İmam Ebu Cafer Ahmed İbn Muhammed b. Selame et-Tahavi'nin İtikadı:

321 yılında vefat etmiştir. Allah rahmet etsin!



Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla:



Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. En güzel sonuç, her çeşit kötülüklerden sakınan mü’minlerindir. Hayır dualar, Efendimiz Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun bütün aile efradına olsun. İmam ve Hüccetü’l-İslam Ebu Ca’fer at-Tahavi (radiyallahu anh) akaid risalesi hakkında şunları söyler:



Bu risale, Ebu Hanife Nu’man b. Sabit el-Kûfi, Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Ensari ve Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin (radiyallahu anh) mezhebine; Alemlerin Rabbi Allah’a olan imanları ve yaşadıkları inanç esaslarına uygun olarak Ehli Sünnet ve’l-Cemaatın inançlarının açıklamasından ibarettir.



Allah’ın “Birliği hususunda, yine Allah’ın bizi başarıya ulaştıracağına kesinlikle inanarak deriz ki: Allah Bir’dir ve hiç bir ortağı yoktur.



O’na benzeyen hiç bir şey yoktur.



O’nu aciz bırakacak hiç bir şeyde yoktur.



Ondan başka hiç bir ilah mevcut değildir.



Allah, başlangıcı olmayan Kadim[226] ve sonu gelmeyecek şekilde devamlıdır.



Allah’ın varlığı hiç bir şekilde son bulmaz ve yok olmaz.



Ancak Onun dilediği olur.



Allah’a vehimler ve zanlar ulaşamaz; düşünceler O’nu idrak edemez.



Allah, hiç ölmeyecek olan Hayy (Diri), hiç uyumayan Kayyum dur.



Yarattığı şeylere ihtiyaç duymayan yaratan ve yarattıklarının rızkını güçlüğe düşmeden verendir.



Allah, korkuya kapılmadan öldüren (Mümit) ve hiç bir güçlüğe düşmeden yeniden diriltendir.



Allah, yarattıklarından önce, sıfatları ile birlikte Kadim idi. Allah’ın sıfatlarından, önce yok iken mahlukatın var olması ile sonradan var olup ilave olunan hiç bir sıfatı yoktur. O sıfatlarıyla ezeli olduğu gibi aynı şekilde bu sıfatları üzere ebedidir.



Allah, mahlukatı yarattıktan bu yana “Halik” ismini beriyyeyi de yaratmasından bu yana “Bari” ismini almış değil. O, bunlardan önce de Halik ve Bari idi.



Allah’ın yaratıcı ve terbiye edici sıfatı vardır. Buna karşılık yaratılmışlık ve büyütülüp terbiye edilmiş anlamı yoktur.



Nitekim Allah, mahlukatı dirilttikten sonra “Muhyi’l-Mevta (ölüleri dirilten) ismini almış değildir. Aynı şekilde bunları ilk defa icad etmesiyle Halik ismini almamış olup O bunlardan önce de ölüleri dirilten ve mahlukatı yaratan idi.



Bütün bunlar, Allah’ın her şeye gücünün yetmesinden, tüm eşyanın Ona muhtaç olmasından ve bu işlerin Allah’a kolay gelmesindendir. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. Allah’ın hiç bir benzeri yoktur. O Semi’ ve Basir’ dir, her şeyi hakkıyla duyar ve görür.



Allah mahlukatı ezeli ilmine uygun olarak yaratmıştır.



Allah mahlukatın kaderini tayin etmiş, onlar için belli ölçüler koymuştur.



Mahlukatın ecellerini de tayin etmiştir.



Yaratıklar daha yaratılmadan önce, işleyecekleri fiillerden hiç bir şey Allah’a gizli kalmış değildir. Allah, mahlukatı yaratmadan önce onların yapacakları şeyleri kesinlikle bilmektedir.



Bunun üzerine Allah, onların kendisine itaat etmelerini emretti ve O’na karşı günah işlemekten de nehyetti.



