirin hak sahipleri haklarını talep etmezlerse,o zaman bakılır: Eğer mütevelli eminliği ile maruf zamin olmaz. Eğer mütevelli böyle tanınmış bir kişi değilse, şer'i bir engel olmadan verme­mişse zamin olur.»



Reddin hülâsası şudur: «Enfâil Vesail'deki bu bahis mezheb ehlinin, «Mutlaka zamiridir, ister maruf ve mahmud olsun, ister olmasın.» görüsüne aykırıdır. İsmailiye'de de, «Vakıf nâzın hak sahibi olan kimse hakkını istedikten sonra ölürse zamindir.» diye fetva verilmiştir. Çünkü hak sahiplerinin hakkına engel olmakla zalim olmaktadır. Bunun şekli de açıktır. Çünkü yasaklama ile emanete zamin olunur.»



«Hâkim ilh...» Hâkim hayatta iken, «Yetimin malı yanımda zayi oldu.» veya «Ben o malı yetime infak ettim» demişse, öldükten sonra za­min olmaz. Fakat hiçbir şey söylemeden ölürse zamin olur. Haniye, Vakıf bahsi. Hâmiş'te de böyledir.



«Zamin olur ilh...» Zamindir çünkü yetimlerin malları varislere geçmez. O zaman hâkimin terekesinden yetimlere ödenmesi gerekir, işte bundan anlaşılıyor ki, vasi yetimin malını evine koyar ve bildirmeden ölürse, zamin olur. Çünkü onun mal üzerindeki velayeti ya hâkimden ve­ya babasından alınmıştır. O halde onun zamin olması öncelikle gerekir. Varisin dıman olmasına dair Hayriye'de de bir görüş vardır. Sâyıhânî.



«Dokuz olur ilh...» Zira yukarıda açıklandığı gibi mufavaza ortağı bahisten çıkarılmıştır.



«Vasisi ilh... » Vasisi sözü, Eşbâh'ın «vasiû sözüne dahildir. Ancak Musannıf burada açıklamayı kasdettiğinden dedenin vasisine hamletmiştir. Düşün.



«Altı tane de mahcurlardan ilh...» Bunlar çocuğun dışında olmak üzere altıdır. Çocuk, Eşbâh'ın saydıkları arasında zikredildiği için Şurunbulâliye burada iskât etmiştir. Çünkü onun maksada Eşbâh'ta olana ilâ­ve yapmaktır. Anlayın.



«Hacr yedi sınıfı kapsamına alır ilh...» Ama burada yediden hangisi çıkarılarak altıya indirildiğine bakılsın.



«Çocuklar ilh...» Çocuk meselesi Eşbâh'ta olan on meseledendir. Ancak Musannıf kendi «Çocuk baliğ olur da sonra ölürse zamin değil­dir.» sözüne itibarla burada tekrar saymıştır. Sonra bana zahir oldu ki, Musannıfın burada çocukları tekrar sayması, mahcurların yalnıza yedi ol­ması içindir. Altı demesindeki maksat da, çocuklar dışındakilerdir. Çün­kü çocuklar Eşbâh'ta zikredilmiştir. Bundan ötürü Musannıf burada, «mahcurlardan altı tanesi» demiştir.



«Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir ilh...» Zannediyorum ki Musannıf bu teşkil ile Veciz'den gelecek meseleyi kasdetmektedir. Çami'in telhi­sinde, «Mahcur olan on iki yaşında ve akıllı bir çocuğun yanına birşey konulmuş olsa, o da baliğ olmadan ve emaneti bildirmeden ölse, ona zıman vacib değildir.» denilmiştir. S.



«Mufavaza şirketi ortağı ilh...» Daha önce açıklandığı gibi bu, güve­nilen sözün aksinedir.



«Habersiz ilh...» Şurunbulâliye burada Eşbâh sahibine uymuştur. Çünkü Eşbâh sahibi, «bilgisi dışında» demiştir.



