TEKEBBÜR

Kibir gösterme, kibirlenme, kendini başkasına karşı üstün görme, inad edip hakkı kabul etmeme.



Tekebbür Arapça bir kelimedir ve "ke - be - re” kökünden gelmektedir. Bu kök fiil "ke-bi-re" ve "ke-bu-re" olarak da okunmaktadır. Tekebbür, bu kökten türeyen "tekebbere" fiilinin masdarıdır.



Tekebbür'ün zıddı, tevâzudur. O da, büyüklenmeme, alçak gönüllü ve gösterişsiz olma demektir. Tekebbür, "istikbar" ile aynı anlamı ifâde etmektedir.



Kur'an'ın muhtelif yerlerinde Yüce Allah tekebbürü kınamış, kendilerini başkalarından üstün kabul edip, başkasını hor ve hakir gören kişileri tenkid etmiş ve bu türlü davranışların doğru olmadığını bildirmiştir:



"Yeryüzünde tekebbürde bulunanları, (haksız yere böbürlenenleri), ayetlerimden uzaklaştıracağım, (onları anlayamayacaklar). Onlar, bütün mucizeleri görseler, yine de imân etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler (o yola girmezler). Fakat azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir" (el-A'raf, 7/146).



Bu ayette ifâde edildiği gibi, geçmiş peygamberlerin zamanında tekebbürle hareket edip, Allah'ın yolundan uzaklaşanlar, ilâhî emirlerden ve peygamberlerinin tebliğlerinden mahrum olmuşlardır. Bugün de, tekebbürle hareket edip Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yolundan ve onun bize emânet olarak bıraktığı Kur'an'dan yüz çevirenler, ilâhî hikmetlerden mahrum olacaklardır (Seyyid Kutub, fı Zilâli'l-Kur'an, Beyrut 1971, III, 637).



Peygamberler bile, tekebbürde bulunan, kendilerini başkasından üstün gören kişilerin şerrinden Allah'a sığınmışlardır:



"Musa dedi ki: -Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de rabbim, sizin de rabbiniz (olan Allah)a sığınırım" (el-Mü'min, 40/27).



Bir de Yüce Allah, ahiret inancından mahrum, kalplerinde tekebbür duygularıyla hareket eden kişileri sevmediğini, Kur'an'ın çeşitli yerlerinde vurgulamıştır:



"Sizin tanrınız bir tek tanrıdır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkarcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir. Hiç, şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez" (en-Nahl, 16/22, 23).



Yeryüzünde şımaranlara, kibir ve gururla böbürlenenlere, ahiret gününde şöyle denilecektir:



"Cehennemin kapılarından girin. Orada ebedî kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!.." (el-Mü'min; 40/76). Bu durum, en-Nahl 29 ve ez-Zümer 72. ayetlerde de, hemen hemen aynı ifâdelerle dile getirilmiştir.



Hz. Muhammed (s.a.v.) de tekebbür hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur:



"Kalbinde hardal tohumunun tanesi kadar kibir bulunan kişi, Cennet'e girmez ve yine kalbinde hardal tohumunun tanesi kadar imânı olan kişi de, Cehennem ateşine girmez" (Ebû Dâvud, Libâs, 26).



Bu hadisten, iman ile kibrin asla bir arada bulunamadıkları anlaşılmaktadır. Tekebbürün olduğu yerde, imân barınamaz ve imânın bulunduğu yerde de tekebbür bulunamaz. Bu husustaki diğer bir hadis de şöyledir:



"Kibir, kişinin hakkı kabul etmemesi ve insanları hakir görmesidir" (Ebu Dâvud, Libâs, 26).



Yüce Allah, Kur'an'ın başka bir yerinde inanan kullarına seslenmiş, hiç kimsenin başka kimseyi hor ve hakir görmemesini istemiş ve belki hor görülenlerin kendilerini hor gören tekebbürlülerden daha üstün olabileceklerini haber vermiştir:



Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler" (el-Hucurât, 49/11).



Tekebbür, şeytanın lanetlenmesine sebep olan kötü bir duygu değil miydi?.. Kibir ve gururun neticesinde tekebbüre kapılarak, Allah'ın emrine isyan etmişti. Kur'an'da bu husus Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:



"Meleklere: - Adem'e secde edin, demiştik. Hemen secde ettiler. Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve inkarcılardan oldu" (el-Bakara, 2/34).



Buna göre, tekebbür duygularına kapılarak, Allah'ın emir ve yasaklarından kaçınan, ilâhî emirler karşısında teslimiyet içinde olmayan insanlar, iblisin varisleridirler. Onlar hakkı, tevhidi, doğruyu kaybetmiş; batıl, yanlış, tehlikeli ve zararlı olan bir yola sapmışlardır. Nefsanî duygularına kapılmış, süflî arzu ve isteklerinin esiri olmuşlardır.



Nureddin TURGAY