Her şey Onun kudreti dilemesi (meşiet) ile meydana gelir. Olup bitenler hakkında ancak Allah’ın meşieti geçerlidir. Allah’ın dilediğinden başka kulların hiç bir iradesi yoktur. Allah’ın insanlar için dilediği olur, dilemediği ise olmaz.



Allah kendisinden bir fazilet olarak, dilediğini doğruya iletir, korur ve afiyet bahşeder; ve yine adaletinin gereği olarak dilediğini yardımından mahrum eder, imtihana tabi tutar ve saptırır.



Bunların tümü, fazileti ve adaleti arasında Allah’ın maişeti dairesinde dönüp dolanır.



Allah, kendisine zıt ve benzer olabilecek şeylerden çok çok yüce ve beridir.



Allah’ın kazasını reddedecek olan hükmünü tehir edecek olan ve emrine üstünlük sağlayacak olan hiç bir kimse yoktur.



Biz bunların tümüne iman ettik ve hepsinin Allah tarafından olduğuna kesinlikle kanaat getirdik



Tevhid konusunda olduğu gibi deriz ki: Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın seçkin kulu, üstün nebisi ve kendisinden razı olduğu Rasulüdür.



Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamberlerin sonuncusu, müttekılerin imamı, peygamberlerin önderi ve alemlerin Rabbi olan Allah’ın



O’nun peygamberliğinden sonra ortaya atılacak olan her çeşit peygamberlik davası sapıklık ve nefsin arzusuna uymaktan ibarettir.



Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), cinlerin ve insanların tümüne gönderilmiş olup hak ve hüda, nur ve ziya ile gelen iki cihan peygamberidir.



Kur’an, Allah Taala’nın kelamıdır ve O’ndan nasıl olduğu bilinmeksizin söz olarak çıkmış, Allah bunu peygamberine vahiy olarak indirmiş ve müminler de bu minval üzere tasdik etmişler ve Kur’an’ın, Allah’ın hakiki kelamı olup mecaz olmadığına kesinlikle iman edip kanaat getirmişlerdir.



Kim Kur’an dinler ve dinlediği Kur’an’ın insan sözü olduğunu iddia ederse küfre girmiş olur. Allah bu tür iddia sahibini “Onu cehenneme atacağım” diyerek kınamış, ayıplamış ve onu cehennemle tehdit etmiştir. Allah, Kur’an için “Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” (Müddesir, 74/25) diyeni cehennem ile tehdit edip o kişinin cehennemlik olduğunu bildirince biz anlamış oluyoruz ki, Kur’an, beşerin yaratıcısının sözüdür ve insan sözü Kur’an’a asla benzemez. Kim Alah’ı insanda bulunan sıfat ve anlamda vasfederse mutlaka küfre girmiş olur. Bu gerçeği gören biri ibret alır da artık kafirlerin ileri sürdüğü bu tür sözlerden kaçınır ve neticede anlar ki, Allah Talanın sıfatları var diye insana benzeyecek değildir.



Cennetlik Müminlerin Allah’ı görmesi, Rabbimizin Kur’anda “O gün Rablerine bakan pırıl pırıl yüzler vardır” (Kıyamet, 75/23) buyurduğu gibi ihata ve keyfiyet söz konusu olmaksızın haktır. Bu ayetin tefsiri, Allah Teaala’nın murad ettiği ve bildiği şeyden ibarettir. Peygamberden (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda varid olan sahih hadisler gibidir. Bunların manası Peygamber bu hadislerden ne kasdetti ise ondan ibarettir. Bu konuya, görüşlerimizle tevil ederek ve tahminlerimizle zanlarda bulunarak girmeyiz. Çünkü dini konuda selamete eren kimse, Allah (c.c) ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim olan ve kendisine karışık gelen hususu o konuyu iyi bilene havale eden kimsedir.



İslamın varlığı ancak teslimiyet ve itaat ile mümkün olur. Öyleyse her kim öğrenilmesi yasak edilen şeyi öğrenmeye meyleder ve anlayışı teslimiyet ile kanaat getirmezse onun bu arzusu kendisini Allah’ın birliğine olan katıksız Tevhid inancından saf bilgi ve sahih imandan alıkoyar.



