ÂHİRETE İMAN

"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir. Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır. İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında kullanılmıştır. Dünya, canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir. Bu kelimeler bazen "dâr=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır[280], Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi. Bazen de tek başına kullanılır.[281] Dünya, yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir.



Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak[282], Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır.[283] Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele saati"[284] ve "Kıyamet Günü"[285] diye adlandırır. Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabirlerinden kaldırılacak ve "Mahşer" denilen düz bir sahada[286], hesabı süratle gören Allah'ın[287] huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını[288] vermek üzere toplanacaklardır.[289] Hesapların görülmesinden sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir.



İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tükenmez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret Alemi" denir.



Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din[290] olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet[291] ve hadisle[292] ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır.



Ahiret Günü denilince;



1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi.



2- Ahiret hayatının başlaması.



Ahiret hâdiseleri denilince de;



a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi, kabir hayatı.



b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabirlerden kalkıp mahşer meydanında toplanması.



c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması.



d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması.



e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat köprüsünden geçiş.



f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet



g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem



i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı



h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir. İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde ele alınması gereken konulardır. Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır. Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir.



Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü"[293] ve "Gayb Âlemi"[294] olarak isimlendirir .



Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb denir. Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir. Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz. O, gayb ve şehâdet âlemini bilir.[295] Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren; görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar. Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:



1- Bir kısmının delili yoktur. Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir. "Gaybın anahtarları Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez." (el-En'âm: 6/59)



2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir. Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler gibi. Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir. Onlar da ümmetlerine bildirirler. Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler. Mümin zaten inanan insan demektir. Bu haberlere inanmamak ise küfürdür. Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir.



Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır. Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır. Sonradan meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs. bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir. Bu tür hâdiseler insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir.



Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla aykırı değildir. Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette kadirdir. İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir.



Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:



"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O'na daha kolaydır..." (er-Rûm: 30/27)



"Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir." (Yâsin: 36/79)



Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir.



İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir benzetmedir:



"O’dur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O'nadır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir." (el-En'âm: 6/60)



Kur'an-ı Kerim, kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle buyuruyor:



"O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titretir ve kabarır. Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir." (Fussilet: 41/39)



El-Hacc: 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır.



Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:



"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler." (el-Mümin: 40/57; en-Naziât: 79/27, 33; Yâsin: 36/79, 81).



İnsanın boşuna yaratılmadığını[296]; başıboş terkedilmediğini[297], her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini bildiren[298] ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler.



Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının karşılığını görmeleridir. Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır. Öbür dünya ise, yapılanların karşılığının görüleceği yerdir.[299]



İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış içindedirler. Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir. Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük. Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı. Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu. Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır;



"İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (et-Teğabun: 64/7, en-Nahl: 16/30-40)



Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir. Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır. Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan birisidir. Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez.[300]



Hz. Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın. Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam."



Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür. Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği mükâfatla karşılanır." (el-İsrâ: 17/19).



İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır. Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır. Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar. Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını bildirmektedir. Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir. Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor. Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor. Zira ahirete iman insana büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor. İnsan dünya hayatında yaptığı bütün amellerinin karşılığını o gün görecektir.



"Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir." (Zilzâl: 99/7-8)



Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır. Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar.



Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder:



"Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o vak'a olmuştur. Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır. Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır. O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz. Sizden hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten. " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede, devşirmesi kolay (meyveleri yakın). “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için. "



Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi. Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım. Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı. Malım bana hiçbir fayda vermedi. Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı). (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu. Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu. Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu. Bugün onun için candan bir dost yoktur. İrinden başka yiyecek yoktur. Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez." (el-Hakka: 69/13-37)



Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir. Herkesin toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği[301], kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey ödeyemediği[302] ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı[303], dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu[304] o ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder.



"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır." (el-Haşr: 59/18) [305]



Mü’minlerin akidelerini teşkil eden iman esaslarından birisi de “ahiret gününe inanmak”tır. Kur’an, bizden gaybi olan ahiret alemine yakinen, (kesin inançla) inanmamızı istemektedir. İsrafil (a.s.) birinci defa sura üfürdüğünde kıyamet kopacak, her şey yok olacaktır. İkinci defa üfürdüğünde ise herkes dirilecektir. İnsanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyyen devam edecek olan zamana ahiret denir.



