F- İslam'ın Beden Terbiyesinde Uyguladığı Program: Kuvvet, Sevgi, Ceza, Fıtrata Uygun Davranış, Hedefle Vasıtayı Karıştırmak, İsraftan Kaçınmak Vb...

İşte İslamda, doğuştan gelen her cazibe ve temayül böyledir.



O, hiçbir gücün yok olmasını istemediğinden, bunları hiçbir yönden engellemez; insandaki her canlı güce muhtaçtır; salim, sağlam, bereketli, hareketli ve hayati bir varlığa ihtiyaç duyar; risaleti, kuvvet risaletidir; çağrısı kuvvet çağrısıdır; hak’ta kuvvvet... Kurma ve onarmada kuvvet... Emaneti taşımada kuvvet... İlahi emanetin gereklerini yerine getirmede kuvvet... Yolunda cihad yapmada kuvvet... Hayatı benimseme ve ona rağbet göstermede kuvvet...



Gözle görülen gerçek şudur ki, hayata değer vermeyen hiçbir kimse, hak yolunda asla cihad etmez.



İnsan, gerçek mücahitlerin, hayatın mal-menal ve benzeri değerlerine karşı kendilerini tutanlar olduğuna hükmedecek olursa, bazen zahiri bir çelişmeye düşer. Evet, gerçek mücahitlerin, hayatın rağbet ve kıymetlerine kendilerini kaptırmayan ve bu hususta nefislerine hakim olanlar olduğu su götürmez bir gerçektir. Zira, insanda, hayat sevgisi ve dünya malı hırsı galebe çaldığı zaman, bunlar, o kimseyi en üstün örnekler uğrunda cihattan alıkor. Çünkü cihad, malı mülk reddeder.



Yalnız, rağbet ve düşkünlükleri firenlemenin insanı dünya metaından ayırdığı da yine bir gerçektir. Çünkü böylesi kendisinde dünya metaının itici gücünün zayıfladığını hissettiği için, ne herhangi bir bozukluğu düzeltmeye, ne bir hakkın yerini bulmasına ve ne de hakkın ihkakı uğrunda cihada i’tina eder. Zira böylelerine göre hiçbir iş diğerinden farklı değildir. bunların her şeye karşı rağbet ve düşkünlükleri zayıftır ve hiçbir şey onların nazarında mühim değildir!.. Her şeye bananecilik zihniyeti ile bakarlar...



Şüphesiz ki, gerçek mücahitlerin takındığı zahitlik ve dünyalık karşısında nefsine hakim olma özelliği tamamen başka bir kişisel ameliyedir. onların bu durumu, hayata sırtı dönük ruhbanlık değildir. Onların -aşağı yukarı istisnasız olarak- hepsi son derece coşkun, canlı ve bol bir rağbet ve düşkünlük duygusuna sahiptirler. Fakat onlar -bununla beraber-nefislerinin üzerine yükselmekte ve mal-menalın esaretinden kendilerini koruyabilmektedirler.İnsanların coşan rağbet ve taşan hayatiyetlerini zabt-u rabt altına aldıkları bu büyük ve kişisel kuvvet yok mu, işte onlara sapıklıkla mücadele ettiren ve cihatta direnmelerini sağlayan bu kuvvetin ta kendisidir.



Bu, bahanecilik zahitliği değil, kuvet zahitliğidir.



Asıl kuvvetin, metanetin ta kendisidir. Her şeyde itici kuvvet... Bu kuvvet çeşitleri arasında bir de, zahitlerni zaaf ve düşkünlüklernie hakim olup nefislerinin üstüne yükselerek dizginleri ellerinde tuttukları (ZABT)  kuvveti vardır.



Rasulullah  (s.a.v.) in şahsiyetinin ve İslam fikrinin bir yanını bu şekilde anlıyoruz.



