Zarurette Ölümün Tercih Edilebilirliği Haller

Bazı durumlarda azîmete uymak ölüme sebep olabilir, buna rağmen azmete uymak caiz olur. Ancak böyle bir kimse ruhsata uyarak canını da kurtarabilir. Örneğin; bir kimse silahla küfre zorlansa, ölmemek için, dıştan bunu kabul edebilir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur. "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında kalan dışında, inandıktan sonra gönlünü küfre açarak Allah'ı inkâr edenlere, Allah katından bir gazap vardır, büyük azap da onlar içindir" (en-Nahl, 16/106). Nitekim ashab-ı kiramdan Ammar b. Yâsir (r.a) müşriklerin ağır işkenceleri altında küfrü gerektiren sözleri söylemiş, gelip durumu arz edince Rasûlüllah (s.a.s) kendisine; "Arkanda ne vardı" diye sormuş, o da; "Kötülük vardı; seni kötülükle onların tanrılarını ise iyilikle anmadıkça beni bırakmadılar" dedi. Hz. Peygamber; "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sorunca da; "İmanla dolu buluyorum" diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Allah Rasûlü; "Onlar sana aynı şeyi yaparlarsa, sen de aynı şeyi tekrar edebilirsin " buyurmuştur (es-Serahsî, a.g.e., XXIV, 43). Bu durma göre, Müslümanın işkence ve baskı altında bulunduğu sırada, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle şirk sözlerini söylemesi onu dinden çıkarmaz. Ancak buna rağmen güçlüklere sabrederek gerçeği söylemeğe ve susmaya devam ederse bu daha faziletlidir. Nitekim ashab-ı kiramdan Hubeyb b. Adiy (r.a), müşriklerin İslâm'dan dönmesi için yaptıkları baskılara rağmen, dinden döndüğünü söylememesi üzerine öldürülmüş, Cebrail (a.s) tarafından bu şehidin durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e iletilince o, şöyle buyurmuştur: "O, şehitlerin en üstünü ve cennette benim arkadaşımdır" (es-Serahsî, a.g.e., XXIV, 44).



Bazı ülke ve devirlerde iyiliği emir ve kötülükten sakındırma görevi yapılamaz olur. Gerçeği söyleyene büyük baskı, tehdit ve ölüm uygulaması yapılır. Böyle bir yer ve dönemde mü'minin "takıyye" yapması ve ruhsata uyması caiz olur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Mü'minler mü'minleri bırakıp kafirleri dost ve idareci edinmesin, kim böyle yaparsa, Allah katında iyi bir Şey yapmış olmaz; ancak onlardan korkmanız durumu müstesnadır. Allah sizin kendisinden korkmanızı ister" (Âlu İmrân, 3/28). Ancak böyle bir durumda sonu ölüm bile olsa, korkup susmamak ve doğru yolu göstermek azîmete uymak olur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Şehitlerin başı, Abdulmuttalib'in oğlu Hamza ile doğruyu söylediği için zâlim sultan tarafından öldürülen kimsedir" (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, t.y., terc. Abdulkadir Şener, 4. baskı, Ankara 1986, 51).



Tedavi ile İlgili Zarûretler



İnsanın hastalandığı zaman tedavi olma hakkı hatta görevi vardır. Çünkü beden bir emânettir. İbadetlerin ve diğer bir takım İslâmî emir ve yasakların eksiksiz yapılabilmesi bedenin sağlıklı olmasını gerektirir. Korunulmasına rağmen hastalık olursa mü'minin tedavi olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber; "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz" buyurmuştur (bk. Tirmizî, Tıbb, 2; Ebû Dâvud, Tıbb, 1, II; İbn Mâce, Tıbb, 1; Ahmed b. Hanbel, III, 156, IV, 278).



Tedavi olmanın kapsamına ilâç kullanmak, yarayı ameliyatla temizlemek girdiği gibi gerektiğinde kan nakli, bir uzvun kesilmesi ya da vücuttan ayrılması gereken bir uzvun çıkarılması gibi bütün tedavi yöntemleri girer. Doktor böyle bir operasyon sırasında hastanın, ihtiyaç kadar olan mahrem yerlerine bakabilir. Ancak kadınlar için hu konuda imkân ölçüsünde bayan doktor ve hemşirelerden yararlanılması asıldır. Çünkü Hz. Peygamber'in bu konuda çeşitli uyarıları vardır.



Hz. Peygamber'e ashabı kiram; "Ey Allah'ın elçisi, bizden birimiz tek başımıza bulunduğumuzda da mı örtünmeye dikkat edeceğiz?" diye sorunca, o şöyle cevap vermiştir: "Şüphesiz Allah, kendisinden utanılmaya daha layıktır" (Buharî, Gasl, 20; Tirmizî, Edeb, 22, 39; İbn Mâce, Nikâh, 28). Bir defasında Rasûlüllah (s.a.s) zekât develerinin bulunduğu yere gitmişti. Çobanın güneşte soyunmuş olduğunu görünce, onu görevden azletti ve şöyle buyurdu: "Hayası olmayan kimse bizim işimizde çalışmasın" (es-Serahsî, a.g.e., X, 156)



Ancak özür sebebiyle erkeğin veya kadının avret yerine bakılmasında bir sakınca bulunmaz. Örneğin; sünnet için sünnetçinin erkeğin mahrem yerine bakması caiz olduğu gibi, hastalık halinde de bu caiz olur. Yine doğum sırasında ebe, kadının mahrem yerlerine bakar, zarûret halinde kadın doktor bulunmayınca erkek doktor da kadının tedavisinde bulunabilir. Çünkü Hz. Peygamber doğum sırasında ebenin hazır bulunmasına ve gerektiğinde doğuma şahitlik yapmasına cevaz vermiştir. Bu durum bakmayı da kapsar (es-Serahsî, a.g.e., X, 156).



es-Serahsî (6. 490/1097), kadının erkek tarafından tedavi ve muayenesi konusunda şöyle der: "Kadında çıkan bir çıbanı tedavi edecek bir kadın (doktor) bulamaz, başka bir kadına tedavi şeklini öğretmek de mümkün olmaz ve hasta kadının ölmesi veya bitkin hale gelmesi yahut dayanamayacağı bir acının meydana gelmesi söz konusu olursa, bu yaranın bulunduğu yer dışında kadının örtünmesinde, sonra onu bir erkeğin tedavi etmesinde bir sakınca yoktur. Bu erkek, gücünün yettiği ölçüde yaranın bulunduğu yer dışındaki kısımlardan gözünü sakınır. Çünkü bir cinsin diğer cinse bakması daha ağırdır. Burada zarûret halinin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılır. Bu ise ölüm tehlikesidir, böyle bir tehlike ortaya çıkınca da zarûret miktarından fazlası mübah olmaz" (es-Serahsî, a.g.e., X, 157).