Mücâhidlerin Özellikleri:

Bu güzel çalışmaları mücâhid yapar. O bir taraftan kendi hayatındaki kötülüklerle ve iblisle mücâhede ederken, bir taraftan da insanları isyana ve tuğyana (azgınlığa) götüren şartlar ve kişilerle mücâdele eder. İnsanların hidâyete ulaşmasının önündeki engelleri kaldırmayı çalışır. Bu iş zor, riskli, yorucu ve biraz tehlikelidir. O yüzden mücâhidlerin yaptıkları çalışmalar son derece değerli ve yücedir.



Allah yolunda ilk mücâhid olan ‘Muhâcir’ ve ‘Ensâr’ Allah tarafından övülmektedir: “Doğrusu iman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ve hicret edenleri (Muhacirleri) barındıranlar ve canlara yardım edenler (var ya) işte onlar birbirlerinin velisidirler (dostudurlar).” (8/Enfâl, 72). Böyle olanlar Allah’ın affına ve büyük bir rızka kavuşurlar (8/Enfâl, 74). Mücâhid, dünya çıkarı uğruna, şöhrete kavuşmak için, adını (namını) yüceltmek için veya soyunun adı duyulsun diye cihad etmez. O yalnızca Allah yolunda mücahâde eder (Ebû Dâvud, Cihad 26, hadis no: 2516-2517, 3/14).



Mücâhid, kendi hayatında ve toplum hayatında İslâm’ı yaşamanın önündeki engellerle, İslâm’ın ve İslâmî hayatın düşmanlarıyla, onları gerçek mutluluğa kazandırma amacıyla  mücâdele eden (çalışan) mü’mindir.[85]



Mücâhid; çaba sarfeden, tüm imkânlarını kullanarak belli bir hedefe varmak isteyen; düşmana karşı var gücüyle savaşan, dünyevî hiç bir menfaat beklemeksizin sırf Allah rızası için ve O'nun yolunda cihad eden kimsedir.



"Cihad" ve "mücâhid" terimleri birer İslâmî kavramdır. Dolayısıyla, bu kavramların ne mânâya geldiklerini, kimlerin bu kavramlarla nitelenebileceğini en iyi bilen Allâh ve Rasûlüdür. Cihadın Allah rızâsı için ve O'nun yolunda yapılması, İslâm'ın şart koştuğu bir husustur. Allah yolunda olmayan, O'nun rızâsını taşımayan tüm savaşlar, harcanan paralar ve sarfedilen gayretlerin cihad sayılamayacağı, bu tür mücâhedeye katılan kimsenin de mücâhid olamayacağı muhakkaktır.



"Ey iman edenler! Allah'tan korkun O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." (5/Mâide, 35);



"(Ey iman edenler!) Gerek hafif, gerekse ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır." (9/Tevbe, 41);



"Doğrusu, inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler (var ya) işte bunlar birbirlerinin dostudurlar." (8/Enfâl, 72);



"Îman edip hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler... İşte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır." (8/Enfâl, 74)



Bu ve buna benzer âyetlerin hemen hemen tamamında cihadın, Allah yolunda olması gerektiği vurgulanıyor. Bu da, cihadın ve mücâhidin ne mânâya geldiğinin açık bir delilidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den nakledilen bazı hadisler, mücâhid kavramına daha da bir açıklık getirmektedir. Şöyle ki; Ashâbtan biri Rasulullah (s.a.s.)'a gelerek; "Ya Rasûlallah! Dünya menfaatlerinden bir menfaat umarak Allah yolunda cihad etmek isteyen kişinin durumu nedir?" diye sorunca, Rasulûllah: "Onun ecri (sevabı) yoktur" diye cevap verir. Adam aynı soruyu iki kere daha sorar, her seferinde "Onun ecri yoktur" cevabını alır (Ebu Dâvûd, Cihad, 24).