Rasulullah (s.a.v.), hayata kıymet verirdi, sağlam bir metanete sahipti. Rağbet ettği ve değer verdiği her şeyde ciddi idi. Yürürken sanki, iniş aşağı gidiyormuş gibi canlı ve sağlam adımlarla yürürdü. Yerken, iştah ve istekle yerdi. Cinsi isteğine kuvvetli, sağlam ve devamlı bir şekilde bağlı idi... Coşkun canlılığa sahip bir kişi... İçten kaynayan bir varlık... Kaynağından kuvvetli ve tüm enerjisi ile her sahaya erişmiş güç... Bununla beraber O, kuvvetli bir savaşçı, güçlü bir mücadeleci ve kendisini cihattan ayıran her şeyden uzak ve beri idi.



İşte olgun kişi budur. Her yönde tekmil gidiş ve davranışlarını kuvetli, ısrarlı ve metin bir şekilde yürüten kişi; aynı zamanda, istediği an kendini herşeyden çekip alan kişi... Bu, kuvvetli bir hürlük olduğu gibi, gerçek bir hürlüktür de... İçerisinde hem rağbet ve arzu, hem de çekinme ve geri durma hüriyetinin sahnelendiği hürlük... İnsan rağbet ve düşkünlüklerine boyun eğup dururken, rağbet ve istek onu dilediği yöne sevk ederken, rağbet; ne insanın dizginlerine sahip olur ve ne de bir şeyden geri durma; bir ölüm, bir düşüş. bir yenilgi ve bir aldırmazlık sayılır.



Nefsin eğitiminde İslam’ın terbiye programı işte budur. islam, nefsin rağbet ve düşkünlüklerini, engelleyerek, onu ölüme terk edip, güçlerini darmaduman edip, varlığını paramparça edip de; onu iş yapmaz, verim sağlamaz, yeryüzünün imarı ve hayatın terakkisine  yaramız bir hale sokmadığı gibi, aynı zamanda nefsin rağbet ve düşkünlüklerini de başıboş bırakmaz. Çünkü nefsin zapt-u rapt altına alınmaması, diğer taraftan nefsin güçlerini darmaduman eder. Bu duruma düşen kimselerin hareket ve davranışları, hayvanın davranışı halini alır. Böleleri hayvan seviyesine düşerler.



Bu durum karşısında, İslam’ın baş vurduğu çare ve takip ettiği yol: (ZABT) dır.



O, ta tırnaklarının henüz sertleşmediği günden itibaren, çocukta, zapt edici ve tutucu gücün terbiye eğitim ve gelişimini sağlamaya çalşır.



Çocukların, küçük yaşlarından bu yana dvranışlarını zapt-u rabt altına alan ve onların ölçüyü kaçırıp başıboş kalmalarını önleyici bazı adet ve alışkanlıklar uyarınca terbiye ve eğitimini sağlar. Onları birtakım aşırı ve anormal meyil ve düşkünlüklerden uzak kalmaya alıştırır. İslam, bu işi, sertlik metodu ile, zor kullanarak yapmaz. Zira, O’nun hedefi, çocukluktan intikam almak, ne de o biçareyi kızgın ateşte pişererek olgulanlaştırmaktır. O’nun bu hedefi gerçekleştirmek için kullandığı vasıta sevgidir. Ailede uygulanan sevgi... Ana, baba vve çocukları birbiren bağlayan sevgi... Aynı zamanda, yön verme ve yol gösterme işlemini, kalbe nüfuz eden ve derinliklerinden yerleşen yumuşak bir ögüt, toleranslı bir incelik ve tatlı dillilik şekline sokan sevgi... Cezalandırma meselesine gelince bu, hiçbir zaman yolun başlangıcı ve çocuğun terbiyesinde  ilk çare değildir. Bu, olsa olsa, en üstün örneğin, nasihat ve öğütün fayda vermediği; ancak ana, baba ve çocuklar arasında var olan sevgi ve muhabbet yoluyla atılan tohumların filiz vermediği zaman kullanılabilecek bir ek vasıta, bir ihtiyat tedbiridir.



Rasulullah (s.a.v.): “Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namaz kılmayı emrediniz. Onlar on yaşında iken (de) namaz (kılmalarını sağlamak) için onları dövünüz.” buyuruyor.17



(17) Sünen-ü Ebi Davud.



Görülüyor ki, öğretim, sopa ile; terbiye ve eğitim ceza ile başlamıyor. Bu değerli adetin sağlanması, yani namazın alışkanlık haline getirilmesi için; sevginin, üstün örneğin, öğütün, toleranslı ve nazik sözün iş yapabilmesi ve tesirini göstermesi; kısacası, sevgi fidanının dikildikten sonra bir an gelip de meyve vermesi için uzunca bir zaman aralığı bırakılmıştır. Bütün bunlar sökmediği taktirde, çocuğu meydana getiren varlık ve unsurların bozuk yanlarının düzelmesi için biraz şidet ve zor kullanmakta beis yoktur. Yalnız, bu şiddet, çocuğu meydana getiren varlık ve unsurları bozacak tarz ve ölçüde olmayacaktır.



Peygamberimiz (s.a.v.) keni kızlarını ve kızlarının çocuklarını terbiye etmiş ve yetiştirmiştir. onları terbiye ederken de, hiç birine bir fiske bile vurmamıştır. Zira, bu çocukların terbiyesinde müsamahalı sevgi, üstün örnek ve yön verişten başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamıştır.O peygamber ki, bütün müslümanların en üstün örneğidir. Hayatın her yönünde ve bütün işlerinde müslümanlar O’ndan örnek alırlar.



Nefsi belirli vakitlerde, muayyen bir amelin edasına alıştıran  “ZABT”lardan biri  olan namaz... Bu, İslam’da  yer alan, pek  çok zabt vasıtalardan sadece bir tanesi... Namaz, muayyen bir  amelin edasına  insanı alıştırdığı gibi, kısa bir  müddet için  de olsa, insanın ciddiyetini takınmasını  ve kendini toparlamasınıda  sağlar. İnsanın ciddiyetini  takınmasıda  yine zabt  vasıtalarından biri... Üstelik  birde bunda, huşu, ihlas, iç- dış temizliği ve  namazın şartlarına  riayet gerekmekte... Bütün bunlar da yine nefsi, şehevi arzulara karşı içten hazırlayan ve alıştıran vasıtalardır.



İbadetler arasında, özellikle ORUÇ, çok güçlü ve aktif ve zapt ameliyesidir. Onda, insanın bazı şeylere karşı kendini tutup, nefsini zapt-u rapt altına alması yönünden, İslam’ın terbiye konusunda kullandığı vasıtalardan biri bariz olarak kendini gösterir. Oruçlu insan, - kendi dileğiyle- oruç dışında yerine getirlip getirilmemesinde bir beis olmayan mubah zevk ve lezzetlerinin pek çoğundan geri durur. Israrlı ve kararlı bir şeklide, rağbet ettiği ve düşkünlük gösterdi şeylerin fevkine çıkıp kendini meydana getiren varlık ve unsurları bu yükselişle birlikte gerçekleştirmeye alışır.



Aslında her ibadet, çeşitli arzu ve isteklerden hiç değilse birinin dizginlenmesinden; nefsin duygu, gidiş ve yönelişlerinin zapt-u rapt altına alınmasından ve çeşitli yollar arasında kendi yolunu seçmesinden; kısacası, hak yolu, ihsan yolunu, Allah’’a hakkıyla ibadet ve kulluk yoluna, ihlas ve içtenlik yolunu benimsemesinden başka bir şey değildir.



İslam, ZABT gücüne sahip olmadığı, bazı şeylere karşı kendine hakim olmaya ve nefsini tutmaya hazır ve isti’datlı bulunmadığ halde insana zabt görevini yüklemez.



İslam, böyle bir şeyi asla yapmaz. Zira zabıt kudreti, beşere ait asli e insanı meyana getiren varlıkların içerisinde mevcut olan bir kudrettir.