“Sonra siz kıyamet gününde muhakkak diriltileceksiniz.” (Müminun: 23/16)



“Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar, ahirete de kesin inanç ile inanırlar.”  (Bakara: 2/4)



Ahiret gününde dünyada kim ne işlemişse karşılığı tam olarak verilecektir. Bir ayet-i Kerimede şöyle buyuruluyor:



“Kafirler öldükten sonra hiç dirilmeyeceklerini zannederler. Ey Muhammed! De ki, Hayır! Rabbime yemin ederim ki öldükten sonra yeniden dirileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allah’a çok kolaydır.”  (Teğabün: 64/7)           



Her şey gibi dünyanın da bir sonu vardır. Bir gün gelecek her yaratılan şey gibi dünya da yok olacaktır. Her şey yok olduktan sonra insanlar Allah’ın emriyle tekrar dirilecektir. Herkes dünyada işlediğinden sorguya çekilecek, her yaptığının karşılığını görecektir. O gün insana iman ve salih amelden başka hiç bir şey fayda vermeyecektir. İslam’ı seçen ve gereklerini yerine getirenler cennete; batılı seçenler ise cehenneme gidecektir.



“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman;



Yıldızlar düşüp söndüğü zaman;



Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;



Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman;



Denizler kaynaştırıldığı zaman;



Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman;



Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;



Amel defterleri açıldığı zaman;



Gök yerinden oynatıldığı zaman;



Cehennem alevlendirildiği zaman;



Cennet yaklaştırıldığı zaman;



İnsanoğlu ne yaptığını görecektir.” (Tekvir: 81/1-14)



Ahiret alemine iman, Kur’an’da çoğunlukla Allah’a imandan hemen sonra zikr edilmektedir. Yani Allah’a iman ile ahirete iman birbirine bağlı olarak ifade edilmiştir. Biri başlangıç, öbürü ise sonuç. Çünkü yapılan her amel, her iyilik, işlenen her suç, çiğnenen her emir ve reddedilen her hükmün karşılığı ancak o adil mahkemede hallolunacaktır. O mahkemede hiç bir şey karşılıksız bırakılmayacaktır.



“Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükafatını görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal: 99/7-8)



Evet, dünya bir imtihan yeri, ahiret de o imtihanın değerlendirileceği bir başka yerdir. O yerde Allah’tan başka  hiç bir yardımcı, O’nun izni olmadan hiç bir şefaatçı bulunamaz. Artık bütün işlemler bitmiş ve bütün hesaplar neticelendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu manzarayı şöyle dile getirmektedir: 



“Bir de öyle bir azab gününden sakının ve korunun ki, o günde (kıyamette) hiç bir kimse, hiç bir kimse adına bir şey ödeyemez. Kimseden şefaat da kabul edilmez. Azabdan kurtulmak için kimseden bedel ve karşılık alınmaz. O kafirlere yardım da yapılmaz.” (Bakara: 2/48)



Mü’minler bilmelidir ki, o gün mesuliyet ferdîdir, hesaplar şahsidir. Herkes kendi nefsinden sorumludur. Hiç kimse başkasının günahını taşıyamaz. Hiç kimse kimseyi kurtaramaz.



Ahirete iman, mü’mine, mutlak adalete dayanan ferdî mesuliyeti yükler. Bu prensip, mü’mine, kendi değerini öğreten ve iç aleminde uyanıklığı hakim kılan en kuvvetli bir prensiptir. Ahirette mü’mini kurtaracak, onu himaye edecek ancak salih amelidir. Hiç bir fidye onu küfür ve masiyetinin cezasından kurtaramaz. Bunun içindir ki, ahirete  imanın,  mü’minin  hayatında  büyük  bir  etki  edeceği  kaçınılmazdır.  Öyle  ise  mü’min, bütün hazırlık ve çalışmasını ahirete yönelik yapmalıdır. İslami çalışma ve ibadet hayatında bunun dışında hiç bir menfaat beklememelidir. Çünkü, icraatında başkasını ortak eden (yani, Allah’tan başkası için ibadet edip, başkaları takdir etsin diye kulluk yapan) ahirette de kimi ortak yapmış ise, ecrini ondan isteyecektir.  Ahirette Allah’dan başkası mükafat ve ceza veremeyeceğine göre, o halde mü’min Allah’tan başkası için kulluk yapamaz.