Başka bir hadiste şöyle rivâyet edilir: A'râbînin biri Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Kimisi şöhret için, kimisi öğülsün diye, kimisi ganimet elde etmek için savaşıyor. (Bu konuda ne dersin?)" deyince, Rasulûllah: "Yalnızca Allah'ın Kelimesi üstün olsun diye savaşan kimsenin mücâhedesi Allah yolundadır, " diye cevap vermiştir (Ebû Dâvud, Cihad, 24). Cihadın İslâm dininde büyük bir ehemmiyeti vardır. Bu önemine binâen Cenâb-ı Allah, cihadı, kıyâmete kadar devam edecek bir farz kılmıştır. Bazılarının iddia ettiği gibi cihad, geçici bir zarûretten doğmuş değildir. Şayet cihad, müslümanların hayatında geçici bir zarûret olmuş olsaydı, Allah Teâlâ, Kitabullahın büyük bir ekseriyetini en kuvvetli ifadeleri kullanarak bu mevzûya tahsis etmez ve aynı şekilde, Rasulûllah'ın hadislerinde de en kuvvetli ifadeler ve en ısrarlı emirler cihad için sarfedilmezdi. Şayet cihad, geçici bir zarûret olsaydı, Allah'ın Rasûlü, kıyâmete kadar gelecek olan insanları ferd ferd içine alan şu hadisini irad etmezdi: "Kim cihad etmeden ve cihada niyet de etmeden ölürse, nifaktan bir şûbe üzerine ölmüş olur." (Mesâbîkü's-Sünne'den, Fi Zilâli'l-Kur'ân trc., III, 408).



Cenâb-ı Allah, öneminden dolayı cihadı farz kılmış ve gücü yeten her mü'mini bununla mükellef tutmuştur. Yüce Rabbimiz cihadı terk edenleri tehdit etmiş, kendi yolunda samimiyetle mücâhede eden mücâhidlere de büyük mükâfatlar vaadetmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, her iki gruba da yönelik vaad ve vaîdleri görmek mümkündür:



"Allah'a inanın, Rasûlü ile beraber cihad edin diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve; ‘bizi bırak, oturanlarla beraber olalım’ dediler. Geride kalan kadınlarla beraber olmağa râzı oldular. Çünkü onların kalplerine mühür vuruldu, dolayısıyla anlayamazlar." (9/Tevbe, 86, 87).



Cenâb-ı Allah, cihaddan kaçan böyle kimselerin, yaptıklarının mutlaka karşılığını göreceklerini şöyle dile getiriyor:



"Allah, içinizden cihad edip, Allah'tan, peygamberinden ve mü’minlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan kendi halinize bırakılacağınızı mı zannediyordunuz? Muhakkak Allah işlediklerinizden haberdardır." (9/Tevbe, 16).



"Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri açığa çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz?" (2/Bakara, 218).



"Andolsun ki, içinizden mücâhidlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve herbirinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." (47/Muhammed, 31).



Görüldüğü gibi Rabbimiz, mücâhidlerle cihaddan kaçanları, hattâ bu arada kendini mü'minmiş gibi göstermeye çalışan münâfıkları imtihan etmek sûretiyle ortaya çıkaracağını söyleyerek tehdit ediyor. Tâ ki saflar netleşsin, mü'min münâfık birbirinden ayrılsın, arada karanlık hiç bir nokta kalmasın. Zâhidlerden Fudayl İbn Iyaz bu âyeti okuyunca ağlar ve şöyle dermiş: "Allah'ım bizi imtihan etme! Çünkü Sen imtihan edersen biz rezil oluruz, sırlarımız ortaya çıkar ve azâba dûçâr edersin." (Seyyid Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'ân, XIII/402).



Cihad denilince akla ilk gelen şey savaş olmakla beraber, cihad kavramı, bundan çok daha kapsamlı bir mânâyı ihtivâ etmektedir. Allah yolunda canla, malla, söz ve kalemle yapılan mücâdelenin tümü cihad kapsamına girer. Bununla birlikte, canla ve malla yapılan cihad en kutsal cihaddır. Hakiki mânâda bir mücâhid de, böylesi bir cihadda bulunan kimsedir.



Rabbimiz, böylesi bir cihada katılan mücâhidlerle yerlerinde oturan mü'minlerin aralarındaki farkı şöyle dile getiriyor:



"Mü'minlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler bir değildir. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah, her ikisine de güzelliği (Cenneti) vaadetmiştir. Ama mücâhidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendi katından onlara dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah, Ğafûr'dur, Rahîm'dir." (4/Nisâ, 96).



Bu âyetler, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad eden müslümanlarla, mâzeretleri dolayısıyla cihada katılamayan müslümanları karşılaştırıyor. Malla ve canla mücâdele eden mü'minlerle, cihadı terkeden müslümanların eşit olamayacakları kaidesini koyuyor. Gerçi mü'min oldukları ve içlerinden cihada katılmayı geçirdikleri için, Cenâb-ı Allah, geçerli mâzereti olanlara da mükâfât vaadetmiştir, ama;



"Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerle, yerlerinde oturanlar asla bir değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından çok üstün kılmıştır." (4/Nisâ, 96).