Jülyen Hüksley: “YENİ ALEMDE İNSAN” adlı eserinin, “insanın üstünlük ve tekliği” başlıklı bölümünde, dilinden ne Allah’a iman konusunda ve nede dini kavramlara hürmet sadedinde birtek söz sadır olmayan mülhid bir yazar olduğu halde, şöyle diyor:



“Hiç hatırımızdan çıkarmamamız gerekir ki,akıl konusunda insanla hayvan arasınadaki fark, adeten zannolunduğundan çok daha büyüktür... Hepimiz haşeratın yaratılıştan gelen kudretini bilmekteyiz. Yalnlız haşerelerin, doğuştan gelen kabiliyet dışında, yeni yollar tanımaktan aciz olduğuda aşikardır. Memeli hayvanların durumu da bundan daha üstün değildir. Oysaki insandaki,düşünme gücü büyük bir biyolojik önem taşımaktadır. Adet, alşıkanlık, çaba ve hata insan düşüncesini sönükleştirdiği zaman bile bu önem kaybolmaz... Şüphesiz ki hayvanların takip ettikleri yolun örfi (alışılan) yol olması gerekir. Yani hayat tarzları bakımından hayvanlar dar sınırlar içerisinde demirlemişlerdir. İnsana gelince, O, takip ettiği yolda hayvana nisbetle hürdür. Her insan, almak ve vermek hususunda eşit ölçüler içerisinde serbesttir. İnsanın, elastikiyyet ve uyarlıktaki  bu fazlalık ve üstünlüğünün, akılcı felsefe ricalinin bilmezlikten geldikleri bir takım başka biyolojik sonuçlarıda vardır. İnsan, bazı şeylere intibak konusunda eşsizdir. Mesela bu elastikiyyet, nefis mücadelesiyle karşılaşma ve çelişmesi kaçınılmaz olan biricik canlı varlık diyebileceğimiz insanın mevcudiyetine sebep teşkil eder. Bununla beraber, en yeni görüşlere göre, insanda kavga ve nizam son haddine kadar azaltılması için bir takım cihazlar bulunur. Bu da Psikoloji bilginlerinin: (KEBT ve Kam’) diye tanıttıkları şeydir.”18



(18) Hüksley’in mezkur kitabında tarif ettiği gibi, KEBT: fıtrat çekiminin şuursuz reddidir. (Kebt için Freud’un yaptığı tarif de budur.) Hüksley’in Kam’ adını verdiği şeye gelince; oda: iradeye ait bir ameliyedir. Bu, bizim, MATERYALİZM VE İSLAMA GÖRE İNSAN adlı eserimizde yaptığımız gibi: ZABT diye isimlendirmeyi tercih ettiğimiz şeydir.



O halde burada Hüksley’in kitabında söylediği gibi biyolojik birtakım cihazlar vardır ki, bu cihazlar sayesinde insan hayvvandan ayrılmakta ve yine bu cihazlar, insanın infiallerini zapt etmeye ve ona hayvanın gücünün yetemiyeceği bir yolla -nisbeten- hür olarak yön vermeye yaramaktadır.



İslam, bütün güçleri değerlendirdiği gibi, bu tutucu gücüde, nefsin terbiyesi ve insanın en yüksek varlığının gerçekleşmesi için nefsi yükseltmekte kullanır.



İslam, daha öncede söylediğimiz gibi, insan kalbini Allah’a, Allah korkusuna ve O’nun takvasına bağlar. Her işte, her duyguda ve her düşüncede O’nun lutfuna ermeyi ve rızasını kazanmayı sağlar. Bu da, her ne kadar nefsi yüz üstü yere vurup büsbütün helak etmiyorsada; aslında, nefsin çılgınlıklarınaı frenleyen zabıt (tutucu güç)lerin en büyük ve en kuvvetlisidir. Çünkü, insan kalbini kendisine bağlayan Allah, onun dünya nimetlerinen faydalanmasını mubah kıldığı gibi, birde onu dünya metaına teşvik etmiştir.



“(Ey Habibim!) de ki, -Allah’ın kulları için çıkardığ zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?!.. De ki -o(onlar), dünya hayatında iman edenler içindir- Kıyamet gününde de sırf mü’minlere aittir.” (Araf: 7/32)          



Ayet-i Kerimedeki nimet, zinet ve vadlerin hepsi, Cenab-ı Kerimedeki nimet, zinet ve vadlerin hepsi, Cenab-ı Hakkın, insanların temiz ve pak olmalarını murad buyurmasındandır.



“Şüphesiz ki Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara:2/222)



İslam, insan kalbini Ahiret gününede bağlar.



Kalpte sağlam ve köklü bir yer tutan, canlı ve sağlam bir imanla ahiret gününe inanmak, pek çok enteresan sonuçlar doğurur.



İslam, herne kadar insana dünya metaını yasaklamıyorsada, dünyanın bitmez tükenmez arzu ve hevesleri karşısında delicesine yanıp yakılmaktan insanı men’eder. İnsan, dünya metaını kendisine verilmiş biricik fırsat olduğu kanısına varırsa, o zaman dünyanın doymak bilmeyen çılgın arzuları nefsi müstebit, ve insanı hiçbir gerçeği dinlemeyen bir zorba yapar. Bundan dolayı nefis, ömrün verdiği kısa ve mahdud fırsat çerçevesi dahilinde, vakit kaybetmeden bu dünya metaını elde etmek için köpekler gibi hırsla saldırıya geçer, ve bu hususta zırdelilik derecesine varır. Ama, fırsat ve imkanlar genişler ve buna paralel olarak gaye ve hedef de genişlerse... İnsan, ömrün tanıdığı kısa ve sınırlı fırsat ve imkanın, ne hayatın ve nede metaın sonu olmadığına, bunun ancak çok kısa bir devreye münhasır bulunduğu ve bu deevre içerisindeki maında çok kısa ve mahdut olduğuna gerçek bir imanla inanırsa, -ki Cenab-ı Hak:



“(Ey Habibim!) de ki, - Dünya metaı çok azdır.” (Nisa: 4/77)



Buyurmuştur işte o zaman, insan dünya metaından elde edemediği şeyler için ne aşırı bir hayıflanma, nede onulmaz bir üzüntü duymaksızın, orta bir yolla faydalanacaktır. Bu kimse, bu sayede kendisinde iki güzelliği birden toplamış olacaktır. Dünya metaının tadını, nerde ise ağzına tadı bile bulaşmayan geçici bir zevk olarak değilde, gerçek anlamıyla ve tam manasıyla tadacaktır. Çünkü o, bu nimeti iş işten geçmiş olmak bahis konusu olmadan yudumlayacağı gibi, aynı zamanda birde kalbi, asabı ve vicdanı rahat ve huzura kavuşacaktır. Buda, ölçülü, tatlı, parlak ve ma’kul mataa eklenmiş birbaşka kazançtır.



Sonra bu kimse daima bilmektedir ki, bu arzu ve hevesler haddi zatında insanın devamlı olarak üzerine düşüp ısrarla istediği tek gaye değildirler. Bunlar, olsa olsa, kendilerinden daha üstün ve ilgiye daha layık diğer gayelere ulalştıran bir takım vasıtalardır.



Yeme ihtiyacı, geçim derdinin giderilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını sağlayan bir vasıtadır. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Hiç bir adam, karnından daha kötü hiç bir kabı doldurmamıştır. Adem oğluna omurga kemiklerini dik tutacak (birkaç) lokmacık yeter.”19



Cinsi arzu insan neslinin yayılmasını sağlayan için birvasıtadır.



“Ey insanlar, sizi birtek nefisten yaratan, ondanda yine onun zevcesini vücüt getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbınız (a karşı gelmek) ten çekinin.” (Nisa: 4/1)_



Nikahlanınız, çoğalınız. Zira ben kıyamet kgününde, ümmetler olara sizinle öğreneceğim”20



(19) ahmed, Tirmizi, İbn-i Maceh ve Hakim rivayet etmişlerdir.



(20) Hadis, Sa’d İbn-i Hilalden, müsned olarak.



Cinsel duygu, aynı zamanda birde ısınma, huzur ve rahat vesilesidir; çılgınlık ve fitne vasıtası değil...



“Size nefislerinizden kendilerine ısınmanız için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O’nun, Allah’ın ayetlerindendir.” (Rum: 30/21)



Mal da, toplumun ayakta durmasına vesiledir.



“Allah’ın sizi başına diktiği (sizin cemiyet olarak ayakta kalmanızı sağlayan) mallarınızı (malını kendisi idare edecek akıl ve dirayete sahip olmayan) beyinsizlere vermeyin.” (Nisa: 4/5)



Mal, yer yüzünde şer kuvvetlerle çarpışmak için bir harp gücüdür.



“Ey Peygamber, kafirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı çetin ol.” (Tevbe: 9/73)



Düşmanlık ve tecavüzler karşısında hayatın garantiye bağlanması için gerekli mücadele gücüdür.



“Ey salim akıl sahipleri, kısasta sizin için bir hayat vardır.” (Bakara: 2/179)



Evet, hayatın sigortası için; yoksa saldırganlık ve düşmanlık için değil...



“Size harp açanlarla, Allah yolunda sizde dövüşün. (Müdafaa harbi yapın ancak) aşırı gitmeyin. (saldırgan olmayın). Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri (saldırganları) sevmez.” (Bakara: 2/190)



İslam, hayatı canlılık ve hareketliliği, insanı meydana getiren varlıkların tümünü içine alan pek çok saha ve yönlere birden yöneltir. Böylece hayati gücün tümü, cinsiyet, mal, yiyecek-içecek ve benzeri şeylerden sadece bir tanesi içerisinde kendini göstermekle kalmaz ve bütünü ile bir tek sahadan kaynak verip fışkırmadığı için de hayatı gücü normal ölçüden dışarı taşırmaz.



İslam, insandaki hareket ve enerjiyi, ilim, iş, ticaret, sanat, ziraat, harb etmek, ülkeler fethetmek, yer yüzünü imar etmek, devlet kurmak, devletin tanzimi, idaresi, siyaseti, toplumda yapılmakta olan işlerin kontrol ve murakabesi, iyi ve güzel olan şeyleri emr etmek, kötü ve çirkin şeylerin yapılmasına mani olmak...gibi çeşitli sahalara sevk eder.İşte bütün bunlar, insandaki hareket ve enerjiyi tümü ile kapsayan, yayan ve kapladığı sahayı genişleten seylerdir. İşte böylece insanın bütün hareket ve enerjisi birtek bölgede kütle halinde yığılıpta diğer ülkeleri bomboş ve ıssız bırakmak tehlikesinden kurtulmuş olur.



İslam, insan gücünü üstün yöneliş ve değerli nedeflerde tamamen kullanır ve tüketir. Bu sayede insan ne sadece dünyaya bağlanır nede ebedi olarak yalnız his ve duygu verilerine saplanıpda bütün bir gücü his uğrunda harcar. İslam,  nefsi Allah yolunda cihada yöneltir. Onu bütün bölümleri dolana, bütün unsunları kanana kadar akide ile doldurur ve kandırır. Bu öyle bir adikedir ki, beşeri hayatın şerefli, temiz, yüce ve ufukları geniş belirli bir resmini çizer. Yer yüzü gerçekleri içerisindeakidenin üstün örneklerini büyük bir titizlikle gerçekleştirmek uğrunda cihada teşvik eder. Bu da, erkek ve kadının müşterek hedefidir. Bu hedefin tahakkukunda erkek kadın farkı gözetilmez. Zira, bunların her ikiside beşerdir; her ikiside iç dünyaları ve hayat gerçekleri içerisinde bütün göz kamaştırıcılığı, temizliği ve fuklarının genişliği ile bu akideyi bağırlarına basıp gerçekleştirmeğe taliptirler.21



(21) Bak. TAKLİTLERİN ÇARPIŞMASI: “Müslüman Olduğumuz zaman” bölümü.



“Rabları onlar(ın dualarına) a (şöyle) icabet etti:- İçinizde gerek erkek, gerek kadın-ki kiminiz kiminizden (hasıl olmadır) - (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmayacağım. işte hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, harekete, ziyana uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerinde, yemin olsun suçlarını örteceğim ve yemin olsun, Allah tarafından bir mütafat olmak üzere onları altından ırmaklar akan cennetlerede sokacağım. (Daha büyük ve) güzel mükafat ise Allah’ın yanındadır.” (Al-i İmran: 3/195)



Sonra o, beden gücününde bir takım yüksek gaye ve yönelişler uğrunda tümüyle harcar. Bunda, ne aşırı gidip tamamen tüketmek ve nede frenleyip büsbütün durmak maksadıyla değil ve fakat beden gücünden taşan enerjiyi bir canavar gibi yutan öldürücü duygu denizine dalıp boğulmaktan kurtarmak maksadıyla yapar. Böylece gençleri, mesela biniciliğe sevkeder. Buda, -sadece kuvvet hazırlamak konusunda İslam’ın takip ettiği yol uyarınca - vücuda kuvvet kazanıran seviyeli bir beden terbiyesi olmakla kalmaz; aynı zamanda kişiyi his sahasından kurtararak elinden uçanla kacanın kurtulamadığı insan gücüne verimli ve bereketli bir yöne doğru dümen kırdırır.



Bir de, genç kızları evişlerini güzelce yapma olanaklarını elde etmeye yöneltir. Bu da, yine seviyeli ve değerli bir beden terbiyesidir. Kadın, bu sayede kadınlık san’at ve bilğilerini öğrenmeye, kadınlık dünyasını temiz ve sağlam bir yollar gerçekleştirmeye imkan bulur. Kadının, faydalı ve geçerli işler uğrunda vücudunun coşup taşan gücünü harcayıp tükettiği gibi, hissin verdiği hayıflanma ile cinsel rağbet ve düşkünlükten söz etmeyede ihtiyaç duymaz.



O, fıtri etkenleri, gerçekleştirilebileceği umulan en son noktaya varana kadar baskı ve etkiden uzak tutmak suretiyle tüm toplum düzenini kurar ve yürütür. Her şeyde israfı şartsız yasaklar.



“.........israf etmeyiniz, zira O (Allah), israfcıları sevmez.” (En’am: 6/141)



Yemede içmede israfı yasaklar:



“Yeyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz.” (A’raf: 7/31)



Malda mülkte, lüks ve rahatta israfı yasaklar:



“Kendilerine dünya hayatında refah verdiğimim halde küfür (ve inkar) eden ve ahirete kavuşmayı yalan sayanlar, (Hud) a.s. için - Bu sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir... dediler.” (Mü’minun: 40/33)



“(Rabbın) onlarıda, Allah’dan başka taptıklarınıda; (mahşerde) bir araya toplayıpda: -Sizmi şu kullarımı saptırdınız, yoksa kendilerimi yolu sapıttılar?.. diyeceği gün (görürsün ki) onlar (şöyle) derler: -Seni tenzih ederiz, seni bırakıp da başka dostlar edinmemiz bize yakışmaz. Fakat, (gerek) onları(n) ve (gerek) ataları(nın azap sürelerini) uzattında nihayet zikri unuttular ve helak (e mahkum) bir kavm oldular.” (Fürkan: 25/17-18)



“Biz hiç bir ülkeye gelecek tehlikeleri haber veren bir Peygamber göndermemişizdir ki, oranın (lüks ve) refaha düşkün halkı: -Biz sizin gönderildiğiniz, (yani getirdiğiniz) şeyleri (kabul etmez) inkar ederiz... dediler.” (Sebe: 34/34)



