Diğer İmamlar Ve Ümmet'in Selefinin İtikad Birliği:

Sadece dört imam değil, tüm imamlar ve ümmetin selefi aynı hak itikat üzeredirle. Çünkü onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alan sahabenin mezhebi üzeredirler. “Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine idiler. Çünkü onlar vahiyi ve sahabe olma şerefini idrak etmişlerdir”[125]



İtikatlarını tek bir kaynaktan, vahiy kaynağından aldılar. Başka maddeler ile bu temiz kaynağı kirletmediler. Bu nedenle: “Allaha hamd olsun ki İsimler, Sıfatlar ve Fiiller meselelerinden her hangi bir mesele üzerinde kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir. Bilakis Kitab ve Sünnet’in ifade ettiği her hususu ispat etmişlerdir....”[126] Ümmet’in geri kalan selefi ve imamları da ihsan üzere onlara tâbi olmuşlardır.



Madem ki durum böyle, o halde bilinen ve üzerinde ittifak bulunan bu konuyu niçin gündeme getiriyoruz?



Ben derim ki: Bu hakikatin bazı insanlar tarafından görülmesini engelleyen birtakım belirsizlikler zuhur etmiştir. Öyle ki bazıları fıkhî mezheplerin çeşitliliğinin itikatta da çeşitlilik gerektirdiğini sanmışlardır.[127] Hatta 7. yy. da bazı kimseler imam'a gelerek O'na itkatları muhtelif olan iki kişinin durumunu ve kendisinin itikadını sordular. İmam (radiyallahü anh) bu soruya şöyle cevap verdi:



“Şafii (radiyallahü anh) ve Malik, Sevrî, Evzaî, İbn Mubarek, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh gibi selefin itkatları Fudeyl b. Iyad, Ebu Süleyman ed-Daranî, Süheyl b. Abdillah et-Tusterî'nin ve diğerlerinin itikatları, kendilerine tabi olunan imamların itikatlarıyla aynıdır. Bu imamlar arasında usulu’d din hususunda herhangi bir tartışma veya ihtilaf yoktur.



Ebu Hanife (radiyallahü anh)’ninde itikadı aynıdır. Tevhid, kader vesair meselelerde O da yukarıda ismi geçen imamlarla aynı itikadı paylaşmaktadır. Tüm bu imamların itikatları sahabe ve ihsan ile onlara tabi olanların itikatlarının aynısıdır. Ki bu da Kitap ve Sünnet’in dile getirdiği itikattır”[128]



Ümmet tarafından kabul gören hiçbir alimin bilerek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in en küçük bir sünnetine dahi muhalefet etmesi mümkün değildir. Çünkü onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ittibanın vacip olduğu ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışında herkesin sözünün kabul ve red edilebileceği hususlarında tam bir yakin üzeredirler.[129]



İmamların, kendi sözlerinden ancak Kitab ve Sünnet’e uyan sözlerin alınabileceği ve asıl olanın Allah ve Resulü’nün sözü olduğu yönünde sayısız ifadeleri mevcuttur.



İmam Malik(radiyallahu anh) şöyle dedi:



“Ben her beşer gibi hata ve isabet edebilirim. Sözlerime bakın, Kitab ve Sünnet’e uyanlarını alın ve o ikisine uymayan sözlerimi terkedin.”[130]



İmam Şafii’nin de şöyle dediği tevatüren sabittir: “Hadis sahih olduğu zaman benim sözümü alın duvara çarpın”[131] Diğer imamlardan da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.



Bu nedenle ilim ehli, bazı imamlardan sahih hadise aykırı bir söz geldiği zaman bunun mutlaka bir özrünün bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu özürler üç sınıftır:



1- O sözü gerçekten Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söylemiş olduğuna inanmamak.



2- O söz ile bizzat sözkonusu meselenin kasıt edilmiş olduğuna inanmamak.



