Cuma Namazının Edasının Şartları:

Şimdi cum'a namazının edâsı için geçerli şartlar üzerinde duralım:



Birinci Şart: Cum'a namazını kıldıracak kimse; mü'minlerin ulû'l-emri (sultanı, imamı, vs.) veya onun izin verdiği kimse olmalıdır. Hz. Câbir (ra)'den rivayet edilen hutbede Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim benim hayatımda veya benden sonra, âdil veya câir bir imamı (ulû'l-emri) olduğu halde cum'a namazını, hafife alarak veya vücûbunu inkar ederek terk ederse, Allah (cc) onun dağınık işlerini toplamasın, iki yakasmı bir araya getirmesin"[85] buyurduğu malûmdur.[85] Akaid kitaplarında, halife ile cuma namazı arasındaki münasebet izah edilmiştir. Bütün akaid kitapları hanefi fûkahası tarafından kaleme alınmadığına göre, bunun mezhebi bir tavır olarak nitelendirilmesi yanlıştır. Kaldı ki "Dört şey imâmın (ulû'l-emr'in) hakkıdır: Hadd cezalarını tatbik etmek, ganimetleri mücahidler arasında taksim etmek, cum'a namazını kıldırmak ve zekâtı toplamak"[85] hadisinde de aynı muhteva mevcuttur. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafımdan yayınlanan Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi isimli eserde: "İmamı Azam Ebû Hanife (rha)'nin kavline göre devletin (Ulû'lmr'in) izni olmadıkça cum'a namazı sahih olmaz. İmam-ı Mâlik ve Şafi ve Ahmed'e göre, izinsiz kılmamak müstehap ise de kılmakta sıhhate mâni bir şey yoktur..."[85] denilerek, konunun bütün müctehidlerce gündeme getirildiğini kaydetmektedir.



Bahsin devamında da ûlû'lemr'in izni konusunun sünnete dayandığı izah edilmiştir. Şimdi âdil ve câir imam kavramlarını izah edelim: Âdil imam; hem kendi nefsinde, hem de insanlar arasında, İslâmî hükümleri tatbik eden, bey'at sonucu müslümanlar üzerinde tasarrufu ammeye hak kazanan kimsedir. Başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (Allah kendilerinden razı olsun) âdil imama misâldir. Cair imam ise; gerek kendi nefsinde İslâmî yaşamaması, gerekse bey'at sonucu olmadan (kuvvet kullanarak) iktidara gelmesiyle tanınır. Zulmû ile meşhur olan sultanların hepsi câir imam durumundadır. Âdil ve câir bir imam yoksa durum ne olur? Mezahib-i Erbaa'da bu sualin cevabı şöyle verilmiş: "Eğer ulü l-emrin izni olmazsa, cum'a münâkid olmaz. İnsanlara öğle namazı farz olur."[85] Tabi bu hüküm, hanefi fukahasına tahsis edilen bölümde yer almıştır. Şimdi Türkiye'de cum'a namazının edâsı için ulû'lemrin izni mevcut mudur? sualine cevap arıyalım. Birinci Büyük Millet Meclisinde cum'a namazının edâsı konusu; hilâfetin ilgası sırasında gündeme gelmiştir. Seyyid Bey; bu konu ile ilgili bir kitap kaleme almış ve Hz. Ali (ra)'nin hilâfetinden sonra, krallığın gündeme girdiğini iddia etmiştir. Dolayısıyla krallıklar döneminde, cum'a namazının kılındığını hilafetle cum'anın ilgisi olmadığını, kendi uslûbuna göre izah etmiştir. Bu tartışmalar; 16 Şubat 1933 tarihli; Mustafa' Kemal'in emri ile; izin talebinde bulunan bütün cemaatlere (köy veya şehir) cum'a için müsaade edileceğinin tamim edilmesi üzerine kesilmiştir. O tarihten sonra 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1972 ve 12 Eylül 1980 askerî müdahaleleri (ki hepsi de cum'a gününe rastlamış ve sokağa çıkma yasağı yüzünden cum'a namazı kılınamamıştır) sonucunda; Mustafa Kemal'in vermiş olduğu izin kaldırılmamıştır. Şu anda milyonlarca cum'a cemaati, Mustafa Kemal'in izni ve onu takip eden yönetimlerin tasvibiyle toplanmaktadır.[85] Bazı çevreler ısrarla Mustafa Kemal'in: "Hilâfeti ilga ettiği ve şer'i kanunları kaldırıp, modem kanunları getirdiği için" İslâm'a inanmadığını (tabiî gizli olarak) savunmaktâdırlar. Ancak aynı çevreler; 16 Şubat 1933 tarihinde Mûstafa Kemal Atatürk'ün emri ile verilen izinle cum'a namazını edâ etmektedirler. Firaset sahibi her insan kabul eder ki; bu çevrelerin iddiaları ile amelleri arasında korkunç bir tezat vardır. Eğer iddialarında samimi iseler, kendileri gibi düşünenler arasından "Cum'a imamı" seçerek, namazlarını edâ etmek zorundadırlar!.. Ancak tezatlarını iftira, dedikodu, yaygara ve imzasız (teksir edilmiş) ilmî (!) mütalaalarla gizleme yolunu seçmektedirler.