Bunun üzerine kişi, küfür ile iman, tasdik ile tekzib, ikrar ile inkar arasında vesveseci, dağınık şüpheci bir şekilde ne tasdik eden ne de inkar eden bir yalancı durumuna gelmeden bocalar durur



Bir kimsenin cennetliklerin Allah’ı görmesine dair imanı, ruyetin tahakkukunu vehmetmesi yahut tevil etmesi suretiyle sahih olmaz. Çünki ruyetin ve Allah’a ait mananın tevili, ancak ve ancak tevili terkedip teslimiyete sarılmak suretiyle olur. Peygamberlerin getirdiği dinler de bundan ibarettir. Allah’ın sıfatlarını inkar etmekten ve Allah’ı mahlukatına benzetmekten sakınmayan kimse sapıtır ve tenzih akidesine varamaz. Zira Yüce Rabbimiz Vahdaniyet ve Ferdaniyet sıfatları ile mevsuftur. Mahlukattan Onun sahip olduğu sıfatlara sahip olan hiç bir kimse yoktur.



Allah sınır ve gayelerden[227], erkan, aza ve edavattan beridir. Altı yön, mahlukatı kuşattığı gibi Allah’ı kuşatamaz.



Miraç haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) gece yolculuğuna götürüldü ve uyanık halde şahsı ile semaya çıkartıldı. Daha sonra Allah’ın dilediği yüce makamlara götürüldü. Allah kendisine dilediği şeyle ikramlarda bulundu ve kuluna vahyetmiş olduğu şeyleri vahyetti.



Allah Teala’nın, Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine bir rahmet olarak ikram etmiş olduğu Havuz haktır.



Ümmet-i Muhammed için hazırladığı şefaat de hadislerde anlatıldığı şekliyle haktır.



Allah Teala’nın Adem (aleyhisselam)’dan ve zürriyetinden almış olduğu misak haktır.



Allah Teala ezelde, cennete gireceklerle cehenneme girecek olanların sayısını bilmiş ilmi ile ihata etmiştir. Bu sayı ne artırılabilir ne de noksanlaştırılır.



Aynı şekilde insanların yapacakları fiilleri de Allah ezelde toptan bilmektedir. Herkese kendi için yaratılan işleri yapmaya imkan verilir. Ameller ise son işlenen amele göre değerlendirilir. Said ve Şaki, Allah’ın hükmü ve takdiri ile cennetlik ve cehennemlik olmuştur.



Kaderin esası, Allah Teala’nın mahlukatı hakkındaki sırrından ibarettir. Bu sırra ne bir meleki mukarreb ve ne de bir nebiyy-i mürsel muttali olmuş değildir. Bu konuda derinleşmek ve düşünceye dalmak başarısızlığın sebebi, sapıklığa götüren merdiven ve azgınlığa giden bir yoldur. Öyleyse bu hususta görüş, fikir ve düşünce beyan etmekten kaçının. Çünkü Allah Teaala, kader ilmini insanlardan gizlemiş ve kader hakkında bilgi edinme isteğinden de onları menetmiştir. Nitekim Allah Teaala şerefli kitabında şöyle buyuruyor:



“Allah yaptığından sorumlu tutulmaz, insanlar ise yaptıklarından dolayı sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya, 21/23)



Öyleyse Allah bir şeyi neden böyle yaptı diye soran kimse kitabın hükmünü reddetmiş olur. Kitabın hükmünü reddeden ise artık kafirlerden sayılır.



İşte, Allah dostlarından kalbi nurla dolmuş olan kimselerin ihtiyaç duyduğu şeylerin tümü bundan ibarettir. Bu ilimde ihtisas sahibi kişilerin elde ettiği derecedir. Zira ilim iki kısımdır.



Birisi, mahlukat arasında mevcut olan ilim, diğeri de mahlukatta mevcut olmayan ilimdir. Mevcut olan ilimin inkarı ve gayb ilminin de mevcudiyetinin iddia edilmesi küfürdür. İman, ancak mevcut ilmin kabulü ve kader ilmi olan mefkud ilminin istenmesinin de terkedilmesi ile olur.



