Mücâhid; Cihad Eri Yiğit

“Mücâhid”, cehd kelimesinden türemiş bir kavramdır; cihad eden demektir. ‘Cehd veya cühd’ sözlükte, güçlük ve zorluğa katlanmak, gayret etmek demektir. Aynı kökten gelen ‘cihad ve mücâhede’ sözlükte, düşmana karşı savunma yapmak için zorluğa katlanmak demektir. Mücâhid, işte bu zor çalışmayı yapan, cihad ve mücâhede eden insandır. Din işlerinde, bilinmeyen birtakım meseleleri, bütün gücünü kullanarak, zorluğa katlanarak, sabırla çözmeye çalışma, sorumluluğu yüklenme nasıl ‘ictihad’ ise; iç ve dış düşmanların zararını savmak, onların saldırılarını önlemek için gücünü ortaya koymak, bu zor işi yapmak üzere gayret etmek, beşerî arzu ve isteklere karşı mücâdele vermek de cihad ve mücâhededir. Mücâhid, cihad ve mücâhede yapan insandır.



Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi cihad, başkalarına saldırmak değil, aksine başkalarından gelebilecek bir saldırıya karşı koyabilmenin, insanın mutluluğuna giden yoldaki engelleri kaldırmaya çalışmanın adıdır. Mücâhid, her ne sebeple olursa olsun, başkalarına saldıran değil; insanlarla İslâm’ın getirdiği mutluluk arasında bulunan engelleri kaldırma gayretinde olan, kendine, inancına, değerlerine ve vatanına yapılan saldırılara karşı koyan, kendi değerlerini korumak için çalışan insan demektir.



Cihad, aynı zamanda bir ibâdettir. Çünkü o, bir mü’minin kendi tattığı İslâmî mutluluğu başkalarına da taşıma işidir. Müslümanlar cihad faâliyetleriyle diğer din mensuplarının gönüllerini İslâm’a açarlar. Savaşların kayıpları ‘ölü’ olarak, cihadın kaybı ise ‘şehid’ olarak unvan kazanır. İslâm’ı ve müslümanları etkisiz hale getirmek, müslümanları kendi yönetimleri altına almak, sahip oldukları bütün zenginlikleri yağmalamak isteyenler, cihadsız bir din/İslâm(!)  istiyorlar. Böylece  saldırılarına ve sömürge isteklerine karşı koyabilecek bir iman gücü kalmaz, işleri daha kolay olur.



Cihad kavramı savaş (kıtal) kavramından daha geneldir. Birçok müslümana mücâhid denilebilir. O belki de düşmana bir kurşun bile atmamıştır. Ama onu bütün davranışlarında hak ve ihlâsa uymuştur. Haksızlıklardan ve kötü niyetlerden uzak durmuştur. Allah’a kulluk yolunda gevşeklik ve tembellik göstermemiştir. Allah’ın dini uğrunda çalışmış, gayretini göstermiş, fedâkârlık yapmıştır.



Allah yolunda cehd eden mücâhidlerin derecesi çok yüksektir. Allah (c.c.) onlara yüce bir makam verdiğini, onlara çok büyük mükâfat hazırladığını haber vermektedir. Onların yaptığı iş, öyle hafif bir iş değildir. Sıradan bir ibâdet de değildir. Onlar, her türlü zorluğu, meşakkati ve tehlikeyi göze alarak Allah yolunda çalışırlar. Zevklerinden, nefislerinin isteklerinden sırf Allah rızası için vazgeçerler. Allah’ı sevdikleri için, iblisin nefisleri okşayan, insanın hoşuna giden davetine uymazlar, onun kandırmalarına karşı direnirler. Allah’ın dini uğruna mallarını harcamaktan geri kalmazlar. Bu harcamayı gönül rızası ile yaparlar. Bundan asla bıkmazlar. Nefislerin mala karşı olan aşırı sevgisine rağmen onlar, Allah rızasını kazanmak, diğer mücâhidlere destek olmak için mallarını verirler. Onlar, bir insanın kurtuluşuna sebep olmanın, onun kalbini Islâma açmanın değerini bilirler. Allah yolunda çalışmanın getirdiği zorluklara ve mahrumiyetlere (yoksunluklara) aldırmazlar. Tehlikeleri göze alırlar. Ölümden korkmazlar, gerekirse canlarını bile bu uğurda seve seve verirler. Onlar, Allah’ın vaad ettiği şeye kesinlikle inanan insanlardır.



Kur’an’ın ifâdesine göre, müşriklerin birçoğu müslümanları kendi dinlerine çevirme gayretinden asla geri kalmazlar (2/Bakara, 217). Bu gerçek, geçmişte böyle idi, zamanımızda da böyledir. Onlar, gelecekte de müslümanları kendi yollarına çevirme çabasından vazgeçmeyecekler.  Müslümanlar onların dinlerine dönünceye kadar onlardan hoşlanmazlar (2/Bakara, 120). Güçleri yettiği zaman çeşitli yollarla bu isteklerine kavuşmaya çalışırlar. Gerekirse sıcak savaşla, işgalle, katliamla, kültürel yollarla, aşağı görmekle, medya ile, ticaret ve iktisat ile, kandırma ve siyaset ile müslümanları mağlûp etmeye çalışırlar. Tarih ve günümüzde gördüğümüz tecrübeler, yaşadığımız olaylar bunu bize açıkça isbat etmektedir.



Öyleyse bütün bu yanlışlara karşı, bütün bu kötü niyetlere karşı müslümanların sessiz kalması beklenmez. Kendilerine ve dinlerine ne yapılırsa yapılsın, ne söylenirse söylensin, onların karşılık vermemesi düşünülemez. Herkesin kendini ve kendine ait değerlerini koruma hakkı vardır. Ancak özellikle emperyalist amaç güden kimi topluluklar kendilerine saldırı hakkı tanırken, başkalarına savunma hakkı bile tanımak istememektedir. Müslümanlara ve Islâma zarar vermek isteyenler oldukça, Allah’ın dini uğruna çalışanlar da, mücâhidler de olacaktır.



Cihad, bir başka deyişle, bir anlamda gerek kişinin hayatında gerekse toplum hayatında İslâmî yaşamının önündeki engellerle uğraşmak demektir. Allah’ın hidayeti olan İslâm’ı başkalarına ulaştırmanın, yani İslâm’ı tebliğ etmenin önündeki engelleri kaldırmaktır. Bir insanın, İslâm’ı daha iyi yaşamasına ayak bağı olan İblis ve nefsinin kötü istekleriyle mücâdele etmesidir. Bazı insanlar, İslâm kendilerine ulaşırsa belki müslüman olacaklar ve kurtulacaklar. Bazı insanlar da İslâm’ı daha iyi yaşamak ister, ama içinde bulunduğu şartlar ve topluma yön veren kişiler ve kurumlar onu günâha, isyana, kötü ahlâka götürebilir. Cihad işte bu kötü şartlarla, kötü kişiler ve kurumlarla, insanları isyana götüren şeylerle mücâhede etmenin yoludur.