ŞÜPHE

Şüphe ve karıştırma anlamında Arapça bir kelime. Çoğulu "şubeh" ve "şübehât" tır. Şüphe veya şüphecilik inanç, ibadet, günlük muameleler ve ceza hukukunda sonuçlar doğurur.



Bir kimsenin mümin sayılması için iman esaslarını şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir. Kur'an-ı Kerim'de müminin şüpheden sakınmasını bildiren çeşitli âyetler vardır: "Hak, Rabbinden gelendir. Artık şüphe edenlerden olma” (el-Bakara, 2/147), "(Ey Muhammed)! Bu, Rabbin tarafından bir gerçektir. Sakın şüphe edenlerden olma" (lu İmrân, 3/60); "Kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'ın senin Rabbin tarafından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse sakın şüphe edenlerden, olma" (el-En'âm, 6/114); "Eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor. Şüphesiz ki sana Rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde kesinlikle şüphe edenlerden olma" (Yûnus, 10/94); "Allah'a ve Resulüne iman eden, sonra hiç bir zaman imanında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat eden kimseler ancak hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır" (el-Hucurât, 49/15).



İbadetlerde şüphe halinde galip zanna göre hareket edilir. Meselâ bir kimse bir vakit namazını kılıp kılmadığında şüphe etse, eğer böyle bir şüphe ilk defa olmuşsa namazını kılması gerekir. Fakat sık sık vuku buluyorsa galip zannına göre amel eder. Yine bir kimse namazında şüphelenerek üç mü yoksa dört rekât mı kıldığını hatırlamasa, eğer yanılma olayı bu kişinin başına ilk defa gelmişse yani bu gibi şüphelenmeler o kişide sürekli bir durum haline gelmemişse namazını yeniden kılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden biri namazı kaç rekât kıldığı hususunda şüpheye düşerse namazını yeniden kılsın" (Zeylaî, bu hadis için "garib" demiştir. bk. Nasbu'r-Râye, II,173).



Eğer böyle bir kimseye çoğu kez şüphelenme durumu geliyorsa, galip olan kanaatine göre namazına devam eder. Üç veya dört rekâtten hangisi hakkındaki kanaati ağır basıyorsa o tarafı tercih eder. Çünkü sık sık vesveseye düşen kimsenin namazını yeniden kılmasında güçlük vardır. Eğer eksiklik farzın veya vacibin geciktirilmesine yahut vacibin terkine yol açmışsa sehiv secdesi yapılarak bu eksiklik giderilmiş olur. Eksik rekât kıldığı kanaati galip olursa bu rekât tamamlanır ve arkasından sehiv secdesi yapılır. (Ayrıntı için bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali İstanbul, 1991 s. 366 vd).



Abdullah b. Mes'ud (r.anh)'tan Resulüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Sizden biri namazında şüpheye düşerse, doğrusunu araştırsın ve namazını kanaatine göre tamamlasın. Sonra selâm versin ve sehiv secdesi yapsın, yani yanıldığı için iki secde daha yapsın" (Buhâr, Salât 31; Müslim, Mesâcid, 88,89; Ebû Dâvûd, Salât, 190, 191, 193; Nesâf, Sehv, 24, 25; İbn Mâce, Akâme, 132, 133; Mâlik, Muvatta', Nidâ, 61-63; Ahmed b. Hanbel, I,190,193, 204 206). Ebû Said el-Hudrî (r.a) şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.s) buyurmuştur ki:



Sizden biri namazı dört rekât mı üç rekât mı kıldığında şüpheye düşerse, şüphesini atsın ve kesin olarak bildiği ne ise onun üzerinden namazını tamamlasın, sonunda da iki secde yapsın. Eğer beş rekât kılmışsa, bu secdeler namazına şefaatçi olur, eğer tam kılmış ise, bu iki secde şeytanın kendisinden uzaklaştırılmasına vesîle olur" (Buhârî, Sehv, 6,7; Müslim, Salât, 19, 20; Ahmed b. Hanbel, III, 12, 37, 42)



Diğer yandan namazda şüphelenip, kaç rekât kıldığı hususunda kesin kanaate varamayan kimse en az rekâtı esas alarak namazına devam eder. Çünkü en azı hakkındaki bilgi kesindir. Böyle bir kimse oturması gerektiğine kanaat getirdiği her yerde oturmalıdır. Böylece farz veya vacip olan bir oturuşu terketmemiş olur. En azı ile amel etmek gerektiğinin delili şu hadistir: "Sizden biri namazında şüphe ederse, üç mü yoksa dört mü kıldığını bilemezse, şüphelenmeyi bıraksın ve en az rekâtı esas alarak namazına devam etsin" (ez-Zeylaî, a.g.e, II, 174).



Şüphenin Günlük Muâmele, Akit ve Ceza Hukukuna Etkisi:



Akit ve muâmelelerin rükun ve şartlarında şüphe ve zanna yol açacak belirsizliklerin bulunmaması gerekir. Aksi halde geçerli bir muâmelenin sonuçları tam olarak meydana gelmez. Diğer yandan şüphe kesin olarak sabit olan bir şeyi ortadan kaldırmaz. Bu kural Mecelle'de şöyle ifadesini bulmuştur: "Şek ile yakîn zail olmaz" (Madde, 4).



Şüphe, hukukta şöyle tarif edilmiştir: Sabit olup olmadığı kesinlik kazanmayan, ortada olan şeydir. Şüphe, had ve kısas cezalarını düşürür. Miktarı vahiy ve sünnetle belirlenmiş olan cezalara "had cezası" denir. Çoğulu "hudûd"tur. Bunlar beş tane olup Şunlardır: Zina, zina iftirası, hırsızlık, yol kesme ve içki içme cezası. Bunlardan ilk dördünün cezası âyetle, içki içmenin cezası ise hadisle sabittir (bk. "Had, Hadler" maddesi). Kısas kul hakkı olup, bu da âyetle belirlenen bir ceza türüdür. Miktarları İslâm tarafından belirlenmeyip İslâm devlet yöneticilerince belirlenen cezalara ise "ta'zîr cezası" denir.



İşte şüphe olunca bu had ve kısas cezaları düşer. Delil şu hadistir: "Gücünüz yettiği kadar şüphelerle had cezalarını düşürünüz" (Ebû Davûd, Salât, 14; Tirmiz, Hudûd, 2). Bunu beşeri hukuklar "şüpheden sanık yararlanır" biçiminde ifade etmiştir. Bu prensip gereği Hz. Ömer kıtlık yılında ihtiyaç sebebiyle hırsızlık yapanın elini kesmemiş, efendisinin veya hısımının malından çalana da o malda hakkı olabileceği şüphesiyle hırsızlık cezası uygulanmamıştır.



Bu prensiple ilgili çeşitli örnekler verilebilir. Meselâ; suçluya ceza uygulanırken şahitlerden birisi şahitlikten dönse, infaz durdurulur. Yine iki kişiden birisi bir kimsenin içki içtiğine, diğeri ise davalının içki içtiği ikrarını işittiğine şahitlik yapsa şüphe yüzünden ceza infaz edilmez. Bir kimse hırsızlık yaptığını inkar eder, fakat sonradan bu inkarından döner, daha sonra da malın bir kısmını çaldığını tekrar ederse şüphe yüzünden had uygulanmaz (Cevat Akşit, İslam Ceza Hukuku ve insanı Esasları, İstanbul 1987; "Had, Hadler" mad. Ş.İ.A, II, 282-284) .



Zina suçunun sabit olması için zina ettiği iddia edilen erkekle kadın arasında nikâh, nikâh şüphesi, mülk veya mülk şüphesi bulunmamalıdır. Aksi halde zina sabit olmaz.



Nikâh şüphesine şunlar örnek verilebilir: Bir kimse şahitsiz veya velisiz olarak nikahlandığı yahut geçici nikah ile evlendiği bir kadınla cinsel ilişkide bulunsa, erkek bu ilişkinin haramlığına inansa bile zina cezası gerekmez. Çünkü müçtehitler arasında şahitsiz veya velisiz ya da geçici nikâhın caiz olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bu görüş ayrılığı ise şüphe doğurur. Yine bir kimse nesepçe mahrem hısımlarından olan veya süt hısmı bulunan ya da ebedi olarak haramlık doğuracak sıhrî hısımlarından birisi ile evlense yahut iki kız kardeşi bir arada nikâhlasa yahut da başkasının iddet beklemekte olan boşanmış ya da kocası ölmüş bir kadınla evlense bu akde dayanarak cinsel ilişkide bulunsa Ebû Hanife ve Sevri'ye göre haramlığı bilse bile had cezası gerekmez. Fakat ta'zîr cezası uygulanır. Çünkü had cezasını düşürecek nitelikte şüphe doğuran nikâh akdi vardır.



Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlîki ve Hanbelîlere göre, ebedî olarak haram olan her cinsel ilişkiden ötürü had cezası gerekir. Böyle bir nikâh batıl olur ve bundan doğacak şüpheye de itibar edilmez. Çünkü bu, fasit bir şüphedir. Ebedî olarak haramlık doğurmayan şahitsiz evlenme veya eşinin kız kardeşini de aynı anda nikâhlama gibi durumlarda ise had cezası gerekmez. Ancak Mâlîklere göre nesep, süt hısımı veya beşinci eşle aynı anda evli olmak gibi durumlarda bunun haramlığını biliyorsa had gerekir; bilmiyorsa bu bilmeme şüphesi haddi düşürür:



Ebû Hanîfe, nikâhın helal veya haram oluşu arasında bir ayırım yapmaksızın, ehli tarafından ve mahallinde yapılan bir nikâhın haddi düşüreceğini söyler. Tarafların haramlığı bilip bilmemesi de sonucu değiştirmez.



Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'in de içinde bulunduğu çoğunluğa göre ise, nikâh ebedî olarak haram olur veya haramlığı icmâ ile sabit bulunursa had gerekir. Çünkü cinsel ilişki kendisinde şüphe olmayan bir mahalle rastlamış olur. Nikâh ebedi olarak haram olmaz veya haramlığı üzerinde görüş ayrılığı bulunursa had gerekmez (bk. el-Kâsân, el-Bedây, VII, 35 vd.; eş-Şirbîn, Mugnî'l-Muhtâc, IV, 145, 146; eş-Şırâz, el-Mühezzeh, II, 267; İbn Kudâme, el-Mugn, VIII, 182).



Hanefîlerde Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in görüşü ile fetva verilmiştir. Ancak İbn Âbidîn şerhlerin hepsinde Ebû Hanife'nin görüşünün tercih edildiğini, bununla fetva vermenin daha uygun olacağını belirtir (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, Mısır, t.y., III, 168).



Şâfiîlere göre, bir kimse bir kadını zina etmek üzere kiralasa ve onunla zina yapsa ve yine mahrem hısımlarından birisi ile haramlığını bilerek evlense bu kimseye zina haddi gerekir. Çünkü buradaki akit onun cinsel ilişkisini mübah kılmaz. Bu nikâhın varlığı ile yokluğu birdir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VI, 32).



Fiilde şüphe de haddi düşürür. Ancak bunun için fiili işleyenin fiilin haramlığını bilmemesi gerekir. Meselâ; eşini üç talakla boşayan kimse iddet süresi içinde, helal sanarak boşadığı eşiyle cinsel ilişkide bulunsa zina cezası uygulanmaz. Çünkü doğacak çocuğun nesebi, kadının iddet süresince başka bir erkekle evlenememesi, kadının nafaka ve mesken ihtiyacının erkeğin üzerine vacip olması gibi sebeplerle nikâhın izlerinin devam etmesi, şüphe uyandıracak güçtedir. Bir bedel karşılığında boşama, bir defa bile iddet süresince yukarıdaki sonuçları doğurur. "Çık git, bir daha geri dönme!" gibi kinayeli sözcüklerle bir defa boşama halinde iddet süresi içinde cinsel ilişkiye had uygulanmaz. Burada haramlığın bilinip bilinmemesi, sonucu etkilemez. Çünkü bu durumda boşamanın kesin veya cayılabilir nitelikte olup olmadığı konusunda sahabe arasında görüş ayrılığı vardır.



Şüphe bazı durumlarda fiili işleyenle ilgili olur. Bu da bazı şartlarla cezayı düşürür. Meselâ; bir kimse yatağına gece giren bir kadınla eşi sanarak cinsel ilişkide bulunsa, yine bir âma eşine seslense ona başka bir kadın cevap verse, onu eşi sanarak cinsel ilişkide bulunsa Şâfiî, Mâlikî ve İmam Züfer'e göre erkeğe zina cezası verilmez. Çünkü o yanılmada özürlü sayılır. Bu şuna benzer: Bir erkeğe eşi olmadığı halde, eşi olduğunu söyleyerek bir kadını zifaf için getirseler ve cinsel ilişki meydana gelse, erkeğe had gerekmez, ancak kadının mehir hakkı doğar (bk. İbnü'lHümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 146).



Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Hanbelîlere göre yukarıdaki kişiye iki durumda da had cezası uygulanır. Çünkü burada zan, ona cinsel ilişkiyi meşru kılmaz. Belki kadının kendi eşi olup olmadığını araştırması gerekirdi. Buradaki şüphe haddi düşürecek güçte değildir. İmam Muhammed'e göre ise gözleri görmeyen kimse eşine seslenince "Ben senin eşin filancayım" diye cevap verse, bunun üzerine cinsel ilişki vuku bulsa had gerekmez. Fakat kadın, eşi olduğunu belirtmeksizin "Ben filancayım" dediği halde cinsel ilişki olmuşsa had uygulanır (bk. el-Kâsânî, a.g.e, VII, 37- İbnü'lHümâm, a.g.e, IV, 147; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 184; ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 33 vd).



Hamdi DÖNDÜREN



[1] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[2] Sayılar: 22/22.



[3] Yuhanna: 16/11.



[4] Efesoslulara Mektup 2/2.



[5] Custav Davidson, A Dictionary of Angels, London 1968, s. 101.



[6] Eyüp, 1/6; 2/7.



[7] el-A'raf: 7/12.



[8] Davidson, a.g.e., s. 63, 261; S.G.F. Brandon A, Dictionary of Comparative Religion, London 1971, s. 558.



[9] el-Bakara, 2/34; el-A'raf, 7/11; el-Hicr, 15/31-32; el-Asra, 17/61-62; el-Kehf, 18/50; Tâ-hâ, 20/116; Sa'd, 38/84-85.



[10] el-Kehf: 18/50.



[11] Frûzâbâd, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305, 4/665; Seyyid Muhammed Murtaza ez-Zebidi, Tâcü'l-Arûs, Beyrut (t.y) 9/353; İsmail b. Hammad el-Cevher, es-Sıhah, Beyrut, 1399/1979, 5/2144; Râgıb Isbahâni, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, Mısır (t.y) s. 383; es-Seyyid Sâbık, el-Akâidü'l-İslâmiyye, Beyrut (t.y) s. 139; Süleyman Ateş, İnsan ve İnsan üstü, İstanbul 1979, s. 36 vd.; Mehmed Hulusi İşler, Nefis ve Şeytan, İstanbul 1984, s. 106. Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/38-39.



[12] A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 110.



[13] Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Yayınları: 69.



[14] Bakara: 2/34, A’raf: 7/11, Hicr: 15/31, İsra: 17/61, Kehf: 18/50, Taha: 20/116, Sad: 38/74, 38/75



[15] İsra: 17/27



[16]  Meryem: 19/44



[17] Bakara:  2/168, 2/208, Maide: 5/91, En’am: 6/142, A’raf: 7/22, 7/27, 7/200, Yusuf: 12/5, Nahl: 16/98, İsra: 17/53, Nur: 24/21, Fatır: 35/6, Yasin: 36/60, Fussilet: 41/36, Zuhruf: 43/62, Mü’minun: 23/97



[18] Cin hakkında fazla bilgi için Bk. :



* M.Ali Tehânivi, Keşşaf'u Istılâhât'il-Fünûn : 1/261 Kahraman Yayınları, İst. -1984



* Alaüddin Abidin, el-Hidâye'tül-Alaiyye : S.365 Kahraman Yayınları, İst. -1992



* Fahrüddin er-Razi, Tefsir'ul-kebir (Cin-En'âm-A'râf Sureleri'nin Tefsir'i)



Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 325-327.



[19] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 199-200.



[20] A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 108-110.



[21] el-Bakara: 2/31; el-Hicr: 15/26-29.



[22] el-Kehf: 18/50.



[23] Sâ'd, 38/71-85.



[24] el-Hicr, 15/29; Sâd, 38/72.



[25] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul (t.y), 3/2133; N. Mehmet Solmaz-İsmail L. Çakan, Kur'ân-ı Kerim'e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, İstanbul 1982, 1/19.



[26] Yazır, a.g.e., 3/2129.



[27] el-Bakara, 2/30.



[28] Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/39.



[29] ez-Zümer: 39/68; el-Mutafffin: 83/6.



[30] en-Neml: 27/87.



[31] Yazır, a.g.e., 3/2135; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/39-40.



[32] A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 111.



[33] Yazır, a.g.e. 3/2138; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/40.



[34] er-Rûm: 30/21.



[35] Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih Tercemesi: 9/81.



[36] Yazır, a.g.e. 3/2139.



[37] A'raf: 7/20-22; Tâhâ: 20/120.



[38] Tâhâ: 20/115.



[39] Tahâ: 20/121.



[40] el-A'raf: 7/23.



[41] el-Bakara: 2/37; Tâhâ: 20/122.



[42] el-Bakara: 2/38; Âlu İmrân: 3/33; Tâhâ: 20/122-123.



[43] Çakan-Solmaz, a.g.e. 1/27.



[44] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[45] Ayrıca bkz. el-Kehf: 18/50; el-Fâtır: 35/6.



[46] ez-Zuhruf: 43/36-39.



[47] el-Mücâdele, 58/19.



[48] Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/40-41.



[49] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 200.



[50] el-Hıcr: 15/28-43; el-İsrâ: 17/61; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/41.



[51] A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 110.



[52] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[53] Müslim, Münâfikûn, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/115.



[54] Eyûb, 1,6 v.d. 11,7.



[55] Luka, IV, 1-13; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/41.



[56] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[57] Seyyid Sâbık, a.g.e., s. 154.



[58] Buhârî, Fedâilü'l-ashâb: 6; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe: 2; Ahmed bin Hanbel: I/171, 182; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/41; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[59] Hıcr: 15/41-42.



[60] İbn Kesir, 2/9.



[61] İbn Kesir, 2/9.



[62] M. Alagaş, Şeytan ve Dostları, s. 27-52.



[63] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[64] Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/41.



[65] Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Yayınları: 69-71.



[66] Müslim, Tevbe: 2; Tirmiz, Cennet: 2; Daavât: 98; Ahmed b. Hanbel, Müsned: I/289, 2/309.



[67] Seyyid Sâbık, a.g.e. s. 155-156; A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm'a Giriş, İstanbul 1987, s. 196; Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/41-42; Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Yayınları: 71-72.



[68] Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Yayınları: 72.



[69] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 202-203; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[70] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[71] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[72] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[73] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[74] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[75] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[76] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[77] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[78] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[79] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[80] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[81] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[82] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[83] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[84] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[85] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[86] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[87] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[88] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[89] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[90] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[91] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[92] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[93] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[94] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[95] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[96] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[97] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[98] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[99] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[100] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[101] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[102] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[103] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[104] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[105] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[106] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[107] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[108] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[109] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[110] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[111] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[112] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[113] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[114] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[115] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[116] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[117] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[118] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[119] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[120] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[121] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[122] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[123] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:



[124] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[125] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[126] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[127] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[128] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[129] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[130] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[131] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[132] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[133] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[134] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[135] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[136] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[137] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[138] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[139] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[140] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[141] Harun Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları:











[142] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/151-152.











[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/153.











[144] Aslında "kuyruğuyla" denmiştir. Ancâk âlimler, burada maksadın dil olduğunu belirtirler.











[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/179-182.











[146] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 264; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.











[147] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 635-639.











[148] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 640-641.











[149] Mehmet Kubat, Kur’an’da Tevhid, Şafak Y. s. 132-138.











[150] Hârun Yahya, Şirk, s. 90, 92.











[151] Kul Sâdi Yüksel, Selefin İzinde, s. 215-219.











[152] Geniş bilgi için bkz. Muhammed Kutub,  Tevhid.











[153] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 541-543.











[154] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 264-266











[155] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 295-299











[156] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 339-340











[157] A. Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, s. 160-165











[158] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 279











[159] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 472-476











[160] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 457-459











[161] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 214.











[162] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 125.











[163] Bk. Batıl Dinler.











[164] Bu olay Kur'ân-ı Kerim'de: Enbiya Sûresi'nin çok kısa olan 51-70 ayetlerinde, son de­rece özet şekilde anlatılmıştır. Nemrut'un adı ise Kur'ân-ı Kerim'de hiç geçmemek­tedir.