Levh’e, Kalem’e ve Levh’te yazılmış olanların tümüne iman ederiz. Mahlukatın hepsi bir araya gelse Allah Teala’nın Levh’te varolacağını yazdığı şeyin yok olması için uğraşsa buna güçleri yetmez. Yine Allah’ın olmasını yazmadığı bir şeyin olması için toplanıp uğraşsalar buna muvaffak olamazlar. Kıyamete kadar olacak şeyleri kalem yazmıştır. Kulun başına gelmeyen şey, demek ki ona isabet edecek değildir.



Öyleyse kulun üzerine düşen yaratıklarından var olacak her şey hakkında Allah’ın ilminin öne geçtiğini bilmesidir. Kul bilmelidir ki, Allah bu ilmini dilemesi ile kesin ve kaçınılmaz bir şekilde takdir etmiştir. O’nun bu ezeli ilmine dayalı takdirini mahlukatından tehir edecek, giderecek, bozacak, noksanlaştıracak ve fazlalaştıracak olan hiç bir kimse yoktur. İşte kulun bu tutumu iman akdinden dinin temellerinin bilinmesinden, Allah Teaala’nın Bir’liğini ve Rububiyetinin itiraf edilmesinden dolayıdır.



Nitekim Yüce Allah’a kitabında “O her şeyi yaratıp belli nizama koymuş geçmişini geleceğini taktir etmiştir “ (Furkan, 25/2) ve “Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir ” (Azhab, 33/38)  buyurmuştur.



Kader konusunda Allah’a hasım olana ve bu hususta görüşüne temel olarak hasta bir kalp hazırlayan kimseye yazıklar olsun. Bu kimse kuruntusu ile gayp ilminin araştırılması konusunda gizli olan sırra yönelmiş ve bu hususta söylediği fikirlerden dolayı iftira eden bir yalancı durumuna düşmüştür.



Allah’ın Kur’an’da beyan etmiş olduğu üzere, Arş ve kürsi haktır. Şanı yüce Allah’ın Arşa ve daha aşağısındaki şeylere ihtiyacı yoktur. Allah her şeyi ve bunun üzerindeki Arşı ihata etmiştir. Kendisini ihata etmekten ise mahlukatını aciz bırakmıştır.



Allah Teala’nın, Hz. İbrahim’i dost edindiğini ve Hz. Musa’yla da konuştuğunu bir iman, tasdik ve teslimiyet olarak ifade ediyoruz.



Meleklere, peygamberlere ve peygambere indirilen kitaplara iman eder peygamberlerin apaçık doğru üzere olduklarına şahadet ederiz.



Kıblemize doğru namaz kılanların Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in getirdiği ve kendisine ait olarak söylediği, haber verdiği şeyleri itiraf ve tasdik ettikleri müddetçe müslüman olduklarını kabul ederiz.



Yüce Allah hakkında münakaşaya dalmayız. Allah’ın dini konusunda da birbirimizle çekişmeyiz.



Kur’an hakkında mücadele etmeyiz. Biliriz ki Kur’an Alemlerin Rabbinin kelamıdır. Onu, Ruhu’l-Emin olan Cebrail indirmiş ve peygamberlerin efendisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e öğretmiştir. Yine bilmekteyiz ki, Allah’ın kelamına mahlukatın kelamından hiç bir şey denk olamaz. Kur’an’ın yaratılmış olduğuna inanmayız ve bu hususta Ehli Sünnet ve’l-cemaata muhalefet etmeyiz.



Ehli kıbleyi günahı helal saymadığı müddetçe hiç bir çeşit günahtan dolayı tekfir etmeyiz, yani kafir olduğunu söylemeyiz.



İman etmekle birlikte, günah işleyene bu günahın zarar vermeyeceğine de inanmayız.



Müminlerden güzel amel işleyen kimseleri Allah’ın affetmesini ve onları rahmeti ile cennete sokmasını umarız. Onlar hakkında emin olamayız ve cennete gireceklerine şehadet edemeyiz. Kötülük yapmış olanların affedilmesini diler, endişe duyarız ama onlardan ümit kesmeyiz.