Hamevî buna itiraz ederek, «Doğru olan, ev sahibinden izinsiz atılan demesiydi. Nitekim Camii'n şerhinde de böyledir. Zira insanın bilmediği birşeyi bildirmesi muhaldir.» demiştir. Öyleyse uygun olan nazımda, «İz­ni olmadan» demesiydi.



«Mahcurlar ilh...» Eğer mahcurlardan kastı geçtiği gibi altı ise, na­zımda mevcut olan onyedi olur.



«Varis ilh...» Varis, murisinin yanındaki emaneti bildirmeden ölürse zamin olmaz.



METİN



Emanetçi, emâneti mâlikin izni olmadan aynı cins olan veya olmayan kendi malıyla veya bir başkasının malıyla karıştırsa -İbni Kemal- öyle karıştırsa ki birbirinden ayrılmasa, ancak külfetle ayrılabilse, meselâ buğdayı arpa İle, sağlam parayı kalp para ile karıştırmak gibi -Müctebâ-, emneti zamin olur. Çünkü karıştırmakla onu helak etmemiştir. Şu kadarı var ki, tazmin etmeden önce onu yemesi de mubah değildir. Mâlik, ema­netçiyi ibra ederse, ibra sahihtir.



Emanetçi cari kıymetli parayı kıymetsiz para ile karıştırırsa yine zamindir. Çünkü karıştırmakla onu ayıplı hâle getirmiştir. Eğer emanet olan kıymetsiz parayı kendi kıymetli parası ile karıştırırsa, emanetçi za­min değil, ortak olur. Çünkü burada malı ayıplı hale getirmek yoktur. Müctebâ.



Emanetçi emaneti mâlikin izni ile kendi malıyla karıştırırsa o zaman mâlik ile emanetçi mülk ortaklığı ile ortak olurlar. Nitekim emanet ile emanetçinin malı meselâ kesenin arasındaki dikişin sökülüp iki paranın karışması gibi, emanetçinin müdahalesi olmadan karıştığında emanetçi nasıl zamin olmazsa, bunda da zamin olmaz. Çünkü emanetçinin tecavüzü yoktur.



Emanet ile emanetçinin malı, emanetçiden başkası karıştırsa, karış­tıran zamin olur. Eğer karıştıran çocuk ise, çocuğun babası değil, ço­cuğun kendisi zamindir.



Emanetçi, emânet malın bir kısmını infâk etse, sonra onun mislini getirerek emanetin kalan kısmıyla birbirinden seçilmeyecek şekilde ka­rıştırsa, malın hepsine zamin olur. Çünkü kendi malı ile emaneti karıştırmıştır.



Fakat karıştırdıktan sonra birbirinden ayırmak mümkün ise veya infak ettiğini getirip karıştırmamışsa veya ona iki ayrı şey emanet edildiği halde o birisini infak etmişse, o zaman emanetçi yalnız infak ettiğine zamindir. Müctebâ. Tabiî bu. eğer parçalamak emanete zarar vermemişse böyledir.



Emanetçi emanet malı kullanmışsa, meselâ, emanet elbise ise giy­miş, hayvan ise binmiş veya bir kısmını almış ve sonra kullandığı anla­şılmayacak şekilde aynısını mâlikin eline teslim etmişse, eğer tekrar kullanma niyeti yoksa, zamin olmaya yol açan sebeb de yok olur. Eşbâh'ın, Niyet'in Şartları bahsinden.



İZAH



«Kendi mcdıyla ilh...» Mütevelli, kendi malıyla vakıf malını karıştırırsa, zamin olmaz. Hülâsa adlı eserde ise zamin olduğu söylenmiştir. Onun tazmin yükümlülüğünden kurtulmasının yolu ise onu caminin ihtiyacına sarfetmek veya hâkime vermektir. Mintekâ.



Hâkim çocuğun malı ile kendi malını karıştırsa, zamin olmaz. Yine simsar (komisyoncu) birisinin malını diğerinin malı ile karıştırsa, zamin olmaz. Fakat kendi malı ile karıştırırsa zamin olur. Uygun olan mütevel­linin de böyle (zamin) olmasıdır.



Vasi yetimin malını beyan etmeden ölürse, zamin olmaz. Çocuğun malını kendi malı ile karıştırırsa, zamin olur.



Hâkîr fakih diyor ki: Müntekâ adlı eserde de nakledildiği gibi vasi çocuğun malını kendi malı ile karıştırırsa zamin olmaz. Vecîz'de, Ebû Yusuf da, «Vasi çocuğun malını kendi malıyla karıştırır ve mal zayi olur­sa, zamin olmaz.» demiştir. Nûru'l-Ayn yirmi altıncının sonunda Sâyıhânî' nin yazısı ile Hayriye'den. Vasinin zamin olduğuna dair bir görüş vardır.



Ben derim ki: İfade olunduğuna göre, tercih edilen vasinin zamin olmamasıdır. Velhâsıl malı kenai malı ile karıştırdığında zamin olmayan­lar mütevelli, hâkim, komisyoncu ve vasi'dir. Uygun olan babanın da zamin olmamasıdır. Câmiü'l-Fusûleyn'de olan da bunu desteklemektedir.



Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denilir: «Baba çocuğunun malı almakla gasbedici olmadığı gibi, muhtaç olduğu takdirde çocuğunun malından alma hakkına da sahiptir. Muhtaç olduğu için değil, korumak için almışsa yine zamin olmaz. Ancak ihtiyacı olmaksızın onu telef etmişse, o zaman zamindir.» Şüphesiz baba vasiden daha önce gelir. Düşün.



Babanın çocuğundan maksat, küçük çocuktur. Nitekim Fusûl-i İmâdiye.de de böyle kayıtlanmıştır.



«Ayrılmasa ilh...» Eğer birbirinden seçilmesi kolay ve mümkün ise, cevizin bademle, beyaz dirhemin siyah dirhemle karışması gibi, o zaman o maldan mâlikin hakkı icmâ ile kesilmez. Bundan anlaşılıyor ki, ayrılmamasından murad, kolayca seçilememesidir. Ayrılma imkânı hiç yok­tur demekdeğildir. Bahır.



«Onu helak etmiştir ilh...» Helak ederek o emânete zamin olunca, ona mâlik olmuş olmaktadır. Yalnız tazmin etmezden önce o malı yeme­si mubah değildir. Ebû Henîfe'ye göre mâlikin emanet üzerinde artık hiçbir hakkı yoktur.



Eğer mâlik emanetçiyi ibra ederse, mâlikin hem ayndaki, hem de deyndeki hakkı düşer.



«Ortak olur ilh...» Musannıf bunun benzerini Müctebâîdan da nakletmiştir. Bunun emânetten başkasına ait olması umulur. Veya bu gö­rüş yukarıda geçen, «Emânette (vediada) karıştırmak mutlaka tazmini gerektirir.» görüşüne karşı bir kavildir. T.



Şeyhimiz, «Bu görüş İmam Muhammed ile Ebu Yusuf'un emanet meselesindeki görüşleri olabilir. Çünkü onlar, «Karştırmak, emanette bir ayıp meydana getirmezse, şirkete mucib olur.» demiştir.



«Emanetçinin müdahalesi olmadan ilh...» Emanetçinin müdahalesi olmadan karışsalar, karıştıktan sonra da helak olsalar, helak olan hem mâlikin hem emanetçinin malından olur. Geri kalan kısım da emanetçi ile mâlik arasında ortaklı bir mal gibi hisselerine göre taksim olunur. Bahır.



«Bir diğeri ilh...» Emanetçiden başkası ister yabancı, ister aile fert­lerinden olsun, eşittir. Bahır, Hülâsa adlı eserden.



