Kur'an'da Takvânın Tanımları:

 



“Elif Lam Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, müttakiler için bir hidayet kaynağı ve   kılavuz olan bir kitaptır. O müttakiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler. Onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve felaha, kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (Bakara, 1-5)



“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz gerçek iyilik (birr, takva ve itaat) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden, ona olan sevgisine rağmen malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenenlere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanla-rında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.” (Bakara, 177)



“De ki, size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın rızası, hoşnutluğu vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir. Ki onlar, ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru’ derler. Sabrederler, doğru dürüst olurlar, huzurda boyun bükerlerler, infak ederler (hayırda harcarlar) ve seher vaktinde Allah’tan bağışlanma dilerler.” (Al-i İmran, 15-17)



"Rabbinizin mağfretine (bağışına) ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete kavuşmak için yarışın, koşun. O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için infak edip harcarlar; öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da muhsinleri, güzel davranışta bulunanları, iyilik yapanları sever. Yine onlar, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde  Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı tevbe istiğfar eder, bağışlanma isterler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Yine onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte bunların mükâfatı, Rablerinin mağfireti ve içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Al-i İmran, 133-136)



“Andolsun Biz, Musa ve Harun’a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir zikir (öğüt) olarak, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Furkan’ı verdik. (O takva sahipleri ki) onlar, Rablerine karşı O’nu görmedikleri halde bir haşyet içinde O’na saygı gösterirler. Onlar, kıyametten içleri titreyip korkan kimselerdir.” (Enbiya, 48-49)



“Doğruyu getiren ve tasdik edip doğrulayanlar, işte onlar müttakilerdir.” (Zümer, 33)



“Şüphesiz müttaki olanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada ihsanda bulunup güzel davrananlardı. Gece boyunca da pek az uyurlardı (Kalan saatlerinde de namaz kılar ve ibadet ederlerdi). Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. Onların mallarında dilenip isteyen ve (iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için bir hak olduğunu kabul ederlerdi.” (Zariyat, 15-19)



Şirkten sakınıp iman üzere olmaktır takva. (Fetih, 26)



İsyandan sakınıp itaat üzere olmaktır takva. (Maide, 65; A'raf, 96)                                      



Her eylemde Allah'ın rızasını aramak için Allah'a layık bir kul olmaya çalışmaktır takva. (Al-i İmran, 102)  



Takva iman demektir. (Fetih, 26; Hucurat, 3; Şuara, 11)



Takva tevbe demektir. (A'raf, 96)



Takva tâat anlamına gelir. (Nahl, 2, 52; Mü'minun, 52)



Takva günahları terketmek anlamında da kullanılır. (Bakara, 189)



Takva ihlas manasında kullanılır. (Hacc, 32; Bakara, 41)



Kur’an’daki takva ile ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır ki, Kur’anî tanımla takva, iman etmek ve Kitaba tâbî olmaktır. Takva, tevhid ve teslimiyettir. Kur’anî inanç ve salih ameldir.



İttika’nın üç mertebesi vardır. Birinci mertebesi: İnsanın küfürden nefsini korumasıdır. Her mü’min bu anlamda müttakidir. (Takvanın bu mertebesi için bkz. Fetih, 26) İkinci mertebe-si; haramlardan kaçınmak, küçük günahları  tekrar  tekrar  işlemekten  uzak  durmak  ve  farzları  eda etmektir. Bu mertebe, ittikanın ortasıdır. Yasaklardan kaçınıp, emredilene yapışarak mü’minlerin cehennem azabından korunmalarını içeren bu takva, Bakara suresinin ilk ayetlerinde vasıfları belirtilen ittikadır. (Bkz. A’raf, 96) Üçüncü mertebesi ise; Mü’minin, bütün benliği ile Allah’a dönmesi, kalbinden mâsivâyı (Allah’ın dışında herşeyi) çıkarması ve her an ibadet bilinci ile yaşayıp tefekkürle meşgul olmasıdır. (Bkz. Al-i İmran, 102; Teğabün, 16) İnsanın iman edip şirkten korunması mahiyetinde olan ilk mertebe, kişinin kendi nefsi ve vicdanı arasında olan bir takvadır. İkincisi, insanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki hususlarla ilgili olan takvadır. Üçüncüsü ise, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvası ve imanıdır. Ayette takvanın bu üçüncü mertebesi ihsan olarak zikredilmiştir. “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görmektedir.” (Buhari, İman 37; Müslim, İman 57)                 