Eski çağlarda yaşamış olan bir topluluğa peygamber olarak Allah ta­rafından gönderi­len Hz. İbrahim'in yaşadığı bu çok ilginç ve önemli olay hakkında yer, zaman, tarih ve ad­la­rın Kur'ân-ı Kerim'de veril­memesi bize aslında bu gibi şeylerin hiç de önemli ol­madığını anlat­maktadır; Daha çok şirk toplumlarının önem verdiği mitolojilerin te­melde hiç bir işe yaramadığını, insanların, ge­nellikle güçlü kimseleri, yani kralları, kahramanları, ruhani­leri ve ozanları olağanüstü vasıf­larla yücelterek; onlara mitolo­jik birtakım nite­likler vere­rek, bir zaman sonra bu kimseleri tanrı­laştırdıklarını, ancak bir gün gelip bütün bu adamların öldüğünü ve birer avuç gübre  ya da toprak olduğunu do­laylı olarak ortaya koymakta ve bu an­latımla da şirk denen pislikten ko­runmamızı işaret etmektedir.











[165] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 125-128.











[166] Bu tezi Filozof Tylor, La Civilisatino Primitive adlı eserinde savunmaktadır. Ancak birçok ilim adamları ve bunlardan Herbert Spencer bu görüşü eleştirerek çürüt­müşler­dir. Çünkü pozi­tivistlere göre felsefeler deneye dayanmadıkları için yapıcı de­ğil bilakis yı­kıcıdırlar.



Burada hemen belirtmek gerekir ki tevhid dininin kaynağı, poziti­vizmin de felsefenin de asla ulaşamadığı vahiydir. Dolayısıyla poziti­vizmin, deneye dayanmayan felse­feyi reddetmesi ve felsefi çelişkileri çürütmesi, onun (aynı zamanda deneye dayanma­yan vahyi de çürüt­tüğü) şeklinde algılanmamalıdır. Bilakis pozitivizmin felsefeyi çü­rüt­mesi, vahyin aynı doğrultudaki hükmünü veya tutumunu kanıtlamış olur ki esasen vahyin doğ­rulanma­sında pozitivizm hiç bir zaman ölçü olamaz. Şu varki vahiy ile bağdaşmayan fel­sefi çelişki­lerin herhangi bir surette çürütülmesi demek, bir doğrunun, insan aklının alabi­leceği daha ba­sit bir sistemle açıklanması demek olur.



Şirk dinleri çok çeşitlidir. Çünkü her birinin çıkış noktası çok fark­lıdır. Bu dinlerin, her birinin, ilk oluşumu sırasında hangi neden ve eğilimle bir tevhid dininden koptuğu nok­tası önemlidir. Çünkü tev­hidden şirke doğru kayma olayının ilk sebebi  her sapık dinin sebe­bini oluşturur ve tarihi süre­cini başlatır. Bugün mevcut olan şirk dinlerinin birçoğu­nun, tevhidden kopan ilk halkasını sapta­mak artık mümkün değildir. Ancak İslam'dan kopan şirk dinleri­nin başlangıç sebepleri ve tarihi gelişmeleri gayet açık ve meydan­dadır. Bu da bize şirk sapmaları­nın nasıl oluştuğu hakkında çok önemli ipuçları ver­mektedir.











[167] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 128-131.











[168] Muhammed b. Süleyman el-Halebi, Nukhba'tul-Laâlî Lişarhi Bad'il-Amâlî, Beyit no. 10, S.23. Işık Kitabevi İstanbul-1979











[169] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 131-132.











[170]  Kur'ân-ı Kerim'n Nuh Suresi'in yirmiüçüncü ayetinde Vedd, Suva, Yağus, Yaûk ve Nesr adlarında dört isim geçmektedir. Vaktiyle Nuh Peygamber'in kavminden salih kim­se­ler olan bu zevat daha sonra tanrılaştırılmışlardır. Çok sonraları araplar tara­fından da put­larına ta­pılmıştır. (Bk. Ebul-Fida İsmail İmaduddin b. Ömer İbni Kesir Tefsiri : 8/261,262 - Kahraman Yayınları-İstanbul.) 











[171] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 133-135.











[172] Al-i İmran: 3/19,  3/85















[173] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 136-138.











