Hadis-i Şeriflerde Dünya Hayatı

Peygamberimiz, dünya âhiret dengesini bozma eğilimi gösteren eşlerini uyararak ya dünya hayatının süsünü ya da Allah’ı,  Rasûlünü  ve  âhiret  yurdunu  tercih  etmelerini istemiştir (33/Ahzâb, 28-29). Âhirete öncelik veren bu dengenin dünya lehinde bozulması yönündeki davranışlar tasvip edilmemiştir. Sahâbenin dünya malına fazlaca önem veren bazı hareketleri karşısında Hz. Peygamber, Allah katında dünyanın cılız bir ölü oğlak kadar bile değeri olmadığını (Müslim, Zühd 2) ifade etme ihtiyacını duymuş, dünyaya düşkün ve maddeye tutkun olmamaları için çevresindekileri uyarmıştır (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 38).



Abdullah bin Ömer, Ebu’d-Derdâ ve Osman bin Maz’ûn gibi sürekli ibâdetle meşgul olup kendilerini ve ailelerini dünya nimetlerinden mahrum bırakan kimselerin davranışları da Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış (Buhârî, Savm 56, Nikâh 1), ölçüsüz bir şekilde dünyaya sarılmak kadar; bir tür ruhbanlık hayatına yönelmek de doğru bulunmamıştır (Ahmed bin Hanbel, IV/226; Dârimî, Nikâh 3).



Hz. Peygamber, yaşadığı hayat itibariyle dünya karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Nitekim, “Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım” (Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 10) demiş, hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefatından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey bırakmamış, ilk iki halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Bununla beraber Hz. Peygamber, “Dünya malı tatlıdır, çekicidir” (Buhârî, Cihad 37; Tirmizî, Fiten 26) sözüyle herkesin dünyaya ve maddeye karşı kendisi gibi davranamayacağını da ifade etmiştir. Nitekim müslümanların servet edinmelerini tasvip etmiş, dinin servetle ilgili olarak getirdiği yükümlülüklerin ifa edilmesi şartıyla zenginliğin kötü bir şey olmadığını söylemiştir. Onun dünya karşısındaki tavrı ve sözleri bir tavsiye ve uyarı niteliğindedir. İnsanda maddeye ve şahsî çıkara karşı doğuştan bir eğilim, hatta hırs bulunduğundan İslâm, kişileri dünya nimetlerine teşvik etme yerine; onların dünya ile ilgili davranışlarını düzene koymaya özen göstermelerini istemiştir.



Peygamberimiz dünya hayatını aşırı sevip ona bağlanmaktan mü’minleri sakındırmıştır. Bazı hadislerinde dünya hayatını aşağılayıp tel’in ettiğini görüyoruz. Fakat Peygamberimiz’in aşağıladığı dünya, insanların nefs-i emmârelerine bakan fuhşiyatın, şerlerin, zulümlerin, isyanların işlendiği dünyadır. Âhiretin tarlası olan, Allah’a kulluk icrâ edilen, Allah’ın isimlerinin aynası, tecellî ettiği yer olan dünya değildir.



Aslında tek bir varlık olan yer küresi hakkında; her meslek, her karakter ve ruh sahibi için ayrı ayrı birçok dünya anlayışı, hayat görüşü olduğunu görüyoruz. Değişen ruh haline ve maddî şartlara göre bir insan için bile birçok dünya vardır. Bazıları hiç ölmeyecek gibi ona bağlanırken, bazıları artık yaşamayı değersiz bularak intiharı bile tercih edebilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu bin bir yüzlü dünyanın bazen iyi, bazen kötü yönünden bahsetmiş, bazen âbidlerin, dindarların dünyasını, bazen de inançsız ve ahlâksızların ve âhireti hiç düşünmeyen, zâlimlerin dünyasını değerlendirmiştir. Bu sebeple bir hadiste (Tirmizî, Deavât 60, hadis no: 3458) dünya âhiret için bir ekim yeri, âhiret için ziraat yapılacak, lâ ilâhe illâllah ile ebedî cennet ağacı kazanılacak kadar kıymetli bir yer olarak belirtilirken, aynı dünya bir başka hadiste (Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321; İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 2410) sinek kanadından değersiz ve hatta mel’un (Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) olarak değerlendirilmiştir.



