Zikir İbâdetinin Yerine Getirilmesi

Zikir ibâdetinin ne kadar önemli olduğu Kur’an âyetlerinden ve hadislerden anlaşılıyor. Yukarıya aldığımız bir kaç âyet bu konuda bize yeterli bilgiyi veriyor. Rabbimiz, vurgulu cümlelerle kullarının kendisini zikretmelerini emrediyor.



Bir anlamda imanın ortaya konulması ve Allah’a itaatın ifadesi olan bu zikir ibadeti nasıl yerine getirilecek?  Ya da hangi ibadetler zikir sayılmaktadır? Zikrin özel bir şekli var mıdır?



 Bilindiği gibi Kur’an, ilk insanın (yani Hz. Âdem’in) hata yaptıktan sonra Rabbinden bir takım kelimeler aldığını ve onlarla Rabbine tevbe ettiğini haber veriyor. Ilk insan, bu kelimelerle Rabbini ‘tezekkür’ etmişti, unuttuğunu hatırlayabilmişti. Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’  olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhí belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini hayat uygulamak, O’nun çizdiği sınırları korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel zikir’dir.   



İnsan Kur’an okur,  onun âyetleri üzerinde tefekkür eder. Sonra kainata bakar ve  Allah’ın oradaki sayısız âyetlerini düşünür.  O âyetlerin  yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın büyüklüğünü, ölümü ve ölüm ötesini aklına getirir. Kıyamet sahneleri gözünü önünde canlanır, Cenneti ve Cehennemi düşünür. Oradaki yalnızlığı, yardımcısız ve dostsuz kalmayı, Hesabın çetin oluşunu anar.  Sonsuz kurtuluşun ve ebedí saadetin nasıl kazanılacağını hesap eder. Bütün bunları insana olduran, meydana getiren, insana vahiy yoluyla haber veren Rabbini zikreder.  Zaman zaman ‘el-hamdu li’llah, Allahu ekber, lâ ilâhe illalah Muhammedu’r Rasulullah, sübhanellah’ ve benzeri zikir cümlelerini söyler. Böylece her an Rabbini hatırlar, O’nu hiç aklından çıkarmaz. O’nun adını, azametini, Rabbliğini, kahrını ve gücünü, ni’met verici oluşunu ve insana olan sevgisini, merhametini ve affını hatırına getirir.



Bütün bu hatırlamaların tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar. Işte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takvâ’ya ulaşır. 



Kalbin zikri, kalbin Aallah’ı ve O’nunla ilgili şeyleri hatırlaması; bedenin Allah’ı zikretmesine yol açar. Bedenin ‘zikir’ hali üzerinde olmasını sağlar. Böyle  davranan bir mü’min; Allah’ın insanlara inzal ettiği (indirdiği) ‘eşsiz zikr’i olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya başlar, ona teslim olur, ona iman eder. Sonra da onun ilkeleri doğrultusunda salih amel işlemeye başlar. Böylece insan unutkan olmaktan çıkar, yakín (kesin) iman sahibi olur. Işte bu makam kul için ‘zikir’ makamıdır.



Rabbimiz buyuruyor ki:



“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20/Tâhâ, 14)



Bu âyette Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak emrediliyor. Çünkü namaz hem dinin direği, hem de zikrin ve kulluğun bütün unsurlarını bünyesinde  taşımaktadır. Namaz; hazırlığından tutunuz da sonundaki selâma kadar her bir rüknü, her bir unsuru birer zikirdir. Kıyam, kıraat, Sübhâneke, Fatiha Sûresi, rukû’, secdeler, tesbihler, salavatlar, dualar  ve diğerleri, zikirden başka bir şey değildir. 



Öyleyse en büyük zikir namazdır. Ancak namaz zikr’in bir şekli, bir bölümüdür. Zikir, namazı da içine alan daha geniş bir ibâdettir.



“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (29/Ankebût, 45)



Aslında zikir ibadetinin bir sonu yoktur. Kur’an; 



“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33/Ahzâb, 41-42) buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emrediyor. Sabah-akşam günün her saatini kapsar ve mü’min her güne ait ibadetlerini yerine getirir. Mü’minin yerine getirdiği bütün ibadetler birer zikirdir. Mü’min, Rabbini ne kadar anarsa ansın, hangi güzel zikirle hatırlarsa  hatırlasın; bu, onun için fazilettir.



Yukarıda geçtiği gibi zikir, Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. Bu, elbette bedenle ve dille yapılan zikirdir.



Mü’min, kalbine Allah sevgisini ve korkusunu koyar, O’nu kalpte devamlı hatırlar ve âyetlerini düşünürse; bu, kalp ile zikir olur. 



Mü’min, Kur’an okur, bol bol dua eder, Allah’ı hatıra getirecek zikir sözleri söyler ve  Allah’ın âyetlerini konuşursa; bu da dil ile zikir olur.



İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz (sav) di. O’nun bütün sözleri birer zikirdi. O’nun emirleri ve yasakları, Allah’ın adlarından ve sıfatlarından bahsetmesi, Allah’ın hükümlerinden ve fiillerinden söz etmesi, O’nun va’ad ve va’idinden (müjde ve korkutmalarından) haber vermesi, O’na hamdetmesi, O’nu tesbih etmesi, O’ndan dua ile bir şey istemesi, hep Allah’a rağbet etmesi, O’ndan korkup- çekinmesi, O’na tevekkül etmesi, hep O’nun zikirlerindendi. Peygamberimizin susması bile kalbinin bir zikridir. Allah’ın Rasûlü her durumda ve her an Rabbini zikrederdi.



Zikir, Kur’an’ın emrettiği önemli bir ibadettir ve yukarıdan beri anlatıldığı şekillerde yerine getirilmesi mümkündür. Bazı kesimler tarafından gizli mi - açık mı, toplu mu - tek başına mı yapılmalı, gibi tartışmalara ihtiyaç yoktur. Islâm, mü’minlerin nasıl ibadet edeceklerini göstermiştir. Emredilen ibadetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nafile ibadet yapabilir. 



Ancak İslâm'ı bize öğreten Peygamberi ve O’nun sahabelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatarak- kalkarak, bağırıp çağırarak, kendinden geçerek bir zikir yapma şekli yoktur. Hele hele de zikri illa da bir üstadın emri altında yapıp, zikri üstadlara, şeyhlere havale etmek, onların da Allah’a götürmelerini beklemek gibi bir yanlışlık yoktur. Kul, gücü yettiği kadar ibadet yapar, dili döndüğü kadar dua eder, Rabbini anar. Umulur ki Allah (cc) ihlasla yapılan az amellere bile bol karşılık verir.



Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır (43/Zuhruf, 36).



Zikir, kalpleri doyuran, iştahların aç gözlülüğünü gideren, susuzları suya kandıran, akılları hedefine ulaştıran bir ibadettir. Zikir kul için uyanıklılıktır, şuurdur, bilinçli olmaktır. Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur. Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir ab-ı hayattır, zikir canlara can katan merhemdir. Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye dönüştürür. Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine solmaz gerçekleri yerleştirir. Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine  Allah’ı bilme, takdir etme, önünde kul gibi eğilme ve O’ndan isteme cesareti arama ümidini verir.



Zikretmeyenler, ya da ‘zikir’den yüz çevirenler ebedí açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, sıkıntılı bir hayata ve yalnızlığa mahkûmdurlar.



Kur’an; bedenin, kalbin ve toplumun mutluluğunu şu muhteşem ifadelerle ortaya koyuyor: 



“Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur (doyarve huzura kavuşur).” (13/Ra’d, 28)