Ele, dile, bele, göze, gönüle sahip olup, onları haramlardan korumak takva iken; haya perdesini yırtmak da, takvanın zıddı olan fücur demek oluyor. Fücur: Örtüyü yırtmak anlamına gelir. Takva, fücurun zıddı olarak, bir örtü, bir elbisedir: “Ve, takva elbisesi, işte o hayırlıdır.” (A’raf, 26) Allah, insana hem facir, hem de müttaki olma yolunu göstermiş ve onu bu iki yol arasında  serbest  bırakmıştır.  Takva elbisesini giyen, kendini bu elbiseye zarar verecek her şeyden korur; insanın dışından giydiği elbise gibi bu elbise aynı zamanda süs, aynı zamanda her türlü etkiden koruyucudur. Bu elbise yalnızca dış elbisesi olmakla kalmaz; içe giyilen parçaları da vardır. İslam bu elbiseye talip olmakla başlar. Takva öncelikle “korunma”  anlamına geldiğinden, korunmaya zarar verecek şeylerden korkmak ve çekinmek de bu kavramın içine girmiştir. İşte, kişi önce kendisinin istikbali, yaptıkları ve azap konusunda bir korku duyar. Bu korku onu bir yerlere sığınmaya zorlar; bu takvanın ilk mertebesidir. Sığınılan yer salt bir dört duvar arası değildir. Tehlikenin gelebilmesi için çatı, pencere, kapı açıklıkları ve daha başka yarıklar da bulunabilir. Bütün buraları da örtmeye çalışmak, elbiseyi daha bir kalınlaştırıp vücudun her yanına sarmak takvanın ikinci mertebesidir. Bütün bunlardan sonra, sığınılan binanın veya giyilen elbisenin herhangi bir yanından en ufak bir delik bile açılmaması için çalışmak da takvanın son mertebesidir. (Çünkü, açılan delik  her zaman büyüme istidadındadır.) Şu halde, takva bir sığınağa sığınmak, her türlü tehlikelerden korunmak için bir elbise giymek anlamına geldiği gibi, bu sığınak veya elbiseyi korumak, onun üzerinde titremek ve dıştan gelebilecek her türlü tehlikeler karşısında uyanık bulunmak anlamına da gelir. Takvanın bu üç derecesi Kur’an’da açıklanmıştır:



Takvayı elde etmenin ilk yolu imanla beraber Kur'an'dır. Çünkü Kur'an, iman etmiş bir kimseye sırlarını açar, hazinelerini saçar. Sahabe de öyle diyordu: "Bize Kur'an'dan önce iman verilirdi."  İmanın aslı bulunduğu halde, kalpte yine hastalıktan biraz eser bulunur. Özellikle bizim gibi her tarafa manevi mikroplar saçan cahiliyye toplumundaki bulaşıcı hastalıklardan kalbin etkilenmemesi mümkün değildir. İman ettiği halde az da olsa hastalıktan kurtulamayan kalbin şifası, Allah'ın Kitabı Kur'an'da mevcuttur. Kalbinde iman bulunmayan ve hidayeti aramayan insanın  O Kitap'tan yararlanması ise mümkün değildir. Kâmil bir imana, takva ile dolu selim bir kalbe ulaşmanın yolu Kur'an'dan geçer.



Takvaya ulaşmak için, başta haramları terketmek ve farzları ifa etmek gerekir. Namaz, zekat, cihad, faize bulaşmamak... Sonra, nafilelere devam etmek gerekir. Namazların sünnetleri başta olmak üzere nafile namazlar, özellikle teheccüd namazı, zikir, tefekkür, sünnetlere sarılmak gibi şeylerle takva sağlanabilir. Nafilelere önem verirken dikkat edilmesi gereken önemli bir durum vardır. O da; bazı insanlar, nafileyi farzların önüne geçiriyor, farz derecesinde mecbur tuttukları nafileleri yapacağım diye nice farzları ihmal ediyorlar. Bu, şeytanın sağdan yaklaşarak, mühimmi ehemme tercih ettirmesiyle ilgili bir tuzaktır. Bu tuzağa düşmemek için edille-i şer'iyye sıralamasını unutmadan; imandan sonra öncelikle yapılması gerekenin haramları terk ve farzları eda olduğunu unutmamak gerekir. Bununla birlikte, yaptıklarımızla yetinmeyip, iki günümüzü eşit geçirmeyen bir çaba ile takvanın zirvelerine tırmanmak için, sünnet ve nafilelerden yapabildiklerimizin sayısını artırmaya çalışmak; sırat-ı müstakim budur. Emr-i bilma'ruf nehy-i ani'l münker, bildiğimiz hakkı yaşayıp, bilmediklerimizi öğrenmeye çalışmak,  namazı huşu ile ve imkân nisbetinde cemaatle  ikame etmek, sabır, zikir, istiğfar ve tefekkür takvanın sağlamlaşması için önemli hususlardır. [35]