Tavaf ve Türevleri

'Tavaf', sözlükte, bir şeyin etrafında yürümek, çevresini dolaşmak demektir.



Fıkıhta ise, Beytullah'ın (Kâbe'nin) etrafında ibâdet maksadıyla yedi defa dolaşmaya, dönmeye denir. Kâbe'nin etrafında dönmek, hac ibâdetinin farzlarından biridir. Zaten haccdan maksat, Kâbe'yi ziyâret ve Arafat'ta vakfe yapmaktır (durmaktır).



'Tavaf' kelimesinin ve onun türevlerinin Kur'an'daki kullanımlarına bir göz atalım:



Kur'an, bu kelimeyi ve bunun fiili olan 'tâfe'yi sözlük anlamıyla bir yerde kullanıyor. 'Tâfe', etrafını dolaşmak, kuşatmak, sarmak mânâlarına da gelmektedir.



'Tâif'; tavaf eden, dolaşan, sarıp kuşatan demektir. Bir selin, bir rüzgârın veya benezir bir şeyin, çoğalarak her yeri kaplaması, her şeyi kuşatması bu kelime ile ifade edilir.



Kur'an'da buna ilginç bir örnek vardır:  



Allah'ın âyetlerine karşı zorbalık yapan, mal ve bahçe sahibi birtakım kişiler, ellerindeki malı kimseyle bölüşmek istemiyorlardı. O malı kendi elleriyle kazandıklarını düşünüyorlardı. "Fakat onlar uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen (tâif) bir belâ, onun (o bahçenin) üzerini kuşatıverdi (tâfe). Sonunda bahçe kökünden kuruyup kapkara kesildi." (68/Kalem, 19-20)



Cennette, sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl civanlar (hizmetçiler), mü'minlere hizmet için dolaşırlar (52/Tûr, 24). İki âyette de bu hizmetçilerin ölümsüz gençler olduğu ve yine hizmet için cennetliklerin çevrelerinde dolaştıkları söyleniyor (56/Vâkıa, 17; 76/İnsan, 19).



Cennette tahtlar, değerli koltuklar üzerinde oturan mü'minler için, cennet içecekleriyle doldurulmuş kadehler dolaştırılır (tavaf ettirilir) (37/Sâffât, 44-46). Buna benzer bir hizmetin de altın tepsi ve testilerle yapıldığını bir başka âyette görüyoruz (43/Zuhruf, 71). Yine cennette tahtlar üzerinde otururken istedikleri meyvelerin kendilerine yaklaştırıldığı cennetliklerin çevresinde, gümüşten billûr kaplar, kupalar dolaştırılır. O kaplarda zencefil karışımı içecekler vardır (76/İnsan, 13-17).   



Bütün bu âyetlerde 'tavaf' masdarının fiili çeşitli kipler halinde kullanılıyor ve hepsi de bir şeyin çevresinde dolaşmayı ifade ediyor.



'Tavaf' kökünden türeyen birbaşka kelime de 'tâife'dir ki, bu, bir topluluk veya bir gruptur. Bir fikir, düşünce veya amacın etrafında toplananlar demektir. Türkçe'de de aynı anlamda kullanılmaktadır. Bir kimsenin etrafında dolaşanlara ve gemilerde çalışanlara 'tayfa' denilmektedir.



'Tavaf'ın çoğulu 'tavâif' gelir. Kur'an bu kelimeyi tekil ve ikili olarak birçok âyette kullanmaktadır. Şu örneklerde olduğu gibi:



"Kitap ehlinden birgrup (tâife), sizi şaşırtıp saptırmayı arzuladı; fakat onlar ancak kendi nefislerini şaşırtıp saptırırlar da şuuruna varmazlar." (3/Âl-i İmrân, 69)



"Eğer Allah'ın fazl ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir tâife (grup), seni saptırmak için tasarı kurmuştu..." (4/Nisâ, 113)



"Mü'minlerden iki tâife (grup) çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin..." (49/Hucurât, 9) (Ayrıca bak: 3/Âl-i İmrân, 72, 154; 4/Nisâ, 81, 102; 7/A'râf, 87; 9/Tevbe, 66, 83, 122; 24/Nûr, 2)



Aynı kökten gelen bir kelime de 'tûfân' kelimesidir. Bilindiği gibi, 'tûfân', aslında insanı sarıp kuşatan her türlü olayın adıdır. Ancak, özellikle her şeyi silip süpüren, her şeyi kuşatan sel hakkında kullanılır. Özel olarak da Nûh (a.s.) kavmine verilen cezanın adıdır. Kur'an'da iki yerde geçmektedir:



"Andolsun, Biz Nûh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene kaldı. Sonra onlar zulmetmeye devam ederlerke 'tûfân' onları yakalayıverdi." (29/Ankebût, 14)



Benzer bir 'tûfan' da mûcize (âyet) olarak, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan ile beraber Firavun ve kavmine gönderilmişti. Ancak, onlar inanmamakta yine direndiler (7/A'Râf, 133).



Tarihte kendilerine gönderilen elçileri dinlemeyen azgın topluluklara farklı cezalar verildiğini görmekteyiz. Bu cezaların hatırlatılması, şüphesiz ki bir uyarıdır. Aynı azgınlığı yapan kişi ve topluluklar benzer cezalarla karşılaşırlar. Bu ceza verme adâletin bir gereğidir. Azgın toplulukların nasıl bir ceza aldığını belki açık bir şekilde göremeyiz, ama suçluların hak ettiklerini almaları İlâhî adâletin sonucudur. Nûh (a.s.) kavmine verilen 'tûfan', insanı çevreleyip her taraftan kuşatan bir musîbet olduğuna göre, geniş kapsamlı bir belâ ve sıkıntı şeklinde görülebilir.