İkinci Şart: Cum'a namazının edâsı için; mısr (şehir) veya civarında mûkim olmak!.. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir mükellefe ne cuma namazı, ne teşrik tekbiri, ne ramazan bayramı namazı, ne kurban bayramı namazı yoktur. Bunlar ancak toplayan şehirde (mûkim olanlara) vardır."[85] hadisini esas alan Hanefi fûkahası: "Cum'a namazı ancak şehirde (mısr) edâ edilir. Köylerde sahih olmaz" hükmünde müttefiktir. İmam-ı Merginanî: "Şehir öyle bir mevzidir ki, içinde haddleri ikâme eden ve hükümleri infaz eden bir emîri ve kadısı bulunur."[85] hükmünü zikreder. Bahsin devamında da; Kerhî'den ve Selcî'den gelen rivayetleri kaydeder. Feteva-ı Hindiyye'de "Zahirü'r rivayede şehir; kendisinde kadı ve müfti bulunup haddlerin ikâme edildiği ve binalarının da Mina binaları kadar olduğu yerdir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Hülasa'da ise; "İtimad bu kavil üzeredir" denilmiştir. Tatarhaniye'de de böyledir. Haddleri ikame etmenin mânâsı, bunu yapmaya gücün yetmesi, yetki ve selâhiyetin bulunmasıdır. Giyasiye'de de böyledir"[85] hükmü kayıtlıdır. Zayıf bir rivayet olarak, Selci'den gelen; nüfusla ilgili tarif (mukallid) bazıları tarafından "İslâmî hükümleri tatbikte gevşeklik zuhur etmiştir" gerekçesiyle tercih edilmiştir. Bazı fûkaha ise nüfus üzerinde durulmasını, haddlerin ikamesi için, belirli bir insan cemaatinin bir arada olmasına bağlamıştır. Usûl ûleması: "Zayıf kaville amel edilemiyeceği gibi, fetva da verilemez" hükmünde müttefiktir. Selâhiyetli bir ûlema heyeti tarafından hazırlanan Feteva-ı Hindiyye'deki hükümler, zayıf kavil sebebiyle terkedilmez. (Not: Bunu zikretmemizin sebebi; imzasız [iftira teksirinde] ilmî mütalaa (!) sahibinin vehimlerini ortadan kaldırmaktır.)



