Tamamlayıcı Bilgi: Aklın Gücü, Sınırı ve Sorumluluğu

   



İnsan, canlı olmasının bir sonucu olarak, zorunlu temel ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli davranışlar ortaya koyar. Bu davranışlar, vücudun maddi yönünü tatmin etmeye dönüktür. Bu ihtiyaçları giderme hususunda, insanı diğer canlılardan  farklı kılan özelliği, özgür seçimidir. Özgürce seçmek için ise akıl sahibi olmak gerekir. Yani seçme, karar verme, ortaya çıkarma gibi davranışların temeli akıldır. Bu özellik insanın diğer canlılar karşısındaki ayrıcalığıdır.



Aklın nasıl kullanılacağı, gücünün ve sınırının ne olduğu, elde ettiği bilginin nasıl oluştuğu gibi sorular insan zihnini meşgul eden sorulardır.



İnsanın tabiatla, çevresiyle, kendi iç dünyasıyla kurduğu ilişki onu muhataplarını tanımaya sevkeder. İnsanın yaratılanlar ile kendi arasında kurmuş olduğu bu ilişki akli bir çabadır. Bu esnada aklını kullanarak elde ettiği değer, bilgi adını alır. Buradaki akıl, akletme gücünü, elde edilen bilginin doğru ya da yanlış olmasını, aklın gereği gibi kullanılıp kullanılmadığını gösterir. İnsan aklı ile tabiatı anlarken, vahiy ile ilahi hakikatleri bilebilir. O halde  aklın görevi; gerek tabiattaki, gerek Kur’an’daki ayetleri anlamak ve Allah’a ulaşmaktır.



İnsanın tabiatı anlamaya çalışması sonucu  ortaya çıkan bu günkü  modern teknoloji, elektriğin icad edilmesi, uçak, gemi, denizaltı yapımı, tıp alanındaki ilerlemeler sonucu verem, tifo, kolera, kuduz gibi hastalıkların tadavisinin bulunması, yapılan kazılar sonucu insanlık tarihi ve dünyanın geçmişi hakkında elde edilen bulgular, yapılan uzay araştırmaları, deniz altında, volkanlarda  yapılan incelemelerle gelen ve sürekli yenilenen teknoloji ile ortaya çıkan yeni gerçekler, başlı başına küçük bir kainat olan insanın kendisini tanımaya çalıştıkça ortaya çıkan sonuçlar v.s. aklın gücünü gösteren  bizzat yaşayarak gördüğümüz somut örneklerdir.    



Allah insanoğluna eşyanın isimlerini öğretti. İnsan tüm bu hakikatleri aklını kullanarak ortaya çıkarmaktadır. Zaten insanın melekten üstün olmasının altındaki gerçek, eşyanın isimlerini bilmesi ve zamanla bu gerçeklerin ortaya çıkarılmasıdır. 



Akıl, ölüm olayını, kabirde olanları, vahyin mahiyetini, melekleri, ahireti, Allah’ın zatını tam olarak kavrayamaz. Bunlar aklın idrak sahasının dışında olan gayba ait hususlardır. Aklın faaliyet alanı ise bu kainat ile sınırlıdır. Akıl gayba ait meselelerde mutlak gerçeğe ulaşamaz. Zaten Allahü Teala insana böyle bir görev ve sorumluluk da yüklememiştir. İnsan meraklı bir varlık olduğu için ölüm ve ötesi ile ilgili de yorum yapar. İster ölüm ve ötesi ile ilgili, isterse gaybla ilgili gereken tüm bilgiler vahiyle bildirilir; akla düşen şey ise vahyi tasdik edip imanın kalpte kökleşmesine katkıda bulunmaktır. Gayb ile ilgili meselelerde yapılan akıl yürütmelerin hiçbiri kesin doğrudur denemez. Yapılan yorumların tümü  zihin egzersizinden öteye geçmez.



Özetle;



1) Aklın, Kur’an’ı ve sahih sünneti sorgulayan bir konumda olmaması,



2) Aklın, Kur’an ve sünneti anlamaya çalışması ve onun hizmetinde olması,



3) Tabiatı anlamaya çalışırken, tabiata, içindeki tüm canlı varlıklara ve  kendi hemcinslerine zarar vermemesi, bunların tümüyle uyum içinde olması aklın sorumluluğudur.



Akıl iki şekilde kullanılabilir. Bu kullanımlardan biri insanı dünya ve ahiret saadetine götürürken; diğeri hüsranda bırakır. Eğer insan aklını herşeyden üstün görür, tek ölçü ve tek hakim kabul ederse, bu düşünce onu küfre, dalalete ve sapıklığa götürür. Fakat aklını usulüne göre  ve Kur’an’ın ruhuna uygun bir şekilde kullanır ve bu nimetin farkına varırsa, o zaman akıl, sahibini hakikati keşfetmeye, dünya ve ahiret saadetine iletir. [76]