Dünyanın farklı açılardan farklı kişiler için ayırım yapılmadan, hepsine aynı zâviyeden bakıldığı takdirde hadislerdeki ifadeleri,  birbirleriyle  çelişkili  bulmak  mümkündür.  Bu  ayırım dikkate alındığında ise, herhangi bir çelişkinin olmadığı görülecektir. Hadis-i şerifleri ve bunların Kur’an’ın ve dinin prensipleriyle değerlendirilip yorumlanmasını nazar-ı dikkate alırsak şöyle bir sonuca varabiliriz: İnsanda mutlak bırakılmış, fıtrî ve vazgeçilmez duygulardan biri de dünya sevgisidir. Bir hadis-i şerifte bu husus şöyle ifade edilir: “İnsan yaşlandıkça iki duygu genç kalır: Dünya sevgisi ve tûl-i emel.” (Kütüb-i Sitte, 7/247) Dünya sevgisi, aslında gerekli bir duygudur. İnsan, bu duygusunu kontrol etmeden bırakıverir ve hırsının etkisinde kalırsa, âhireti unutmaya, terketmeye götüren aşırılıklara düşer, dünyevî arzuların peşine takılarak sûiistimallere, haramlara dalar. Her devirde görülen aşırı kazanç çılgınlıkları, bundan hâsıl olan bin bir çeşit hileler, skandallar, sahtekârlıklar, ölmeler, öldürmeler, İslâm’ın sınırlamaya çalıştığı bu tûl-i emel zaafının eseridir.



İslâm, her konuda olduğu gibi bu meselede de denge ister. Âhireti unutturmayacak, ibâdetten alıkoymayacak, harama yer vermeyecek ölçüde dünyalık istemeyi yasaklamaz. Güçlü müslümanın, zayıf müslümana nazaran Allah’a dava sevgili olduğunu söyleyen, veren elin alan elden üstün olduğunu beyan eden İslâm’ın, “dünyayı tamamen terk et” demeyeceği açıktır. (Kütüb-i Sitte7/248) Bir şeyin fazilet ve fenalığı, başka şeyle mukayese edilerek ortaya çıkar. Âhiretle mukayese ile, ona tercih edilen dünyanın olumsuzluğu değerlendirilir. Allah’a küfür, isyan ve fısklarla dolu olan dalâlet ehlinin dünyasıdır yerilen. Âhireti kazandıran, mü’minlere mescid, âhirete tarla, Allah’ın isimlerine ayna, ilâhî sanatlara sergi salonu olan dünya elbette kötü değildir.          ...................     



Hadis-i şerifler, bu açıklamaların ışığında değerlendirilmelidir. Rasûlullah (s.a.s.) buyuruyor ki:



“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” (Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81)



“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira benî İsrâilin ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.” (Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19)



“Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur, ancak Allah’ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç.” (Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) (Farklı rivâyetlerde, “Dünya ve içindekiler mel’undur; Allah için olanlar hâriç, ...Allah rızâsı için yapılanlar hâriç, ...emr-i bil ma’rûf nehy-i ani’l-münker ve zikrullah hâriç” ifadeleri vardır.