Her halü karda amellerinin kabul edilip cennete gireceğinden emin olmak ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek kişiyi dinden çıkarır. Buna karşılık ehli kıble için hak ümit ve yeis arasındadır.



Kul ancak kendisini iman dairesine sokan şeyleri inkar etmekle imandan çıkar.



Allah Teala’nın Kur’an’ın şeriat ve din olarak indirdiği ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in de bu hususda sahih olarak beyan ettiği şeylerin tamamı haktır.



İman tektir iman eden kimseler de imanın aslında eşittirler.[228] Gerçekte müminlerin arasındaki üstünlük ise takva Allah’a karşı gelmekten korkmak, nefsi arzulara uymamak ve daha layık olana sımsıkı bağlanmak suretiyle elde edilir.



Müminlerin tümü Allah’ın dostudur. Allah katında en değerlileri ise daha itaatkar olanları ve Kur’an’a en çok uyanlarıdır.



İman konuları, Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe iman etmek öldükten sonra dirilmeye, kader yani hayır ve şer acı ve tatlı her şeyin Allah’tan geldiğine inanmaktan ibarettir.



Biz bunların tümüne iman ederiz ve Allah’ın peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırd etmeyiz. Hepsinin de Allah’tan getirdiği şeyleri tasdik ederiz.



Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ümmetinden olan büyük günah sahipleri tevbe etmemiş bile olsalar, iman edip Allah’ı tanıdıktan sonra tevhid inancına sahip olarak öldüklerinde cehennemde ebedi bırakılmazlar. Bunlar Allah’ın dilemesi ve hükmüne tabidirler. İsterse onları kitabında:



“Şüphesiz ki Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder” (Nisa, 4/48) şeklinde buyurduğu gibi fazileti ile affeder ve bağışlar; isterse onlara adaleti ile cehennemde azap eder daha sonra da bunları cehennemden kendi rahmeti itaatkar kimselerden olan şefaatçilerin de şefaati ile çıkartır ve cennetine gönderir. İşte Allah’ın bu muamelesi kendini tanıyanların dostu olmasından ve bu kullarını Allah’ın hidayetini yitiren O'nun dostluğuna erişemeyen inkarcı kimseler gibi bir tutmamasından ileri gelir.



Ey İslam’ın ve müslümanların sahibi olan Allah’ım bizi İslam’dan ayırma.



Ehli kıbleden olan her iyi ve facir kişinin arkasında namaz kılmayı ve bunlardan ölenlerin cenaze namazını da kılmayı da caiz görürüz.



Ehli kıbleden hiç birini ne cennete sokar ne de cehenneme atarız. Onlardan şirk, küfür ve nifak gibi her hangi bir şey belirmediği müddetçe kafir olduklarına, şirk koştuklarına ve münafık olduklarına şehadet etmeyiz. Onların gizli kalan şeylerini Allah Teala’ya bırakırız.



Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ümmetinden, katli vacip olanlar hariç hiç birine kılıç çekmeyi caiz görmeyiz



Devlet idarecimiz olan imamlarımıza ve işlerimizi üslenen yöneticilerimize zulmetseler bile karşı çıkıp isyan etmeyiz. Aleyhlerinde bulunmayız ve onlara itaat etmekten geri durmayız. Günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat etmeyi yüce Allah’a itaat etmek gibi farz biliriz. Onların islah olmaları ve düzelmeleri için dua ederiz.



Sünnete ve ehli sünnet cemaatine uyar, ayrılıktan, ihtilaftan ve parçalanmaktan kaçınırız.



Adil davranan ve emanete riayet edenleri sever, zulüm işleyen ve emanete hainlik edenlere kalben kin besleriz.



Bilinmesi bize karışık ve güç gelen şeyler hususunda Allah daha iyisini bilir der ve öylece inanırız.



Hadisi şerifte anlatıldığı gibi yolculukta ve mukım iken mestler üzerine meshetmeyi caiz görürüz.