Üçüncü Şart: Cum'a namazının edâsı için, cemaat şarttır. Ferdî olarak edâ edilemez. Hz. Abdullah b. Amr (ra)'dan rivayet edilen hadisi şerif'te: "Cum'a namazı her müslüman üzerine, cemaat halinde kılınmak üzere vacip olan bir haktır." hükmü beyan buyurulmuştur. Bu hadisi şerif; Beyhaki, Ebû Davud ve Hâkim'de yer almıştır. İmam-ı Merginani: "Cum'anın şartlarından birisi de cemaattir. Zira, cum'a kelimesi, ictima'dan (toplanmaktan) türemiştir. Cemaatin en azı İmam-ı Âzam Ebû Hanife (rha) katında; imamette bulunan kimsenin dışında üç kişidir. İmameyn'e göre imamdan başka iki kişidir"[85] hükmünü zikreder. İmam-ı Şafii (rha), cum'a cemaatinin en az kırk kişi olması gerektiğini beyan etmiştir. Otuz dokuz kişi olsa cum'a sahih olmaz. Buradaki ihtilâf, cemaat kavramına dayanır. İmam-ı Şafii (rha) ilk cum'a namazının kırk kişiyle kılındığını esas almıştır. Hanefi fûkahası ise, sayının değil, cemaatin önemli olduğu üzerinde durur. Fakat bütün müctehid imamlar (sayıda ihtilâf etmiş olsa da) cum'a namazının cemaatle edâ edileceği üzerinde ittifak etmişlerdir. Yani ferdî olarak kılınamaz. (Not: İmzasız iftira teksirinde; ilmî mütalaa (!) sahibi, Hanefilerin bu konuda da yanıldıkları iddiasındadır. Diyor ki: "Hem bunca şart ileri sürülür, hem üç kişiyle olur mu?" Halbuki fetih sonucu bir belde ele geçirildiği zaman; o beldedeki zimmîler (gayri müslimler) kılıçtan geçirilmez. Orada İslâmî hükümler tatbik edilince darû'l-İslâm vasfı ortaya çıkar. Velev ki mü'minlerin imamının görevlendirdiği üç kişiden başka, bütün ahali gayri müslim olsun!.. İşte o üç kişi; fethedilen bu yeni beldede cum'a namazını edâ eder. Demek ki, yanılan Hanefi fûkahası değil, iftira sahibidir.)



Dördüncü Şart: Cum'a namazının edâsının şartlarından birisi de, öğle vaktinde kılınmasıdır. Cum'a namazının delili olan âyet-i kerime'de, "Cum'a günü" tâbiri umumi bir beyandır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Güneş meylettiği zaman insanlara cum'a namazını kıldırınız"[85] hadisi mücmel olan zamanın tefsiri hükmündedir.



Beşinci Şart: Cum'a namazının edâsının şartlarından birisi de izn-i âm'dır. İzn-i âm; mü'minlerin emirinin (ulû'l-emrin) insanlar için umumi müsaade vermesidir.[85] Cum'a namazının edâ edildiği caminin kapısının herkese açık olması esastır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Cemaat camiye toplanmış olsa ve caminin kapılarını üzerlerine kapatarak cum'a namazı kılmış olsalar, bu cum'a caiz olmaz"[85] hükmü kayıtlıdır.



Altıncı Şart: Cum'a namazının şartlarından birisi de mü'minlerin emirinin veya görevlendirdiği kimsenin hutbe okumasıdır. Bir kimse mü'minlerin emirinin izni olmadan hutbe okursa ve cum'a namazını kıldırsa "âsi ve bağy" hükmünde olur.[85] Çünkü bu fiilde, ümmetin velâyetine tecavüz vardır. Cum'a namazı için ulû'l-emr'in vermiş olduğu izin, aynı zamanda hutbe okuması için de izin sayılır. İbn-i Abidin: "İzin ancak mescid yapılırken şarttır: Bu sözün neticesi şudur: Sultanın izni ancak işin başında bır defa şarttır. O cum'ayı kıldırmak için bır şahsa izin verdi mi, o şahıs da başkasına, o da başkasına izin verebilir maksad sultan (ulu'l emr) bir camide cum'a kılınmasına izin verdi mi, artık orada her şahıs ve her hâtib cum'a kıldırmaya mezûndur., (Sultanın yahut sultan tarafından mezûn olan kimsenin iznine hacet yoktur) demek değildir Buna İbn-ı Çürubaş'ın Bahır'da nakledilen şu ibaresi de delâlet etmektedir: `Bunu öğrendikten sonra anlarsınız ki, zamanımızdâ yapılanlar, bir cami de cuma kıldırmak için sultanın izni aranır. Ve sultanın cami sahibine orada cum'a kıldırmak için izin vermesi, cami sahibinin de tayin edeceği hatibe izin vermesini sahih kılar. Artık bu hatib de icabında yerine başkasını geçirmeye mezûndur. Bunun hülâsası şudur Cum'a kıldırmak ancak vasıtalı veya vasıtasız olarak sultan (ulû'l-emr) tarafından me'zûn kimseye caizdir izin yoksa caiz değildir."[85] Bu metinde geçen hatıb ıstılâhı unutulmaya terkedilmiştir. "Hatıb", ıstılâhı; "Cum'a imamı" mânâsındadır. Hutbeden kinayedir meselenin kavranması için Şafi` fûkahasından `İmam Ebû'l Hasan el Maverdî'nin Ahkâmû's-Sultaniye isimli eserindeki şu hükümleri zikredelim. "Cum'a namazına imam tayin edilen kimse, beş vakit namazı kıldıramaz. Beş vakit namaza imam tayın edilen kimsenin cum'a namazını kıldırıp kıldıramıyacağı hakkında görüş ayrılığı vardır. Yalnız cum'a namazını başlıbaşına bır ibadet kabul edenlere göre, beş vakit namaza imam tayin edilen, cum'a namazına imam olamaz Cum'a namazını, o günün öğle namazına sayanlar, beş vakit namâz için tayin edilen imamın, cum'a imamlıği caizdir, derler "[85] Hanefi fûkahasına göre: cum'a namazı başlı başına bır ibadettir, öğle namazının bedeli değildir. Bu sebeple Osmanlı döneminde, "mescid imamları" ile "hatipler" (cum'a imamları) ayrı ayrı tayin edilmişlerdir. Günümüzdeki "Hâtibogulları" tâbiri de, bu maziyi hatırlatır!.. Cumhuriyet döneminde ise, bu iki görev birleştirilerek "imam-hatip" denilmiştir: Şimdi "filân caminin imam-hatibi" denilir.



