A - İslam Ve Beden: Genel

Terbiye konusunda beden deyince kast eddiğimiz,yalnız insanın adaleleri, duyu organları ve kan dolaşım sistemi değildir. Bunla aynı zamanda beden den doğan, ruhun duygularında kendini gösteren hayati gücü; doğuştan gelen fıtri faktör, cazibe ve etkenleri ve duyusal hayatında kast ediyoruz.



Ne, “Ruh: tümü ile, taşıdığı fikir ve tasaruflarla, fiziki ve kimyevi anları ile birlikte bedenin yankısından başka birşey değildir.” diyen deneysel psikolojinin; ve nede, “Beden: ruhun kabından, ruhu içinde tutan zarftan başka birşey değildir.” diyen felsefi nazariyenin münakaşasına girmeden; “Burada, ruhla beden arasında sağlam bir bağlantı ve müşterek bir etki tepki münasebeti vardır. ruh bedene, bedende ruha etki eder, bu ikisi arasında ayrılık gayrılık yoktur.” deriz.



Yukardaki bölümlerde, insanda yer alan varlıkların birbirine bağlı ve kenetli bir teklik olduğu, bunların parçalara ayrılmaları ve çözülmeleri mümkün olmadığı; aslında durum bu olduğu halde, bizi bunlardan ayrı ayrı söz etmeye sevk eden, inceleme zorunluğundan başka birşey olmadığı hususunu arz etmiştik...



Özellikle bu bahisde, ruhla bedeni birbirinden ayırmamıza ve ruhun sahası içesine girmeyen hiç bedeni hareketten söz etmemize imkan yoktur. İşitme, görme, tatma, koklama ve dokunma... Bütün bunlar duyudurlar... Beden ait duyular... Ama bunların hiçbiri, görevini ruhun malı olan bütün varlıklardan ayrı olarak yerine getiremez. Dolayısıyla bunlardan ayrı ayrı söz etmek mümkün değildir. Ancak, şayet bunların fizyolojik yapılarını inceleyecek, ya da bulardan biri görevini yapamaz hale geldiği zaman doktorun teşhisine baş vuracak olursak, o zaman bunları ayrı ayrı söz konusu edebiliriz.



Fakat biz, şayet bu duyuların hayati ve geniş sahalarını işleyecek olursak, bunları gayeye ulaştıran duygular; insanı çalıştırıp kullanılmaları yoluyla gerçekleşen belirli bir ruhi etkiye kavuşturan duygular olarak söz konusu ederiz. Kavramadan, görülen şeyi manasını anlamadan, yalnız görmek; üzerinde durup düşünmeden sırf duymak ve nefis çevresinde yankısı duyulmadan yalın halde tadmak ve koklamak ve dokunmak. Bunların insanın hayatında ne herhangi bir değerleri ve ne de bizzat terbiye ve gelişimi ile uzak yakın bir ilgileri vardır.



“Onların gözleri vardır, bunlarla görmezler. Kulakları vardır bunlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta (hayvanlardan)daha sapık (ve düşük) türler. Onlar gafillerin ta kendileridirler.”(A’raf: 7/179)



Yani, onların duyu organları, birer organ olarak sıhhatli ve sağlam bir yapıya sahip olsa bile, görevlerini yerine getiremezler.



İnsandaki adale, barsak, damak ve sinirlerde aynen böyledir. Bunlarda bedene ait yapılardır. Evet, netice itibariyle, ruhun duyularla tamamen kenetli bulunan hedefini gerçekleştirmek çin yaratılmış toplu ve hareketli (hayati güçler) dir.



İslam, beden terbiyesi ve hayati güç konusunda her iki hususu birlikte mütalaa eder ve her iki noktayı da bir arada gözetir. Zira, Yüce Peygamberimiz: “Bedeninin senin üzerinde (gıdalandırmak, dinlendirme, temizlemek, güçlendirmek v.b.) hak (lar) ı vardır.14 derken; Allah’ın pek çok ayet- kiremelerinde emrettiği helal ve güzel duyusal varlıklardan insanın payını almasını sağlamak için, onu, bütün bedeni içine alan bu geniş destekten faydalanmaya davet eder. Şöyle ki:



“Dünyadan nasibini de unutma.” (Kasas:28/77)



“(Ya Muhammed de ki, -Allah’ın kulları için çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları  kim haram etmiş?” (A’raf: 7/32)



Yani: Bedeni kaide üzerine oturtulmuş sonra da insanın bütün varlıkların içine alan hayatın hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla  lüzumlu hayati gücü bolartmayı hedef tutmuş olan ruhi gaye uğrunda Allah’ın kullarına çıkarıp tahsis ettiği güzel rızıkları haram etmeye kim cür’et edebilirmiş?!..



(14) Hadis-i Şerif.



İslam’ın  bu konu ile ilgili olarak getirmiş olduğu ayetler ve vermiş olduğu yönler hep böyledir. Atıcılık ve binicilik, -ya da genel olarak beden eğitimi- İslami terbiye prensinini bir bölümünün, bir parçasıdır. Buna delili teşkil eden Rasulullah (s.a.v.) in birçok hadis-i şerifleri vardır. Bu hadislerle, insanın hayattan payını alma gücü kastedildiği gibi, ayrıca bedenin  kuvvetlendirilmesi, zorluklara tahammül gücünün arttırılması ve sarf edecek enerji elde edebilmesi için eğitilmesi de kastedilmiştir. Çok zayıf ve hasta bir vücut hayattan gerçek payını gereği gibi alamaz. Daha önemlisi: hayatın taşıdığı yükü, üzerine düşen görevi yolundan yürütecek olan ruha hakkıyla iletemez. Bundan da önemlisi:Hayat mücadele -ki, hayatın tümü mücadeledir.- -sağlam bir vücuda ve metni bir bünyeye muhtaçtır.



Peygamberimizin Hz. Aişe ile yarışması bu cümledendir. Bu yarışmada, bir defa Hz. Aişe peygamberimizi geçmiş, bir defa da Peygamberimiz Hz. Aişe yi geçmiştir. Ayrıca peygamberimiz enli devesi ile de yarışmıştır. Hac farizasında yer alan, (sa’y ve hervele) dediğimiz Safa tepesi Merve tepesi arasınad koşmakla böyledir. Bütün bunlar kuvvetlilik salimlilik ve sağlamlığının gelişmesi için bedenin adale ve damarlarının eğitilirek maharet kazanmalarını hedef tutar.



Fakat biz, İslam terbiyesini incelerken, sırf fizyolojik anlamıyla beden sınırı içerisinde kalmayacağız. -Her ne kadar İslam nazarında bu mananın da  bir önemi ve destek payı varsa da-aynı zamada, bu bölümün başında zikrettiğimiz, İslam’ın terbiye ve eğitimine özel bir itina gösterdiği, bedenden, doğan  ve insanın duyguları içerisinde kendini gösteren hayati güçden de bahsedeceğiz.