Hac ve cihad müslümanların imamlarından ister iyi, ister facir olsun ulülemir ile birlikte kıyamete kadar devamlı yapılacak olan iki farzdır. Bu iki farz ibadetini hiç bir şey iptal edemez ve kaldıramaz.



Kiramen katibin meleklerine ve Allah’ın onları üzerimize koruyucu ve yaptıklarımızı yazan şerefli varlıklar olarak tayin ettiğine iman ederiz.



Bütün canlıların ruhlarını almakla görevlendirilmiş olan ölüm meleğine iman ederiz.



Hak edenlerin kabir azabı ve nimetini göreceğine; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hadisleri ile ashabından (radiyallahu anh) gelen haberlere göre ölüye kabrinde Münker ve Nekir meleklerinin kişinin Rabbinden, dininden ve peygamberinden süal soracağına da iman ederiz.



Kabir ise ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.



Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet günü amellerin karşılığının verileceğine, dünyada yapılan amellerin sunulacağına, hesabın görüleceğine, amel defterinin okunacağına, sevaba, azaba, Sırata ve Mizana iman ederiz.



Cennet ve cehennem yaratılmış olup ebediyyen sona ermez. Allah cennet ve cehennemi mahlukattan önce yaratmıştır. Bu ikisine girecek olanları da yaratmıştır. Öyleyse bu kimselerden dilediğini fazileti ile cennete atar dilediğini de adaleti ile cehenneme atar. Zaten insanlardan her biri kendileri için takdir edilmiş bulunan cennet yahut cehennemi hak edecek olan işleri yaparlar.



Hayır ve şerde önceden kullar hakkında takdir ve tayin olunmuştur.



Fiilin meydana gelmesi için gerekli olan istitaat (yani kudret ve kuvvet) fiil ile beraber bulunur. Bu istitaat fiiilin meydana gelmesi için kesin başarı açısından söz konusu olup bununla mahlukatın vasfolunması caiz değildir. Fakat sıhhat, güç, fiile elverişli durum ve azaların sağlam oluşu cihetinden söz konusu olan istitaat fiilden önce bulunur. Kişiyi sorumlu tutan hitap ta bunlara bağlıdır. Nitekim Yüce Allah:



“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği ile mesul tutar.” buyurmuştur. (Bakara: 2/286)



Kulların fiilleri Allah’ın yarattığı şeyler olup kullar açısından da kendilerine mal ettikleri işleridir.



Allah Teaala kulları ancak güç yetirebilecek şeylerden sorumlu tutar. Onlar da Allah’ın kendilerini muktedir kıldığı şeylere güç yetirebilirler. Bu da (la havle ve la kuvvete illa billah) “Güç ve kuvvet ancak Allah’tan dır” sözünün tefsiridir. Allah’a isyan etmekten korunmak için hiç bir kimsenin Allah’ın yardımından başka ne bir kudreti ne bir hareketi ve ne de bir çaresi mevcut değildir. Yine bir kimsenin Allah’a itaat etmesi ve itaatinde devam etmesi için Allah’ın muvaffak kılmasından başka bir kudreti yoktur.



Her şey Allah Teala’nın dilemesiyle, ilmi kazası ve kaderi ile meydana gelir. Allah’ın dilemesi her türlü dilek ve iradeye üstün çıkar. Yine onun kazası her çeşit hile ve çareye galip gelir. Allah dilediği şeyi yapar ve ebediyyen de zalim değildir. O her türlü kötülük ve zulümden uzaktır. Her çeşit ayıp ve kusurdan beridir. Allah yaptıklarından sorumlu değildir; kullar ise yaptıklarından sorulacaklardır.



Sağ olanların yaptıkları dua ve verdikleri sadakalarında ölüler için fayda vardır.



Allah Teaala duaları kabul eder ve ihtiyaçları giderir.



Allah her şeyi mülk edinir. Buna karşılık hiç bir şey Onu mülk edinemez. Allah’a göz açıp yumacak kadar bir zaman için bile ihtiyaç duymamak olacak şey değildir. Kim Allah’tan bir an bile müstağni kalacak olursa küfre girer ve hüsrana uğrayanlardan oluverir.