[174] Kur'ân-ı Kerim 2/159, 2/161, 33/64











[175] Kur'ân-ı Kerim 2/102











[176] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 138-141.











[177] Hafız b. Ahmed el-Hakemî, Meâric'ul-Kabûl 1/273-274.











[178] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 141-144.











[179] Nisa: 4/48.











[180] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 144-146.











[181] Benim bildiğim kadarıyla bu kitap Muhammed Fuad Abdulbaki’nin Buhari ile Müslim’in ittifak ettikleri hadisleri topladığı kitabın ismidir. (Abdulvahid Metin)











[182] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 146-147.











[183] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 147.











[184] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 147-148.











[185] Türkiye'de yalnız Türkler tarafından ölmüşlerin ruhuna oku­tulan Mevlid adı al­tın­daki manzum risale Merhum, Bursa'lı Süleyman Çelebi (Öl.M. 1422) tarafından ka­leme alınmıştır. Bu eserin asıl adı Vesile'tün-Necât'dır. Bu zat, Yıldırım Sultan Bayezit za­ma­nında yaşa­mıştır. Buna göre İstanbul'un fethinden çok önceleri yazılmış olan mevlit, yakla­şık 150 yıl sonra Üçüncü Sultan Murad (1546-1595) zama­nında ilk defa Hz. Peygamber (sav)'in, yalnızca doğum yıldönümü münasebetiyle okutulmaya başlanmıştır.



Ne yazık ki cami gibi kutsal ve belli ibadetlere mahsus mekanlarda mevlit okutmak o ta­rihlerden itibaren bir gelenek olarak yerleşmiştir. Bugün mevlit okumayı ve okut­mayı bir ibadet sananların sayısı -maalesef- milyonları aşmaktadır. Artık bu yanıl­gıyı düzeltmek de pek kolay gibi görünmemektedir. Halbuki Süleyman Çelebi Merhum'un böyle bir amaç güt­tüğü asla kanıtlanamaz. Kuşkusuz O, Hz.Peygamber (sav)'in sırf derin sevgisiyle bu eserini yazmıştır. Mevlit, edebi değeri olan çok güzel bir eser­dir. Onu elbetteki evlerde ve daha başka uygun yerlerde ibadet amacı güdülmeden okumakta ve teren­nüm etmekte hiç bir sa­kınca yoktur.



Bu türlü âyinlerin camilere kadar taşınmış olmasında şiîlerin etkisi bulunabilir. Çünkü İran hal­kıyla komşu olan kürtlerde ve “Güneydoğu”'daki arap asıllı azınlık arasında da ca­mi­lerde mevlit okutma geleneği vadır.











[186] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 148-149.











[187] Bazı hastalıkların doğal yollarla şifaya kavuşturulması için zi­yaret edilen kap­lıca ve benzeri su kaynaklarını, şarlatanlıklara konu edilmiş şeylerle karıştırmamak gere­kir.











[188] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 149.











[189] Mazdek (veya Mazdak) Temelde sınıf farklarına karşı çıkan bi­ridir. Eski İran'da Yoksul üreticilerin mutlu sınıfa karşı kabaran düş­manlık duygularını kullandı. Fanatik ateş rahip­lerine karşı çikarak Mecusiliğin öğretilerinde radikal değişiklikler yap­maya çalıştı. Ancak rijit ibahiyeci düşüncelerinden dolayı Sasanî Kralı Hüsrev Anuşirevan ta­rafından yaklaşık M. 530  yıl­larında idam edildi.











[190] Miladi 487 de doğan Zerdüşt'ün Mecusiliği yeniden tevhid inancına oturtmak is­te­di­ğini ileri sürenler vardır. Bu teze göre O, ka­inatın esas yaratıcısının, iyilik ilahı (Hürmüz) olduğuna inanıyordu. Karşılıklı mücadele eden güçlerin ise iki tanrı değil, bi­la­kis iyilik ve kö­tülük duygusu olduğunu söylüyordu. Bu tez eğer doğru ise Mecusiliğin de di­ğer tüm insanlık dinleri gibi temelde vahye dayanan bir tevhid dininden saparak bu şe­killere gir­diği ve za­man zaman gerçeği idrak eden şahsiyetler tarafından aslına döndü­rülmek istendiği tarihin bir tekerrürü olarak ortaya çıkar.