«Mislini getirerek ilh...» İbni Sem'a İmam Muhammed'den şöyle nak­leder: «Birisi diğerine emanet olarak bin dirhem verse emanetçi bu bin dirhemle birşey satın alsa, sonra o bin dirhemi hibe veya satın almakla temin ederek yerine koysa, yerine koyduktan sonra zayi olsa, zamin ol­maz.»



Yine İmam Muhammed'den şöyle rivayet edilmiştir: «Emanetçi, ema­net olan bin dirhemi mâlikin izni ile borçlu olduğu kimseye verse, alan adam paraların züyuf olduğunu görerek iade etse, iade edilen dirhem­ler helak olsa, zamin olur. Tatarhâniye.



Şeyhimiz şöyle demiştir: «Bu tazminin şekli, malikin izni ile onu borçlusuna ödediğinde o parayı karz olarak almış olur. Karz olan para ise sahibinin mülkiyetinden çıkmaktadır. Buna göre hak onun zimmetine intikal etmektedir. O paranın iade edilişi ile ondaki emanetlik hakkı dönmektedir.»



«Hepsine zamin olur ilh...» Bir kısmına infak ile, bin kısmına da karıştırmakla zamin olur. S. Bahır.



«Ayırmak mümkün ise ilh...» Meselâ beyaz dirhemle siyah dirhemi, dirhemle dinarı karıştırmak gibi. Zira bu karıştırmada icma ile mâlikin hakkı kaybolmaz. Miskin. S.



«Tabii bu eğer onu parçalamak emanete zarar vermiyorsa böyledir ilh...» Bu görüş, «infak etse de sonra iade etmese.» sözü ile bağlantılı­dır.



T. diyor ki: «Ben emanetçinin yalnız infak ettiğine mi, yoksa tama­mına mı zamin olduğu hususunda birşey görmediğim için yazamıyorum.»



«Parçalamak ilh...» Dirhem dinar, ölçülecek ve tartılacak meta gibi.



«Eşbâh ilh...» Eşbâh'm ifadesi şöyledir: «Emanetçi emanete karşı aşırı hareket etse sonra bundan vazgeçse, fakat tekrar tecavüz etmek niyetinde ise, aşırı gitme hali ortadan kalkmış sayılmaz.» Hâmiş'te de böy­ledir.



«Eşbâh'm Niyetin şartları bahsinden ilh:..» Bu bahsi Bahir Zahiri­ye'den naklen, Niyetin şartları bahsinde değil, Vedîa bahsinde zikretmiş­tir. Şöyle: «Bir kimse emanet elbiseyi gündüz giyse akşam sabahleyin yine gitmek niyetiyle çıkartsa, aynı geçe elbise çalınsa, tazmin yüküm­lülüğünden kurtulmuş olmaz.»



METİN



Ariyet alan ile bir şeyi kiralayan emanetçinin aksinedir. Ariyet alan ile kiracı tecavüzü ortadan kaldırsalar bile dımândan kurtulamazlar. Çün­kü onların amelleri kendileri içindir. Fakat emanetçi, satışa, korumaya, kiraya vermeye, kiralamaya vekil olan, mudarebede işletmeci meccânen işletmeci inan veya mufavaza şirketi ortağı ve rehin için ariyet alan ile kiracının hilâfınadırlar. Eşbâh.



Velhâsıl, emin kimse yanına emanet bırakılan şeye tecavüz etse, son­ra da saldırıyı izale etse, zamin olma devam eder. Ancak yukarıdaki on akit bundan müstesnadır. Çünkü eminin eli mâlikin eli gibidir.



Mâlik emin kimsenin, muvafakata döndüğünü yalanlasa, söz mâlikin­dir. Bazı âlimler de, «Söz işletmecinindir» demişlerdir. İmâdiye.



Mâlik'in, emaneti talebinden sonra emanetçi, emâneti inkâr ede­rek, «Sen bana bir şey emanet bırakmadın» dedikten sonra ikrar etmesi tecavüzden sonraki reddin aksinedir. Bununla dımân ortadan kalkmaz. Emanetçi emaneti inkâr ile mâlikin hibe ettiğini veya sattığını iddia et­se, zamin olmaz. Hülâsa.