Cum'a namazının edasının Şartları; meselenin ehemmiyeti sebebiyle, tarih boyunca titizlikle tartışılmıştır. Bir şehirde "tek bir yerde mi, yoksa müteaddid yerlerde mi kılınacağı" konusunda ihtilâf sebebiyle âhir-i zuhur (son öğle namazı) gündeme girmiştir.[85] Bazı fûkaha; 'bir şehirde tek bîr camide kılınacağını esas almış' ve: "Müteaddid yerlerde cum'a namazını kılmanın caiz olduğunu sahabeden ve tabiundan hiç kimse söylememiştir" diyerek konunun ehemmiyetini işaret etmiştir: Hanefi fûkahası; istilâ altında dahi mü'minlerin kendi içlerinden bir emir seçerek cemaat haline gelmelerini, seçtikleri emîrin kadı ve cum'a imamı tayin suretiyle İslâm'ın hükümlerini yaşamalarını tavsiye etmiştir.[85] Fakat hiçbir fakih; "müstevli kâfirlerin reislerine itaat ederek, küfür ahkâmına râzı olun ve rahatınıza bakın" dememiştir!.. Esasen böyle demesi de düşünülemez. Afganistan'ın istilâsından sonra, firaset sahibi mü'minlerin: "Babrak Karmal'ın ve onun gibî olanların izniyle cum'a namazı kılınmaz" demeleri, bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Bu hiçbir zaman, o beldelerde ikamet eden müslümanların, cum'a namazını terketmelerini, teklif değildir. Aksine kendi içlerinden emir seçerek, müstevlilere karşı cihad etmelerinin gerektiğini hatırlatmaktır. "Azimet" ve "ruhsat" hududlarını dikkate almayarak, aklî sebeplerle keyfî gerekçeler bulmak (dinde bid'at çıkarmak) büyük bir tehlikedir. Müctehid seviyesinde ilme sahip olmayan bir mü'min; sırf ilmî kudreti olmadığı için, bir müctehide ittiba eder: Bu onun üzerine vaciptir. Mükellefi, ittiba ettiği müctehid hususunda (ilmî bir delile dayanmadan) şüpheye düşürmek, İslâm'a hizmet değildir. Hele hele: "Efendim, ulû'l-emr'in izni meselesi sadece Hanefilerde var, diğerlerinde yok!.. Dolayısıyle cumhurun görüşü geçerlidir" gibi; usûl-i fıkıh açısından kabul edilemeyecek iddialar gülünçtür. Kaldı ki bu uslûp, ilmî kudrete haiz olmayan mukallid mü'minler tarafından benimsenirse, Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki bütün eserler (hadis mecmuaları da dahil) reddedilir. Bunun ortaya çıkaracağı vahim sonuçlar, biraz ilmi olan ihlâslı mü'minler tarafından kolayca tahmin edilebilir. [85]