“Eğer dünya Allah’ın yanında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” (İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110, 2/1377;  Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321, 4/560)



“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” (İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467)



“Dünya, mü’mine hapishane; kâfire cennettir.” (Müslim, Zühd 1; Tirmizî, Zühd 16)



“Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.” (Tirmizî, Tıbb 1)



“Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” (İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588)



“Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!” Tirmizî’nin rivâyetinde, hadisin devamında şu ifade vardır: “Kendini kabir ehlinden say.” (Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334)



“Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.” (Kütüb-i Sitte, 17/564)



“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” (Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478)  



“Zenginlik, mal çokluğundan ibaret değildir. (Hakiki) zenginlik, gönül zenginliğidir.” (Müslim)



“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” (Müslim, hadis no: 1052; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471)



“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür, yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur, yahut helâke yaklaşırlar.” (Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474)   



“Yâ Rab! Âl-i Muhammed’in rızkını ölmeyecek kadar (kut) ver.” Kut: Ancak ölmeyecek kadar az yiyecektir. Rasûlullah (s.a.s.) bütün hayatında rızık nâmına daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır. Bir gece elinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilâl’ı uyandırarak altınları onun vâsıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en bâriz delillerindendir. Âl-i Muhammed’in yaşayış tarzları da öyle olmuştur. (Müslim, hadis no: 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478) 



“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” (Naklen: Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445)



“İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.” Diğer rivâyetler de şöyledir: “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.” (Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463)



“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü bir vâdi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Ama Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465)    



Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” (Kütüb-i Sitte, 17/563)



Ebû Eyyub (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana (dini) öğret, fakat çok özlü olsun!’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Namaza kalktığın vakit (dünyaya) vedâ edenin (namazı gibi) namaz kıl. Soınradan (pişman olup) özür dileyeceğin sözü söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden) ümidini kesmeye azmet.” (Kütüb-i Sitte, 17/579)    



“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.” (Kütüb-i Sitte, 7/242; Beyhakî Şuabu’l İman; Ebû Dâvud, Edeb 125)



“İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak; Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet 59, hadis no: 2514)



“Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya hem de âhiret işine himmet gösteren mü’mindir.” (Kütüb-i Sitte, 17/245)



“Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve (dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” (Kütüb-i Sitte, 17/245)



“(Bu dünyada malca) en çok olanlar, kıyâmet günü en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol) harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hâriç.” (Kütüb-i Sitte, 17/571)



“Malı şöyle şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!” “Şöyle” kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar etti. Bunlarla “sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için harcayanlar” demek istedi). (Kütüb-i Sitte, 17/571)



“Âdemoğlu, ‘malım, malım’ diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!” (Riyâzu’s-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354)



“Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” (Kütüb-i Sitte, 17/565)



Sehl İbn Sa’da (r.a.) anlatıyor: ‘Biz (hac sırasında) Zülhuleyfe’de Rasûlullah (s.a.s.) ile beraberdik. O, birden, şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine şöyle buyurdu:“Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek damla su içirmezdi.” (Kütüb-i Sitte, 17/565)       



“Dört şey, şekavet (hüsran) alâmetidir: Gözün kuruması (günahlarına ağlamamak), kalbin katılaşması, tûl-i emel (dünyada hiç ölmeyecek gibi plânlar yapmak), dünyaya karşı hırs.” (Kütüb-i Sitte, 7/247)



Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) buyurdu ki: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok; yarın ise hesap var amel yok.” (Buhârî, Rikak 4) (Hz. Ali’ye atfedilen bu söz, merfû hadis olarak da rivâyet edilmiştir.)



İbn Ömer (r.a.): “Akşama erdinmi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” (Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334)



Görüldüğü gibi hadis-i şeriflerde dünyaya taparcasına bağlanmanın insanın helâki demek olduğu vurgulanmaktadır. İnsanı gaflete düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme vardır. Maalesef bu suçları, halktan önce ve daha fazla, kültürlü insanlar, ahmaklardan önce zeki kabul edilenler işliyor. Bu bulaşıcı ve müzmin hastalığın doğru tedavisi, dünyayı reddetmek ve terketmek değildir. İmtihan alanımızı terk etme hakkına sahip değiliz.