Ahirete iman, insanoğlunun başıboş olmadığını, lüzumsuz yere yaratılmadığını, kendi heva ve hevesiyle baş başa bırakılmadığını insana öğretir. Bu akide, ameli karşılığı ile birleştiren bir inançtır. Bu inanç, insaanoğluna kesin olarak bildiriyor ki, mutlak bir adalet kendisini beklemektedir. Mü’min bu inanç sayesinde hesap ve adalet gününe kendini hazırlar.



Bu inanç, mü’min ile kafiri birbirinden yaşantı itibariyle de ayırır. Mü’min, ahirete inandığı için dünyayı bir imtihan yeri olarak kabul eder ve çalışmasını da ona göre yapar. Kafirler ise, ahirete inanmadıkları için, hayatı sadece bu dünyadan ibaret sayar ve çalışmasını da hep bu dünyaya ait kılar. Böylece onlar, ahirete eli boş olarak gider ve orada onlara sadece ateş arkadaşlık eder. Başka yardımcıları yoktur onların.



Ahirete iman, onun için çalışmayı da beraberinde getirir. Yani ahirete inandığını iddia eden herkes, çalışmasını ona göre yapmalıdır. Allah’a ve ahirete inanıp mü’min olduğunu iddia eden kimse, karşısındaki kim olursa olsun, onun sevgisi Allah’adır, Rasülünedir ve mü’minleredir. Kalbinde diğerlerine en ufak bir sevgi besleyemez. Allah’ın mü’minlerden istediği budur.[306]



İnsanın, bir şeyin kârını ve zararını düşünmesi fıtrattandır. Bu âlemden başka âlem tanımayan kimse, yalnızca bu dünyadaki kârı ve zararı düşünür; dünyevî faydalar beklemediği hiç bir işe yanaşmaz. Fakat, ahiret gününe  inanan kimse, dünyevî fayda ve zararlara pek aldanmaz. Çünkü onun bütün kazancı ahirete yöneliktir. O mükafatını sadece Allah’tan bekler. Ona hayırlı bir iş götürüldüğünde, madden kaybedeceği bir şey olsa bile onu kaçırmamaya çalışır. Karşısına kötü bir iş çıktığında da, maddi faydası ne kadar olursa olsun ondan kaçınır. Kısaca mü’min ahirete yönelik çalışmalarda bulunarak, geçici dünya menfaatının para, servet, mal, mülk, mevki, şöhret gibi aldatıcı meta’larına aldanmaz. O bilir ki, dünya üzerinde bulunan bütün varlıklar, tüm dünyevi faydalar geçicidir; günün birinde hepsi yok olup gidecektir.



Yine insan,  günün birinde, güneşin soğuyup bütün enerjisini kaybedeceğini, yıldızların dökülüp yok olacağını ve bütün kainatın altüst olacağını yakinen bilmelidir. Kıyametten sonra da insana yeni baştan hayat bahşedileceği, insanların bu dünyadaki fiillerinin kayıtlar altında tutulup, kıyamet gününde ortaya konulacağı, kıyamette herkesin Allah tarafından hesaba çekileceği, bir kısım insanların (iman ve amel-i salih sahiplerinin) Cennet’e; bir kısım insanların (isyankarların) da Cehennem’e gireceğini yakinen bilir ve inanır.



Kur’an-ı Kerim’de Cennet ve Cehennem ehlinin tasviri şöyle yapılmaktadır:



“Kıyamet gününde birtakım yüzler ak, birtakım yüzler de kara olacak. O vakit yüzleri kara olanlara şöyle denilecek: ‘İmanınızdan sonra küfrettiniz ha.. İşte o küfrün cezası olarak tadın azabı.’ Ama yüzleri ak olanlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada (Cennet’te) ebedi olarak kalacaklardır.” (Al-i İmran: 3/106-107)



Mü’min ahirete iman ederken, bunu sözde bırakmayarak ahiret için ne gerekirse onu yapar, çünkü ahiret mutluluğunu kazanabilmek için önceden ahirete yönelik gayret ve çalışmalarda bulunur. Çünkü Alah Teala şöyle buyurmaktadır:



“Kim de mü’min olduğu halde ahireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra: 17/19)[307]