Mülk edinmede israfı yasaklar. İnsanın bir malı hangi ölçüler içerisinde kendi zaptı altına alabileceğini tayin eder. Tayin ettiği sınırlar dışında bir yola mülk edinmeyi asla helal saymaz. Birinin malını, elinden almayı, çalmayı, üçretle çalışan işçinin hakkını yemeyi ve halkın haklarını bol keseden harcamayı kesinlikle yasakladığı gibi; ayrıca faiz ve karaborsacılığı da yasaklar. Bunlar ise her devirde mali yönden ahtapotlaşmanın ana sebeplerini teşkil ederler. Ayrıca bir de malın temizlenmesi, temiz ve helal olması için, belirli, kaçınılmaz masraflar koyar. Zekat, sadakalar, Allah yolunda harcama, ana baba ve akrabalara infak... Bütün bunlar, mülk edinmede israf, nefsin mala olan aşırı düşkünlüğünde israf ve bu düşkünlükten doğan cimrilikte israfı önleyen vasıtalardır.



Adam öldürmede israfı yasaklar.



“Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun velisine (mirasçısına, maktulün hakkını talep hususunda) bir salahiyet vrmişizdir. oOda katilde ifrat etmesin, (aşırı gitmesin), çünkü o, cidden (ve zaten) yardıma mazhar edilmiştir.” ( İsra: 17/33)



Cinsel konularda israfı yasaklar. Toplum içerisinde ne taşkın hareketleri, ne açılılp saçılmayı, ne kadın- erkek harmanının, ne kadınların güzelliklerini yabancı (-nikah düşen-) erkeklere ilan anlamında, salına salına ve debdebeli yürümelerini, ne açık saçık hikayeleri ve nede sapıklıkların her türlüsünü mubah gören bir çağrıyı asla ciz görmez.22



(22) Bak: taklitlerin çarpışması, “Müslüman Olduğumuz zaman” bölümü.



İşte her çeşit fıtrat çekiminde, yola koyuluşun her türlü safhalarında durum hep bu... Hangi fıtri çekimin etkisine kapılırsanız kapılın ve yolun çeşitli noktalarından hangisi ile işe girişirseniz girişin, hep bu tutucu güçlerle kayıtlısınız. Ne tamamen başı boşsunuz, ne de büsbütün eli bağlı... işte dengeli toplum böyle kurulur... Bütün güçleri ölçülerek birbiriyle ayarlanmış; ruhu, aklı ve bedeni biranda hep birden çalşan dengeli insan böyle yetişir. Bütün bu olup bitenlerde beden muhteremdir. Bedeneait bütün varlıklar, ne tüm insan varlığının içinden çekilip atılmış ve nede değersiz ve küçük görülmüş değil; aksine, tam manasıyla kabul görmüş ve layık olduğu yeri almışlardır.



NOT: Parantez içerisine alınışından da anlaşılacağı üzere,      



başlıkların bir kısmı tarafımdan konmuştur. Zira yazar,



bu konuları çok genel başlıklar altında -tabir caizse- seri



makaleler şeklinde işlemiş -kitabıbasan matbaada



makaleler arasını üç yıldızla ayırmakla yetinmiştir. Bu,



biraz muhteviyatın gizlenmesine sebehp oluyordu, başlık



lar mümkün mertebe kitabın muhteviyatına daha net ışık



tutmayı sağladı sanırım. (Mütercim)



Beden-Eğitiminin hedefi, bizanslılarda ve bu gün katolik hıristiyanlarda görüldüğü gibi, insan vucuduna tapmak ve sırf bedeni kuvvet ve güzelliğe aldanmak şeklini alabilir.



Bu hedef, beden terbiyesinin mana ve ruhundan bihaber; insanı hayvan çerçevesinden dışarı çıkarmıyan, boyun kasları şiş, vücut adaleleri dolgun bir acaip mahluk şeklinde mütalaa eden çirkin bir terbiye tarzı olarakta karşımıza çıkabilir.