Ne varki Hürmüz'ün, sözde sapık kardeşi olan Ahriman'la savaş­tığı inancını Zerdüşt'e dayandı­ranların açıklamaları bu şahsın, gerçek tevhid yolunda olmadığını göstermek­te­dir. Doğrusunu ise ancak Allah Teâlâ bilir.











[191] Son yıllarda siyasi kavgalara konu olan Nevruz ateşlerinin ya­kılması, zor kulla­nı­larak önlenemeyince, aynen Zerdüşistler gibi müş­rik olan ırkçı kökten putçular, bu di­reniş karşı­sında geri adım atarak onlar da Nevruzu kutlamaya başladılar. Ancak bu spekülas­yon hiç de işe yaramadı. Aslında tarihteki en büyük ortak değerleri olan İslam'a ve tev­hid inan­cına yeniden sa­rılarak bu iki müşrik topluluk tekrar kucaklaşa­bilirlerdi. Çünkü her iki tara­fın da geçmişinde bu güzel ve değerli miras vardır. Ancak her iki sapık kamp da şirkte ısrar edince Allah Teâlâ onları kanlı bir fitne ile birbirine musallat ederek mü­min toplu­luğu onla­rın şerrinden korudu. “(...) Eğer Allah insanların bir kısmını, di­ğer bir kısmı aracılığıyla de­fetmemiş olsaydı elbetteki dünyanın düzeni bozulurdu.” (Bakara: 2/251)











[192] “Tek bir gnostisizm yoktur. Gnostisizimler vardır. Bu felsefe (…) sapkınlığın ilki ve en tehlikelisidir. Gnostikler çoğunlukla dinlerin içinde küçük gruplar meydana getirirler.” (Meydan Larousse)



Hristiyanlığın dejenere edilmesinde Gnostizmin rolü büyüktür. Keza İslam inancına, Hikmetü’l-İşrak adı altında musallat olan gnostisizmin temsilcisi Şihabuddin Suhreverdi, eserleriyle bazı çevrelere aydın bir İslam alimi görünümü vermiş olmasına rağmen son derece sinsi ve tehlikeli görüşler ortaya koymuştur. Mecusilik, Şiilik, Süryani inançları ve Yeni Eflatunculuk karışımı bir felsefe üreten Suhreverdi ışık ve nur sözcüklerine yeni anlamlar yükleyerek İslam terminolojisine yabancı içerikli çeşitli kavramlar mal etmeye çalıştı. Sırf İslam’a darbe indirmek için Oryantalistlerin ve İslamımsı dünyadaki batı hayranlarının, aşırı ilgisini çeken “Hikmetü’l-İşrak” ve “Heyakili’n-nur”, Sühreverdi’nin en ünlü eserleridir.



Bu sapkın düşünceleri kadar pislik içindeki dış görünümüyle de dikkatleri çeken Sühreverdi hiçbir zaman vakur ve saygın bir alim kişiliğine sahip olamadı. Bitlendi, kir pasak içinde dolaştı. Bütün bunlarla birlikte siyasi hırsı yüzünden bir takım kuşkulara da neden olunca Selahaddin-i Eyyubi’nin emriyle, oğlu el-Meliku’z-Zahir tarafından M. 1191 yılında Halep kalesinde boğduruldu. Bu sırada 37 yaşındaydı.  



Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 149-151.











[193] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 151-152.











[194] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 152-155.











[195] Bk. İman-amel ilişkisi











[196] Bu durum için, (yerine göre)  üç neden söz konusudur : Sarâhat, zarûret, mâni'. Çünkü kişinin inandığı şey, ya başkası tarafından gerçekleştirilmiştir ve uygulama halindedir; Ya bir mazeretten sebep ertelenmektedir; Veya çetin bir engelden dolayı hayata geçirilememektedir. 











[197] Bk. İnsan İlişkilerinde İnancın Belirleyici Rolü.











[198] Kur'ân-ı Kerim 2/221, 6/121, 9/6, 9/17, 9/113, 15/94











[199] Kur'ân-ı Kerim 9/28











[200] Kur'ân-ı Kerim 2/221











[201] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 155-158.











[202] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/135-136.











[203] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/137-138.











[204] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/138-139.











[205] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/13