Bid'at, Sünnetin Zıddıdır:

Resûl-i Ekrem (sav)'in devr-i saadetlerinde izledikleri yol ve Hülâfa-i Raşidin dönemindeki tatbikat "sünnet" kavramı ile açıklanabilir. Zira bizzat Resûl-i Ekrem (sav)'in "Benim ve raşid halifelerin sünnetine sarılın"[76] buyurduğu sabittir. Hûlefa-i Raşidin döneminden sonra İslâm'a sokulmaya çalışılan itikâdî ve siyasî doktrinler bid'at hükmündedirler. Bunların bir çoğunu bid'at-ı hasene olarak nitelendirmeye çalışanlar, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dinimizden olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu merduttur. Her bid'at dalâlettir"[76] hükmünü dikkate almıyorlar, demektir.



Halkı müslüman ülkelerin uğradığı felâketlerin temelinde bid'atler yatmaktadır. Çünkü, bid'at, sünnetin zıddıdır.[76] Her bid'atın; mutlaka bir sünneti ortadan kaldırdığı dikkate alınırsa, işin vehameti daha kolay kavranır. Zira bid'at çıkarma arzusu; tam ve kâmil olan İslâm nizamında noksanlık veya fazlalık varmış vehmine dayanır. Bu vehim ise, "Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum" (Maide: 5/3) âyet-i kerimesinden şüpheyi beraberinde getirir. Bunun itikâdi yönden insanı hangi noktaya getireceği basiret sahiplerince malûmdur. Kaldı ki, İslâm'da olmayan herhangi birşeyi, İslâm'a sokmaya çalışmak veya hükümlerin bir kısmının çıkarılmasını arzu etmek, küfrü beraberinde getirir. Ehl-i Sünnet'in bütün müctehid imamları: "Kur'ân-ı Kerim'den olduğu sabit olan herhangi bir harfi, bir kelimeyi veya bir âyeti inkâr eden kimsenin küfrü üzerinde" ittifak etmişlerdir.[76] Ayrıca, "delâlet-i ve subûti kat'i olan mütevatir bir sünneti inkâr etmek de" insanı küfre sürükler.[76] İmam-ı A'zam Ebû Hanife (rha)'nin "Bid'atçının arkasında namaz kılmayın"[76] buyurduğu dikkate alınırsa, mesele kolayca kavranır.



Bu girişten sonra; İslâm ûlemasının mezhepleri niçin ehl-i sünnet ve ehl-i bid'at diye taksim ettiğini kavramamak mümkün müdür?[76] Halk arasında "Dört Hak Mezhep" kavramı; ehl-i bid'atla mücadele veren İslâm ûlemasının gayretiyle yerleşmiştir. ancak "ehl-i kıble'nin tekfır edilemiyeceği"[76] yolundeki külli kaide ve ehl-i kıble ıstılâhı unutulunca; her önüne geleni tekfır eden, hâricî mantığı yeniden gündeme girmiştir. Tabii bu arada; ideolojik taarruzlar sonucu, "ehl-i sünnetin akaidi" ile hiçbir alâkası kalmayan tiplere de rastlamak mümkündür. Ancak bu tipler; "ehl-i sünnet akaidi"nin verasetle kendilerine geçtiği vehmine kapılmışlardır. Dikkat edilirse; kahir ekseriyeti "ehl-i sünnet” olduğu farzedilen İslâm topraklarında müstekbirlere ait ideolojik hareketler güç kazanmıştır. Bu durumu nasıl izah edebiliriz? Türkiye'de Latin harfleriyle yayınlanan birçok eserde bid'at-ı hasene kavramı ortaya atılmış ve müslümanların zihinleri bulandırılmıştır. Felsefi kelâmın öncüsü sayılan "Mutezile" mezhebine mensup müelliflerin eserlerinde bid'at-ı hasene kavramı mevcuddur.[76] Mütercimler, tercüme ettikleri eserlerin kime ait olduğuna veya faydalandıkları kaynakların mahiyetlerine dikkat etmeden bid'at-ı hasene kavramının yaygınlaşmasına vesile olmuşlardır.



Bu arada sünnet ile bid'at arasında "uzlaşma" ortamı meydana getirmeye gayret eden bazı tipler: "Başta uçak ve otobüs olmak üzere, bir çok nakil vasıtaları Resûl-i Ekrem (sav) zamanında yoktu. Bunlar da bid'attır, bunlar da mı reddedilecek?" gibi demagojilerle saf zihinleri bozmuşlardır. Bu mantığın ne kadar sefil olduğu şuradan bellidir ki; ilim ve teknik, Kur ân, sünnet ve icma ile övülmüş iki alandır. Mü'minlerin yerde ve gökte rızık aramaları, Allah (cc)'ın dinine düşman olan kâfırlere karşı hafif ve ağır bütün silâhları hazırlamaları farz-ı kifâye olan bir ibadettir. Eğer İslâm toprakları işgal edilirse, cihad farz-ı ayn hâle geleceği için, cihad vasıtalarının da imâli farz olur. Kaldı ki, uçak ve otobüs, dine sokulmuş vasıtalar değil ki, bid'at kavramı içine girsin!...



Bid'at-ı hasene kavramını Hz. Ömer (ra)' in teravih namazı ile ilgili uygulamasına dayandıran ve bizzat onun dilinden "İşte en güzel bid'at" cümlesi ile tanımlayanlar, yanılmaktadırlar. İmam-ı Ebû Yusuf (rha) İmam-ı A'zam (rha)'a: "Teravih namazı için, Hz. Ömer (ra)'in yaptığı ictihadın hükmü nedir?" diye sorduğunda İmam-ı Â'zam (rha) "Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Bu sebeple kimse bid'attır diyemez. Resûl-i Ekrem (sav) zamanında olan ve onun bizzat yaptığı işi, düzenli ve devamlı hâle getirmiştir" cevabını verir. Gerçekten Resûl-i Ekrem (sav)'in sahabe-i kirama imamlık yaparak teravih kıldırdığı sabittir.[76] Kaldı ki; sahabe-i kiramın icmaını bid'at-ı hasene diye nitelendirmek, selim akıl sahiplerinin yapabileceği bir cinayet değildir.



İmam-ı Gazzalî: "Bid'atı red ve ondan el çekmek, beğenilmiş sünnettir. Her bid'at mezmum (zem edilmiş) ve delâlettir"[76] ·buyurmaktadır. Ayrıca el-Mustasfa isimli usûl kitabında, din emniyetinin sağlanabilmesi için, bid'at ehlinin cezalandırılmasını şart koşmaktadır.[76] Müceddid-i elfi sani İmam-ı Rabbani de Mektubat isimli ünlü eserinde "bid'atın hasenesi olmaz, hepsi mezmumdur"[76] buyuruyor. Bütün bu izahlardan sonra şunu söylemek mümkündür: Modernistlerin büyük bir çoğunluğu, hevâ ve heveslerine uyarak bid'at-ı hasene kavramını kullanmakta, ehl-i sünnet mü’minleri, müstevlîlerin esiri haline getirmektedirler. Bu tuzağa, feraset sahibi mü'minler düşmemelidirler.[76]