İslam Tarihi:

İslâm'ın tevhide daveti ve peygamber (a.s)'nin asrı, tefessüh etmiş, hurafelerle dolu, karışık bir ilme ve tarihi malumata sahip, aklı gönlüne, nefsi ahlakına, zulüm ve gazabı insafına galip bir toplum yapısına sahip bir milletle mücahede asrıdır. İslâm, cahiliyyenin her müessesesine, fikir ve şahsiyetine karşı gerçekleştirilen tam bir inkılâpdır.



Kur'an, aynı zamanda beşer tarihinden misallerle, hilkatten, peygamberlerin tevhid mücadelesinden, tarih boyunca geçmiş milletlerin ve ümmetlerin mücadelelerinden bahisle, Hatemünnebi ve Resul olan Efendimiz (a.s) ile başlayıp, bütün insanlığı kuşatan bir "ıslah hareketi" niteliğinde olan, İslâm ta'lim ve tebliğini bildirir. Bu mesaj evrenseldir. Yine Kur'an; kainatın yaratılış hikmetlerini, insanların varoluş sebeplerini, arzın gezilip görülmesi, insanların farklı yaratılışındaki hikmetleri, canlı türlerinin ve ekolojik dengedeki fıtr yerini ve bu yaratılmışın Allah'ın mahza ayetleri olduğunu, insanların dil, din, ırk gibi farklı yaratılmasındaki hikmeti, tanışıp görüşmelerinin inceliklerini, mahlukatı nutfeden, eşyayı ise zerreden halk ettiğinin hikmetlerini, insanın ise bu makro ve mikro âlemin merkezinde, Allah'ın halifesi olarak yüklendiği ve mesuliyetli olduğu kadar şerefli vazifenin hikmetlerini, Allah'a isyan eden milletlere, eski ve harab şehirleri dolaşmalarını, evvelkilerin akıbetlerini düşünüp, akıbetlerini tasavvur ederek, gerçek tarih yorum ve diyalektiğini bize haber vermektedir.



İlk müslüman tarihçiler, tarih ilminin gelişmesine kendilerinden evvelki toplumların bilmediği iki esas noktada katkıda bulunmuşlardır.



1. Yaşadıkları asrın tarihini (hayatlarının her yönüyle) tesbit ettiler.



2. İslâm'dan önce, şahidleri sadece kazai konularda tatbik ettiler. Hakim, hak isteyenlerden, bizzat olayı görenden şahitlik istiyordu. İlk Müslümanlar, şahitlik sınırlarını genişletip, bunu tarihi olaylara da tatbik ettiler. Öyle ki, herhangi bir haberi veya sözü duyan, olayı bizzat görenden alır ve silsile halinde nakledilen, "rivayet usulü"nü tesbit ve kabul ediyordu.



Eski milletlerde, özellikle eski Yunan ve Roma'da mitos, kıssa, hurafe esatir ve masallarla karışık bir halde verilen tarih metinleri, İslâm'ın rivayet metodu ile ilk defa ilmi ve güvenilir bir metot haline geldiğini, Alman orientalist ve tarihçi Henry Springer de itiraf etmektedir. Zira, onların Rabbi sadece Kâbe'nin Rabbi değil, âlemlerin, âlemin (akl ve temyiz sahiplerinin) hayrı şerden ayırabilenlerin Rabbi olarak kabul edilir.



Müslümanların Kur'an'ın emirleri ve Efendimiz (a.s.)'ın sünneti sebebiyle ilme verdikleri yüksek değer sebebiyle, "Tarih" ilmi de sür'atle gelişmiş ve dünya tarih ve ilim anlayışına metodoloji açısından büyük katkılarda bulunmuştur (M. Hüseyin Tabatabai, İnsan'ın Tarihte Tekâmülü, 1989).



Sahabe-i kiram, Efendimiz (a.s)'ın hayat ve tevhid mücadelesini kendinden sonra gelen insanlara "tabiin"e nakl ve rivayetleri ile tarih ilmi faaliyetleri başladı. Bunu takib eden asırlarda, ortaya çıkan farklı rivayet ve nakiller, ilmi metotlarla elenip, doğruları tesbit edildi. Bu husus, İslâm kaynaklarında şöyle ifade edilir: "Bir hikayeci, sabah namazını mescidde kılıp, oturur ve hikayesini anlatır. Sözü bitinceye kadar Hz. Muaviye (r.a) onu dinler, sonra kalkıp odasına girer. Mushaf'ından bir cüz okurdu. Yatsı ezanı okununca yine çıkar namazını kılar, sonra seçkin kişi, çevresini kabul edip, birlikte istişare ile gecenin bir bölümünde yapmak istediği şeyler görüşülürdü. Bunlar Arapların haberleri, günleri, krallar, siyaset ve milletleri, hayat hikayeleri, harp, tuzak ve hileleri, teb'alarına karşı tatbik ettikleri siyasetleri, geçmiş ümmetleri (Babil, Eyke, Habe, Yemen, İran ve Roma dönemi devletlerinin hikayeleri) tarihlerini ifade eden hikayeleri üst üste okur, sonra onların kanunlarından bahsederdi. Sonra helva ve yemekler birlikte yenir, sonra Hz. Muaviye (r.a) tekrar odasına çekilirdi. Gecenin üçte birinde uyur, üçte birinde kalkıp oturur ve ibadetlerini ifa eder, huzuruna (bir tarih defteri demek olan) içinde hükümdarların hayat, haber, savaş ve adaletlerini nakleden küçük bir defter getirilirdi. Bu defteri ona genç bir delikanlı ezberden okurdu. böylece gece, onun bu hikayeleri dinlemesiyle geçerdi (M. Serhan Tayşi, İslâmi Tarih Düşüncesi ve İlk Dönem Tarih Yazıcılığı, 1992).