Cihada katılmadıkları için kendilerinden, "yerlerinde oturanlar" diye bahsedilen müslümanların, haddizâtında mü'min oldukları, asla münâfık olmadıkları, âyet-i kerîmenin, "Bununla beraber Allah, her ikisine de cenneti vaadetmiştir" kısmından açıkça anlaşılıyor. Aksi olsaydı, Rabbimizin onlara cenneti vaadetmesi söz konusu olamazdı. Zeyd İbn Sâbit yukardaki âyetin nüzûlü ile ilgili olarak şunları söylüyor: "Mü'minlerden, Allah yolunda cihad edenlerle oturanlar bir değildir" âyeti nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanındaydım. Özür sahiplerini zikretmedi. Bunun üzerine İbn Ümmi Mektûm: "Nasıl olur? Ben görmeyen bir âmâyım" dedi. Tam bu sırada Rasûlullah'a, oturduğu yerde vahiy hali geldi. O da bacağıma dayandı nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, bacağımın üzerinde öyle ağırlaştı ki onu ezeceğinden korktum. Sonra bu hali geçti. Bana "Yaz" diyerek, "Özür sahipleri hâriç, mü'minlerden, Allah yolunda cihad edenlerle oturanlar bir değildir" âyetini yazdırdı.” (el-Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzül, Mısır 1968 s. 100).



Rasûlullah (s.a.s.), “mücâhid”lerin cennetteki makamlarını şöyle tasvir ediyor: "Cennette yüz derece vardır. Allah onları, kendi yolunda mücâdele edenler için hazırlanmıştır. Her iki derece arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki uzaklık gibidir. Siz Allah'tan istediğinizde Firdevs'i isteyin. Çünkü o, Cennetin tam ortası ve en yüce yeridir." (Buhârî, Cihad, 4). Abdullah İbn Mes'ud yoluyla nakledilen bir hadiste de, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilir: "Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun için bir derece mükâfât vardır." Birisi; "Ya Rasûlallah, derece nedir?" diye sorunca Rasûlullah: "Dikkat et, o senin ananın (evinin) eşiği değildir. Her iki derece arasındaki mesâfe yüz yıllık yoldur" diye cevap verdi. (Nesâî, Cihad 26)



Şu hadisler de Allah yolunda cihadda bulunan "mücâhid"lerin faziletlerinden ve üstünlüklerinden bahsetmektedir: "Allah yolunda cihad eden kimse, Allah'ın şu garantisi altındadır: Allah, ya onu mağfiretine ve rahmetine katar (şehâdetle) veya onu sevab ve ganimetle geri döndürür. Allah yolunda cihad eden kimsenin, dönünceye kadarki durumu; gevşeklik etmeksizin gündüzleri oruçlu ve geceleri ibâdete devam eden kimsenin durumu gibidir." (Buhârî, Cihâd, I; İbn Mace, Cihâd, 1). Rasûlullah (s.a.s.)'a soruldu: "Ya Rasûlallah, insanların hangisi daha faziletlidir?" Allah'ın Rasûlü şöyle cevap verdi: "Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir." (Buhârî, Cihad, 2). "Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir vakitte Allah yolunda (cihad için) bir kere yürüyüş, şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır" (İbn Mâce, Cihad 2). "Allah yolundaki toz ile Cehennem dumanı müslüman bir kulda toplanmaz." (İbn Mâce, Cihad, 9)



Hadislerden de anlaşıldığı gibi, mücâhidlerin üstünlüğü maddî ölçülerle ölçülemeyecek derecede büyüktür. Bununla beraber şu bir gerçektir ki; her müslüman aynı derecede cihada iştirak edemez. Önemli olan, her mü'minin gücü nisbetinde cihad etmesi ya da cihad edenlere destek sağlamasıdır. Mücâhidlerin geride kalan aile efradını gözetmek, cihada çıkan mücâhid geri dönünceye kadar aile efrâdının ihtiyaçlarını karşılamak da hemen hemen cihad kadar önemli bir görevdir. Allah Rasûlü buna işaret ederek şöyle buyurur: "Kim Allah yolunda savaşan bir gâziyi mükemmel bir şekilde teçhizatlandırırsa, o gâzi ölünceye veya savaştan dönünceye kadar (kazandığı) sevâbın bir misli onu teçhizatlandıran kimseye olur." (İbn Mâce, Cihad, 3). "Kim Allah yolunda bir gâziyi teçhizatlandırır veya geride kalan aile efradına bakarsa gazâ etmiş gibi olur." (Tirmizî, Cihad, 6); "Kişinin harcadığı dinarın/paranın en faziletlisi, onun çoluk çocuğuna harcadığı dinar, Allah yolunda bir at için harcadığı dinar ve kişinin Allah yolunda (savaşan) arkadaşlarına harcadığı dinardır." (İbn Mâce Cihad 4)[85]