3- Bu hükmün nesh edilmiş olduğuna inanmak.



Diğer özürler bu üç ana özürden kaynaklanmıştır.[132]



İmamlar bidat yoluna değil, ittiba yoluna tabi oldular. Onlar kendilerine örnek ve lider olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i seçtiler. Bir kul Allah’ın azabından ancak şu iki şey ile kurtulabilir: Allah’ı birlemek ve gönderdiği elçiye uymak.



Müslüman Allah ve Resulünün hükmünden başka hüküm kabul etmez. Allah ve Resulünün emir ve haberlerini uygulamak ve tasdik etmek için şeyhinden, imamından veya büyük kabul ettiği kimselerden izin almaya gerek görmez. Şeyhinin veya imamının sözlerine uymayan nasları tevil ve tahrif etmeye kalkışmaz. Kulun Rabbinin huzuruna -şirk hariç- tüm günahlarla gitmesi, böyle bir şeyle gitmesinden daha hayırlıdır. Müslümana düşen sahih bir hadis duyar duymaz onu sanki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dilinden dinliyormuş gibi hemen gereğini yerine getirmektir. Yoksa başkalarının görüşlerine uygun düşmüyor diye bu nasları tevil etmek değil. Bilakis başkalarının sözleri naslara uymadığı zaman reddedilmelidir. Makul denilen bir hayal için Allah Resulü’nün sözleri terkedilemez. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri, kim olursa olsun hiç kimsenin tasdiğine tabi tutulamaz.



Vacib olan, haber verdiği şeyleri tasdik ederek, emrettiklerine uyarak, yasaklarından sakınarak ve Allah’a onun gibi ibadet ederek tam anlamıyla Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim olmaktır.[133] Nasıl ki “La ilahe illallah” şehadetinin gereği Allah’ı rububiyeti, uluhiyeti, isim ve sıfatları ile birlemek ise; “Muhammedu’r Resulullah” şehadetinin gereği de budur. İşte Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e ittiba ve teslim olmanın en mükemmel şekli budur. Ki kendilerine uyulan İslam imamlarının O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) uymadaki halleri böyle idi. “Allah’ın onlara ikram ettiği en büyük nimetlerden birisi de Kitab ve Sünnet’e sarılmalarıdır. Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanların üzerinde ittifak ettikleri temel usulden biri de, rey, zevk, makul, kıyas ve saire hangi nedenle olursa olsun Kur’an’a aykırı hiçbir görüşü kabul etmemektir. Onlar kesin deliller ve kati ayetlerle yakinen biliyorlardı ki Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) Hak Din ve Hidayet ile gelmiştir ve Kur’an en doğru yola iletmektedir”[134]



İmamların usulü ve temek ölçüleri budur. Onlar dindeki imamet derecesine Seyyidu’l Mürselin (Gönderilmişlerin efendisi)’nin çizgisini takip ederek nail oldular. Bu nedenledir ki:



İmam el-Lalkaî “Şerhu Usuli İtikadî Ehli’s Sünnet” isimli değerli eserine koyduğu ilk başlık şudur: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dan sonra sünnet, davet ve istikamet çizgisinde yürüyen imamlar”. Müellif bu başlık altında sahabe ve onlardan sonra değişik İslam ülkelerinde değişik zamanlarda yaşamış bir grup imamın isimlerini zikretmiştir ki bunların tamamı hakka tabi, hak üzere müttefik ve toplanmış imamlardır. Zaten dindeki imamet derecesine de bu özellikleri sayesinde nail olmuşlardır.



Fakat mademki itikat konusunda ümmetin selefi ve imamları Allah ve Resul’ünden aldıkları şekliyle aynı itikat üzere iseler, o halde bazı imamlar niçin bu konuda daha öne çıkmakta ve ehli sünnet mezhebi -bazen- onlara nisbet edilmektedir?



Bu soruyu şu şekilde cevaplayabiliriz: