2- Her Şeyde Allah'ın Rızasını Gözetmek Ve İlahi Ölçüleri Esas Tutmak.

Kalp, Allah’ın, hiçbir şeyin kendisine denk tutulamayacağı geniş ve şümullü ilmini tanıdığı; gizliyi, en gizliyi taferruatıyla bilen; her an insanı gözetleyen ve onu nerede olursa olsun başıboş  bırakmayan tarife sığmaz bilgisini gereği gibi kavradığı zaman... Her türlü duygu, düşünce ve davranışlarında, derinliklerinden gelen gizli fısıltılarında, gözlerden uzak kötü niyetli kaçamak bakışları esnasında hep titreyecek, ürperecek ve Allah’ın ifrat ilmi karşısında dugulu ve içtenlikle, küçük, büyük gizli açık, her işte Allah’ı ve ilahi ölçüleri gözetecek ve hesaba katacaktır.



Çalışırke, düşünürken, duyarken hep O’nu, O’nun rızasını gözetecektir. Her işinde O’nu gözetecek, ihlassız ve içten gelmeden; şer ve kötülük maksatıyla; konuyu derinliğine inceleyip düşünmeden; işin nereye varacağını hesaplamadan; nelere mal olabileceğini ölçüp tartmadan hiç bir işe girişmeyecek, ve kafa yormayacaktır.



Zira Allah insanı işi ile değil; işinin ardınca yatan niyeti ve niyettindeki ihlas ve samimiyetine göre muhasebe eder. Rasüllah (s.a.v.) de bu husus şöyle beyan buyurmuştur.



“Ameller (in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur.”5   



“Allah ancak liveçhillah (sırf kendisi için) yapılan ameli kabul eder”.



“Adamın biri Rasülullah (s.a.v.) e geldi ve -Bir kimse harbe katılmış (bundan) mükafat ve şan şöhret bekler. Fikrin nedir? (kimse) için (mükafat ve şan şöhret gibi) bir şeyvarmıdır? dedi. Rasülüllah (s.a.v.) - O kimse için hiç bir şey yoktur!. Buyurdu ve bu (söz)ü üç defa tekrarladı. Sonra: Muhakkakki aziz ve celil olan Allah, amelin ancak ihlaslı, (sırf kendisi için) olan ve rızası aranılan (ve gözetilenini kabul eder bluyurdu.” 6



(5) buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei



(6) Ebu Davud ve nesei 



Allah insanı düşünürken dahi görüp gözetmekte ve bütün fikirlerine muttali bulunmaktadır. Müslüman Allah’ın kendisini her an takib ettiğini bildiği için hiç bir zaman kötülük düşünmez ve insanlar için kötülüğü asla arzu etmez; ancak halkın menfaatine olanı ve salih amel işlemenin çarelerini düşünür. Bu hal, insanda hayır ve iyiliğin, kalbin derinliklerinden kopup gelen bir adet ve meleke haline gelmesine kadar devam eder.



Allah insanı, his halinde,duyguları ile başbaşa iken murakabe eder. Sırrı sırların sırrını ve en gizliyi bilir. Kalbin derinliklerinden gelen en zayıf fısıltıyı bile... Bu fısıltıya hiçbir kimse muttali olamaz. Değil başkaları sahibi bile bu fısıltıya vakıf olamaz. Çünkü o, kalbin deriliklerinde gömülüdür. Allah ise insanı bu fısıltınında ötesinde murakabe altında tutar. İnsanda temiz olmayan duygulara kalbinde yer vermez. Allah onu murakabe eder, o da herşeyden önce duygularanı temizler. Hased etmez, kin tutmaz. Halkın iyiliğini istememezlik etmez. Halk çaresiz ve perişan bir hale gelsinde, ben onların kötü durumlarından bilistifade, sırtlarına bineyim, istediğim muameleyi yapayım şeklinde bir düşünceye saplanmaz. Sapık şehvet ve arzuların tatmini; kirli mal ve haram para te’mini için sapık metodlara baş vurmayı, herkesin hakkını hukukunu çiğnemeyi gönlünden bile geçirmez. Çünkü yer yüzünde değer olarak yalnız kendisi yoktur. Mutlak varlık sırf kendisinden ibaret değildir. Onun, takınması gereken tavır, sahip olması gereken ahlakta içtimai bir nafaka, bir sadaka değildirki, insan onu bir elbise gibi halkın gözü önünde giysin, onun bu halini gören halkta ona üstün adam desin veya bu vitrinlik adam  desin veya bu  vitrinlik adam  üzerine  kaplayan kir ve  pasla halkın  huzuruna çıkmasın... Bilakis, ahlak giyilip soyulan bir  elbise gibi  arızi ve  izafi bir şey değil, insanın   kalbinin derinliklerinden  fışkıran bir huydur. İnsanın nefsine inancı ve Allah’a olan imanından doğan bir ahlak ... İşte bu ahlak, insanın yolunu, yönünü, düşüncesini, duygusunu ve  zihniyetini  değiştirir. İnsanlarla birlikte  yaşadığı, daima  halkın kontrolü altında olduğu, onların nazarında  temizlenip arılanmaya mecbur olduğu , için değil; her an her saniye beraberinde Allah bulunduğu için insan başkalaşır.



“Her nerede olursa  olsunlar, Allah (daima) onlar (insanlar) la beraberdir.”(Hadid: 57/57)



 Mealindeki  ayet-i kerime bu  hususa tasrih etmektedir. Bu böyle olduğuna göre, insan halktan gizlendiği, bazı şeyleri halkın nazarında kaçırabildiği gibi, Allah’danda gizlenecek değil ya!.. Kendisine açılan özel bir kapı  varda, onu  kapıyı verdiği  zaman Allah onu haşa, göremiyecek değil ya!.. Sapık duygularını bir şato ile çeviripde, Allah’ın ilminden saklayacak hali yok ya!.. Şu halde insanın kalbinde Allah duygusu bulunduğu, insanda, bu duyguyu kalbinde muhafaza ettiği müddetce kalp tertemizm olacak ve oraya hiçbir zaman kir pas yol bulamayacaktır.



“Rasülullah (s.a.v.) e Cibril-i emin:



İhsan nedir? dedi.



Rasülüllah (s.a.v.)



Senin Allah’a, O’nu görüyormuş gibibadet etmendir. Zira, sen O’nu gömüyorsan bile, o seni görür. buyurdu”7



(7) Buhari.          



İnsana her an şahdamarından daha yakın olduğu daima bilinen Allah karşısında kalpte böylesine ince bir hassasiyet bulununca, fertde doğru dürüst olacak, cemiyet de düzelecek ve bütün işlerde en mükemmel şekli ile yoluna ve rayına girecektir.



Böylece, cemiyet her türlü cürüm ve günahtan, kir ve pastan, kin ve fesattan arınmış olarak tertemiz ve nur gibi yaşayacaktır. Çünkü cemiyeti meydana getiren fertler aslında birbirleriyle değil Allah ile muamele ve münasebet halindedirler. Evvel emirde birbirleriyle değil Allah’la birlikte yaşamaktadırlar.