Mâlik emânetin durumunu sorsa, emanetçi onu inkâr etse emanetçi helak olsa, zamin olmaz. Bahir. Musannıf bu meseleyi, «İnkâr halinde iken onu yerinden naklederse.» sözüyle sınırlamıştır. Zira eğer inkâr sı­rasında onu nakletmezse, helak olduğunda zamin değildir. Hülâsa.



İZAH



«Kiracı ilh...» Bineği kiralayan veya ariyet olarak alan kimse hayvanı geri vermemeye niyet etse, sonra buna pişman olsa, eğer niyeti sıra­sında yolda gidiyorsa, niyetinden sonra hayvan helak olursa zamin olur. Fakat eğer niyetinden pişman olduğunda duruyorsa, niyetini terkettiği vakit eminliği avdet eder. Câmiü'l-Fusûleyn.



«Hilâfınadırlar ilh...» Eğer emanetçi emaneti bir ay korumaya memur edilmişse, bir ay geçtikten sonra o emaneti kullanırsa, sonra kullanmayı terkederek korumaya dönerse, zamin olur. Çünkü koruma müsadesi bir aydır ve o da geçmiştir.



«Vekil ilh...» Vekil, satışı ile vekil olduğu emaneti kullansa, sonra kullanmayı terketse, zayi olduğu takdirde zamin olmaz.



«Kiraya vermek için vekil ilh...» Yani birisi müvekkiline bir binek kiralamaya veya bineğini kiraya vermeye vekil olsa, ona binse, sonra terketse, zamin olmaz.



«Mufavaza ilh...» Fakat mülk ortağı tecavüz etse, sonra tecavüzü izale etse dımânı devam eder. Nitekim bu açıktır. Zira sabit oldu ki mülk şirketinde ortak, diğer ortağın hissesinde ecnebidir. Ortaklardan birisi şir­ketin bineğini başkasına ariyet olarak verse ve tecavüz etse, sonra te­cavüzü kaldırsa, dımân devam eder. Fakat binek korumak şekliyle onun nöbetinde olsa, aşırı gitse ve tecavüzü kaldırsa, dıman ortadan kalkar. Bu bir fetva vakıasıdır ki, bana soruldu. Ben de zikrettiğim gibi cevap verdim. Halbuki ben bu vakıayı fakihlerin sözlerinde görmemiştim. Bunu zikredilen meseleden çıkardım. Zira o ortak bu halde emanetçidir. Fakat şirketin hayvanını ortağın izni olmadan kullanması fakihlere göre dımânla meşhur ve sabit bir meseledir. Minâh üzerine Remli.



«Rehin için ariyet alan ilh...» Yani rehin vermek için bir köle veya bir hayvanı ariyet verse, rehin vermezden önce köleyi çalıştırsa veya hay­vana binse, sonra onu kıymetinin misli bir mal ile rehin verse, sonra o malı ödese, fakat rehin verdiği köle veya hayvanı almasa, o da rehincinin yanında helak olsa, rehin veren zamin olmaz. Çünkü o, rehin ver­diği andan itibaren dımândan kurtulmuştur.



Bu mesele Bahır'da olduğu gibi Musannıfın, «ariyet alanın aksine» sözünden istisna edilmiştir.



«Muvafakata döndüğünü ilh...» Nûru'l-Ayn Mecmaü'l-Fetâvâ'dan şöyle nakleder: «Herhangi emin bir kimse mâlike veya akte muhalefet ettikten sonra muvafakata dönerse, eskiden olduğu gibi yine eminliğe avdet eder. Ancak ariyet alan ile kiracı tecavüzlerinden dönseler bile zamin olarak kalırlar.» Bunların zamin kalmaları daha uygundur. Düşün.