İslâm tarihinin ruhu, temeli "ibret" kelimesi üzerine oturur. Tarih, ibret kaynağıdır: "Peygamberlerin haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) tesbit edeceğiniz her çeşidini sana kıssa (tarih) olarak anlatıyoruz. Bunda (bu sure ile) de sana hak ve müminlere bir öğüt ve bir muhtıra gelmiştir" (Hud, 11/120) Andolsun, onların kıssalarını (tarihlerini) açıklamada salim akıl sahipleri için birer ibret vardır" (Yusuf, 12/26).



Bu bakımdan İslâm toplumlarındaki sosyal çalışmalar, kendi tarihi gelişmeleri içerisinde ortaya çıkar ve bir takım özel şartları bünyesinde barındırır. Dolayısıyla batı dünyasındaki gelişme ve sosyal yapılanmalara bakılarak sistemleştirilmiş bir sosyal bilimin değerleri ve teorileri, İslâm toplumlarında fayda yerine tahribat yapar. Batı uygarlığının tarihi şartlarının ve tabii gelişmesinin yansımalarından olan sosyal bilimlerin ard arda ortaya çıkıp, kültürel yapısı farklı olan toplum ve medeniyetlerde aynı hedefleri gerçekleştirmesi bir yana sosyal problemler çıkardığına çokça rastlanmıştır. Ortaçağ'da İslâm toplumlarına bakıldığında, tarih çalışmalarının sosyal hayatın bütün yönlerini ele aldığı goze çarpmaktadır. Rosental bu durumu şöyle dile getirmektedir: "Ortaçağ İslâm ülkelerinde tarih, sadece eğitimde değil, siyasi hayatta ve dinî düşüncede de mühim bir yer tutar" (Rosental'den Ümit Meriç, Cevdet Paşa'nın Devlet ve Cemiyet Görüşü, 1992) .



Tarih, müslümanlar için bilhassa tercüme-i hal ile yakın münasebeti bakımından kendini müşahhas olarak ifade etmek, gündelik hayatın bütün cephelerine eğilmek, insanı ve onun temayüllerini tahlil etmek imkanını veren biricik alandır. Bunun kökleri, Kur'an'ın tarih yorumuna dayanmaktadır. Kur'an'da kabul edilen siyasi yol, daha ziyade tarihi metoddur. Onun için ön hükümler, Arabistan'ın ve civar memleketlerin tarihinden misallere müracaat suretiyle açıklanmıştır.



Kur'an, bazen milletlerin gerileme sebeplerini işbaşındaki hükümetlerine yüklemeden umumileştirir ve "Bir kavim kendi halet-i ruhiyesini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirip bozmaz" der. Devletin özü olan beşer cinsinde olduğu gibi, milletlerin de yükselmeleri ve düşüşleri vardır. Ve bir defa o kavim sosyal hastalığı şifa bulmaz bir hale gelirse, tıpkı bir insan gibi evvelden takdir olunmuş bir kanuna uyarak yerini yeni ve daha kuvvetli bir Irka vererek ölür. Ve bu âlemin nizamıdır.



Görüldüğü gibi, tarihi bakış açısı ile Kur'an, toplumların gelişme ve değişme durumlarına dikkati çekmekte ve buna ait bazı kanunların varlığına temas etmektedir. Bazı araştırmacılar, Kur'an'ın o zamana kadar rivayet ve hikayelerden ibaret olan tarihe bir metod getirmek suretiyle, tarihi ilmî bir çehreye soktuğunu söylemektedirler. Böylece olaylar arasında bir ilişki kurulmakta ve geçmişten birtakım dersler alınması gerektiği anlaşılmaktadır. "Yeryüzünü gezin ve geçmiş kavimlerin eserlerini inceleyin, yoldan sapanların acıklı hallerinden ibret alın" teması çok sayıda Kur'an ayetiyle dile getirilen bir konudur (Sami Şener, Tarih-Sosyoloji Münasebeti, 1992).



Sami ŞENER