1- Yer Unsuru:

Müslümanların Kur'an ve Sünnet'i esas alarak kurdukları ve üzerinde yaşadıkları yurt (Dâru'l-İslâm, Dâru'l-Adl), yer olarak ümmeti barındıran birinci unsur sayılır. İslâm'ın ilk döneminde böyle bir yer sağlanıncaya kadar da Kur'an ve Sünnet'teki sosyal konular ertelenmiştir. Habeşistan'a hicret eden ilk mü'minler orada kraliyetin gölgesi altında rahat bir hayat bulmuş olmalarına rağmen, toprağa hâkimiyet imkânından mahrumdular. On yılı aşkın bir zaman orada yaşamış olmalarına rağmen, orası müslümanlar için vatan olarak ilân edilmedi. Medine ise (önceki adı Yesrib), otoriteyi Allah ve Rasûlüne -bir mânâda sistem olarak İslâm'a- bırakacağını açıklayınca Peygamber ve ashâbı oraya hicrete mecbur edildi. Mekke fethedilip orası da Medine'nin statüsüne geçinceye kadar Medine'ye hicret (mülkiyeti İslâm'ın olan toprakta bulunup yaşama) imanî bir mesele olarak ele alınıyor ve tebliğ ediliyordu. Ümmetin coğrafyası, Kur'an ve Sünneti'in hâkim olduğu bölge ile sınırlandırılır. Ancak, bu noktada şu ön bilgiler dikkate alınmalıdır:



a) Yeryüzünün tamamı ve evren, Allah'ın mülküdür (24/Nûr, 42). Yeryüzü Allah'ın kaderinde mü'minlerin mirasına yazılmıştır (24/Nur, 55 ve 21/Enbiyâ, 105). Bu durumda, Allah'ın mülkünde, Allah'a gerçekten ve O'nun istediği gibi iman edenlerin bulunması normal olandır.          



b) Yirminci yüzyılla beraber ortaya çıkan mevcut coğrafî sınırların hemen hiçbiri, ümmetin coğrafyasını göstermez. Zira İslâm topraklarının büyük bir bölümü bugün İslâm'ı kökten reddeden veya birinci düşman olarak ilân edilip savaşılan, beşerî düzenlerin işgali ve tasallutu altındadır. En mukaddes bölgelerine varıncaya kadar müslümanların yaşadıkları topraklar -müslümanların otoritesi altındadır gibi bilinse de- onların inançlarına teslim değildir. Kaldı ki, sınırların ilk çizimi de müslüman olmayan ellerin ve kadehli masaların ürünüdür.



c) Cemaat oluşturacak çapta bir müslüman topluluğun bulunduğu bir yerde o topluluğun ümmete mensup olmanın gereklerini yerine getirme zorunlulukları vardır. Çünkü din, bir kavramlar ve inançlar bütünüdür; bir renktir. Belli olabileceği bir ortam ister. Dünya, bir bütün olarak dinin izharı ve yaşanması için vardır. İnsanların dine kalıp olma mâhiyeti taşıyan dünyayı elde tutmaları, aynı zamanda dini de elde tutmalarıdır. Usûl-i fıkıhçıların geliştirdiği şu kural, buna net bir üslûp çizer: Vâcip (bir gereklilik) ancak kendisi ile tamamlanabilen de vâciptir.