B - Ruh, İman Münasebeti, İslam'ın Ruh'a Verdiği Önem.

Ruh... Ne derinliğine inip mahiyetini bile bildiğimiz, nede nasıl çalıştığına akıl erdirebildiğimiz bu meçhul güç, Allah’la aramızda bağlantı kurmamızı sağlayan biricik vasıtamızdır bizim...



O, bizzat kendi karakter ve yaratılış sayesinde, Allah’a giden yolu kendiliğinden tutar. Çünkü O, Allah’ın bir avuç toprağa emanet ettiği ruhundan bir parçadır. Zira Cenab-ı hak:



“Ben o (insan) ın (kuru bir çamurdan) yaratılmasını bitirdiğim, o (insan) a ruhumdan üflendiğim zaman, siz (ey meleklerim!) onun için secdeye kapanın.”(Hicr: 15/29)



İşte bu yüzdenruh, Allah’a giden yolu kendiliğinden tutar ve kendine has metotla Allah’a ulaşır. Diğer bir ayet-i kerimede şöyle duyurulmaktadır:



“Hani Rabın adem oğullarından, onların sırtlarından (sulplerinden) zürriyetlerini çıkarıp kendilerin nefislerine şahit tutumuş, “ben sizin Rabınızdeğimiyim?” (demişti). Onlarda “evet Rabbımızsın, şahit olduk” demişlerdi.” (A’raf: 7/172)



Her şey, hiçbir çaba göstermeden, yorulup ırılmadan, fıtratı sayesinde nasıl Allah’ına yol buluyorsa; ruhda öylece Allah’ına giden yolu bulur.



“O da ( Musa a.s. da Firavne, sizin rabbınız kim sorusuna karşılık ) Bizim rabbımız her şeye hilkatini veren, sonrada doğru yolunu gösterendir. (dedi)” (Taha: 20/50)



Mealindeki Ayet-i kerime bu hususu tasrih etmektedir. cenab-ı hak yarıca insana en yüksek değeri vermiş ve onu bütün yaratıklardan daha üstün kılmıştır. Bu hususu bize şu ayet-i kerimesiyle beyan buyurmuştur:



“Yemin olsunki biz adem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır. Onlara, karada denizde taşıyacak (vasıtalar)verdik. Onlara, güzel güzel rızıklar verdik. Onları yarattığı mızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra: 17/70)



Bu üstünlüğün delili, Allah4ın insana, kendisine tevdi edilen emaneti koruyabilecek ve görevlerini hakkıyla yerine getirebilecek güçte bir kalp vermiş olmasıdır:



 “O, ( Allah) sizin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı.” (Secde:32/9)



Allah doğru yola girip o yolda yürümeyi, basiretli bir kalbin katkısı ile gerçekleşen tutucu ve yapıcı bir olay saydığı içindirki; cansız, bitki ve hayvanların ibadet şekilleri insanların kinden tamamen başkadır. Çünkü bu tutucu güç insanda var, hayvanda yoktur.



Bununla beraber insan sapıtır... Fıtratı herhangi bir hastalığa tutulmak suretiyle, fıtrat ve yaratılışından ayrıldığı zaman rotayı şaşırır ve Allah’a giden yolu bulamaz... Bu yüzden ruhu ile Allah’a ulaşamaz. O’na dayanıp güvenemez ve O’nun himayesine girip O’na sığınamaz.



İnsan sapıttığı, Ruhunun bulanık bir ortama girmesi yüzünden, aldanıp, gerçeği göremez hale geldiği ve ruhunu çeşili arzuların yapmışolduğu yığınaklar sararak hakikatnurunu göstermediği zaman bile-bütün bu zifiri karanlıklara rağmen-insanda fıtratınazda olsa bir kalıntısı bulunacak ve çok zayıflamış olan bir göz, ışığı beli belirsizde olsa, nasıl farkeder ve ona doğru yönelirse, bu insanda yaratıcısına öylece yönelecektir. Gerçi hakikati, ruhunun hakkını gereği gibi veren bir kimse kadar görmesine imkan yoksada, hakikat karşısında tamamen körde sayılmaz... Sayılmaz ama, bu görüş zayıflığının genelleşmesi sonucu halk, herhengi bir şeyi Allah’a ortak koşmak suretiyle, O’na dolaylı yoldan ibadet ve kulluk etme cihetine gidecek ve Kur’an-ı Kerim’in muciz ifadesiyle:



“Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer: 39/3)



Diyeceklerdir.Yine Kur’an-ı Kerim’in eşsiz üslubu ile:



“Yemin olsun, onlara, Gökleri ve yeri kim yarattı? (diye) sorsan, muhakkak “Allah” diyecekler. (Ya Muhammed!)deki: “O halde bana haber verin, sizin Allah’ı bırakıp da yaptıklarınız (nedir)”?!..” (Zümer: 39/38)



Böyece insanlar, ya bu şekilde Allah’la kendi aralarına soktukları bir aracıya, yada Allah saydıkları herhangi bir kuvvete tapacaklardır... Ama, hesaba katılmaya bile değmeyen birkaç istisna bir tarafa bırakılacak kolursa, bu cihanı yaratan, güçlü, hakim ve dilediğini yapan bir yaratıcının varlığnı inkar edemiyeceklerdir, edememişlerdir... 



   İnanç esasların görevi, fıtratı kollamak ve onu gerçek hedefine yöneltmektir. Allah’a giden yola katılıp ilerlemekte fıtrata yardımcı olmak ve bazı hastalıklara tutulmuş olsa bile, fıtratın varlığında gizlenmiş olan doğru yola onu itmektir.



Kısacası, fıtratı, Allah’ı görmesi için, bağlı bulunduğu esaret zincirlerinden kurtarıp salıvermektir.



İslam, ruh konusu üzerinde büyük bir titizlikle durur ve ona özel bir itina gösterir. İslam nazarında ruh, insanın can damarı ve hareket noktasıdır. Topyekün insan varlığının temeli ve dayanağıdır. İnsandaki maddi ve manevi varlıkların tümü, ruh’un ışık tuttuğu şaşmaz yola bağlıdır. İnsan hayatının en büyük muhafızı, ve gerçek müdafii odur... İnsanın nura yönelme gücü ondadır. Kısacası ruh, insanı Allah’ına bağlayan biricik rabıtadır.



İslam ruh’un terbiyesine bu kadar büyük bir önem verdiği için fıtratdinidir.



İnsandaki ruh gücünün insana ait varlıkların en üstünü, en büyüğü, varlığın gerçeklerine bağlanmak bakımından en sağlmaı olduğunda hiç şüphe yoktur.



Beden gücü, insanın maddi yani, eti kemiği ve duyuların kavrayabildiği şeylerle sınırlıdır. Beş duyu sahası dışına çıkamaz...



Akıl gücü, beden gücüne nazaran biraz daha hür ve serbesttir. Daha geniş bir sahayı içerisine alır. Ama ancak aklın erebildiği sınır çerçevesi içerisinde kalır. Bunun dışına asla çıkamaz. Zaman ve mekan, başlangıç ve sonuçla çevrilidir. Her an için yok olmak tehdidi altındadır. Yok olup gitmeye de mahkumdur.



Buna karşılık, insanda kayıt şart tanımayan bir tek güç varsa, oda ruhtur. O, ne zaman, ne mekan, ne başlangıç, ve sonuç ve nede yokolma tehdidi tanır. Bedenin varamadığı ve aklın giremediği her saha ile ilgili kuran biricik varlık odur. önsüz geçmiş ve sonsuz geleceğin varlık ve dirliği ile bağlantı kurabilen biricik güç odur. Zaman ve mekan engellerinin arkasından bütün varlıkla bağlantı kurabildiği gibi, Allah’la bağllantı kurabilen ruh gücü...



Nasıl olur da ezel ve bedi saran; bütün hayatı net biraydınlık içerisinde kuşatan parlak ve berrak nuru sayesinde her şeyi duyup hissetiğimiz bu yüce varlığı tanımayız?!.. Cihanın ufuklarını kat edip geçen ve yer yüzündeki her canlı ile temas kuran bu her türlü dizginlerden salınmış, tam manasıyla hür ruh çekimini hissedip durduğumuz halde nasıl olurda inkar edebiliriz?.. Oysaki, ilminde kabul ettiği gibi, kainat demek tümü ile hayat demektir. Biz, karşısında bütün varlıkların dehşetten ürperdiği ve derinliklerinde Allah’ı gördüğünü farkettiği bu yüce, ince, parlak ve enteresan anı hissedip durduğumuz halde ruhun varlığını nasıl kabul etmeyiz?!..



Şu halde, inanç esaslarının bütün gücü ile bu ruh cevherine yüklenmesi kadar tabii bir şey olamaz. İslam’ın özellikle bu güce ağırlığını vermesi kadar isabetli bir tutum düşünülemez. O İslam ki, insanda mevcut olan bütün güçlere yerli yerince her türlü haklarını tanıyıp, en büyük önemi vererek, onlardan en üstün verimi ve en sağlam sonucu sağlmak yolunu tutmuştur.