Nuru'l-Ayn'ın ifadesi şöyledir: «Muvafakata döndüğü ifadesinin yeri şarihin «velhasıl emin kimsenin» kavlinin yanında olması lazımdı. Zira şarihin, «Sonra taaddiyi izale etmiş olsa» kavlinde bir şüphe vardır. Çünkü taadinin tahakkuk ettiği bir zamandan sonra onun izalesi muhaldir. Ama Mecmaü'l-Fetava'nın, «Sonra muvafakata dönse» kavlinde hiçbir şüphe yoktur. Evla olan da böyle denilmesiydi.»



«Söz emanetçinindir ilh...» Çünkü o dımânı kaldırır.



«Hibe ilh...» Yani mâlikin kendisine hibe ettiğini veya sattığını iddia ederse.



«Mâlikin ilh...» Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Gâib olan kimsenin ka­rısı ile yetim çocuğun komşuları infak için yetimin veya gâib kimsenin malından taleb etseler vasi de reddetse, zamin olur.» Sâyıhânî. Benzeri Tatarhâniye'de de vardır.



«İnkâr halinde ilh...» Bunun açık anlamı emaneti nakille ilgilidir. Bu­nun meydana gelmesi uzak bir ihtimaldir. Hülâsa'da şöyle denilir: «Ecnâs'ın Gasb bahsinde, «Emanetçi, emaneti inkâr halindeki yerden nakl­ederse zamin olur. Eğer orada nakletmezse, helak olduğunda zamin ol­maz.» denilmiştir.» Bu açıktır. Bunun üzerine Musannıfın, «inkâr halin­de» sözü «yerinden» sözüyle ilgilidir.



Müntekâ'da da şöyle denilmiştir: «Ariyet tahvil edilebilecek bir nes­ne ise. tahvil etmeden de inkâr ile zamin olur. Şeyhimiz Şurunbulâliye' den naklen, «Emanet tahvil edilebilen cinsten olsa, onu tahvil etse de inkâr ettiğinden zamin olur.» demiştir. Bu sözü Bedâî'nin, «Zira emanet akti mâlikin talebi ile fesholur. Mâlikin talebi ile emanetçi kendisini ko­rumaktan azletmiş olur. O halde başkasının malı izinsiz olarak kendi elin­de kaldığından o mal zamin olmuş bulunur. Helak olduğunda emanetçi­nin dımânı sabit olur.» sözü de teyid eder. Sâyıhânî.



Tatarhâniye'de, Hâniye'den naklen şöyle denilir: «Natifî şöyle zikret­miştir: «Emanetçi emaneti sahibinin huzurunda inkâr etmiş olsa, o in­kâr emanet akdini fesheder. Hatta emanetçi emaneti inkâr ettiği zamanki yerden naklederse zamin olur. Eğer inkârdan sonra o yerden nakletmez­se, helak olduğunda zamin olmaz.» Düşün.



«Hülâsa ilh...» Hülâsa adlı eserde yalnız bu mesele üzerinde durulmamıştır. Bunu Ecnâs'ın Gasb bahsinden nakletmiştir. Naklinden son­ra da Müntekâ'dan «Emanet ve ariyet olan birşey eğer nakledilebilecek cinsten ise, nakletmese bile inkârla zamin olur.» sözünü nakletmiştir.



Remli de, «Açık olan şudur ki, Ecnâs'ta olan metin sahiplerine göre sıhhati açık olmayan bir görüş olduğu için hiç bakmamışlardır. Ayrıntı­ları fıkıh kitaplarına bakılırsa mesele anlaşılır.» demiştir.



METİN



Musannıf bu bahsi, «Emanet menkûl de olsa» sözüyle sınırlamıştır. Çünkü gayrı menkûle İmam Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre inkâr da edilse zamin olunmaz. İmam Muhammed ise sağlam görüşe göre on­ların aksine zamin olacağını söylemiştir. Zeylâî. Gasb bahsi.



