Tafsil İman'ın Üçüncü Ve En Yüksek Derecesi:

Hâtemul Enbiya ve Seyyidil mürselin Hz. Muhammed ts.a.s.)'in, Hak Teâlâ tarafından Kitabullah” (Kur'ân-ı Kerim) ve Peygamberimizin sünneti (sahih hadisler) ile beşeriyete tebliğ ettiği kesin olarak bilinen ilâhî esas ve hükümlerin (emir ve yasakların) tamamına ve her birine ayrı ayrı (murad-ı ilâhîye uygun olarak) iman etmektir. Daha açık bir tabirle; Allah Kelâmı olduğu kesin olarak bilinen Kur'an Ayetlerinde ve Peygamber (a.s.)'ın sahih hadislerinde zikredilen namaz, oruç, zekât ve hac gibi farz ibadetleri; adam öldürmek, anababaya isyan etmek yalan söylemek, alkollü içki içmek, zina etmek ve kumar oynamak gibi haramları, hülâsa her türlü İlâhî emir ve yasakları, iman, islâm ve ahlâk esaslarını ve her biri ile ilgili din hükümleri ve delillerini gücü yettiğince öğrenerek bunların farz, vâcib, haram veya helâl olduklarını tasdik etmek ve hepsinin hak ve gerçek olduğuna ayrı ayrı iman etmek; İslâm'da tafsilî iman derecelerinin en yükseğidir. Ancak, imanın bu derecesine ulaşabilmek, çok geniş ve etraflı bir ilim sahibi olmayı, yani aslî (itikadî) ve fer'î (Fıkhî-amelî) bütün dinî esas ve hükümleri ayrı ayrı öğrenip, her birine irade ve ihtiyar ile yakînen inanmayı gerektirir. Bu ise, ancak, bu nitelikte ilim ve iman sahibi olan âlimlere, din bilginlerine nasip olur. O halde tafsilî imanın dereceleri, her müslümanın imkân, bilgi, meslek ve ilmî ehliyet ve yeteneklerine göre değişir. Gerçekte her müslüman, sahip olduğu ilim ve kabiliyet ile orantılı olarak mükellef ve Allah indinde mes'uldur. Bu bakımdan, genel olarak herkes için farz kılınan iman, imanın ilk derecesi sayılan "İcmalî İman"dır. Çünkü, İslâm binasına ancak bu ana kapıdan girilir. Ancak, bununla yetinilmeyerek, İslâm akâidinin temel unsurları olan iman esaslarının tamamını bütün gücü ile öğrenmeye gayret etmek, onlara tereddütsüz ve kesin olarak inanarak iman derecelerinde yükselmek, onu kemale erdirmek, her müslümanın aslı görevidir. Bu şuur ve gayret içinde olan müslümanlar takva yollarında ilerlemiş, imanlarını kuvvetlendirmiş, onu olgunlaştırarak kemale erdirmiş olurlar (Bk. Şerhu'l-Mevâkıf, III, 182- 190; Şerhu'l-Makâsıd, II, 128- 135; Şerhu'l-Akâidi'n-Nesefiyye, 457; Salih Musa Şeref, Müzekkerat fi't-Tevhid, IV, 167-178, 185-196, Kahire 1952; İmâm-ı Âzam Ebû Hanife, Fıkh-ı Ekber ve Aliyyul-Kar Şerhi, 76-80; İmamu'-Harameyn el-Cüveyn, Kitabu'l-irsad, 396-398; İslam İnanışları (İlm-i Kelâm), İstanbul 1984, 1, 148-157).



Ali Arslan AYDIN