Dünyaya mahkûm olma yerine ona hâkim olup, Allah’ın rızâsına ve âhiret saâdetine engel olan basitliklerini küçümsemekle olur. Küfür, yeryüzüne hâkim olarak saltanatını gerçekleştirirken, bizim yeryüzüne hâkim olmaktan, ve arzın halifesi konumumuzdan yüz çevirmemiz, sevap değil günahtır. Bilmek zorundayız ki, dünyayı kötüleyen hadisler, belli sahalarda, belli hedefler için söylenmiştir. Bunlar, insanın alıp kullandığı ilâçlara benzer. İnsan bu ilâçlardan yararlanır ki, aşırı derecede dünyaya düşkün ve başına gelen bazı zorluklardan dolayı bedbaht olmasın.



Bütün mûteber hadis kitaplarında “Kitâbü’z-Zühd” başlığını taşıyan bölümler vardır.  Bu konudaki hadisleri, Peygamber’in diğer hadisleriyle, sünnetiyle/yaşayışıyla ve daha öncelikli olarak da Kur’an’ın  gösterdiği  bütüncül  değerlendirme  ile  karşılaştırmak  gerekir.  Kur’an  bir çerçevedir, hadisler o çerçeve içinde anlaşılır; hiçbir sahih hadis, Kur’an’ın sınırını aşmaz, aşamaz. Mü’minlerin mûtedil olmaları, her türlü aşırılıklardan uzak kalmaları, Kur’an ve hadislerin bütüncül değerlendirmesinden çıkan temel tavsiyedir.



Hz. Enes bin Mâlik (r.a.)’in rivâyetine göre, üç sahâbe, mü’minlerin annelerine müracaat etmiş ve Rasûlullah (s.a.s.)’ın gizlice yaptığı ibâdetleri sormuşlardı. Aldıkları cevap kendilerini tatmin etmemiş ve “Biz nerede, Rasûl-i Ekrem nerede?! Allah, O’nun gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir” diyerek, değişik bir yorumda bulunmuşlardı. Bu üç sahâbeden biri, “Ben geceleri hep namaz kılacağım”, diğeri “Ben hayatım boyunca ara vermeksizin oruç tutacağım”, öbürü de “Ben evlenmeyeceğim” taahhüdünde bulunmuştu. Bunu haber alan Peygamberimiz, onlara “Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz?” demiş ve “Vallahi, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ’dan en çok korkan ve sakınanızım. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile namaz kılar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3) buyurmuştur. (Bu üç sahâbenin Hz. Ali, Abdullah bin Amr bin Âs ve Osman bin Maz’un olduğu rivâyet edilir.) Bu hadis-i şerif, sünnete göre amel etmenin önemini açıklar; dünyadan el etek çekme gibi aşırılıkların yanlışlığını vurgular.



Rasûlullah (s.a.s.) bir sahâbeye hitâben: “Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Misafirlerinin de senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver” (Müslim, Savm 181) tavsiyesinde bulunur.      



Taberânî ve Kurtubî’nin tâbiûn fakihlerinden Hz. İkrime’den rivayet ettiğine göre; ashâb-ı kiramdan bazıları “cinsî duygularını köreltmek”, bazıları “et yememek”, bazıları da “şükrünü edâ edemeyecekleri nimetlerden uzak durmak” gibi taahhütlerde bulunmuşlardı. Bu aşırı taahhütler üzerine şu âyet nâzil olmuştur: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği şeyleri haram kılmayın, hudûdu aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (5/Mâide, 87) Yani, aşırı gitmeyin, helâli haram ve haramı helâl saymayın denilmiştir. (Kurtubî, el-Câmiul li Ahkâmi’l Kur’an, 6/263)



İslâm, her konuda ifrat ve tefritten uzak olmayı, aşırılıklardan kaçınmayı, dengeyi tavsiye eder. Hz. Peygamber,  “Aşırı gidenler helâk olmuştur” (Ahmed bin Hanbel, I/386; Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5) buyurur ve bu hükmü üç kere tekrar eder.