Allah Teala hem gazaba gelir kızar ve hem de razılık gösterip hoşnut olur. Fakat Onun kızması ve razı olması insanlardan hiç birininkine benzemez.



Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabını sever onlardan hiç birinden uzaklaşmaz ve sevgisinde de aşırı gitmeyiz.



Onlara buğz edenlere ve onları hayır dışında bir şeyle ananlara biz de buğzederiz. Biz Sahabeyi ancak hayırla yadederiz. Onları sevmek din, iman ve dinde samimiyet; onlara buğzetmek ise küfür, münafıklık ve azgınlıktır.



Allah Rasulünden sonra hilafetin ümmet-i Muhammedin en faziletlisi ve en önde geleni olarak Ebu Bekir’e (radiyallahu anh) ait olduğunu, ondan sonra Ömer b. el-Hattab’a (radiyallahu anh) ondan sonra Osman b. Affan’a (radiyallahu anh) sonra da Ali b. Ebi Talib’e (radiyallahu anh) ait olduğunu kabul ve beyan ederiz. Bunlar Hulefa-i Raşidin ve insanları doğruya ve hidayete erdiren imamlardır. Allah hepsinden razı olsun.



Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in cennetlik dediği ve cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın şehadeti üzerine cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın şehadeti üzerine cennete gireceklerine şahidlik ederiz. Bu konuda Peygamberin sözü haktır. Bu on kişi de şunlardır: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d, Said, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır ki O bu ümmetin eminidir. Allah hepsinden razı olsun.



Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı ezvac-ı tahiratı (temiz zevceleri) ve zürriyetleri hakkında güzel söz söyleyen nifaktan uzak durmuş demektir.



Sahabe Tabiun ve onlardan sonra gelen hayır ve eser sahibi fıkıh ve düşünce ehli olan selef alimleri de ancak güzellikle yadedilirler. Kim onları kötülükle anarsa doğru yoldan çıkmış demektir.



Evliyadan hiç birini peygamberlerden (aleyhisselam) hiç birine üstün tutmayız. Bize göre bir tek peygamber bütün velilerden daha üstündür.



Evliyanın kerametlerinden ve güvenilir ravilerden ulaşan rivayetlerine ait şeylere iman ederiz.



Deccal’in çıkmasına, İsa (aleyhisselam)’ın gökten inmesine iman eder ve yine kıyamet alameti olarak güneşin batıdan doğacağına ve Dabbetü’l-Arz’ın yerinden çıkacağına inanırız.



Kahin ve müneccim ile kitap sünnet ve icmai ümmete muhalif herhangi bir şey iddia edenleri asla tasdik etmeyiz.



Birliği ve beraberliği hak görür parçalanmayı sapıklık ve azap olarak görürüz.



Gök ve yerde Allah’ın dini tektir o da İslam dinidir. Nitekim Allah Teala: “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır” (Al-i İmran, 3/19) ve yine “Din olarak size İslam’ı seçtim.” (Maide, 5/3) buyurmuştur.



İslam Dini, ifrat ile tefrit, Allah’ı mahlukata benzetme inancı ile Allah’ın sıfatlarını inkar etmenin; Cebriyye ile Kaderiyye ve aldırmayacak kadar emin davranma ile ümititsizlik arasında orta bir yoldur.



İşte gizli ve açık olarak dinimiz ve itikadımız bundan ibarettir. Biz, buraya kadar söylediğimiz ve açıkladığımız inanç esaslarına aykırı düşünenlerden uzağız.



Allahu Teala’dan İslam üzerine devamlı kalmamızı ve son nefesimizi İslam ile yaşamamızı diler, bizleri çeşitli batıl arzulardan, yanlış fikirlerden, Müşebbihe, Mutezile, Cehmiyye, Kaderiyye’ye sapıp Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in dışına sapmaktan korumasını niyaz ederiz. Biz onlardan uzağız. Onlar, bizce sapıktırlar. Ve kabule şayan değillerdir.



Batıldan korunmak ve Hak yolda muvaffak olmak Allah’tandır.[229]