Musannıf bahsi, «Orada emanete zarar verecek bir kimsenin olmaması» sözüyle de sınırlamıştır. Eğer emaneti naklettiği yerde emanete zarar gelmesinden korkulmazsa. o zaman zamin olmaz. Çünkü bu nakil, hıfzetme babındandır.



Musannıf bu bahsi yine, «İnkârdan sonra emanetçinin emaneti hazırlamaması,» sözüyle de sınırlamıştır. Zira emanetçi, emaneti inkâr et­tikten sonra hatırlasa, mâlik de ona, «Emanet olarak kalsın.» dese, eğer emanetçinin onu alıp koruma imkânı varsa, zayi olduğunda zamin olmaz. Çünkü bu, yeni bir emanet vermedir. Eğer alıp saklama imkânı olmadığı halde alırsa, zayi olduğunda zamin olur. Zira red tamamlanmamıştır. Mu­sannıf bu bahsi yine, «İnkârı mâlike yaparsa» sözüyle de sınırlamıştır. Zira mâlikten başkasına, yanında emanet olduğunu inkâr ederse zamin olmaz. Çünkümâlikten başkasına inkâr etmek, korumaktır.



Yukarıdan aşağıya sayılan bütün şartlar tamamlansa dahi emanetçi ikrardan sonra dımândan kurtulmaz. Ancak yeni bir kitle beri olabilir ki, bu da mevcut değildir.



Emanetçi, emaneti inkâr ettikten sonra emanetin geri verildiğini id­dia eder ve buna delil ikâme ederse, iddiası makbul dımândan da kurtul­muş olur. Nitekim inkârdan önce geri verildiğine dair ikâme etse, in­kârdan sonra da, «unutmuşum» veya «yanılmışım» veya «verdiğimi zan­netmiştim» veya «Bende senin emanetin mevcut değildir.» diyerek delil ikâme etse, delili makbuldür.



Emanetçi ikrardan önce emanetin helakini iddia etse, o zaman he­laki bilmediğine dair yemin etmesi gerekir. Eğer yemin ederse emanet­çiye tazmin ettirir. Eğer yeminden kaçınırsa emanetçi beridir. Ariyet de bunun gibidir. Minhac.



Emanetçi, emanetin kıymeti biliyorsa, inkâr ettiği gündeki kıyme­tine zamindir. Kıymeti bilmiyorsa, o zaman, emanet bırakıldığı günün kıymeti ile zamindir. İmâdiye.



İşletmeci sermayeyi inkâr ettikten sonra, o sermaye ile mal alırsa, emanetçinin aksine zamin olmaz. Haniye.



Mâlik yasaklamadığı ve yolda da emanetten korkulmadığı takdirde emanetçi emanete taşıyıcı da gerekse, onunla yola gidebilir. Eğer mâlik yasaklamışsa, emanetçide emaneti taşımaktan korkuyorsa, sefere gitme­si de zaruri değilse, emaneti ile sefere gitmesi halinde zamin olur. Eğer emanetçinin seferi zaruri ise, yalnız başına gittiği takdirde helak olan emanete zamindir. Ehli ile birlikte gitmişse zamin olmaz. İhtiyar.



İZAH



«Mâlike ilh...» Veya Tatarhâniye'de olduğu gibi vekiline.



«Mâlikten başkasına inkâr ederse ilh...» Emanetçi inkârında, «Onun yanında birşeyi yoktur.» dedikten sonra geri verdiğini veya helak oldu­ğunu iddia ederse, iddiası tasdik olunur. Fakat inkârında, «O bana ema­net olarak birşey vermedi.» dedikten sonra geri verdiğini veya helak ol­duğunu iddia ederse iddiası tasdik olunmaz. Bahır.



Birinci şekilde emanetçinin iddiası, sözü, «Onun yanımda olan malı borçtur.» şeklinde kabul edildiği için tasdik olunur. Çünkü o anda ema­neti inkâr etmiş olmaktadır. Düşün.



Çâmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denilir: «Mâlik'in emaneti talep etmesi üzerine emanetçi ona, «yarın taleb et.» dese, taleb et dediği günde mâ­likin talebi üzerine de, «Emanet, yarın taleb et sözümden önce helak ol­du.» dese çelişkiye düştüğünden zamin olur. Fakat eğer taleb et dediği günden sonra helak olduğunu söylerse zamin olmaz. Mâlik emaneti ta­leb etse emanetçi, «Sana geri verdim» dedikten sonra, «Sana geri vermedim ama helak oldu.» dese, yine çelişkiye düştüğü için sözü tas­dik edilmez ve zamindir.»



Çâmiü'l-Fusûleyn'de daha sonra da, «Emanetçiyi zamin eden her fiille rehinci de zamin olur.» demiştir.



«Delil ikâme etse ilh...» Haniye ve Hülâsa'da böylece nakledilmiştir. Bahır'ın Hülâsa adlı eserden naklinde de, «Emanetçi tasdik olunmaz.» ifadesi vardır. Lâkin onun ifadesinde düşme vardır. Düşmeye de sözün delilde olması delâlet eder. Zira söz mücerret dava hakkında değil ki, «tasdik olunmaz» denilsin. Ben Hülâsa'ya başvurarak düşen ifadeyi Ba­hır'ın hamişine yazdım.



«Biliniyorsa ilh...» Minâh'ta bu ifadeden önce, Hülâsa adlı eserden naklen açıklama yapmadan emanet bıraktığı günün kıymetine zamin ol­duğu yazılıdır. Lâkin Minâh sahibi Hülâsa'dan naklinde. Bahir sahibine uymuştur. Halbuki Bahr'ın ifadesinde düşme vardır. Çünkü benim Hülâsa'dan gördüğüm İmâdiye'dekine uygundur. Uyanık ol.



«İşletmeci inkâr ettikten sonra ilh...» Yani işletmeci mâlike, «Sen bana hiçbirşey vermedin» dedikten sonra.



«Mal alırsa ilh...» Yani inkârdan dönerek malın verildiğini, «Sen bana sermaye verdin.» şeklinde ikrar ederek onunla mal alsa, zamin olmaz. Bunun aksine sermayenin varolduğunu inkârdan sonra ikrar etse, fakat bununla mal aldığını inkâr etse, zamin olur. Aldığı da kendisine aittir. Hâniye'den minâh.



«Ehli ile birlikte gitmişse im...» Fakihler icmâ ile şöyle demişlerdir: «Eğer emanet ile denizde yolculuk yapmışsa zamin olur.» Bunu İsbicabi söylemiştir. Aynî'de de böyledir. Medenî.



METİN



İki kişi birisine misli veya kıymeti takdir edilebilecek birşeyi emânet bıraksalar, emanetçi bunların birisine hissesini arkadaşının gıyabında ve­remez, (vermesi caiz değildir) Eğer verirse zamin olur mu? Dürer'de, «Evet. zamin olur.» denilmiştir. Bahır'da ise, «İstihsânen zamin olmaz.» denilmiştir. Tercih edilen görüş de budur.



Birisi taksim olunabilecek cinsten birşeyi iki kişiye emanet bıraksa, onlar da malı taksim ederek herbirisi malın bir kısmını muhafaza etse­ler, meselâ iki rehinci, iki meccânen işletmeci iki vasi ve bir adamın alışla iki vekili gibi, bunlardan biri kendi elindekini diğer arkadaşına verse, veren kimse zamin olur. Bunun aksine iki kişiye emanet edilen şey tak­sim edilemeyen bir cinsten ise, birisi arkadaşına verdiği takdirde za­min olmaz. Çünkü malı birisinin izni ile koruması caizdir.



Emanet bıraktığında mâlik emanetçiye, «Aileme verme» dese, veya «Bu emaneti şu odada koru.» dese, emanetçi de emaneti ancak onun koruyabileceği birisine verse veya emaneti mâlikin dediği odada değil de başka bir odada korusa bakılır: