Sulh Akdini Ortadan Kaldıran Haller:
1. İkâle: Kısas dışındaki sulh akitleri, tarafların karşılıklı rızası ile feshedilebilir. Çünkü sulh akdinde malı mala bedel kılma anlamı vardır. Bu da satışta olduğu gibi feshi kabul eder. Kısas konusunda sulh ise, öldürülenin velisinin kısası uygulatma hakkını düşürmek demektir. Bu ise, katili af niteliğindedir. Bu yüzden de boşamada olduğu gibi, fesih imkânı bulunmaz. Yani önce katili affedip, daha sonra bu aftan vazgeçmek geçerli değildir.
2. Mürteddin dârul-harbe sığınması veya irtidadı yüzünden öldürülmesi sulh akdini geçersiz kılar. Çünkü mürteddin tasarruflarının geçerliliği İslâm'a yeniden dönmesine bağlıdır. Mürted İslam'a dönünce tasarrufları yürürlük kazanır. Dârul-harbe sığınır ve hâkim bu sığınmayı hükme bağlar veya öldürülür yahut da mürted olarak ölürse tasarrufları bâtıl olur. Bu, Ebû Hanîfe'ye göredir. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre mürteddin tasarrufları nâfiz olur.
3. Ayıp veya görme muhayyerliği sebebiyle sulh bedelini geri vermekle de sulh akdi bozulmuş olur.
4. Menfaat üzerinde sulh akdi yaptıktan sonra, süre geçmeden önce taraflardan birisinin ölmesi ile sulh akdi sona erer. Çünkü menfaat üzerine sulh akdi icâre akdine benzer. İcâre ise taraflardan birisinin ölümü ile ortadan kalkar.
Sulh akdi ortadan kalkınca davacı, inkâra dayanan sulh hâlinde iddiasının aslına dönmüş olur. Sulh ikrara dayalı ise davacı dava konusu ile davacıya döner.
Kısas konusunda sulh halinde ise davacı suçu işleyene kısasla değil, diyetle döner (es-Serahsi, a.g.e., XXI, 34; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 45 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, V, 32; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 495).
Hamdi DÖNDÜREN
METİN
Sulh ile ikrar arasındaki münasebet şudur: İki kişi arasındaki bir meselede taraflardan birinin ikrar edecek yerde inkâr etmesi husûmete sebep olur. Husûmet ise sulhu gerektirir.
Sulh sözlükte, lügâtta karşılıklı anlaşma anlamına gelir. Şeriatta ise, taraflar arasındaki nizaı (anlaşmazlığı) kaldıran, husûmeti sona erdiren akde denir.
Sulhun rüknü icabtır. Eğer sulh bedeli tayin edilebilen cinsten bir-şey olursa bunun kabulü de sulhun rüknü olur. Sulh bedeli dirhem gibi tayin edilemeyen birşey olursa sulh kabulsüz de tamamlanır. İnâye.
Sulhun şartı akıldır. Sulhta hürriyet ve bulûğ şart değildir. Öyleyse acık bir zarardan âri olmak şartıyla ticarete izinli bir çocuğun sulhu ve bir menfaat olması kaydıyla izinli olan köle ile mükâtebe yapılmış kölenin yaptıkları sulh geçerlidir.
Sulhun şartlarından biri de kabzı gerektiren sulh bedelinin belirli olmasıdır. Sulhun bir diğer şartı da dava konusunun mal ile karşılanması caiz olan sabit bir hak olmasıdır. Sulh konusundaki hak mal cinsinden değil, kısas ve tazir gibi haklar olursa ister malûm, ister meçhul olsun sulh geçerlidir.
Şuf'a hakkı, kâzif haddi, nefis kefaleti gibi ivazı caiz olmayan konularda sulh yapmak geçerli değildir. Çünkü sulh ile şuf'a ve nefis kefaleti, hakkı bâtıl olur. Kâzifde de yine böyledir. Hâkime gidilmeden sulh anlaşması yapılırsa, sulh bâtıl ve had sakıt olur.
Dava hâkime götürülsün veya götürülmesin zina ve içki hadleri sulhle mutlaka düşmez.
Dava konusu dirhem ve dinar gibi tayinle muayyen olmayan cinsten ise, davalının sulhu taleb etmesi ve davacının kabul etmesi ile sulh tamam olur. Ayrıca davalının, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç yoktur. Davalının sulhu taleb etmesi yeterlidir. Çünkü sulh dava konusu olan şeyin bir kısmını düşürmektir. Bu iskât ise düşürücü ile düşer.
Eğer dava konusu tayinle muayyen olabilecek cinsten ise, yapılan sulh satış gibi olacağından davalının kabul etmesi gerekir. Bahır.
İZAH
«Mutlaka ilh...» Yani ister tayinle muayyen olan cinsten olsun ister olmasın.
«Kabulsüz de ilh...» Çünkü sulh, dava konusunun bir kısmını düşürmektir. Açıklaması yakında gelecektir.
«Sulhun şartlarından biri de ilh...» Bedelinin kabzedilmesidir. Eğer sulh bedeli ödünç olursa ödünç ile olur. Eğer borç değilse kabul edilmez. Bu bahis kitabın sonunda, «Çeşitli meseleler» konusunda gelecektir. Oraya bakınız. Bu mesele Dürer'de bu konuda açıklanmıştır.
«Bir çocuğun sulhu ilh...» Çocuğun yerine bir başkasının sulh yapması da geçerlidir. Meselâ, bir kimsenin çocuğun evinde hak iddia etmesi ve delil (şahit) getirmesi halinde çocuk yerine babası davacı ile sulh yapabilir.
«Bir menfaat olması kaydıyla ilh...» Musannif bu sözün yerine, «Açık bir zarar olmaması kaydıyla» deseydi daha uygun olurdu. Çünkü bu ifade, «zarar ve menfaat olmayan» veya «zarar olsa bile açık olmayan» manalarını da kapsamına alırdı. T.
«Malum olması ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn de, Mebsut'a dayanılarak sulhun beş şekilde yapılacağı söylenmektedir:
1 - Sulh altın, gümüş veya normal para üzerine yapılıyorsa, miktarı tayin edilmelidir.
2 - Sulh taşınma ve zahmet gerektirmeyen buğday veya ölçülecek, tartılacak birşey üzerine yapılıyorsa, yine miktarı tayin ve vasfı beyan edilmelidir. Çünkü mal iyi kalite olabileceği gibi orta ve düşük kalitede de olabilir.
3 - Sulh taşınma ve zahmet gerektiren cinsten tartılacak ve ölçülecek bir şey üzerine yapılıyorsa, miktar ve sıfatı tesbit edilmelidir. Ebû Hanîfe'ye göre, selemde olduğu gibi teslim yeri de tayin edilmelidir.
4 - Sulh bir kumaş üzerine yapılıyorsa ölçüsü, vasfı ve teslim zamanı tayin edilmelidir. Çünkü kumaş borçla alınamaz, ancak peşin olarak alınır. Ancak kumaş üzerine selem yapılmış ise borç olabilir. Çünkü selemde tecil olduğu bellidir.
4 - Sulh bir hayvan üzerine yapılıyorsa, ancak hayvanın bizzat tayin edilmesiyle caizdir. Zira sulh ticarettendir, hayvan ise borca verilemez.
«Kabzı gerektiren ilh...» Kabzı gerektirmeyen mal bunun aksinedir. Meselâ, bir kimse diğer birinin evinde hakkı olduğunu iddia etse, buna karşılık ev sahibi de davacının elinde bulunan bir toprak üzerinde hale iddia etse, tarafların karşılıklı olarak davalarının terki üzerine sulh yapmaları caizdir.
«Tazir ilh...» Kul hakkı olursa. H.
«Meçhul olursa ilh...» Teslimi gerektirmeyen birşeyde olmak şartıyla. Fakat davalının teslim etmesini gerektiren şey bunun aksinedir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de bu hususta şöyle denmektedir: «Birisi diğeri üzerinde belirli bir malının olduğunu iddia etse, sonra bin dirhem üzerine sulh yaparak bunu alsa ve davalıyı bütün davalarından umumî ve geçerli bir şekilde ibra etmiş olsa, bunu da hazırlamış oldukları senedin sonunda zikrederse, bu sulh geçerli değildir. Çünkü dava konusu olan malın miktarını tayin etmemiştir. Bu sulhun ivaz karşılığında mı; hakkını düşürerek mi; yoksa sarf akdi yoluyla mı -ki bu sonuncusunda sulh meclisinde karşılıklı alıp vermek şarttır- yapıldığının bilinmesi için malın miktarı tayin edilmelidir. Halbuki yapılan sulhta sulh bedeli zikredildiği halde sulh meclisinden söz edilmemiştir. Sulh meclisinin zikredildiği ihtimali olsa bile sulhun sıhhatine hükmetmek mümkün değildir. İbraya gelince, bu umumî bir şekilde olmuştur. Bundan sonra davacının herhangi birşey iddia etmesi halinde davasıkabul edilmez. Davasının kabul edilmemesi yaptığı sulhtan dolayı değil, ettiği umumî ibradan dolayıdır.»
Bu konu istihkak bahsinde açık bir şekilde geçmiştir. Bizim, «Ayıplı bir malın satışının muhayyerliği» bahsinin sonunda Fetih'ten naklen yazdıklarımıza bakınız.
«Şuf'a hakkı ilh...» Şuf'a hakkı, birşey üzerinde talebte bulunabilme hakkına sahip olmaktır. Şuf'ayı teslim etmenin de bir kıymeti yoktur. Öyleyse onun karşılığında mal alınması da caiz değildir.
«Nefis kefaleti ilh...» Bu, iki rivayetten birisidir. Fetva da bununla verilir. Şurunbulâlîye'nin Suğra'dan naklettiği gibi.
«Şuf'a hakkı»nın butlanına gelince, Şurunbulâlîye'nin Suğra'dan rivayet ettiği gibi bu tek rivayettir.
«Hâkime ilh...» Bu ifade sulh ile kâzif had .cezasının aslından ibtal edildiğini, gösteriyor. Şurunbulâlîye'de, Kâdıhân'dan nakledilen de budur. Zira onda, «Dava hâkime götürülmeden sulh yapılmışsa sulh bâtıl, had sakıt olur. Sulh, dava, hâkime götürüldükten sonra yapılmış ise kâzif haddi bâtıl olmaz. Had bahsinde geçtiği gibi bir had ancak hak sahibinin affı ile düşebilir. Hak sahibi affettikten sonra yeniden had talebinde bulunsa bile had düşmüştür. Çünkü aftan sonra taleb hakkı yoktur.» denilmiştir.
Haniye'de gecen ifade ise, henüz af taleb etmediğine hamledilir.
«Mutlaka ilh...» Sulh, ister dava hâkime götürülmeden, ister hâkime götürüldükten sonra yapılsın sonuç değişmez.
«Hakkı düşürücü ile tamamlanır ilh...» Bu kabul etmenin şart olmadığı gibi taleb etmenin de şart olmadığını ifade eder. T.
METİN
Sulhun üzerine tereddüb eden hüküm, davalının davadan berî olması, davacının sulh olunan meblâğa, davalının da dava konusu meblâğı ikrar etmişse, zimmetine kalana mâlik olmasıdır. Davalının dava konusu olan nesneyi ikrar, sükût ve inkâr etmesi hallerinde yapılan sulh sahih olur.
İkrar ile yapılan sulhun hükmü, mal davasından mal üzerine olursa satım akdi gibidir. Şuf'a hakkı, ayıp, görme ve şart muhâyyerliği benzeri hükümler satım akdinde cari olduğu gibi ikrar üzere yapılan bu sulhta da caridir.
Sulh bedelinin bilinmemesi sulhu fâsid kılar. Çünkü davalının sulh bedelini teslime muktedir olması şarttır. Fakat sulh konusu olan malın bilinmemesi sulhu fasid kılmaz. Çünkü sulh dava konusu olan şeyin düşürülmesi demektir.
Davacı aldığı sulh bedelinden dava konusu malda bir başkasının hakkı olan kısmı kadarını geri verir. Eğer başkasının hakkı bütün sulh bedelini kapsıyorsa, hepsini; bir kısmını kapsıyorsa, yalnız o kısmı, geri verir. Davacı, sulh bedelinden başkasının hakkı için geri verdiği miktarı olmak üzere dava konusu maldaki hissesine rücû eder. Çünkü sulh akdi ivazlı bir akiddir. ivazlı akidlerin hükmü de böyledir.
Sulh, mal davasından bir kölenin zimmeti veya bir evde oturmak gibi menfaatler üzerine yapılırsa, sulhun hükmü icare gibidir. Bu sulhta eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa, vakti tayin etmek' şarttır. Sulh eğer kumaş boyamak gibi vakit tayini gerektirmeyen birşey üzerine yapılmışsa süre beyanı şart kılınmaz.
Sulh, birşeyin menfaati davasından bir mal üzerine veya birşeyin menfaati iddiasından başka birşeyin menfaati üzerine yapılırsa, taraflardan birinin ölümü veya sulh mahallinin tayin edilen süre içinde helak olması ile bâtıl olur. İbni Kemal. Çünkü bu sulhun hükmü icare gibidir.
Susma veya inkâr ile yapılan sulh, davacı hakkında, aldığı sulh bedeli kendi zannına göre hakkının karşılığı olduğu için bir ivazlı akiddir. Davalı hakkında ise anlaşmazlığa son vermek ve yemini feda etmektir. Çünkü sulh olmasa kendisine yemin gerekir ve anlaşmazlık devam eder.
Buna göre, bir ev hakkındaki davadan ötürü davalının susma veya inkârı ile yapılan sulhta davacı şuf'a hakkı kazanamaz. Lâkin bu meselede şuf'a hakkını kullanan- davacı yerine geçerek, davalı ister inkâr ister sükût etsin, davasını isbat etme hakkına sahiptir. Ancak davacının da delili olursa şuf'a hakkını kullanan onu da davalının üzerine ikâme ederek eve ortak olur. Çünkü delilinin ikâmesi ile sulh satım akdi gibi olur. Eğer delili yoksa davalıya yemin teklif eder. Davalı yeminden kaçınırsa yine evi şuf'a ile alır. Şurunbulâlîye.
Dava konusu malın -davalı ister ikrar, ister sükût veya inkâr etsin- karşılığında bir ev üzerine sulh yapılırsa, o evde şuf'a vacib olur. Davacı o evi zannına göre kendi malının ivazı olarak aldığından şefi' kendini sorumlu tutar.
Dava konusu olan malın bir kısmı başkası tarafından hakedilirse, davacı aldığı sulh bedelinden onun hissesini çıkararak iade eder. Fakat bu defa hak sahibine rücü eder ve onunla davalaşır. Çünkü maksadına ulaşamamış, asıl davalı ile de davası kapanmıştır. Zira asıl davalı husûmetini defetmek ve iddia ettiği nesnenin elinde husûmetsiz olarak kalması için sulh bedeli vermiştir. Bu sebeple davacı maksadına ulaşmak için hak sahibine rücü eder.
Eğer sulh bedelinin tamamını veya bir kısmını hak eden çıkarsa o zaman davacı, tamamında veya bir kısmında davasına döner. Eğer yaptıkları sulh satım akdi lafzıyla yapılmamış ise, dava ile değil, iddia ettiğiyle döner. Çünkü davalının satış yoluna gitmesi, davacının mülkü olduğunu inkâr etmesidir.
Davacıya tesliminden önce sulh bedelinin tamamının veya bir kısmının helak olması, her iki fasılda da -Yani ister ikrar ile, ister sükût veya inkâr ile olsun- sulh bedelinin istihkakı gibidir. Bu da, eğer sulh bedeli tayin olunabilen cinsten ise böyledir. Eğer sulh bedeli tayin olunabilen bir cinstendeğilse, sulh ibtal edilmez. Davacı sulh bedelinin misliyle davalıya döner.
İZAH
«Sulhun hükmü ilh...» Bahir kitabında yazıldığına göre sulhun hükmü, davalı ister ikrar, ister inkâr etsin, sulh bedelinin davacının mülkü olmasıdır. Eğer mal gibi temlik ihtimali varsa ve davalı da onu ikrar ediyorsa dava konusu olan nesnenin de davalının mülkü olmasıdır. Eğer temlik ihtimali yoksa -kısas gibi-, o zaman sulhun hükmü mutlak inkârda olduğu gibi beraatın vaki olmasıdır.
«Bey gibidir ilh...» O zaman bu sulhta satım akdi bey' hükümleri uygulanır. Bakılır: Eğer sulh, dava konusu malın cinsinin aksi üzerine yapılırsa, bu sulh, alım ve satım oiur. Burada zikredildiği gibi. Eğer yapılan sulh dava konusu şeyin cinsi üzerine yapılmışsa, dava konusundan da az ise, o zaman hakkının bir kısmının düşmesi ve ibrası demektir. Eğer aldığı sulh bedeli iddia ettiğinin misli ise, o zaman kabz ve tam olarak ifadır. Eğer alınan dava konusundan çok ise. o zaman fazlalık ve ribâ olur. Remli, Zeylâî'den
Bahır'da şöyle deniliyor: «İki mesele müstesna, eğer yapılan sulh dava konusunun cinsinden başka bir şey üzerine yapılırsa, satım akdi sayılır.» Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
«Bu sulhta da câridir ilh...» O zaman sulh bedelini ve dava konusunu kapsamına alır. Hatta, bir ev davasında başka bir ev üzerine sulh yapılmış olsa, sulh bedeli olan evde şuf'a vâcib olur. T.
«Zira sulh ivazlı bir akittir. İvazlı akdin gereği ise, semene hak kazandığı zaman, semen misli şeylerdense misliyle, yahut kıyemî şeylerdense kıymetiyle rücû eder. Akit fasit olmaz. »
BİR UYGULAMA MESELESİ:
Bezzâziyye'de ve Nazmü'l-Fıkıh adlı eserlerde şöyle denilmiştir: «Birisi bir başkasının evinde bir hırsız yakalasa ve onu mal sahibine götürmek istese, hırsız kendisini ev sahibine götürmemesi için yakalayana bir miktar mal verse, böyle bir sulh sözleşmesi bâtıldır. Alınan sulh bedeli hırsıza geri verilir. Çünkü burada hak, hırsızı yakalayanın değildir. Eğer sulh hırsız ile ev sahibi arasında yapılırsa, mal sahibi sulh bedelini alarak husûmetten kurtulur. Hırsızlık haddi, husûmetsiz sabit olmaz. Bu konuda yapılacak sulh da geçerlidir.
Yine Bezzâziyye'de, «Birisi hırsızlıkla itham edilerek hapsedilse ve sulh yapsa, eğer kork.u sebebiyle sulha razı olduğu zannedilse bakılır: Eğer hırsızı vali hapsetmişse, sulh davası geçerlidir. Zira valiler genellikle zulmen hapsederler. Eğer hırsızı hâkim hapsetmişse, sulh geçerli değildir. Zira hâkim genellikle haklı olarak hapseder, kimseyi zulmen hapsetmez.» denilmiştir.
«Eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa ilh...» Bir evde oturmak gibi.
«Sulh, birşeyin menfaati davasından mal üzerine ilh...» Yani, bir menfaati iddia ettikten sonra bir mal üzerine sulh yapmak geçerlidir. Meselâ birisi, kendi su yolunun komşusunun evinden geçtiğini veya kendi çatısının kuyunun komşusunun çatısından geçeceğini veya bir nehirde sulama hakkı olduğunu iddia etse, davalı ister ikrar, ister inkâr etsin, belirli bir mal üzerine sulh yapmaları caizdir. Kûhistanî'de olduğu gibi. Alâî, Şerh-i Mültekâ. Hâmiş'te de böyledir.
«Birşeyin menfaati iddiasından başka birşeyin menfaati üzerine ilh...» Meselâ, bir evde oturma hakkı karşılığında bir kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi.
«Taraflardan birisinin ölümü ilh...» Eğer akdi kendi adına yapmışsa. Bahır.
«Mahallinin, tayin edilen süre içinde helak olması ile ilh...» Yani yararlanma süresi dolmadan önce, Bu meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Davacı hakkında ivazlı akittir ilh...» Bir miktar para iddiasından sonra para üzerine yapılan sulh, sulh bedelini kabzdan önce ayrılmaları halinde bâtıl olur. Bahır.
«Bir ev hakkındaki davadan ötürü ilh...» Meselâ bir kimse bir başkasında evi olduğunu iddia etse, o da sükût veya inkâr etse, sonra birşey karşılığı sulh yapılsa, o evde şuf'a gerekmez. Çünkü davalı kendi zannı üzerine bu sulh ile dava konusu olan evin mülkiyetini almış sayılır. Davacının husûmetini de defetmiştir. Davalı o evi satın almadığı için şuf'a hakkı gerekmez. Davacının iddiası da satın almayı göstermez. Minhâ.
İki kişi, bir başkasının elindeki toprağın kendilerine babalarından miras olarak intikal ettiğini iddia etseler, toprağı kullanan kimse bu iddiayı inkâr etse, sonra iki davacıdan birisi yüz lira üzerine sulh yapsa, diğer davacı bu yüz liraya ortak değildir. Çünkü bu sulh, davacının zannına göre ivazlı akit, davalının zannına göre de yeminden vazgeçiştir. Her yönüyle ivazlı akit değildir. Şüphe sebebiyle diğer ortak için ortaklık hakkı sabit olmaz. Ebî ... den(1) rivayete göre, alınan sulh bedeline diğeri de ortak olur. Haniye.
«O evde şuf'a vacib olur ilh...» Bir ev üzerine sulh yapılırsa o evde şuf'a hakkı sabit olur.
«Onunla davalaşır ilh...» Eğer dava konusu tayinle muayyen olan bir cinsten ise davalı döner. Eğer tayin ile muayyen olmayan bir cinsten ise -ki dava konusunun cinsindendir- o zaman hak edilenin misliyle döner ve sulh da bâtıl olmaz. Meselâ, birisi diğerinde bin lirası olduğunu iddia etse, yüz lira üzerine sulh yaparak alsa, bu yüz lira bir başkasının istihkakı ise davalıya yüz lira ile döner. Bu sulh ister ikrardan önce, ister sonra olsun. Aldığı yüz lira kalb çıkarsa, nasıl dönme hakkına sahipse bunda da öyledir. Ama sulh bedeli dava konusunun cinsinden değilse, meselâ, dirhem iddia ettikten sonra dinar üzerine sulh yapması gibi, davacı ile davalı birbirlerinden ayrıldıktan sonra sulh ibtal edilir. Eğer birbirlerinden ayrılmadan önce başka birisinin istihkakı olduğu çıkarsa, davacı misli ile rücu eder. Sulh da bâtıl olmaz. Bahır.
«Dâvaya döner ilh...» Eşbâh'm Câmiü'l-Kebir'den naklettiği gibi. Dava konusu kısas, nikâh, köle azadı ve muhâlea gibi nakzı kabul etmeyen cinsten ise, o zaman, davacı davalıya sulh bedelinin kıymeti ile döner ve onu alır. Bu konuda sözün tamamı Hâmevî'nin hâşiyesindedir.
«Davalının anlaşma yapmaya yönelmesi ilh...» Davacının mülkiyetini ikrardır. Ama sulh bunun aksinedir. Sulh bazen yalnız husûmeti def için yapıldığından, sulh kelimesiyle yapılan sulhta, mülkiyetini ikrar ettiğine delâlet edecek herhangi bir şey bulunmaz.
«Sulh bedelinin istihkakı gibidir ilh...» Ya dava ile veya dava ettiği ile rücû eder. Dürr-ü Müntekâ. Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Dava edilen şeyin bir kısmı üzerine sulh yapılması geçerli olmaz. Çünkü sulh bedeli olarak kabzedilen, iddia edilen hakkın aynı, geri kalandan da ibradır. Ayandan ibra etmek ise bâtıldır. Bu borçta olur. Nitekim yakında gelecektir.
Birisi bir başkasından bir ev iddia ettikten sonra o evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları geçerli olmaz. Fakat iddia ettiğinden başka bir evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları geçerlidir. Kûhistânî.
Bu çeşit sulhu sıhhatli kılmanın hilesi, Musannıfın, «birşeyi açtırmak» sözüyle zikrettiği mefhumla olur. Meselâ, sulh bedeline bir miktar kumaş ve dirhem ilâvesiyle sulh geçerli olur. Bu ilâve edilen nesne, davacının geri kalan hakkının ivazı olur.
Bu sulhu geçerli hale getirmenin bir başka yolu da sulha geri kalan davasından ibrasını ilhak etmektir. Lâkin zahiri rivayete göre, ister ilâve yapılsın ister yapılmasın böyle bir sulh mutlaka geçerlidir. Şurunbulâlîye. İhtiyâr'da da bu sulhun sıhhati üzerinde durulmuştur. Bu sulhun sıhhati meselesi Azmiye'de. Bezzâziyye'ye. isnad edilmiştir.
Şeyhülislâm'n, Celâliye adlı kitabında, «Metinde geçen ibare İbni Sema'nın rivayetidir.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra etmek bâtıldır.» sözünün manası, «Ayan davasından ibra bâtıldır.» demektir. Yani ayan davalıya mülk olamaz. Davacının bu ayanı fırsat bulursa alması helâldir. Lâkin mahkemede davası kabul edilmez.
Ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir. Davalı, hakkın geri kalan kısmından da diyanetten değil, hükmen beri olur. Bundan ötürü davacının fırsat bulduğu takdirde alması geçerlidir. Kûhistânî. Bu konunun tamamı Eşbâh'ın «Borcun hükümleri» faslındadır. Ben bunu mültekâ şerhinde de araştırdım.
İZAH
«Bir kısmı üzerine ilh...» Eğer mal mevcutsa. Helak olan malın hükmü ise, metin sahibinin, «Helak olan gasbedilmiş şey üzerinde sulh» bahsinde gelecektir. Kûhistânî. Çünkü davacı bu sulhla hakkının bir kısmını almış, geri kalanından da ibra etmiştir. Ayandan, ibra ise bâtıldır. Medenî.
«Bakî kalan davasından ibrasını ilh...» Burada, «ibra»yı «dava» ile kayıtlamasından maksat, birşeyin aynından ibra etmenin geçerli olmadığını anlatmaktır. Mebsut'ta da böyledir.
İbni Melek bu konuda, «Davalıyı bakî kalan davasından ibra için, «Ben o davadan beri oldum.» veya «O davadaki» veya «şu binadaki husûmetimden beri oldum.» dese, artık davası kabul edilmediği gibi delili de kabul edilmez. Fakat, «Ben seni o davadan» veya «O davadaki husûmetimden beri ettim.» demesi bâtıldır. Böyle söyleyen davacı yeniden hak iddia edebilir. Elinde bir köle bulunan adam, «Ben ondan berî oldum.» dese, köle berî olur. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» dese, köle berî olmaz. Çünkü burada köleyi tazmin yükümlülüğünden ibra etmiş olmaktadır. Eşbâh'ın «Deynin hükümleri» bahsinde olduğu gibi.» demiştir.
Ben derim ki: Fakihler, «Ben seni ibra ettim.» sözü ile, «Ben berî oldum.» sözü arasında fark olduğunu kabul etmişlerdir. Zira, «Ben berî oldum.» sözünde berâet nefsine izafe edildiği için umumîlik ifade etmektedir ve herkesi kapsamına alır. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» sözü bunun aksinedir. Çünkü, «Ben seni ibra ettim» sözü birisine hitab ettiğinden ondan başkasıyla hasımlaşabilir. Eşbâh, haşiyesinde de Velûciye'ye izafe edilerek böyle denmiştir. Şerhü'l-Mültekâ.
Bahır'da da şöyle denilmiştir: «Eğer ibra (yeni tesis edilen bir hak) inşa üzerine olursa bakılır: Eğer ibra birşeyin aynından ise dava bakımından bâtıldır. Böyle bir ibradan sonra muhatabını veya bir başkasını yeniden dava edebilir. İbra eğer tazminatı kaldırması bakımından ise geçerlidir. Fakat eğer bu ibra ayndan değilde aynın davasından ise bakılır: Eğer ibra muhataba izafe edilmişse, meselâ, «Ben seni bu evden» veya «bu evin davasından ibra ettim.» demiş ise, yalnız o muhataba ait davası artık kabul edilmez. Eğer burada ibrayı kendi nefsine izafe "ederse, yani, «Ben o davadan beriyim.» veya «Ben beriyim.» derse, bunun davası mutlaka kabul edilmez.
Eğer ibra özel bir ayna izafe edilmişse, o aynla ilgili davası kabul edilmez. Eğer umumî bir ibrada bulunmuş ise, muhatabından ve başkasından dava etmek hakkı vardır. Meselâ karıkoca birbirlerini bütün davalarından ibra etseler, koca karısından ayanını dava edebilir. Çünkü onun ibrası, ayana değil borçlara yönelik kabul edilir.
«Eğer ibra ihbar (daha önce mevcut olan bir hakkı haber verme) üzere ise, meselâ, «O, üzerinde olan haklarımdan beridir.» demiş ise, bu ibra hemborcu, hem de aynı kapsamına aldığından geçerlidir. Onun için davası kabul edilmez.
Yine, «Şu aynda benim mülkiyetim yoktur.» sözü de hem aynı, hem de deyni kapsadığı için ibra geçerlidir. Dava hakkı kalmaz. Bu, Mebsut ve Muhit'te de zikredilmiştir.
«Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, «Benim onda ne bir hakkım, ne de bir devam vardır.» denilmesi,-hem aynı, hem de deyni dava etme hakkını ortadan kaldırır. Oünkü Mebsutta olduğu gibi, «Onda benim bil hakkım yoktur.» demesi, hem aynı, hem de deyni kapsamına alır. Bundan sonra bir hak iddia ederse, bu hakkın berâetinden sonraya ait olduğunu isbat edene kadar davası kabul makbul edilmez.»
Bahır sahibinin, «berâetinden sonraya» sözü, davacının, «Benim onda bir hakkım yoktur.» sözünün ikrar değil, umumî bir ibra olduğunu ifade eder.
«Mutlaka ilh...» Yani, ister bu iki şeyden birisi mevcut olsun, ister olmasın. Geri kalan kısmın davası geçerli değildir.
«Fakihlerin sözü ilh...» Bu söz, zahiri rivayetin üzerine değil, metin sahibinin sözleri üzerine varit olan sorunun cevabıdır. Çünkü zahirî rivayette, «ibra» kelimesi yoktur. Sulhun burada içine aldığı şey bir kısmını alıp bir kısmından ibra etmek değil, bir kısmını alıp diğer kısmını düşürmektir.
«Ayan davasından ilh...» Kûhistânî'nin ifadesi böyledir. «Dava» lâfzını bu ifadeden düşürmek vacibtir. Çünkü gelecekteki açıklama bunu göstermektedir.
Hâmevî, Hâfid'in Sadrı Şeria haşiyelerinden naklen, «Ayandan berâet geçerli değildir sözünün manası, «ayn davalıya mülk olmaz.» demektir. Yoksa davacı, davası üzerinde kalmaz demek değildir.» demiştir. Ebussuud.
Ebussuud, «Hâmevî'nin, Hâfid'in naklettiği bu ifade, metindeki «Ayandan ibra bâtıldır.» ifadesinden daha açıktır» demiştir.
Sâyıhânî de, «En güzeli, «Ayandan ibra etmek hükmen değil, diyaneten bâtıldır.» demektir.» demiştir.
Hâmiş'te de, -ki bu ifade Mültekâ Şerhi'ndedir- «Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtıldır.» sözünün mânâsı, ibradan sonra da o ayn davalıya mülk olmaz demektir. Davasında baki kalır anlamında değildir. Deynlerin ba'-zında sulh geçerli olduğu gibi burada da dava hükümden düşer. Çünkü borçta ibra etmek diyanette değil, hükümde geri kalan kısmından ibradır. Eğer fırsat düşerse kalan kısmını alabilir. Kûhistâni, Bercendî ve başkaları da böyle zikretmişlerdir. Ayanın davasında ibra ise geçerlidir.» denilmiştir.
Bu hüküm bizim biraz önce Mültekâ Şerhi'nde naklettiğimizin aksinedir. Hülâsa'da, «Ben seni şu binadan veya ondaki husûmetimden veya ondaki davamdan ibra ettim dedikten sonra, dava etse, davası dinlenir, delili kabul edilir.» denilmiştir.
«Fakat ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir ilh...» Makdisî, Muhit'te, «Bir adamın diğerinde bin lirası olsa, borçlu inkâr etse, sonra üçyüz lira üzerine sulh yapılmış olsa, sulh geçerlidir. Davalı diyâneten değil, hükmen kalan kısımdan beri olur. Borçlu bin lirayı tamamen ödese, alacaklı aldığı parayı inkâr etse, yüz lira üzerine sulh yapsalar geçerlidir. Yalnız alacaklının bu yüz lirayı alması diyâneten helâl değildir.» demiştir. Bu ifadeden, bir de, «Ribânın aynı kaldığı sürece ondan ibra geçerli değildir.» Küllî kaidesinden zamanımızın hâkim ve âlimlerinin, aldıkları ribâdan ötürü ibra taleb ederek kendilerini ibra ettirmeleri yolundaki uygulamalarının geçerli olmadığı anlaşılıyor. Çünkü ribâdan alınan, haram olmama bakımından daha derindir.
Haniye kitabında sulhtaki adem-i berâetten davacının davalıya, «Ben seni bakiyeden ibra ettim.» ifadesinin ilâve edilmesiyle yapılan sulh istisna edilmiştir. Sâyıhânî. Bundan anlaşılıyor ki, sulhun içine aldığı düşürme her yönüyle ibra değildir. Eğer her yönüyle ibra olmuş olsa, davacının davalıya, «Ben seni bakiyesinden ibra ettim.» demesine gerek kalmazdı.
«Hükmen ilh...» O zaman zahirî rivayete göre deyn ile ayn arasında bir fark yoktur.
«Eşbâh ilh...» Eşbâh'ta, Haniye kitabından naklen, «Gasbedilen bir şeyden ibra etmek, gasbedeni onun zamin oluşundan ibra etmektir. O zaman gasbedilen şey gasbedenin elinde emânet olur. Şayet gasbedilen şey gasbedenin elinde helak olmuş ise, ibra geçerli olur ve gasbedende kıymetinden beri olur.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtıldır.» sözünün mânâsı, ayan ibra edilmekte davalıya mülk olmaz demektir. Eğer mülk olsaydı, o zaman ayandan ibra etmekle o ayanın dımanının düşmesi geçerli olurdu. Veya «Ayandan ibra bâtıldır.» sözü emânete hamledilirdi. Yani ayandan ibranın bâtıl oluşu, ayan emânet olduğu zaman ibra olunamayacağı manasına gelirdi. Çünkü emânet olunca ayan davalının uhdesinde sayılmaz. Bu sebeble ibra ile ilgili bir mesele de kalmaz.
Bu konunun özeti şöyledir: Ayan ile ilgili ibra, ya davasından ibradır -ki bu ihtilafsız olarak geçerlidir- veya bizzat ayanla ilgilidir. Eğer ibra olunan gasbedilmiş ve helak olmuş ise, borcun bir kısmının ibrası geçerli olduğu gibi onun da ibrası geçerlidir. Eğer gasbedilen şey mevcut ise, bunda ibranın mânâsı, helak olduğu takdirde onun kefaletinden ibradır. Onun aynından ibradan sonra da o ayn, gasbedenin elinde emânet gibi olur. Tazmin etmek gerekmez. Olsa bile ancak zorla olur.
Eğer ayn emânet ise, ondan ibra diyâneten geçerli değildir. Yani sahibi alma fırsatı bulursa alır. Fakat hükmen geçerlidir. Hâkim ibradan sonra davacının davasını dinelmez. Bu açıklama bu konuda özetle istifade olunandır.
Şarihin, «bunun mânâsı» sözü emânete hamledilir. Yalnız şu var ki, eğer birisi diğerinin elindeki şeyi iddia ve o da inkâr ederse, sonra davacı davalıyı o nesneden ibra ederse, bu dava da gasb davası gibi olur. Çünkü davalı nesneyi inkâr etmekle onun gasbedeni oluyor. Fakat bu inkâr ve ibradan sonra davacının davası hâkim tarafından dinlenir mi eğer idda ettiği mal mevcut ise, dinlenir.
METİN
Mal ve menfaat davasında inkâr, inkâr ve susma ile mal ve menfaat karşılığı sulh geçerlidir. Sulh ikrar ile olursa, sulh yapan taraflar için satış olur. Sulh inkâr ve sükût ile olursa, davacı hakkında satış olur. Bir menfaat davasından diğer bir menfaat üzerine sulh yapmak da geçerlidir.
Rakik davasında sulh geçerlidir. Eğer köle mal karşılığı azad edilmişse ve köle de ikrar ediyorsa velayet efendisine sabit olur. Eğer köle ikrar etmiyorsa, o zaman, velayet ancak delil ile tesbit edilir. Dürer.
Ben derim ki: Azad edilen, delil ile de köle olamaz. Sulh'tan sonra nerede delil ikâme edilirse edilsin, davacı iddia ettiğine hak kazanamaz. Çünkü kendi ihtiyarıyla sulh bedeli almakla satıcı olmaktadır.
Yine, evlenmediği bekâr bir kadın için nikâh iddia etmek muhâlea olur. Eğer davasında ibtal edici ise sulh bedelini yemesi helâl olmaz. Nikâh dava ettiği kadınla, cinsi temas olmadığından evlenmesi de helâl olur.
Eğer nikâhı kadın iddia ederse, erkeğin kadınla yaptığı sulh geçerli değildir. Vikaye, Nikâye, Dürer, Mültekâ ve Müctebâ'da da düzeltilmiştir. Dürrerü'l-Bihâr'da da bu sulh anlaşması geçerli görülmüştür.
İZAH
«İkrar ile ilh...» Yani mal davasında ikrar yolu ile sulh geçerlidir. Davalının ikrarı ile sulh geçerlidir. Bu sulh ister mal, ister menfaat üzerine olsun.
«Menfaat karşılığı ilh...» Menfaatle sulhun şekli şöyledir: Bir kimse varislerden, «Ölen şu kölenin hizmetini bana vasiyet etti.» diyerek hak iddia etse, varisler de inkâr etseler, yapılan sulh geçerlidir. Çünkü rivâ* yet şu şekildedir: «Bir kimse bir şeyi kiraladığını iddia eder, mal sahibi de inkâr eder ve sonra da sulh yaparsa bu caiz değildir.»
Fakat Eşbâh kitabında, «Bütün menfaatlerde cinsinden olmayan bir
menfaatle -kira davası dışında- sulh geçerlidir. Mustafa adlı eserde ol
duğu gibi.» denilmiştir. Remli. Bu Eşbâh'ta olan Bahır'da olanın aksinedir.
«Bir menfaat davasında diğer bir menfaat üzerine ilh...» Bir evde oturma davasından sonra, bir kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi. Fakat bir evde oturma davasından sonra bir başka evde oturmak üzere sulh yapılması caiz değildir. Aynî ve Zeylâî'de olduğu gibi.
Seyyid Hâmevî, «Şurası muhakkaktır ki, Velvelûciye'de olan bunun aksinedir. Çünkü Velvelûciye sahibi, «Bir adam bir evde oturma hakkı olduğunu iddia ederse diğer bir evde belli bir müddet oturmak üzere sulh yaparsa caizdir. Fakat bir evi, oturacağı ev kirasına karşı kiralamak caiz değildir. Çünkü bu, bir malı bir malla temlik etmek gibi olmaktadır.» demiştir. Ebussuud, «İbni Melek, Nikâye'nin şerhinde, Mecmâ'nın şerhinde zikredilenin aksine olan birşey zikretmiştir.» demiştir. Yâ'kûbîye kitabının sahibi de, «Kitaplara uygun olan Mecmâ şerhinde olandır.» demiştir.» demektedir.
«Mal karşılığı azad edilmişse ilh...» Yani davacı hakkında mal üzere, diğerinin hakkında da husûmeti def için. Bahır.
«Bekâr bir kadın için ilh...» Çünkü evli bir kadın üzerine sulh yapılması geçerli olmadığı gibi, kadına iddet beklemeye ve kocası ile nikâh yenilemeye de gerek yoktur. İmâdiye'de olduğu gibi. Kûhistânî.
«Hûlû dur ilh...» Bunun acık manası böyle bir kadının talâk sayısının da noksanlaşacağını ifade eder. Onda nikâh iddia eden erkek daha sonra onunla evlenirse, iki talâka mâlik olur. Eğer bu sulh ikrar yoluyla olursa, acıktır. Fakat inkâr veya susmayla olursa, o zaman, erkeğin zanısı ile muamele olmuş olur. T.
«İbtal edici ise ilh...» Davacı iddiasında, «ibtal edici ise aldığı sulh bedelini yemesi helâl değildir.» ifadesi, sulhun bütün çeşitlerinde geçerlidir. Kifâye.
«Dürerü'l-Bihârdc ilh...» Dürerü'l-Bihâr'ın şerhi olan Gûrerü'l-Efkâr'da da sulhun sıhhati ifade edilmiştir. Bahır'da da yalnız Gûrerü'l-Efkâr'ın ifadesi ile yetinilmiştir. Yalnız Bahır'da bu sulhun sıhhati üzerinde görüş ayrılığı vardır. Mecmâ'mn ifadesi de, «Eğer kadın erkeğin nikâhının engelleyici bir sebebe rağmen olduğunu iddia ederse, erkeğin onunla sulh yapması caizdir. Âlimlerin bazısı da bunun caiz olmadığını söylemiştir.» seklindedir.
METİN
Ticaretle izinli köle bir kimseyi kasden öldürdükten sonra öldürülenin yakınlarına bir miktar mal vererek sulh yaparsa, verdiği mal kendi ticaretinden olmadığı için sulh caiz ve efendisi için geçerli değildir. Fakat bu sulh ile kısas düşer. Azad edildikten sonra sulh bedeli ile sorumlu tutulur.
Ticaretle izinli kölenin kölesi, bir kimseyi kasden öldürse, izinli kölenin öldürülenin yakınlarıyla sulh yapması caizdir. Çünkü bu sulh bedeli kendi ticaretindendir.
Helak olan, gasbedilen şeyden ötürü, kıymeti takdir edilmezden önce, kıymetinden fazla bir meblâğ üzere sulh caizdir. Arz bedeli sulhunun caiz olması gibi.
Sulhtan sonra gasbedenin, gasbedilen şeyin kıymetinin sulh bedelinden daha az olduğuna dair delil ikâme etmesi kabul edilmez. Sulhtan sonra her iki taraf sulh olunan şeyin kıymetinin sulh bedelinden daha az olduğunda birleşseler de yine gasbeden hiçbir şeyle gasbedilenin sahibine dönemez.
İZAH
«Kasden ilh...» Bu kaydı koymuştur. Eğer hatâen öldürmüşse sulhun caiz olduğu açıktır.(1) Çünkü burada malların mesleğinden gidilir. T.
«Efendisi için geçerli değildir ilh...» Makdisî, «Eğer efendisi izinli kölenin nefsinden yaptığı sulhe izin verirse, sulh cazdir.» demiştir. Sâyıhânî.
«Gasbedilenden ötürü ilh...» Eğer gasbedilen kıymet takdir edilen cinsten ise, zira eğer kıymet takdir edilen cinsten değil de misliyetten ise, helak olsa, o zaman, eğer sulh bedeli mağsubun cinsinden ise, fazla alınması ittifakla caiz değildir. Eğer başka bir cinsten ise, ittifakla caizdir. İbni Melek.
Musannif bundan sonra da hükümden önce kaydının muhterizini zikredecektir. Musannifin, «Kıymetinden fazla» kaydını koymasının sebebi, ihtilâf sebebinin bu fazlalık olmasıdır.
Câmiü'l-Fusûleyn'de de bu hususta şöyle denilmiştir: «Adam bir ölçek buğday veya bin dirhem gasbetse bunun yarısı üzerine sulh yapsa, eğer gasbedilen helak olmuş ise sulh geçerlidir. Gasbediien helak olmamış, ancak gasbeden ikrar veya inkâr ettiği halde onu gizlemişse, sulh diyâneten değil hükmen caizdir. Eğer gasbedilen mevcut ve hazırda ise, sahibi onu gördüğü halde gasbedilen inkâr ediyorsa yine yarısı üzerine sulh yapmak caizdir. Eğer bu sulhtan sonra mâlik, malının geri kalanına dair delil ikâme ederse, o geriye' kalanın ona verilmesine hükmedilir.
«Mevcut olduğu halde ölçülecek ve tartılacak cinsten olan gasbedilenin bir kısmı üzerine sulh yapılması bâtıldır. Eğer gasbeden, gasbettiğini açıktan ikrar ediyor ve mâlikin de geri alma kudreti varsa, yarısı üzerine sulh edip diğer yarısından da ibra etmesi istihsana göre değil, kıyâsa göre caizdir.
Gasbedenin ikrarıyla birlikte bir kumaş üzerine sulh olsa ve kumaşı verse, bu, sulhun bütün çeşitlerinde caizdir. Çünkü burada davacı gasbedilen malı ile kumaşı satın almış gibi olmaktadır.
Eğer mağsub bir köle veya bir arz ise, gasb, mâlik ile yarısı üzerine sulh yapmış olsa, gasb köle veya arzı mâlikinden gizlemişse, ister ikrar, ister sükût etsin bu sulh geçerli değildir. Çünkü gasbedenin yarısı üzerine sulh yapması gasbedilenin varlığını ikrar etmesi demektir. Fakat, ölçülecek ve tartılacak cinsten olan birşey bunun aksinedir.» Çünkü onların bir kısmının helak olması, bir kısmının da mevcut olması âdetlere göre tasavvur edilir. Fakat köle ve kumaş böyle değildir.»
«Kıymetinden fazla ilh...» Bu, fahiş bir fazlalık da olsa böyledir. Gâyetü'l-Beyân'da, «Eğer az bir fazlalık ise bunun aksinedir. Çünkü o fazlalık, takdir edicilerin takdirine girmişse, artık fazlalık sayılmaz. İmameyn'e göre rjbâ da olmaz.» denilmiştir.
«Kıymeti takdir edilmezden önce ilh...» Çünkü cinslerin ihtilâfı halinde ziyâdelik açık olmaz. O zaman ribâ da olmaz. Bu İmam-ı Azam'a göre caizdir. İmameyn ise, burada İmam-ı Azam'a muhalefet etmişlerdir. Çünkü mâlikin, helak olan gasbedilenden hakkı kesilip kıymete dönmemiştir. O zaman bu sulh gasbedilenin değil, kendisinden yapılmaktadır.
«Eşya bedeli üzerinde sulhun caiz olması gibi ilh...» Bu eşyanın kıymeti, helak olan gasbedilenin kıymeti kadar veya ister az, ister çok olsun. Sarihin burada arzı zikretmesi -halbuki ilerde gelecektir- meselenin yerinin burası olduğuna işaret etmektedir.
METİN
Zengin bir kimse ortak olduğu köleyi azad ederek ortağıyla kölenin yarı kıymetinin fazlası üzerine sulh yapsa caiz değildir. Çünkü kölenin kıymeti şer'ân takdir edilmiştir. Fazlalığın geçersiz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Nitekim birinci meselede kıymeti takdir edildikten sonra gasbedilenin kıymetinden fazla bir şey üzerine sulh yapılması da caiz değildir. Zira hâkimin takdiri Sarihin takdiri gibidir.
Yine gasbedilenden ötürü bir eşya üzerine sulh yapılması geçerlidir.. Eşyanın kıymeti telef olan gasbedilenin kıymetinden fazla da olsa hüküm değişmez. Çünkü burada ribâ söz konusu değildir.
Kasden cinayet hâlinde sulh anlaşması mutlak olarak geçerlidir. Bu cinayet ister adam öldürme, ister yaralama veya sakat bırakma tarzında olsun hüküm değişmez. İkrar ile diyetten ve erşten (azaların diyeti) fazla veya noksan olmuş olsa, geçerlidir. Çünkü burada ribâ yoktur. Ama bu cinayet hataen olursa fazlalık geçerli olmaz. Zira hata, diyette şer'ân takdir edilmiştir. Diyet için takdir edilen kıymetlerden başka bir bedel ile sulh yapılması da geçerlidir. Davalının zimmetinde olan borçla meclisten ayrılmaması için, sulh bedelinin mecliste kabzı şarttır.
Hâkimin diyet miktarından herhangi birisini tayin etmesi, diğerlerini başka bir cins gibi yapar.
Sulh şarap üzerine yapılırsa, fasit olur. Hataen cinayette diyet gerekir. Kasden öldürmede sulh şarap üzerine yapılmışsa, sulh fasit olduğu gibi kısas da düşer. Halbuki sulh fasit olursa dönülecek başka bir şey yoktur.İhtiyar.
İZAH
«Zengin bir kimse ilh...» Musannıfın, «zengin» kelimesiyle kayıtlamasının sebebi, köleyi azad eden kişi fakir ise, köle yine yarısı ile diğerine çalışır.
«Kasden cinayette sulh mutlak olarak geçerlidir ilh...» Bu ifade cinayette katil sayısı tek veya çok olsun, hepsini kapsamına alır. Hatta katil birkaç kişi olsa, bunlardan bir tanesi diyetten fazlası ile maktulün velileri ile sulh yapsa caizdir. Maktulün velisi geri kalan katillerle sulh veya kısas yapmahakkına sahiptir. Çünkü kısas hakkı bütün katiller için ayrı ayrı sabittir.
«Çünkü ribâ yoktur ilh...» Zira kasdan cinayette vacib olan kısastır. Kısas da mal cinsinden değildir. Bu yüzden ribâ da söz konusu olmaz. Hataen cinayette ise ister nefiste ikrar ile olsun diyetinden fazlasını noksanı üzerine sulh yapılması caizdir. Çünkü hataen cinayette vacib olan maldır. Malda fazlalık ise ribâdır. Fakat diyetin noksanı olursa elbetteki sulh geçerlidir. Çünkü burada ribâ sözkonusu değildir.
«Dîyet için takdir edilen kıymetlerden başkası ile ilh...» Bu söz ifade ediyor ki, diyetin miktarlarından -ki yüz deve veya ikiyüz koyun(dipnotgoster42194) veya iki yüz hülle veya bin dinar veya onbin dirhemdir- herhangi biri üzerine sulh yapılması sahihtir. Kâfi'den naklen Azmiye'de olduğu gibi.
(*) Doğru olan bin koyundur. (**) Hülle, ağır kumaştan yapılan iki parçalı pahalı bir elbisedir.
«Mecliste kabzı şarttır. ilh...» Bu, sulhun tartılacak, ölçülecek birşey üzerine yapılması kaydı iledir. Nitekim İnâye'de böyle kayıtlanmıştır. H.
«Hâkimin diyet miktarlarından herhangi birisini tayin etmesi ilh...» Meselâ, yüz deveyi tayin ederse, diğerleri başka bir cins gibi olur. Hâkim yüz deveyi tayin ederse, katil bunun karşılığında ikiyüz sığırdan fazlasıyla sulh yapar ve sığırları teslim ederse bu sulh caizdir. Bu meselenin tamamı Çevhere'dedir.
«Kısas da düşer ilh...» Yani kasden cinayette, gereken kısası fasit sulh, affa çevirir. Sulhun domuz üzerine yapılması da böyledir. Hindiye'de olduğu gibi. Yâyıhânî. Fakat sulh, bedeli yoluyla değil de cehalet yoluyla fasit olursa bunun aksinedir.
Minah adlı eserde, «Sulhta tayin edilen şey fasit olursa, meselâ belli olmayan bir hayvan veya kumaş üzerine sulh yapılırsa diyet vacib olur. Çünkü velî, hakkının meccanen düşmesine razı değildir. Fakat sulhta hiçbir şey tayin edilmezse veya şarap gibi kıymet ifade etmeyen birşey tayin edilirse, o zaman hiçbir şey gerekmez. Çünkü zikredildiği gibi kısas ancak bir kıymet kabul edilen birşeyle takdir edilebilir. Burada ise bu mevcut değildir.» denilmiştir.
«Dönülecek başka birşey yoktur ilh...» Çünkü kasden cinayette diyet yoktur, fakat hataen cinayet bunun aksinedir. Zira hataen cinayette sulh fasid olduğu takdirde diyete dönülür.
METİN
Zeyd, bir kasten cinayetten veya bir kimsenin kendisinden ölçülen veya tartılan bir deyn iddiasından ötürü bazısı üzerine sulh yapmak üzere Amr'ı vekil tayin etse, sulh bedelini kendisinin (Zeyd'in) vermesi gerekir. Sulh; Katilden kısası, davacıdan deynin bir kısmını düşürmek olduğu için vekil elçi gibidir. Ancak vekil, sulhta kefil olursa kefaleti ile sorumlu tutulur.
Maldan dolayı bir mal üzerinde ikrar ile sulh yapıldığı takdirde sulh bedelini vekil verir. Sonra verdiğini müvekkilinden alır. Çünkü o zaman sulh, satım akdi gibidir. Fakat bu sulh inkâr ile olursa, vekile mutlaka hiçbir şey gerekmez. Bahir ve Dürer.
Fuzûlî (yetkisiz temsilci) davalının emri olmadan kendiliğinden sulh yaparsa geçerli olur. Fuzûlî'nin sulhu dört şekilde olabilir:
1 - Dava konusu mal için davalıya kefil olabilir.
2 - Sulhu kendi malına izafe edebilir.
3 - Davacıya kendi malından, «Seninle bin liraya sulh oldum» diyebilir. Veya bir,miktar nakit veya ana işaret ederek, «Şunun üzerine» ' diyebilir.
4 - Mutlak bir ifade ile, «Şu kadar, meselâ bin liraya sulh oldum» diyerek sulh yaparsa bu geçerli olur. Ancak bu sonucunda, sulh bedelini hemen teslim etmesi gerekir. Böylece davacının rızası tamam olur. Bu onun kefil olmasından veya malına izafe etmesinden daha üstündür. Fuzûlî bütün bu tasarrufları teberru olarak yapmış olur.
Ancak o, müvekkilin emriyle kefil olursa sulh bedelini teberru olarak vermiş sayılmaz. Azmîzâde.
Dördüncü şekilde fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse sulh davalının iznine bağlı olarak sahihtir. Eğer davalı izin verirse, bu sulh caizdir. Sulh bedelini ödemek vekile lâzım gelir. Eğer izin vermezse, sulh bâtıldır.
Bir fuzûlî bir kadın adına izin almadan kocası ile muhâlea yapmış olsa bu, zikredilen beş şekilde yapılan sulh gibidir.
İZAH
«Kefaleti ile sorumlu olur ilh...» Yani ödedikten sonra müvekkiline dönerek ondan alır. Muhâleada ödenen sulh bedeli de bunun gibidir. Aşağıdaki şekillerin hepsinde vekil ödediği sulh bedellerini müvekkilinden alır. Makdisî'de olduğu gibi. Sâyıhânî.
«Sulh bedelini vekil verir ilh...» Sonra da bu sulh bedelini müvekkilinden alır.
«Çünkü o zaman sulh satım akdi gibidir, ilh...» Satım akdindeki bütün haklar akdi bizzat yapana döndüğü gibi bu sulhta da bütün haklar akdi bizzat yapana döner.
«Mutlaka ilh...» ister maldan mal ile olsun, ister maldan mal ile olmasın. H.
«Fuzûlî davalının emri olmadan ilh...» Bu sulhun sıhhati, eğer akdi< b?¶yledir.» da yapmak sulh yerine başkasının Bir zorundadır. ödemek bedelini dahi, etmese izafe zimmetine veya malına kendi olmasa, kefil ederse kendisine akdi fuzûlî, dolayı, illetten olan hususunda tasarrufları «fuzûlîninÇâmiü'l-Fusûleyn'de, Çünkü vardır. sahibine dava
«Malı teslim ederek ilh...» Dürer'den özetle, «Birinci sulhun geçerli olması, davalının borçtan kurtulması sebebiyledir. Borçtan kurtulması hususunda da yabancı biri ile davalı eşittirler. Fuzûlî, muhâlea'da nasıl' 'bedele kefil olduğunda asil gibi olursa, sulh bedeline kefil olduğu zaman da asil gibi olur. İkincisinin sahih olması, fuzulînin akdi kendi malına izafe ederek sulh bedelinin teslimini üzerine almış olmasındandır. Üçüncüsünde de. teslim edeceğini işaret ettiğinden davacıya ivazın hazır olduğunu belirtmesidir. Akit de davacının kabulüyle tamamlanır. Dördüncüsünün geçerli olması, malı teslim etmek, davacının razı olmasına delâlet etmesi ve fuzûlî'nin sulh bedeline kefil olmasına üstün olduğu içindir. Malı kendi nefsine izafe etmesi, davacının razı olmasına delâlet ediyor.» denilmiştir.
«Bütün şekillerde ilh...» Davacı zikredilen bütün şekillerde ivaza müstahak olursa veya sulh bedeli kalp çıkarsa davalıya dönmez. Çünkü fuzûlî teberru etmiştir. Belirli birşeyi teslim etmeyi başkasının yerine değil, kendi nefsine yüklemiştir. Yalnız davacı asıl davasına dönebilir. Zira hakkını meccanen terketmez. Ancak davalı fuzûlîye kefil olursa, davacı hakkını davalıdan alır. Zira davalının zimmetinde borç olmaktadır. Bundan ötürü teslimden kaçınırsa, teslim etmeye zorlanır. Zeylâî.
«Müvekkilin emriyle kefil olursa ilh...» O zaman fuzûlî davalıya rücû eder. Ödediği sulh bedelini ondan alır. Burada, «Kefalet» kaydı ittifaklı bir kayıttır. Çünkü birisinin, «Benim yerime sulh yap.» veya bir kadının «Benim yerime muhâlea yap.» demesi sulh bedelini ödemeye kefil olması demektir. Zira sulhun ve muhâleanın geçerli olmaları «emr»e değil, «kefâlet»e bağlıdır. O yüzden davalının sulh yapması için emretmesi, vekile rücû hakkını isbat eder. Ama borcu ödeme emrini vermesi bunun aksinedir.
Sulh bedelini ödemekle borcu ödemek arasında bir fark yoktur. Bu sebeple doğru olan bu emrin de rücu hakkını vermesidir.
«Azmizâde ilh...» Ben bu meseleyi Azmîzâde'de bulamadım. Yine de başvurulabilir.
«Fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse ilh...» Dürer'den naklettiğimiz gibi, «Bu dört şeklin hiçbirisi bulunmazsa sulh davalının icazetine bağlı olur.» demesi daha uygun olurdu. Beşinci bir şekildir ki, cevaz ile butlan arasında bulunur. Dürer'de olduğu gibi bu şekilleri beşe hasretmenin yolu şudur: Fuzûlî ya mala kefil olur veya olmaz. Olmazsa ya kendi malını izafe eder veya etmez. Eğer kendi malına izafe etmezse bir ayna veya nakte işaret eder veya etmez. Eğer işaret etmezse ivazı teslim eder veya etmez. İşte bu şekillerin hepsinde sulh caizdir. Ancak sonucu olan şu şekilde caiz değjldir. Ne sulh bedelinde kefil olur. ne onu kendi malına izafe eder, ne ona işaret, ne de davacıya teslim eder. İşte bunun cevazına hükmedilemez. Bu son şekil davalının icazetine bağlıdır. Çünkü davacıya hiçbir ivaz teslim edilmemiştir.
Zeylâî, bu şekilleri, işaret olunan şekil, izafe edilen şekle katarak dörde hasretmiştir.
«Beş şekilde yapılan sulh gibidir ilh... » Bunun beşincisi, «Eğer vermezse sulh bâtıldır.» veya «mevkuf» olan kısmıdır. Buna göre nakit veya ayna işaret kısmı da bir şekil sayılır. Bunu, sarihin «dördüncü şekilde» sözü de tekid etmektedir.
METİN
Bir şahıs delili olmadığı halde bir evin kendisine vakfedildiğini iddia etse, binayı tasarrufunda bulunduran ve vakıf olduğunu inkâr eden kimsenin husûmetin defi için sulh yapması caizdir. Eğer davacı iddiasında doğru ise aldığı sulh bedeli helâldir. Ecnâs sahibi, «Almış olduğu sulh bedeli helâl değildir. Çünkü bu sulh mânâ bakımında bir satım akdidir. Vakfı satmak ise caiz değidir.» demiştir.
Aynı davada sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır. Nikâhtan sonra aynı zevceye sebebsiz yere yapılan ikinci nikâh da, bir şahıstaki alacak için yapılan bir havaleden sonra yapılan ikinci bir havale de bâtıldır. Bir malı satın aldıktan sonra, aynı mal üzerine sulh yapmak da bâtıldır.
Bunda asıl şudur: Bir akit aynen iade edilirse ikincisi bâtıldır. Ancak Eşbâh'ın, «Büyü» bahsinde, «Üç şey müstesna: Kefalet, satınalma (şıra) ve icâre.» denilmiştir, Oraya başvurulabilir.
İnkâr ile yapılan sulhtan sonra davalı davacının sulhtan önce, «Benim falan kimse üzerinde hiçbir hakkım yoktur.» dediğine dair delil ikâme etse, sulh geçerli olarak kalır. Fakat davacı sulhtan sonra, «Benim davalı üzerinde hiçbir hakkım yoktu.» dese, sulh bâtıl olur. Bahır.
Musannıf, «Bu mesele İmâdiye'de mutlak zikredilmiştir. Halbuki mutlak değil kayıtlıdır.» demektedir. Daha sonra Bezzâziyye'nin, «Dava babandan naklen, «Davacı başka bir yönüyle mülkiyet iddiasında bulunsa da sulh bâtıl olmaz.» demiştir.
İZAH
«İddiasında ilh...» Bu ifadede bir görüş vardır. Şöyle ki: Eğer davasında doğru ise, alacağı sulh bedeli ona nasıl helâl olur? Zira ona göre ev vakıftır. Vakfın bedelini hiçbir cevaz sebebi olmadan mülkiyete geçirmek haramdır. Onun aldığı ise sırf davasından vazgeçmek için mücerret bir rüşvet olmaktadır. Buna göre davasında doğrucu değilmiş gibi olur. Burada, «Sulh bedelini vakfiyeti ibtal için değil, davasından vazgeçmek için almıştır. Başka bir davacı da bulunabilir.» denilebilir. T.
Ben derim ki: Buna Hâmidiye'nin, «Vakıf bahsinin başlarında, «Bu sulh geçerli değildir.» denilerek mutlak bir şekilde cevap verilmiştir. Hâmidiye'de, «Sulh yapan kişi kendi zannı üzerine sulh bedelini hakkının karşılığında almaktadır. O vakit bu ivazlı akit gibi olmaktadır. Vakıfta ise ivaz olmaz. Çünkü vakfedilen mal, vakfolunanın malı olmaz. Öyleyse onu satması da caiz değildir. Bu meselede, eğer bir yerin vakıf oluşu sabitse onun içinbedel taleb etmek caiz değildir. Eğer vakıf oluş sabit değilse, o zaman da kendisine sabit olmayan birşeyden dolayı sulh bedeli almış olmaktadır ki, bu da hiçbir şekilde geçerli, değildir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.» denildikten sonra, «düşünün.» ifadesi eklenmiştir. Bizim, «Fasit be'y» babında Nehir'deki, «Bir köleyi müdebbir bir köleye ekleyerek satış» bahsi hakkında söylediklerimize bakınız.
«Sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır ilh...» Bâtıl olan sulhtan murad, hakkın bir kısmını düşüren sulhtur. Ama bir ivaz üzerine sulh yapıldıktan sonra bunu bozarak başka bir ivaz üzerine sulh yapmaları geçerlidir. Tıpkı satışta olduğu gibi birinci sulh feshedilmiş, ikinci sulh caiz olur. Nûrü'l-Ayn, Hülâsa'dan böyle nakletmiştir.
«İkinci sulh bâtıldır ilh...» Bunu Kadı İmam söylemiştir.
«Nikâhtan sonra aynı zevceye sebebsiz yere yapılan ikinci nikâh da ilh...» Bu meselenin tamamı Câmiü'l-Fusûleyn'in onuncu (aslındadır. Hâmiş'te de böyledir.
«Nikâhtan sonra ilh...» Bunda ihtilâf vardır. Bazı âlimlere göre ikinci mehri vermek vacibtir. Bazı âlimlere göre iki nikâhta tesmiye edilen mehirlerin toplamını vermek vacibtir.
«Bir havaleden sonra ilh...» Meselâ birisinin diğerinde olan bin lira alacağını almak üzere birisini havale ettikten sonra, aynı alacak için ikinci bir adamı da havale etmesi gibi. Şeyhimiz böyle tefsir etmiştir.
«Satın aldıktan sonra ilh...» Yani sulh konusu olan şeyi satın aldıktan sonra sulh yapmak bâtıldır.
«Üç şey müstesna ilh...» Ben diyorum ki: Câmiü'l-Fusûleyn'de bu üç şeye sulh konusu olan şeyi davadan sonra satın almak da eklenmiştir.
«Kefalet ilh...» Kefaletten sonra kefaletin caiz olması, kefaletin teşvik edilmiş olmasındandır. Eşbâh.
«Satınalma ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de bu mutlak zikredilmiştir. Kınye'de ise, «İkinci alış fiyat bakımından birinciden daha fazla, daha az veya başka bir cinsle olursa.» şeklinde kayıtlanmıştır. Yoksa geçerli olmaz. Eşbâh.
«İcâre ilh...» Birinci kiracıya yeniden kiralamak bu durumda birinci kira akdi neshedilmiş olur. Eşbâh.
«Musannıf ilh...» Musannifin ifadesi İmâdiye'deki, «Birisi birşey iddia etse, davalı inkâr etse, inkârdan sonra sulh yapsa, sulhtan sonra davacının davalı üzerinde hiçbir hakkı olmadığı ortaya çıksa sulh kendiliğinden fesholur.» sözüdür.
Ben diyorum ki: İmâdiye'nin sözündeki, «ortaya çıksa» ifadesinin sulhtan önce ikrarsızlıkla kayıtlanması gerekir. Zira Muhtasar'ın meselesinde de böyle birşey geçmiştir. Bahir sahibi Mevlânâ da bunu açık olarak söylemiştir. H.
Metinde geçen meselede, «sulh sıhhat üzere bakîdir» hükmünün illeti, şehâdetin kabul edilmemesinin açık olmasıdır. Çünkü onda çelişki vardır. O zaman davacının davalı üzerinde bir hakkı olmadığı anlaşılmaz. Hâl böyle olunca da İmâdiye'deki ifade metindeki meseleyi kapsamına almaz.
«Bezzâziyye'nin dava babında ilh...» Bezzâziyye'nin ifadesi Müntekâ'daki, «Bir kumaş iddia ettikten sonra sulh etse, sonra davalı, davacının sulhtan önce kendisinde bir hakkı olmadığını ikrar ettiğine dair delil ikâme etse, sulh geçerlidir. Eğer sulhtan sonra ikrar ettiğine delil getirirse sulh bâtıl olur. Eğer hâkim hakkının olmadığını ikrar ettiğini bilirse -velevki bu ikrar sulhtan önce olsun- bu sulh bâtıldır. Hâkimin sulhtan önceki ikrarını bilmesi ile sulhtan sonraki ikrarını bilmesi birdir. Eğer sulh ve ikrar aynı mülkiyette ise. Meselâ, «Falanda miras yoluyla bir hakkım yoktur.» dedikten sonra onda mirastan dolayı hak iddia etmesi gibi. Şayet irs yoluyla hakkı olmadığını ikrardan sonra, mülkiyet iddia etmiş olsa, meselâ, «Ben satın almıştım.» veya «Bana hibe edilmişti.» iddiasında bulunsa sulh bâtıl olmaz» sözüdür.
METİN
Fasit davalarda sulh geçerli, bâtıl davalarda sulh da bâtıldır. Fasit dava geçerli hale getirilmesi mümkün olan davadır. Bahır.
Eşbâh'ta tesbit edildiğine göre fasit davadan sonra inkâr ile yapılan sulh fasittir. Ancak meçhul bir davada sulh caizdir. Bazı âlimler, «Sulhun geçerli olması için mutlaka davanın geçerli olması şarttır, denilmesi geçerli değildir. Çünkü bâtıl davalarda yapılan sulh geçerlidir. Nitekim Sadrı Şerîa, «Şuh» babının sonunda buna dayanmış, İbni Kemal ve başkaları da, «İstihkak» babında bunu ikrar etmişlerdir, geçtiği gibi.» demişlerdir.
Geçerli olan görüşe göre, su yolu, şüf'a ve direk koyma hakları davasında sulh yapmak geçerlidir. Bunda kaide, bir adama yemin etme düşse, hangi davada olursa olsun, yemin etmeyerek bir miktar dirhem üzerine sulh yapması geçerlidir. Hatfa tazir davasında dahi geçerlidir. Müctebâ. Fakat had davası ile neseb davası bunun aksinedir. Bunlarda sulh geçerli değildir. Dürer.
Sulhta ivazlı akit manası olursa, meselâ alacak (deyn) davasından sonra bir mal (ayn) üzerine sulh yapılırsa, bu sulh tarafların feshiyle münfesih olur.
Sulh ivazlı akit manası taşımıyor, hakkının bir kısmını almak bir kısmını da düşürmek anlamına geliyorsa, düşen şey geri dönmediği için bu sulhun ne ikâlesi ne de feshi geçerli değildir.
İZAH
«Fasit davalarda ilh...» İslah edilmesi mümkün olmayan davanın örneği: Birisi bir kadının cariyesi olduğunu iddia etse, kadın da, «Ben hürüm» dese sonra davacı ile kadın arasında sulh yapılsa, bu sulh caizdir. Kadın hür olduğuna dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hürolduğuna dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hür olduğu delil ile açığa çıktıktan sonra bu davanın İslahına imkân yoktur.
İslâhı mümkün olan dava ise şöyledir: Adam, bir kadının cariye olduğunu iddia etse, kadınla sulh yapsalar, daha sonra kadın, «Falanın cariyesi idim, bir sene önce beni azad etti» diyerek delil ikâme etse, sulh bâtıl olmaz. Çünkü davacının davası sulh zamanında düzeltilebilir. Şöyle ki, davacı, «Seni azad eden, benden gasbetmişti.» diyerek delil ikâme ederse davası dinlenir. Hâmevî. Medenî.
«Eşbâh'ta düzeltme yapılmıştır ki ilh...» Bu düzeltme gerçekte düzeltme değildir. Remlî ve diğerleri Bezzâziyye'de olan ifade ile bu görüşü reddetmişlerdir. Harezm fetva imamlarının üzerinde durdukları ve kabul ettikleri şudur: Islâhı mümkün olmayan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli değildir. Islâhı mümkün olan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli değildir. Islâhı mümkün olan fasit davada sulh yapmak ise caizdir. Meselâ sulhta davanın hadlerinden birisi terkedilse, bunun ıslâhı mümkündür. Musannifin zikrettiği de budur. Biliyoruz ki Sadrı Şerîa ve diğerlerinin dayandıkları da budur. Buna itibar edilmesi uygundur.
«Bazı âlimler ilh...» En kısa ve uygun olanı Musannifin, «Mutlaka geçerlidir.» demesiydi.
«Sulh babının sonunda ilh...» Bunda bir görüş vardır. Çünkü Sadrı Şerîa'nın ifadesi aynen şöyledir. «Önemli meselelerden birisi de şudur: Sulhun geçerli olması için davanın geçerli olması şart mıdır? Âlimlerden bazıları «şarttır» diyorlar. Lâkin bu geçerli değildir. Zira bir binada meçhul bir hak iddia edildikten sonra sulh yapılsa, sulh geçerlidir. Bu konu, «Hukuk ve İstihkak» babında geçmişti. Şüphesiz meçhul bir hakkın, davası geçerli değildir. Zahîre kitabında da söylediklerimizi teyid eden meseleler vardır.»
Burada ilk akla gelen, Sadrı Şerîa'nm davadan maksadının misalinin de delâlet ettiği gibi bâtıl dava değil, fasit olduğudur. Çünkü dava, sulh zamanı meçhul hakkın tayini ile tashih olunur.
Remlî, Minâh haşiyesinde Sadrı Şerîa'nm ifadesini naklettikten sonra,» Ben diyorum ki, bu mesele bâtıl davanın fasit dava gibi olmasını gerektirmez. Çünkü bâtıl davadan yapılan sulhun geçerli olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Had, ribâ, kâhine verilen ücret, cenaze üzerine ağlayan kadınlarla şarkıcı kadınlara verilen ücretten dolayı sulh yapılması bâtıl olduğu gibi.» demiştir.
Yine Remlî, Fusûleyn üzerindeki haşiyesinde, Musannıf'tan naklen Sadrı Şerîa'nm ifadesini de zikrettikten sonra şöyle diyor: «Sulhun geçerli olması için davanın geçerli olması şartını söylemek zayıf bir görüştür.»
«Şüf'a hakkı ilh...» Yeminden kurtulmak için sulh yapmak. Ama kendisinin sabit bir hakkı için sulh yapmak bunun aksinedir.
«Seyrefiyye ilh...» Uygun olan bu meseleyi yalnız Kınye'ye nisbet etmekti. Çünkü Seyrefiyye'de bu sulhun geçerli olup olmaması üzerine görüş ayrılığı nakledilmiştir. Kınye'de ise her iki görüş zikredildikten sonra, metinde olduğu gibi iki nakil arası telif edilmiştir.
METİN
Şu üç şekilde sulh yapmak geçerli değildir:
<
2. Mürteddin dârul-harbe sığınması veya irtidadı yüzünden öldürülmesi sulh akdini geçersiz kılar. Çünkü mürteddin tasarruflarının geçerliliği İslâm'a yeniden dönmesine bağlıdır. Mürted İslam'a dönünce tasarrufları yürürlük kazanır. Dârul-harbe sığınır ve hâkim bu sığınmayı hükme bağlar veya öldürülür yahut da mürted olarak ölürse tasarrufları bâtıl olur. Bu, Ebû Hanîfe'ye göredir. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre mürteddin tasarrufları nâfiz olur.
3. Ayıp veya görme muhayyerliği sebebiyle sulh bedelini geri vermekle de sulh akdi bozulmuş olur.
4. Menfaat üzerinde sulh akdi yaptıktan sonra, süre geçmeden önce taraflardan birisinin ölmesi ile sulh akdi sona erer. Çünkü menfaat üzerine sulh akdi icâre akdine benzer. İcâre ise taraflardan birisinin ölümü ile ortadan kalkar.
Sulh akdi ortadan kalkınca davacı, inkâra dayanan sulh hâlinde iddiasının aslına dönmüş olur. Sulh ikrara dayalı ise davacı dava konusu ile davacıya döner.
Kısas konusunda sulh halinde ise davacı suçu işleyene kısasla değil, diyetle döner (es-Serahsi, a.g.e., XXI, 34; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 45 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, V, 32; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 495).
Hamdi DÖNDÜREN
METİN
Sulh ile ikrar arasındaki münasebet şudur: İki kişi arasındaki bir meselede taraflardan birinin ikrar edecek yerde inkâr etmesi husûmete sebep olur. Husûmet ise sulhu gerektirir.
Sulh sözlükte, lügâtta karşılıklı anlaşma anlamına gelir. Şeriatta ise, taraflar arasındaki nizaı (anlaşmazlığı) kaldıran, husûmeti sona erdiren akde denir.
Sulhun rüknü icabtır. Eğer sulh bedeli tayin edilebilen cinsten bir-şey olursa bunun kabulü de sulhun rüknü olur. Sulh bedeli dirhem gibi tayin edilemeyen birşey olursa sulh kabulsüz de tamamlanır. İnâye.
Sulhun şartı akıldır. Sulhta hürriyet ve bulûğ şart değildir. Öyleyse acık bir zarardan âri olmak şartıyla ticarete izinli bir çocuğun sulhu ve bir menfaat olması kaydıyla izinli olan köle ile mükâtebe yapılmış kölenin yaptıkları sulh geçerlidir.
Sulhun şartlarından biri de kabzı gerektiren sulh bedelinin belirli olmasıdır. Sulhun bir diğer şartı da dava konusunun mal ile karşılanması caiz olan sabit bir hak olmasıdır. Sulh konusundaki hak mal cinsinden değil, kısas ve tazir gibi haklar olursa ister malûm, ister meçhul olsun sulh geçerlidir.
Şuf'a hakkı, kâzif haddi, nefis kefaleti gibi ivazı caiz olmayan konularda sulh yapmak geçerli değildir. Çünkü sulh ile şuf'a ve nefis kefaleti, hakkı bâtıl olur. Kâzifde de yine böyledir. Hâkime gidilmeden sulh anlaşması yapılırsa, sulh bâtıl ve had sakıt olur.
Dava hâkime götürülsün veya götürülmesin zina ve içki hadleri sulhle mutlaka düşmez.
Dava konusu dirhem ve dinar gibi tayinle muayyen olmayan cinsten ise, davalının sulhu taleb etmesi ve davacının kabul etmesi ile sulh tamam olur. Ayrıca davalının, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç yoktur. Davalının sulhu taleb etmesi yeterlidir. Çünkü sulh dava konusu olan şeyin bir kısmını düşürmektir. Bu iskât ise düşürücü ile düşer.
Eğer dava konusu tayinle muayyen olabilecek cinsten ise, yapılan sulh satış gibi olacağından davalının kabul etmesi gerekir. Bahır.
İZAH
«Mutlaka ilh...» Yani ister tayinle muayyen olan cinsten olsun ister olmasın.
«Kabulsüz de ilh...» Çünkü sulh, dava konusunun bir kısmını düşürmektir. Açıklaması yakında gelecektir.
«Sulhun şartlarından biri de ilh...» Bedelinin kabzedilmesidir. Eğer sulh bedeli ödünç olursa ödünç ile olur. Eğer borç değilse kabul edilmez. Bu bahis kitabın sonunda, «Çeşitli meseleler» konusunda gelecektir. Oraya bakınız. Bu mesele Dürer'de bu konuda açıklanmıştır.
«Bir çocuğun sulhu ilh...» Çocuğun yerine bir başkasının sulh yapması da geçerlidir. Meselâ, bir kimsenin çocuğun evinde hak iddia etmesi ve delil (şahit) getirmesi halinde çocuk yerine babası davacı ile sulh yapabilir.
«Bir menfaat olması kaydıyla ilh...» Musannif bu sözün yerine, «Açık bir zarar olmaması kaydıyla» deseydi daha uygun olurdu. Çünkü bu ifade, «zarar ve menfaat olmayan» veya «zarar olsa bile açık olmayan» manalarını da kapsamına alırdı. T.
«Malum olması ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn de, Mebsut'a dayanılarak sulhun beş şekilde yapılacağı söylenmektedir:
1 - Sulh altın, gümüş veya normal para üzerine yapılıyorsa, miktarı tayin edilmelidir.
2 - Sulh taşınma ve zahmet gerektirmeyen buğday veya ölçülecek, tartılacak birşey üzerine yapılıyorsa, yine miktarı tayin ve vasfı beyan edilmelidir. Çünkü mal iyi kalite olabileceği gibi orta ve düşük kalitede de olabilir.
3 - Sulh taşınma ve zahmet gerektiren cinsten tartılacak ve ölçülecek bir şey üzerine yapılıyorsa, miktar ve sıfatı tesbit edilmelidir. Ebû Hanîfe'ye göre, selemde olduğu gibi teslim yeri de tayin edilmelidir.
4 - Sulh bir kumaş üzerine yapılıyorsa ölçüsü, vasfı ve teslim zamanı tayin edilmelidir. Çünkü kumaş borçla alınamaz, ancak peşin olarak alınır. Ancak kumaş üzerine selem yapılmış ise borç olabilir. Çünkü selemde tecil olduğu bellidir.
4 - Sulh bir hayvan üzerine yapılıyorsa, ancak hayvanın bizzat tayin edilmesiyle caizdir. Zira sulh ticarettendir, hayvan ise borca verilemez.
«Kabzı gerektiren ilh...» Kabzı gerektirmeyen mal bunun aksinedir. Meselâ, bir kimse diğer birinin evinde hakkı olduğunu iddia etse, buna karşılık ev sahibi de davacının elinde bulunan bir toprak üzerinde hale iddia etse, tarafların karşılıklı olarak davalarının terki üzerine sulh yapmaları caizdir.
«Tazir ilh...» Kul hakkı olursa. H.
«Meçhul olursa ilh...» Teslimi gerektirmeyen birşeyde olmak şartıyla. Fakat davalının teslim etmesini gerektiren şey bunun aksinedir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de bu hususta şöyle denmektedir: «Birisi diğeri üzerinde belirli bir malının olduğunu iddia etse, sonra bin dirhem üzerine sulh yaparak bunu alsa ve davalıyı bütün davalarından umumî ve geçerli bir şekilde ibra etmiş olsa, bunu da hazırlamış oldukları senedin sonunda zikrederse, bu sulh geçerli değildir. Çünkü dava konusu olan malın miktarını tayin etmemiştir. Bu sulhun ivaz karşılığında mı; hakkını düşürerek mi; yoksa sarf akdi yoluyla mı -ki bu sonuncusunda sulh meclisinde karşılıklı alıp vermek şarttır- yapıldığının bilinmesi için malın miktarı tayin edilmelidir. Halbuki yapılan sulhta sulh bedeli zikredildiği halde sulh meclisinden söz edilmemiştir. Sulh meclisinin zikredildiği ihtimali olsa bile sulhun sıhhatine hükmetmek mümkün değildir. İbraya gelince, bu umumî bir şekilde olmuştur. Bundan sonra davacının herhangi birşey iddia etmesi halinde davasıkabul edilmez. Davasının kabul edilmemesi yaptığı sulhtan dolayı değil, ettiği umumî ibradan dolayıdır.»
Bu konu istihkak bahsinde açık bir şekilde geçmiştir. Bizim, «Ayıplı bir malın satışının muhayyerliği» bahsinin sonunda Fetih'ten naklen yazdıklarımıza bakınız.
«Şuf'a hakkı ilh...» Şuf'a hakkı, birşey üzerinde talebte bulunabilme hakkına sahip olmaktır. Şuf'ayı teslim etmenin de bir kıymeti yoktur. Öyleyse onun karşılığında mal alınması da caiz değildir.
«Nefis kefaleti ilh...» Bu, iki rivayetten birisidir. Fetva da bununla verilir. Şurunbulâlîye'nin Suğra'dan naklettiği gibi.
«Şuf'a hakkı»nın butlanına gelince, Şurunbulâlîye'nin Suğra'dan rivayet ettiği gibi bu tek rivayettir.
«Hâkime ilh...» Bu ifade sulh ile kâzif had .cezasının aslından ibtal edildiğini, gösteriyor. Şurunbulâlîye'de, Kâdıhân'dan nakledilen de budur. Zira onda, «Dava hâkime götürülmeden sulh yapılmışsa sulh bâtıl, had sakıt olur. Sulh, dava, hâkime götürüldükten sonra yapılmış ise kâzif haddi bâtıl olmaz. Had bahsinde geçtiği gibi bir had ancak hak sahibinin affı ile düşebilir. Hak sahibi affettikten sonra yeniden had talebinde bulunsa bile had düşmüştür. Çünkü aftan sonra taleb hakkı yoktur.» denilmiştir.
Haniye'de gecen ifade ise, henüz af taleb etmediğine hamledilir.
«Mutlaka ilh...» Sulh, ister dava hâkime götürülmeden, ister hâkime götürüldükten sonra yapılsın sonuç değişmez.
«Hakkı düşürücü ile tamamlanır ilh...» Bu kabul etmenin şart olmadığı gibi taleb etmenin de şart olmadığını ifade eder. T.
METİN
Sulhun üzerine tereddüb eden hüküm, davalının davadan berî olması, davacının sulh olunan meblâğa, davalının da dava konusu meblâğı ikrar etmişse, zimmetine kalana mâlik olmasıdır. Davalının dava konusu olan nesneyi ikrar, sükût ve inkâr etmesi hallerinde yapılan sulh sahih olur.
İkrar ile yapılan sulhun hükmü, mal davasından mal üzerine olursa satım akdi gibidir. Şuf'a hakkı, ayıp, görme ve şart muhâyyerliği benzeri hükümler satım akdinde cari olduğu gibi ikrar üzere yapılan bu sulhta da caridir.
Sulh bedelinin bilinmemesi sulhu fâsid kılar. Çünkü davalının sulh bedelini teslime muktedir olması şarttır. Fakat sulh konusu olan malın bilinmemesi sulhu fasid kılmaz. Çünkü sulh dava konusu olan şeyin düşürülmesi demektir.
Davacı aldığı sulh bedelinden dava konusu malda bir başkasının hakkı olan kısmı kadarını geri verir. Eğer başkasının hakkı bütün sulh bedelini kapsıyorsa, hepsini; bir kısmını kapsıyorsa, yalnız o kısmı, geri verir. Davacı, sulh bedelinden başkasının hakkı için geri verdiği miktarı olmak üzere dava konusu maldaki hissesine rücû eder. Çünkü sulh akdi ivazlı bir akiddir. ivazlı akidlerin hükmü de böyledir.
Sulh, mal davasından bir kölenin zimmeti veya bir evde oturmak gibi menfaatler üzerine yapılırsa, sulhun hükmü icare gibidir. Bu sulhta eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa, vakti tayin etmek' şarttır. Sulh eğer kumaş boyamak gibi vakit tayini gerektirmeyen birşey üzerine yapılmışsa süre beyanı şart kılınmaz.
Sulh, birşeyin menfaati davasından bir mal üzerine veya birşeyin menfaati iddiasından başka birşeyin menfaati üzerine yapılırsa, taraflardan birinin ölümü veya sulh mahallinin tayin edilen süre içinde helak olması ile bâtıl olur. İbni Kemal. Çünkü bu sulhun hükmü icare gibidir.
Susma veya inkâr ile yapılan sulh, davacı hakkında, aldığı sulh bedeli kendi zannına göre hakkının karşılığı olduğu için bir ivazlı akiddir. Davalı hakkında ise anlaşmazlığa son vermek ve yemini feda etmektir. Çünkü sulh olmasa kendisine yemin gerekir ve anlaşmazlık devam eder.
Buna göre, bir ev hakkındaki davadan ötürü davalının susma veya inkârı ile yapılan sulhta davacı şuf'a hakkı kazanamaz. Lâkin bu meselede şuf'a hakkını kullanan- davacı yerine geçerek, davalı ister inkâr ister sükût etsin, davasını isbat etme hakkına sahiptir. Ancak davacının da delili olursa şuf'a hakkını kullanan onu da davalının üzerine ikâme ederek eve ortak olur. Çünkü delilinin ikâmesi ile sulh satım akdi gibi olur. Eğer delili yoksa davalıya yemin teklif eder. Davalı yeminden kaçınırsa yine evi şuf'a ile alır. Şurunbulâlîye.
Dava konusu malın -davalı ister ikrar, ister sükût veya inkâr etsin- karşılığında bir ev üzerine sulh yapılırsa, o evde şuf'a vacib olur. Davacı o evi zannına göre kendi malının ivazı olarak aldığından şefi' kendini sorumlu tutar.
Dava konusu olan malın bir kısmı başkası tarafından hakedilirse, davacı aldığı sulh bedelinden onun hissesini çıkararak iade eder. Fakat bu defa hak sahibine rücü eder ve onunla davalaşır. Çünkü maksadına ulaşamamış, asıl davalı ile de davası kapanmıştır. Zira asıl davalı husûmetini defetmek ve iddia ettiği nesnenin elinde husûmetsiz olarak kalması için sulh bedeli vermiştir. Bu sebeple davacı maksadına ulaşmak için hak sahibine rücü eder.
Eğer sulh bedelinin tamamını veya bir kısmını hak eden çıkarsa o zaman davacı, tamamında veya bir kısmında davasına döner. Eğer yaptıkları sulh satım akdi lafzıyla yapılmamış ise, dava ile değil, iddia ettiğiyle döner. Çünkü davalının satış yoluna gitmesi, davacının mülkü olduğunu inkâr etmesidir.
Davacıya tesliminden önce sulh bedelinin tamamının veya bir kısmının helak olması, her iki fasılda da -Yani ister ikrar ile, ister sükût veya inkâr ile olsun- sulh bedelinin istihkakı gibidir. Bu da, eğer sulh bedeli tayin olunabilen cinsten ise böyledir. Eğer sulh bedeli tayin olunabilen bir cinstendeğilse, sulh ibtal edilmez. Davacı sulh bedelinin misliyle davalıya döner.
İZAH
«Sulhun hükmü ilh...» Bahir kitabında yazıldığına göre sulhun hükmü, davalı ister ikrar, ister inkâr etsin, sulh bedelinin davacının mülkü olmasıdır. Eğer mal gibi temlik ihtimali varsa ve davalı da onu ikrar ediyorsa dava konusu olan nesnenin de davalının mülkü olmasıdır. Eğer temlik ihtimali yoksa -kısas gibi-, o zaman sulhun hükmü mutlak inkârda olduğu gibi beraatın vaki olmasıdır.
«Bey gibidir ilh...» O zaman bu sulhta satım akdi bey' hükümleri uygulanır. Bakılır: Eğer sulh, dava konusu malın cinsinin aksi üzerine yapılırsa, bu sulh, alım ve satım oiur. Burada zikredildiği gibi. Eğer yapılan sulh dava konusu şeyin cinsi üzerine yapılmışsa, dava konusundan da az ise, o zaman hakkının bir kısmının düşmesi ve ibrası demektir. Eğer aldığı sulh bedeli iddia ettiğinin misli ise, o zaman kabz ve tam olarak ifadır. Eğer alınan dava konusundan çok ise. o zaman fazlalık ve ribâ olur. Remli, Zeylâî'den
Bahır'da şöyle deniliyor: «İki mesele müstesna, eğer yapılan sulh dava konusunun cinsinden başka bir şey üzerine yapılırsa, satım akdi sayılır.» Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
«Bu sulhta da câridir ilh...» O zaman sulh bedelini ve dava konusunu kapsamına alır. Hatta, bir ev davasında başka bir ev üzerine sulh yapılmış olsa, sulh bedeli olan evde şuf'a vâcib olur. T.
«Zira sulh ivazlı bir akittir. İvazlı akdin gereği ise, semene hak kazandığı zaman, semen misli şeylerdense misliyle, yahut kıyemî şeylerdense kıymetiyle rücû eder. Akit fasit olmaz. »
BİR UYGULAMA MESELESİ:
Bezzâziyye'de ve Nazmü'l-Fıkıh adlı eserlerde şöyle denilmiştir: «Birisi bir başkasının evinde bir hırsız yakalasa ve onu mal sahibine götürmek istese, hırsız kendisini ev sahibine götürmemesi için yakalayana bir miktar mal verse, böyle bir sulh sözleşmesi bâtıldır. Alınan sulh bedeli hırsıza geri verilir. Çünkü burada hak, hırsızı yakalayanın değildir. Eğer sulh hırsız ile ev sahibi arasında yapılırsa, mal sahibi sulh bedelini alarak husûmetten kurtulur. Hırsızlık haddi, husûmetsiz sabit olmaz. Bu konuda yapılacak sulh da geçerlidir.
Yine Bezzâziyye'de, «Birisi hırsızlıkla itham edilerek hapsedilse ve sulh yapsa, eğer kork.u sebebiyle sulha razı olduğu zannedilse bakılır: Eğer hırsızı vali hapsetmişse, sulh davası geçerlidir. Zira valiler genellikle zulmen hapsederler. Eğer hırsızı hâkim hapsetmişse, sulh geçerli değildir. Zira hâkim genellikle haklı olarak hapseder, kimseyi zulmen hapsetmez.» denilmiştir.
«Eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa ilh...» Bir evde oturmak gibi.
«Sulh, birşeyin menfaati davasından mal üzerine ilh...» Yani, bir menfaati iddia ettikten sonra bir mal üzerine sulh yapmak geçerlidir. Meselâ birisi, kendi su yolunun komşusunun evinden geçtiğini veya kendi çatısının kuyunun komşusunun çatısından geçeceğini veya bir nehirde sulama hakkı olduğunu iddia etse, davalı ister ikrar, ister inkâr etsin, belirli bir mal üzerine sulh yapmaları caizdir. Kûhistanî'de olduğu gibi. Alâî, Şerh-i Mültekâ. Hâmiş'te de böyledir.
«Birşeyin menfaati iddiasından başka birşeyin menfaati üzerine ilh...» Meselâ, bir evde oturma hakkı karşılığında bir kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi.
«Taraflardan birisinin ölümü ilh...» Eğer akdi kendi adına yapmışsa. Bahır.
«Mahallinin, tayin edilen süre içinde helak olması ile ilh...» Yani yararlanma süresi dolmadan önce, Bu meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Davacı hakkında ivazlı akittir ilh...» Bir miktar para iddiasından sonra para üzerine yapılan sulh, sulh bedelini kabzdan önce ayrılmaları halinde bâtıl olur. Bahır.
«Bir ev hakkındaki davadan ötürü ilh...» Meselâ bir kimse bir başkasında evi olduğunu iddia etse, o da sükût veya inkâr etse, sonra birşey karşılığı sulh yapılsa, o evde şuf'a gerekmez. Çünkü davalı kendi zannı üzerine bu sulh ile dava konusu olan evin mülkiyetini almış sayılır. Davacının husûmetini de defetmiştir. Davalı o evi satın almadığı için şuf'a hakkı gerekmez. Davacının iddiası da satın almayı göstermez. Minhâ.
İki kişi, bir başkasının elindeki toprağın kendilerine babalarından miras olarak intikal ettiğini iddia etseler, toprağı kullanan kimse bu iddiayı inkâr etse, sonra iki davacıdan birisi yüz lira üzerine sulh yapsa, diğer davacı bu yüz liraya ortak değildir. Çünkü bu sulh, davacının zannına göre ivazlı akit, davalının zannına göre de yeminden vazgeçiştir. Her yönüyle ivazlı akit değildir. Şüphe sebebiyle diğer ortak için ortaklık hakkı sabit olmaz. Ebî ... den(1) rivayete göre, alınan sulh bedeline diğeri de ortak olur. Haniye.
«O evde şuf'a vacib olur ilh...» Bir ev üzerine sulh yapılırsa o evde şuf'a hakkı sabit olur.
«Onunla davalaşır ilh...» Eğer dava konusu tayinle muayyen olan bir cinsten ise davalı döner. Eğer tayin ile muayyen olmayan bir cinsten ise -ki dava konusunun cinsindendir- o zaman hak edilenin misliyle döner ve sulh da bâtıl olmaz. Meselâ, birisi diğerinde bin lirası olduğunu iddia etse, yüz lira üzerine sulh yaparak alsa, bu yüz lira bir başkasının istihkakı ise davalıya yüz lira ile döner. Bu sulh ister ikrardan önce, ister sonra olsun. Aldığı yüz lira kalb çıkarsa, nasıl dönme hakkına sahipse bunda da öyledir. Ama sulh bedeli dava konusunun cinsinden değilse, meselâ, dirhem iddia ettikten sonra dinar üzerine sulh yapması gibi, davacı ile davalı birbirlerinden ayrıldıktan sonra sulh ibtal edilir. Eğer birbirlerinden ayrılmadan önce başka birisinin istihkakı olduğu çıkarsa, davacı misli ile rücu eder. Sulh da bâtıl olmaz. Bahır.
«Dâvaya döner ilh...» Eşbâh'm Câmiü'l-Kebir'den naklettiği gibi. Dava konusu kısas, nikâh, köle azadı ve muhâlea gibi nakzı kabul etmeyen cinsten ise, o zaman, davacı davalıya sulh bedelinin kıymeti ile döner ve onu alır. Bu konuda sözün tamamı Hâmevî'nin hâşiyesindedir.
«Davalının anlaşma yapmaya yönelmesi ilh...» Davacının mülkiyetini ikrardır. Ama sulh bunun aksinedir. Sulh bazen yalnız husûmeti def için yapıldığından, sulh kelimesiyle yapılan sulhta, mülkiyetini ikrar ettiğine delâlet edecek herhangi bir şey bulunmaz.
«Sulh bedelinin istihkakı gibidir ilh...» Ya dava ile veya dava ettiği ile rücû eder. Dürr-ü Müntekâ. Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Dava edilen şeyin bir kısmı üzerine sulh yapılması geçerli olmaz. Çünkü sulh bedeli olarak kabzedilen, iddia edilen hakkın aynı, geri kalandan da ibradır. Ayandan ibra etmek ise bâtıldır. Bu borçta olur. Nitekim yakında gelecektir.
Birisi bir başkasından bir ev iddia ettikten sonra o evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları geçerli olmaz. Fakat iddia ettiğinden başka bir evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları geçerlidir. Kûhistânî.
Bu çeşit sulhu sıhhatli kılmanın hilesi, Musannıfın, «birşeyi açtırmak» sözüyle zikrettiği mefhumla olur. Meselâ, sulh bedeline bir miktar kumaş ve dirhem ilâvesiyle sulh geçerli olur. Bu ilâve edilen nesne, davacının geri kalan hakkının ivazı olur.
Bu sulhu geçerli hale getirmenin bir başka yolu da sulha geri kalan davasından ibrasını ilhak etmektir. Lâkin zahiri rivayete göre, ister ilâve yapılsın ister yapılmasın böyle bir sulh mutlaka geçerlidir. Şurunbulâlîye. İhtiyâr'da da bu sulhun sıhhati üzerinde durulmuştur. Bu sulhun sıhhati meselesi Azmiye'de. Bezzâziyye'ye. isnad edilmiştir.
Şeyhülislâm'n, Celâliye adlı kitabında, «Metinde geçen ibare İbni Sema'nın rivayetidir.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra etmek bâtıldır.» sözünün manası, «Ayan davasından ibra bâtıldır.» demektir. Yani ayan davalıya mülk olamaz. Davacının bu ayanı fırsat bulursa alması helâldir. Lâkin mahkemede davası kabul edilmez.
Ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir. Davalı, hakkın geri kalan kısmından da diyanetten değil, hükmen beri olur. Bundan ötürü davacının fırsat bulduğu takdirde alması geçerlidir. Kûhistânî. Bu konunun tamamı Eşbâh'ın «Borcun hükümleri» faslındadır. Ben bunu mültekâ şerhinde de araştırdım.
İZAH
«Bir kısmı üzerine ilh...» Eğer mal mevcutsa. Helak olan malın hükmü ise, metin sahibinin, «Helak olan gasbedilmiş şey üzerinde sulh» bahsinde gelecektir. Kûhistânî. Çünkü davacı bu sulhla hakkının bir kısmını almış, geri kalanından da ibra etmiştir. Ayandan, ibra ise bâtıldır. Medenî.
«Bakî kalan davasından ibrasını ilh...» Burada, «ibra»yı «dava» ile kayıtlamasından maksat, birşeyin aynından ibra etmenin geçerli olmadığını anlatmaktır. Mebsut'ta da böyledir.
İbni Melek bu konuda, «Davalıyı bakî kalan davasından ibra için, «Ben o davadan beri oldum.» veya «O davadaki» veya «şu binadaki husûmetimden beri oldum.» dese, artık davası kabul edilmediği gibi delili de kabul edilmez. Fakat, «Ben seni o davadan» veya «O davadaki husûmetimden beri ettim.» demesi bâtıldır. Böyle söyleyen davacı yeniden hak iddia edebilir. Elinde bir köle bulunan adam, «Ben ondan berî oldum.» dese, köle berî olur. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» dese, köle berî olmaz. Çünkü burada köleyi tazmin yükümlülüğünden ibra etmiş olmaktadır. Eşbâh'ın «Deynin hükümleri» bahsinde olduğu gibi.» demiştir.
Ben derim ki: Fakihler, «Ben seni ibra ettim.» sözü ile, «Ben berî oldum.» sözü arasında fark olduğunu kabul etmişlerdir. Zira, «Ben berî oldum.» sözünde berâet nefsine izafe edildiği için umumîlik ifade etmektedir ve herkesi kapsamına alır. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» sözü bunun aksinedir. Çünkü, «Ben seni ibra ettim» sözü birisine hitab ettiğinden ondan başkasıyla hasımlaşabilir. Eşbâh, haşiyesinde de Velûciye'ye izafe edilerek böyle denmiştir. Şerhü'l-Mültekâ.
Bahır'da da şöyle denilmiştir: «Eğer ibra (yeni tesis edilen bir hak) inşa üzerine olursa bakılır: Eğer ibra birşeyin aynından ise dava bakımından bâtıldır. Böyle bir ibradan sonra muhatabını veya bir başkasını yeniden dava edebilir. İbra eğer tazminatı kaldırması bakımından ise geçerlidir. Fakat eğer bu ibra ayndan değilde aynın davasından ise bakılır: Eğer ibra muhataba izafe edilmişse, meselâ, «Ben seni bu evden» veya «bu evin davasından ibra ettim.» demiş ise, yalnız o muhataba ait davası artık kabul edilmez. Eğer burada ibrayı kendi nefsine izafe "ederse, yani, «Ben o davadan beriyim.» veya «Ben beriyim.» derse, bunun davası mutlaka kabul edilmez.
Eğer ibra özel bir ayna izafe edilmişse, o aynla ilgili davası kabul edilmez. Eğer umumî bir ibrada bulunmuş ise, muhatabından ve başkasından dava etmek hakkı vardır. Meselâ karıkoca birbirlerini bütün davalarından ibra etseler, koca karısından ayanını dava edebilir. Çünkü onun ibrası, ayana değil borçlara yönelik kabul edilir.
«Eğer ibra ihbar (daha önce mevcut olan bir hakkı haber verme) üzere ise, meselâ, «O, üzerinde olan haklarımdan beridir.» demiş ise, bu ibra hemborcu, hem de aynı kapsamına aldığından geçerlidir. Onun için davası kabul edilmez.
Yine, «Şu aynda benim mülkiyetim yoktur.» sözü de hem aynı, hem de deyni kapsadığı için ibra geçerlidir. Dava hakkı kalmaz. Bu, Mebsut ve Muhit'te de zikredilmiştir.
«Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, «Benim onda ne bir hakkım, ne de bir devam vardır.» denilmesi,-hem aynı, hem de deyni dava etme hakkını ortadan kaldırır. Oünkü Mebsutta olduğu gibi, «Onda benim bil hakkım yoktur.» demesi, hem aynı, hem de deyni kapsamına alır. Bundan sonra bir hak iddia ederse, bu hakkın berâetinden sonraya ait olduğunu isbat edene kadar davası kabul makbul edilmez.»
Bahır sahibinin, «berâetinden sonraya» sözü, davacının, «Benim onda bir hakkım yoktur.» sözünün ikrar değil, umumî bir ibra olduğunu ifade eder.
«Mutlaka ilh...» Yani, ister bu iki şeyden birisi mevcut olsun, ister olmasın. Geri kalan kısmın davası geçerli değildir.
«Fakihlerin sözü ilh...» Bu söz, zahiri rivayetin üzerine değil, metin sahibinin sözleri üzerine varit olan sorunun cevabıdır. Çünkü zahirî rivayette, «ibra» kelimesi yoktur. Sulhun burada içine aldığı şey bir kısmını alıp bir kısmından ibra etmek değil, bir kısmını alıp diğer kısmını düşürmektir.
«Ayan davasından ilh...» Kûhistânî'nin ifadesi böyledir. «Dava» lâfzını bu ifadeden düşürmek vacibtir. Çünkü gelecekteki açıklama bunu göstermektedir.
Hâmevî, Hâfid'in Sadrı Şeria haşiyelerinden naklen, «Ayandan berâet geçerli değildir sözünün manası, «ayn davalıya mülk olmaz.» demektir. Yoksa davacı, davası üzerinde kalmaz demek değildir.» demiştir. Ebussuud.
Ebussuud, «Hâmevî'nin, Hâfid'in naklettiği bu ifade, metindeki «Ayandan ibra bâtıldır.» ifadesinden daha açıktır» demiştir.
Sâyıhânî de, «En güzeli, «Ayandan ibra etmek hükmen değil, diyaneten bâtıldır.» demektir.» demiştir.
Hâmiş'te de, -ki bu ifade Mültekâ Şerhi'ndedir- «Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtıldır.» sözünün mânâsı, ibradan sonra da o ayn davalıya mülk olmaz demektir. Davasında baki kalır anlamında değildir. Deynlerin ba'-zında sulh geçerli olduğu gibi burada da dava hükümden düşer. Çünkü borçta ibra etmek diyanette değil, hükümde geri kalan kısmından ibradır. Eğer fırsat düşerse kalan kısmını alabilir. Kûhistâni, Bercendî ve başkaları da böyle zikretmişlerdir. Ayanın davasında ibra ise geçerlidir.» denilmiştir.
Bu hüküm bizim biraz önce Mültekâ Şerhi'nde naklettiğimizin aksinedir. Hülâsa'da, «Ben seni şu binadan veya ondaki husûmetimden veya ondaki davamdan ibra ettim dedikten sonra, dava etse, davası dinlenir, delili kabul edilir.» denilmiştir.
«Fakat ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir ilh...» Makdisî, Muhit'te, «Bir adamın diğerinde bin lirası olsa, borçlu inkâr etse, sonra üçyüz lira üzerine sulh yapılmış olsa, sulh geçerlidir. Davalı diyâneten değil, hükmen kalan kısımdan beri olur. Borçlu bin lirayı tamamen ödese, alacaklı aldığı parayı inkâr etse, yüz lira üzerine sulh yapsalar geçerlidir. Yalnız alacaklının bu yüz lirayı alması diyâneten helâl değildir.» demiştir. Bu ifadeden, bir de, «Ribânın aynı kaldığı sürece ondan ibra geçerli değildir.» Küllî kaidesinden zamanımızın hâkim ve âlimlerinin, aldıkları ribâdan ötürü ibra taleb ederek kendilerini ibra ettirmeleri yolundaki uygulamalarının geçerli olmadığı anlaşılıyor. Çünkü ribâdan alınan, haram olmama bakımından daha derindir.
Haniye kitabında sulhtaki adem-i berâetten davacının davalıya, «Ben seni bakiyeden ibra ettim.» ifadesinin ilâve edilmesiyle yapılan sulh istisna edilmiştir. Sâyıhânî. Bundan anlaşılıyor ki, sulhun içine aldığı düşürme her yönüyle ibra değildir. Eğer her yönüyle ibra olmuş olsa, davacının davalıya, «Ben seni bakiyesinden ibra ettim.» demesine gerek kalmazdı.
«Hükmen ilh...» O zaman zahirî rivayete göre deyn ile ayn arasında bir fark yoktur.
«Eşbâh ilh...» Eşbâh'ta, Haniye kitabından naklen, «Gasbedilen bir şeyden ibra etmek, gasbedeni onun zamin oluşundan ibra etmektir. O zaman gasbedilen şey gasbedenin elinde emânet olur. Şayet gasbedilen şey gasbedenin elinde helak olmuş ise, ibra geçerli olur ve gasbedende kıymetinden beri olur.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtıldır.» sözünün mânâsı, ayan ibra edilmekte davalıya mülk olmaz demektir. Eğer mülk olsaydı, o zaman ayandan ibra etmekle o ayanın dımanının düşmesi geçerli olurdu. Veya «Ayandan ibra bâtıldır.» sözü emânete hamledilirdi. Yani ayandan ibranın bâtıl oluşu, ayan emânet olduğu zaman ibra olunamayacağı manasına gelirdi. Çünkü emânet olunca ayan davalının uhdesinde sayılmaz. Bu sebeble ibra ile ilgili bir mesele de kalmaz.
Bu konunun özeti şöyledir: Ayan ile ilgili ibra, ya davasından ibradır -ki bu ihtilafsız olarak geçerlidir- veya bizzat ayanla ilgilidir. Eğer ibra olunan gasbedilmiş ve helak olmuş ise, borcun bir kısmının ibrası geçerli olduğu gibi onun da ibrası geçerlidir. Eğer gasbedilen şey mevcut ise, bunda ibranın mânâsı, helak olduğu takdirde onun kefaletinden ibradır. Onun aynından ibradan sonra da o ayn, gasbedenin elinde emânet gibi olur. Tazmin etmek gerekmez. Olsa bile ancak zorla olur.
Eğer ayn emânet ise, ondan ibra diyâneten geçerli değildir. Yani sahibi alma fırsatı bulursa alır. Fakat hükmen geçerlidir. Hâkim ibradan sonra davacının davasını dinelmez. Bu açıklama bu konuda özetle istifade olunandır.
Şarihin, «bunun mânâsı» sözü emânete hamledilir. Yalnız şu var ki, eğer birisi diğerinin elindeki şeyi iddia ve o da inkâr ederse, sonra davacı davalıyı o nesneden ibra ederse, bu dava da gasb davası gibi olur. Çünkü davalı nesneyi inkâr etmekle onun gasbedeni oluyor. Fakat bu inkâr ve ibradan sonra davacının davası hâkim tarafından dinlenir mi eğer idda ettiği mal mevcut ise, dinlenir.
METİN
Mal ve menfaat davasında inkâr, inkâr ve susma ile mal ve menfaat karşılığı sulh geçerlidir. Sulh ikrar ile olursa, sulh yapan taraflar için satış olur. Sulh inkâr ve sükût ile olursa, davacı hakkında satış olur. Bir menfaat davasından diğer bir menfaat üzerine sulh yapmak da geçerlidir.
Rakik davasında sulh geçerlidir. Eğer köle mal karşılığı azad edilmişse ve köle de ikrar ediyorsa velayet efendisine sabit olur. Eğer köle ikrar etmiyorsa, o zaman, velayet ancak delil ile tesbit edilir. Dürer.
Ben derim ki: Azad edilen, delil ile de köle olamaz. Sulh'tan sonra nerede delil ikâme edilirse edilsin, davacı iddia ettiğine hak kazanamaz. Çünkü kendi ihtiyarıyla sulh bedeli almakla satıcı olmaktadır.
Yine, evlenmediği bekâr bir kadın için nikâh iddia etmek muhâlea olur. Eğer davasında ibtal edici ise sulh bedelini yemesi helâl olmaz. Nikâh dava ettiği kadınla, cinsi temas olmadığından evlenmesi de helâl olur.
Eğer nikâhı kadın iddia ederse, erkeğin kadınla yaptığı sulh geçerli değildir. Vikaye, Nikâye, Dürer, Mültekâ ve Müctebâ'da da düzeltilmiştir. Dürrerü'l-Bihâr'da da bu sulh anlaşması geçerli görülmüştür.
İZAH
«İkrar ile ilh...» Yani mal davasında ikrar yolu ile sulh geçerlidir. Davalının ikrarı ile sulh geçerlidir. Bu sulh ister mal, ister menfaat üzerine olsun.
«Menfaat karşılığı ilh...» Menfaatle sulhun şekli şöyledir: Bir kimse varislerden, «Ölen şu kölenin hizmetini bana vasiyet etti.» diyerek hak iddia etse, varisler de inkâr etseler, yapılan sulh geçerlidir. Çünkü rivâ* yet şu şekildedir: «Bir kimse bir şeyi kiraladığını iddia eder, mal sahibi de inkâr eder ve sonra da sulh yaparsa bu caiz değildir.»
Fakat Eşbâh kitabında, «Bütün menfaatlerde cinsinden olmayan bir
menfaatle -kira davası dışında- sulh geçerlidir. Mustafa adlı eserde ol
duğu gibi.» denilmiştir. Remli. Bu Eşbâh'ta olan Bahır'da olanın aksinedir.
«Bir menfaat davasında diğer bir menfaat üzerine ilh...» Bir evde oturma davasından sonra, bir kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi. Fakat bir evde oturma davasından sonra bir başka evde oturmak üzere sulh yapılması caiz değildir. Aynî ve Zeylâî'de olduğu gibi.
Seyyid Hâmevî, «Şurası muhakkaktır ki, Velvelûciye'de olan bunun aksinedir. Çünkü Velvelûciye sahibi, «Bir adam bir evde oturma hakkı olduğunu iddia ederse diğer bir evde belli bir müddet oturmak üzere sulh yaparsa caizdir. Fakat bir evi, oturacağı ev kirasına karşı kiralamak caiz değildir. Çünkü bu, bir malı bir malla temlik etmek gibi olmaktadır.» demiştir. Ebussuud, «İbni Melek, Nikâye'nin şerhinde, Mecmâ'nın şerhinde zikredilenin aksine olan birşey zikretmiştir.» demiştir. Yâ'kûbîye kitabının sahibi de, «Kitaplara uygun olan Mecmâ şerhinde olandır.» demiştir.» demektedir.
«Mal karşılığı azad edilmişse ilh...» Yani davacı hakkında mal üzere, diğerinin hakkında da husûmeti def için. Bahır.
«Bekâr bir kadın için ilh...» Çünkü evli bir kadın üzerine sulh yapılması geçerli olmadığı gibi, kadına iddet beklemeye ve kocası ile nikâh yenilemeye de gerek yoktur. İmâdiye'de olduğu gibi. Kûhistânî.
«Hûlû dur ilh...» Bunun acık manası böyle bir kadının talâk sayısının da noksanlaşacağını ifade eder. Onda nikâh iddia eden erkek daha sonra onunla evlenirse, iki talâka mâlik olur. Eğer bu sulh ikrar yoluyla olursa, acıktır. Fakat inkâr veya susmayla olursa, o zaman, erkeğin zanısı ile muamele olmuş olur. T.
«İbtal edici ise ilh...» Davacı iddiasında, «ibtal edici ise aldığı sulh bedelini yemesi helâl değildir.» ifadesi, sulhun bütün çeşitlerinde geçerlidir. Kifâye.
«Dürerü'l-Bihârdc ilh...» Dürerü'l-Bihâr'ın şerhi olan Gûrerü'l-Efkâr'da da sulhun sıhhati ifade edilmiştir. Bahır'da da yalnız Gûrerü'l-Efkâr'ın ifadesi ile yetinilmiştir. Yalnız Bahır'da bu sulhun sıhhati üzerinde görüş ayrılığı vardır. Mecmâ'mn ifadesi de, «Eğer kadın erkeğin nikâhının engelleyici bir sebebe rağmen olduğunu iddia ederse, erkeğin onunla sulh yapması caizdir. Âlimlerin bazısı da bunun caiz olmadığını söylemiştir.» seklindedir.
METİN
Ticaretle izinli köle bir kimseyi kasden öldürdükten sonra öldürülenin yakınlarına bir miktar mal vererek sulh yaparsa, verdiği mal kendi ticaretinden olmadığı için sulh caiz ve efendisi için geçerli değildir. Fakat bu sulh ile kısas düşer. Azad edildikten sonra sulh bedeli ile sorumlu tutulur.
Ticaretle izinli kölenin kölesi, bir kimseyi kasden öldürse, izinli kölenin öldürülenin yakınlarıyla sulh yapması caizdir. Çünkü bu sulh bedeli kendi ticaretindendir.
Helak olan, gasbedilen şeyden ötürü, kıymeti takdir edilmezden önce, kıymetinden fazla bir meblâğ üzere sulh caizdir. Arz bedeli sulhunun caiz olması gibi.
Sulhtan sonra gasbedenin, gasbedilen şeyin kıymetinin sulh bedelinden daha az olduğuna dair delil ikâme etmesi kabul edilmez. Sulhtan sonra her iki taraf sulh olunan şeyin kıymetinin sulh bedelinden daha az olduğunda birleşseler de yine gasbeden hiçbir şeyle gasbedilenin sahibine dönemez.
İZAH
«Kasden ilh...» Bu kaydı koymuştur. Eğer hatâen öldürmüşse sulhun caiz olduğu açıktır.(1) Çünkü burada malların mesleğinden gidilir. T.
«Efendisi için geçerli değildir ilh...» Makdisî, «Eğer efendisi izinli kölenin nefsinden yaptığı sulhe izin verirse, sulh cazdir.» demiştir. Sâyıhânî.
«Gasbedilenden ötürü ilh...» Eğer gasbedilen kıymet takdir edilen cinsten ise, zira eğer kıymet takdir edilen cinsten değil de misliyetten ise, helak olsa, o zaman, eğer sulh bedeli mağsubun cinsinden ise, fazla alınması ittifakla caiz değildir. Eğer başka bir cinsten ise, ittifakla caizdir. İbni Melek.
Musannif bundan sonra da hükümden önce kaydının muhterizini zikredecektir. Musannifin, «Kıymetinden fazla» kaydını koymasının sebebi, ihtilâf sebebinin bu fazlalık olmasıdır.
Câmiü'l-Fusûleyn'de de bu hususta şöyle denilmiştir: «Adam bir ölçek buğday veya bin dirhem gasbetse bunun yarısı üzerine sulh yapsa, eğer gasbedilen helak olmuş ise sulh geçerlidir. Gasbediien helak olmamış, ancak gasbeden ikrar veya inkâr ettiği halde onu gizlemişse, sulh diyâneten değil hükmen caizdir. Eğer gasbedilen mevcut ve hazırda ise, sahibi onu gördüğü halde gasbedilen inkâr ediyorsa yine yarısı üzerine sulh yapmak caizdir. Eğer bu sulhtan sonra mâlik, malının geri kalanına dair delil ikâme ederse, o geriye' kalanın ona verilmesine hükmedilir.
«Mevcut olduğu halde ölçülecek ve tartılacak cinsten olan gasbedilenin bir kısmı üzerine sulh yapılması bâtıldır. Eğer gasbeden, gasbettiğini açıktan ikrar ediyor ve mâlikin de geri alma kudreti varsa, yarısı üzerine sulh edip diğer yarısından da ibra etmesi istihsana göre değil, kıyâsa göre caizdir.
Gasbedenin ikrarıyla birlikte bir kumaş üzerine sulh olsa ve kumaşı verse, bu, sulhun bütün çeşitlerinde caizdir. Çünkü burada davacı gasbedilen malı ile kumaşı satın almış gibi olmaktadır.
Eğer mağsub bir köle veya bir arz ise, gasb, mâlik ile yarısı üzerine sulh yapmış olsa, gasb köle veya arzı mâlikinden gizlemişse, ister ikrar, ister sükût etsin bu sulh geçerli değildir. Çünkü gasbedenin yarısı üzerine sulh yapması gasbedilenin varlığını ikrar etmesi demektir. Fakat, ölçülecek ve tartılacak cinsten olan birşey bunun aksinedir.» Çünkü onların bir kısmının helak olması, bir kısmının da mevcut olması âdetlere göre tasavvur edilir. Fakat köle ve kumaş böyle değildir.»
«Kıymetinden fazla ilh...» Bu, fahiş bir fazlalık da olsa böyledir. Gâyetü'l-Beyân'da, «Eğer az bir fazlalık ise bunun aksinedir. Çünkü o fazlalık, takdir edicilerin takdirine girmişse, artık fazlalık sayılmaz. İmameyn'e göre rjbâ da olmaz.» denilmiştir.
«Kıymeti takdir edilmezden önce ilh...» Çünkü cinslerin ihtilâfı halinde ziyâdelik açık olmaz. O zaman ribâ da olmaz. Bu İmam-ı Azam'a göre caizdir. İmameyn ise, burada İmam-ı Azam'a muhalefet etmişlerdir. Çünkü mâlikin, helak olan gasbedilenden hakkı kesilip kıymete dönmemiştir. O zaman bu sulh gasbedilenin değil, kendisinden yapılmaktadır.
«Eşya bedeli üzerinde sulhun caiz olması gibi ilh...» Bu eşyanın kıymeti, helak olan gasbedilenin kıymeti kadar veya ister az, ister çok olsun. Sarihin burada arzı zikretmesi -halbuki ilerde gelecektir- meselenin yerinin burası olduğuna işaret etmektedir.
METİN
Zengin bir kimse ortak olduğu köleyi azad ederek ortağıyla kölenin yarı kıymetinin fazlası üzerine sulh yapsa caiz değildir. Çünkü kölenin kıymeti şer'ân takdir edilmiştir. Fazlalığın geçersiz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Nitekim birinci meselede kıymeti takdir edildikten sonra gasbedilenin kıymetinden fazla bir şey üzerine sulh yapılması da caiz değildir. Zira hâkimin takdiri Sarihin takdiri gibidir.
Yine gasbedilenden ötürü bir eşya üzerine sulh yapılması geçerlidir.. Eşyanın kıymeti telef olan gasbedilenin kıymetinden fazla da olsa hüküm değişmez. Çünkü burada ribâ söz konusu değildir.
Kasden cinayet hâlinde sulh anlaşması mutlak olarak geçerlidir. Bu cinayet ister adam öldürme, ister yaralama veya sakat bırakma tarzında olsun hüküm değişmez. İkrar ile diyetten ve erşten (azaların diyeti) fazla veya noksan olmuş olsa, geçerlidir. Çünkü burada ribâ yoktur. Ama bu cinayet hataen olursa fazlalık geçerli olmaz. Zira hata, diyette şer'ân takdir edilmiştir. Diyet için takdir edilen kıymetlerden başka bir bedel ile sulh yapılması da geçerlidir. Davalının zimmetinde olan borçla meclisten ayrılmaması için, sulh bedelinin mecliste kabzı şarttır.
Hâkimin diyet miktarından herhangi birisini tayin etmesi, diğerlerini başka bir cins gibi yapar.
Sulh şarap üzerine yapılırsa, fasit olur. Hataen cinayette diyet gerekir. Kasden öldürmede sulh şarap üzerine yapılmışsa, sulh fasit olduğu gibi kısas da düşer. Halbuki sulh fasit olursa dönülecek başka bir şey yoktur.İhtiyar.
İZAH
«Zengin bir kimse ilh...» Musannıfın, «zengin» kelimesiyle kayıtlamasının sebebi, köleyi azad eden kişi fakir ise, köle yine yarısı ile diğerine çalışır.
«Kasden cinayette sulh mutlak olarak geçerlidir ilh...» Bu ifade cinayette katil sayısı tek veya çok olsun, hepsini kapsamına alır. Hatta katil birkaç kişi olsa, bunlardan bir tanesi diyetten fazlası ile maktulün velileri ile sulh yapsa caizdir. Maktulün velisi geri kalan katillerle sulh veya kısas yapmahakkına sahiptir. Çünkü kısas hakkı bütün katiller için ayrı ayrı sabittir.
«Çünkü ribâ yoktur ilh...» Zira kasdan cinayette vacib olan kısastır. Kısas da mal cinsinden değildir. Bu yüzden ribâ da söz konusu olmaz. Hataen cinayette ise ister nefiste ikrar ile olsun diyetinden fazlasını noksanı üzerine sulh yapılması caizdir. Çünkü hataen cinayette vacib olan maldır. Malda fazlalık ise ribâdır. Fakat diyetin noksanı olursa elbetteki sulh geçerlidir. Çünkü burada ribâ sözkonusu değildir.
«Dîyet için takdir edilen kıymetlerden başkası ile ilh...» Bu söz ifade ediyor ki, diyetin miktarlarından -ki yüz deve veya ikiyüz koyun(dipnotgoster42194) veya iki yüz hülle veya bin dinar veya onbin dirhemdir- herhangi biri üzerine sulh yapılması sahihtir. Kâfi'den naklen Azmiye'de olduğu gibi.
(*) Doğru olan bin koyundur. (**) Hülle, ağır kumaştan yapılan iki parçalı pahalı bir elbisedir.
«Mecliste kabzı şarttır. ilh...» Bu, sulhun tartılacak, ölçülecek birşey üzerine yapılması kaydı iledir. Nitekim İnâye'de böyle kayıtlanmıştır. H.
«Hâkimin diyet miktarlarından herhangi birisini tayin etmesi ilh...» Meselâ, yüz deveyi tayin ederse, diğerleri başka bir cins gibi olur. Hâkim yüz deveyi tayin ederse, katil bunun karşılığında ikiyüz sığırdan fazlasıyla sulh yapar ve sığırları teslim ederse bu sulh caizdir. Bu meselenin tamamı Çevhere'dedir.
«Kısas da düşer ilh...» Yani kasden cinayette, gereken kısası fasit sulh, affa çevirir. Sulhun domuz üzerine yapılması da böyledir. Hindiye'de olduğu gibi. Yâyıhânî. Fakat sulh, bedeli yoluyla değil de cehalet yoluyla fasit olursa bunun aksinedir.
Minah adlı eserde, «Sulhta tayin edilen şey fasit olursa, meselâ belli olmayan bir hayvan veya kumaş üzerine sulh yapılırsa diyet vacib olur. Çünkü velî, hakkının meccanen düşmesine razı değildir. Fakat sulhta hiçbir şey tayin edilmezse veya şarap gibi kıymet ifade etmeyen birşey tayin edilirse, o zaman hiçbir şey gerekmez. Çünkü zikredildiği gibi kısas ancak bir kıymet kabul edilen birşeyle takdir edilebilir. Burada ise bu mevcut değildir.» denilmiştir.
«Dönülecek başka birşey yoktur ilh...» Çünkü kasden cinayette diyet yoktur, fakat hataen cinayet bunun aksinedir. Zira hataen cinayette sulh fasid olduğu takdirde diyete dönülür.
METİN
Zeyd, bir kasten cinayetten veya bir kimsenin kendisinden ölçülen veya tartılan bir deyn iddiasından ötürü bazısı üzerine sulh yapmak üzere Amr'ı vekil tayin etse, sulh bedelini kendisinin (Zeyd'in) vermesi gerekir. Sulh; Katilden kısası, davacıdan deynin bir kısmını düşürmek olduğu için vekil elçi gibidir. Ancak vekil, sulhta kefil olursa kefaleti ile sorumlu tutulur.
Maldan dolayı bir mal üzerinde ikrar ile sulh yapıldığı takdirde sulh bedelini vekil verir. Sonra verdiğini müvekkilinden alır. Çünkü o zaman sulh, satım akdi gibidir. Fakat bu sulh inkâr ile olursa, vekile mutlaka hiçbir şey gerekmez. Bahir ve Dürer.
Fuzûlî (yetkisiz temsilci) davalının emri olmadan kendiliğinden sulh yaparsa geçerli olur. Fuzûlî'nin sulhu dört şekilde olabilir:
1 - Dava konusu mal için davalıya kefil olabilir.
2 - Sulhu kendi malına izafe edebilir.
3 - Davacıya kendi malından, «Seninle bin liraya sulh oldum» diyebilir. Veya bir,miktar nakit veya ana işaret ederek, «Şunun üzerine» ' diyebilir.
4 - Mutlak bir ifade ile, «Şu kadar, meselâ bin liraya sulh oldum» diyerek sulh yaparsa bu geçerli olur. Ancak bu sonucunda, sulh bedelini hemen teslim etmesi gerekir. Böylece davacının rızası tamam olur. Bu onun kefil olmasından veya malına izafe etmesinden daha üstündür. Fuzûlî bütün bu tasarrufları teberru olarak yapmış olur.
Ancak o, müvekkilin emriyle kefil olursa sulh bedelini teberru olarak vermiş sayılmaz. Azmîzâde.
Dördüncü şekilde fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse sulh davalının iznine bağlı olarak sahihtir. Eğer davalı izin verirse, bu sulh caizdir. Sulh bedelini ödemek vekile lâzım gelir. Eğer izin vermezse, sulh bâtıldır.
Bir fuzûlî bir kadın adına izin almadan kocası ile muhâlea yapmış olsa bu, zikredilen beş şekilde yapılan sulh gibidir.
İZAH
«Kefaleti ile sorumlu olur ilh...» Yani ödedikten sonra müvekkiline dönerek ondan alır. Muhâleada ödenen sulh bedeli de bunun gibidir. Aşağıdaki şekillerin hepsinde vekil ödediği sulh bedellerini müvekkilinden alır. Makdisî'de olduğu gibi. Sâyıhânî.
«Sulh bedelini vekil verir ilh...» Sonra da bu sulh bedelini müvekkilinden alır.
«Çünkü o zaman sulh satım akdi gibidir, ilh...» Satım akdindeki bütün haklar akdi bizzat yapana döndüğü gibi bu sulhta da bütün haklar akdi bizzat yapana döner.
«Mutlaka ilh...» ister maldan mal ile olsun, ister maldan mal ile olmasın. H.
«Fuzûlî davalının emri olmadan ilh...» Bu sulhun sıhhati, eğer akdi< b?¶yledir.» da yapmak sulh yerine başkasının Bir zorundadır. ödemek bedelini dahi, etmese izafe zimmetine veya malına kendi olmasa, kefil ederse kendisine akdi fuzûlî, dolayı, illetten olan hususunda tasarrufları «fuzûlîninÇâmiü'l-Fusûleyn'de, Çünkü vardır. sahibine dava
«Malı teslim ederek ilh...» Dürer'den özetle, «Birinci sulhun geçerli olması, davalının borçtan kurtulması sebebiyledir. Borçtan kurtulması hususunda da yabancı biri ile davalı eşittirler. Fuzûlî, muhâlea'da nasıl' 'bedele kefil olduğunda asil gibi olursa, sulh bedeline kefil olduğu zaman da asil gibi olur. İkincisinin sahih olması, fuzulînin akdi kendi malına izafe ederek sulh bedelinin teslimini üzerine almış olmasındandır. Üçüncüsünde de. teslim edeceğini işaret ettiğinden davacıya ivazın hazır olduğunu belirtmesidir. Akit de davacının kabulüyle tamamlanır. Dördüncüsünün geçerli olması, malı teslim etmek, davacının razı olmasına delâlet etmesi ve fuzûlî'nin sulh bedeline kefil olmasına üstün olduğu içindir. Malı kendi nefsine izafe etmesi, davacının razı olmasına delâlet ediyor.» denilmiştir.
«Bütün şekillerde ilh...» Davacı zikredilen bütün şekillerde ivaza müstahak olursa veya sulh bedeli kalp çıkarsa davalıya dönmez. Çünkü fuzûlî teberru etmiştir. Belirli birşeyi teslim etmeyi başkasının yerine değil, kendi nefsine yüklemiştir. Yalnız davacı asıl davasına dönebilir. Zira hakkını meccanen terketmez. Ancak davalı fuzûlîye kefil olursa, davacı hakkını davalıdan alır. Zira davalının zimmetinde borç olmaktadır. Bundan ötürü teslimden kaçınırsa, teslim etmeye zorlanır. Zeylâî.
«Müvekkilin emriyle kefil olursa ilh...» O zaman fuzûlî davalıya rücû eder. Ödediği sulh bedelini ondan alır. Burada, «Kefalet» kaydı ittifaklı bir kayıttır. Çünkü birisinin, «Benim yerime sulh yap.» veya bir kadının «Benim yerime muhâlea yap.» demesi sulh bedelini ödemeye kefil olması demektir. Zira sulhun ve muhâleanın geçerli olmaları «emr»e değil, «kefâlet»e bağlıdır. O yüzden davalının sulh yapması için emretmesi, vekile rücû hakkını isbat eder. Ama borcu ödeme emrini vermesi bunun aksinedir.
Sulh bedelini ödemekle borcu ödemek arasında bir fark yoktur. Bu sebeple doğru olan bu emrin de rücu hakkını vermesidir.
«Azmizâde ilh...» Ben bu meseleyi Azmîzâde'de bulamadım. Yine de başvurulabilir.
«Fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse ilh...» Dürer'den naklettiğimiz gibi, «Bu dört şeklin hiçbirisi bulunmazsa sulh davalının icazetine bağlı olur.» demesi daha uygun olurdu. Beşinci bir şekildir ki, cevaz ile butlan arasında bulunur. Dürer'de olduğu gibi bu şekilleri beşe hasretmenin yolu şudur: Fuzûlî ya mala kefil olur veya olmaz. Olmazsa ya kendi malını izafe eder veya etmez. Eğer kendi malına izafe etmezse bir ayna veya nakte işaret eder veya etmez. Eğer işaret etmezse ivazı teslim eder veya etmez. İşte bu şekillerin hepsinde sulh caizdir. Ancak sonucu olan şu şekilde caiz değjldir. Ne sulh bedelinde kefil olur. ne onu kendi malına izafe eder, ne ona işaret, ne de davacıya teslim eder. İşte bunun cevazına hükmedilemez. Bu son şekil davalının icazetine bağlıdır. Çünkü davacıya hiçbir ivaz teslim edilmemiştir.
Zeylâî, bu şekilleri, işaret olunan şekil, izafe edilen şekle katarak dörde hasretmiştir.
«Beş şekilde yapılan sulh gibidir ilh... » Bunun beşincisi, «Eğer vermezse sulh bâtıldır.» veya «mevkuf» olan kısmıdır. Buna göre nakit veya ayna işaret kısmı da bir şekil sayılır. Bunu, sarihin «dördüncü şekilde» sözü de tekid etmektedir.
METİN
Bir şahıs delili olmadığı halde bir evin kendisine vakfedildiğini iddia etse, binayı tasarrufunda bulunduran ve vakıf olduğunu inkâr eden kimsenin husûmetin defi için sulh yapması caizdir. Eğer davacı iddiasında doğru ise aldığı sulh bedeli helâldir. Ecnâs sahibi, «Almış olduğu sulh bedeli helâl değildir. Çünkü bu sulh mânâ bakımında bir satım akdidir. Vakfı satmak ise caiz değidir.» demiştir.
Aynı davada sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır. Nikâhtan sonra aynı zevceye sebebsiz yere yapılan ikinci nikâh da, bir şahıstaki alacak için yapılan bir havaleden sonra yapılan ikinci bir havale de bâtıldır. Bir malı satın aldıktan sonra, aynı mal üzerine sulh yapmak da bâtıldır.
Bunda asıl şudur: Bir akit aynen iade edilirse ikincisi bâtıldır. Ancak Eşbâh'ın, «Büyü» bahsinde, «Üç şey müstesna: Kefalet, satınalma (şıra) ve icâre.» denilmiştir, Oraya başvurulabilir.
İnkâr ile yapılan sulhtan sonra davalı davacının sulhtan önce, «Benim falan kimse üzerinde hiçbir hakkım yoktur.» dediğine dair delil ikâme etse, sulh geçerli olarak kalır. Fakat davacı sulhtan sonra, «Benim davalı üzerinde hiçbir hakkım yoktu.» dese, sulh bâtıl olur. Bahır.
Musannıf, «Bu mesele İmâdiye'de mutlak zikredilmiştir. Halbuki mutlak değil kayıtlıdır.» demektedir. Daha sonra Bezzâziyye'nin, «Dava babandan naklen, «Davacı başka bir yönüyle mülkiyet iddiasında bulunsa da sulh bâtıl olmaz.» demiştir.
İZAH
«İddiasında ilh...» Bu ifadede bir görüş vardır. Şöyle ki: Eğer davasında doğru ise, alacağı sulh bedeli ona nasıl helâl olur? Zira ona göre ev vakıftır. Vakfın bedelini hiçbir cevaz sebebi olmadan mülkiyete geçirmek haramdır. Onun aldığı ise sırf davasından vazgeçmek için mücerret bir rüşvet olmaktadır. Buna göre davasında doğrucu değilmiş gibi olur. Burada, «Sulh bedelini vakfiyeti ibtal için değil, davasından vazgeçmek için almıştır. Başka bir davacı da bulunabilir.» denilebilir. T.
Ben derim ki: Buna Hâmidiye'nin, «Vakıf bahsinin başlarında, «Bu sulh geçerli değildir.» denilerek mutlak bir şekilde cevap verilmiştir. Hâmidiye'de, «Sulh yapan kişi kendi zannı üzerine sulh bedelini hakkının karşılığında almaktadır. O vakit bu ivazlı akit gibi olmaktadır. Vakıfta ise ivaz olmaz. Çünkü vakfedilen mal, vakfolunanın malı olmaz. Öyleyse onu satması da caiz değildir. Bu meselede, eğer bir yerin vakıf oluşu sabitse onun içinbedel taleb etmek caiz değildir. Eğer vakıf oluş sabit değilse, o zaman da kendisine sabit olmayan birşeyden dolayı sulh bedeli almış olmaktadır ki, bu da hiçbir şekilde geçerli, değildir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.» denildikten sonra, «düşünün.» ifadesi eklenmiştir. Bizim, «Fasit be'y» babında Nehir'deki, «Bir köleyi müdebbir bir köleye ekleyerek satış» bahsi hakkında söylediklerimize bakınız.
«Sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır ilh...» Bâtıl olan sulhtan murad, hakkın bir kısmını düşüren sulhtur. Ama bir ivaz üzerine sulh yapıldıktan sonra bunu bozarak başka bir ivaz üzerine sulh yapmaları geçerlidir. Tıpkı satışta olduğu gibi birinci sulh feshedilmiş, ikinci sulh caiz olur. Nûrü'l-Ayn, Hülâsa'dan böyle nakletmiştir.
«İkinci sulh bâtıldır ilh...» Bunu Kadı İmam söylemiştir.
«Nikâhtan sonra aynı zevceye sebebsiz yere yapılan ikinci nikâh da ilh...» Bu meselenin tamamı Câmiü'l-Fusûleyn'in onuncu (aslındadır. Hâmiş'te de böyledir.
«Nikâhtan sonra ilh...» Bunda ihtilâf vardır. Bazı âlimlere göre ikinci mehri vermek vacibtir. Bazı âlimlere göre iki nikâhta tesmiye edilen mehirlerin toplamını vermek vacibtir.
«Bir havaleden sonra ilh...» Meselâ birisinin diğerinde olan bin lira alacağını almak üzere birisini havale ettikten sonra, aynı alacak için ikinci bir adamı da havale etmesi gibi. Şeyhimiz böyle tefsir etmiştir.
«Satın aldıktan sonra ilh...» Yani sulh konusu olan şeyi satın aldıktan sonra sulh yapmak bâtıldır.
«Üç şey müstesna ilh...» Ben diyorum ki: Câmiü'l-Fusûleyn'de bu üç şeye sulh konusu olan şeyi davadan sonra satın almak da eklenmiştir.
«Kefalet ilh...» Kefaletten sonra kefaletin caiz olması, kefaletin teşvik edilmiş olmasındandır. Eşbâh.
«Satınalma ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de bu mutlak zikredilmiştir. Kınye'de ise, «İkinci alış fiyat bakımından birinciden daha fazla, daha az veya başka bir cinsle olursa.» şeklinde kayıtlanmıştır. Yoksa geçerli olmaz. Eşbâh.
«İcâre ilh...» Birinci kiracıya yeniden kiralamak bu durumda birinci kira akdi neshedilmiş olur. Eşbâh.
«Musannıf ilh...» Musannifin ifadesi İmâdiye'deki, «Birisi birşey iddia etse, davalı inkâr etse, inkârdan sonra sulh yapsa, sulhtan sonra davacının davalı üzerinde hiçbir hakkı olmadığı ortaya çıksa sulh kendiliğinden fesholur.» sözüdür.
Ben diyorum ki: İmâdiye'nin sözündeki, «ortaya çıksa» ifadesinin sulhtan önce ikrarsızlıkla kayıtlanması gerekir. Zira Muhtasar'ın meselesinde de böyle birşey geçmiştir. Bahir sahibi Mevlânâ da bunu açık olarak söylemiştir. H.
Metinde geçen meselede, «sulh sıhhat üzere bakîdir» hükmünün illeti, şehâdetin kabul edilmemesinin açık olmasıdır. Çünkü onda çelişki vardır. O zaman davacının davalı üzerinde bir hakkı olmadığı anlaşılmaz. Hâl böyle olunca da İmâdiye'deki ifade metindeki meseleyi kapsamına almaz.
«Bezzâziyye'nin dava babında ilh...» Bezzâziyye'nin ifadesi Müntekâ'daki, «Bir kumaş iddia ettikten sonra sulh etse, sonra davalı, davacının sulhtan önce kendisinde bir hakkı olmadığını ikrar ettiğine dair delil ikâme etse, sulh geçerlidir. Eğer sulhtan sonra ikrar ettiğine delil getirirse sulh bâtıl olur. Eğer hâkim hakkının olmadığını ikrar ettiğini bilirse -velevki bu ikrar sulhtan önce olsun- bu sulh bâtıldır. Hâkimin sulhtan önceki ikrarını bilmesi ile sulhtan sonraki ikrarını bilmesi birdir. Eğer sulh ve ikrar aynı mülkiyette ise. Meselâ, «Falanda miras yoluyla bir hakkım yoktur.» dedikten sonra onda mirastan dolayı hak iddia etmesi gibi. Şayet irs yoluyla hakkı olmadığını ikrardan sonra, mülkiyet iddia etmiş olsa, meselâ, «Ben satın almıştım.» veya «Bana hibe edilmişti.» iddiasında bulunsa sulh bâtıl olmaz» sözüdür.
METİN
Fasit davalarda sulh geçerli, bâtıl davalarda sulh da bâtıldır. Fasit dava geçerli hale getirilmesi mümkün olan davadır. Bahır.
Eşbâh'ta tesbit edildiğine göre fasit davadan sonra inkâr ile yapılan sulh fasittir. Ancak meçhul bir davada sulh caizdir. Bazı âlimler, «Sulhun geçerli olması için mutlaka davanın geçerli olması şarttır, denilmesi geçerli değildir. Çünkü bâtıl davalarda yapılan sulh geçerlidir. Nitekim Sadrı Şerîa, «Şuh» babının sonunda buna dayanmış, İbni Kemal ve başkaları da, «İstihkak» babında bunu ikrar etmişlerdir, geçtiği gibi.» demişlerdir.
Geçerli olan görüşe göre, su yolu, şüf'a ve direk koyma hakları davasında sulh yapmak geçerlidir. Bunda kaide, bir adama yemin etme düşse, hangi davada olursa olsun, yemin etmeyerek bir miktar dirhem üzerine sulh yapması geçerlidir. Hatfa tazir davasında dahi geçerlidir. Müctebâ. Fakat had davası ile neseb davası bunun aksinedir. Bunlarda sulh geçerli değildir. Dürer.
Sulhta ivazlı akit manası olursa, meselâ alacak (deyn) davasından sonra bir mal (ayn) üzerine sulh yapılırsa, bu sulh tarafların feshiyle münfesih olur.
Sulh ivazlı akit manası taşımıyor, hakkının bir kısmını almak bir kısmını da düşürmek anlamına geliyorsa, düşen şey geri dönmediği için bu sulhun ne ikâlesi ne de feshi geçerli değildir.
İZAH
«Fasit davalarda ilh...» İslah edilmesi mümkün olmayan davanın örneği: Birisi bir kadının cariyesi olduğunu iddia etse, kadın da, «Ben hürüm» dese sonra davacı ile kadın arasında sulh yapılsa, bu sulh caizdir. Kadın hür olduğuna dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hürolduğuna dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hür olduğu delil ile açığa çıktıktan sonra bu davanın İslahına imkân yoktur.
İslâhı mümkün olan dava ise şöyledir: Adam, bir kadının cariye olduğunu iddia etse, kadınla sulh yapsalar, daha sonra kadın, «Falanın cariyesi idim, bir sene önce beni azad etti» diyerek delil ikâme etse, sulh bâtıl olmaz. Çünkü davacının davası sulh zamanında düzeltilebilir. Şöyle ki, davacı, «Seni azad eden, benden gasbetmişti.» diyerek delil ikâme ederse davası dinlenir. Hâmevî. Medenî.
«Eşbâh'ta düzeltme yapılmıştır ki ilh...» Bu düzeltme gerçekte düzeltme değildir. Remlî ve diğerleri Bezzâziyye'de olan ifade ile bu görüşü reddetmişlerdir. Harezm fetva imamlarının üzerinde durdukları ve kabul ettikleri şudur: Islâhı mümkün olmayan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli değildir. Islâhı mümkün olan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli değildir. Islâhı mümkün olan fasit davada sulh yapmak ise caizdir. Meselâ sulhta davanın hadlerinden birisi terkedilse, bunun ıslâhı mümkündür. Musannifin zikrettiği de budur. Biliyoruz ki Sadrı Şerîa ve diğerlerinin dayandıkları da budur. Buna itibar edilmesi uygundur.
«Bazı âlimler ilh...» En kısa ve uygun olanı Musannifin, «Mutlaka geçerlidir.» demesiydi.
«Sulh babının sonunda ilh...» Bunda bir görüş vardır. Çünkü Sadrı Şerîa'nın ifadesi aynen şöyledir. «Önemli meselelerden birisi de şudur: Sulhun geçerli olması için davanın geçerli olması şart mıdır? Âlimlerden bazıları «şarttır» diyorlar. Lâkin bu geçerli değildir. Zira bir binada meçhul bir hak iddia edildikten sonra sulh yapılsa, sulh geçerlidir. Bu konu, «Hukuk ve İstihkak» babında geçmişti. Şüphesiz meçhul bir hakkın, davası geçerli değildir. Zahîre kitabında da söylediklerimizi teyid eden meseleler vardır.»
Burada ilk akla gelen, Sadrı Şerîa'nm davadan maksadının misalinin de delâlet ettiği gibi bâtıl dava değil, fasit olduğudur. Çünkü dava, sulh zamanı meçhul hakkın tayini ile tashih olunur.
Remlî, Minâh haşiyesinde Sadrı Şerîa'nm ifadesini naklettikten sonra,» Ben diyorum ki, bu mesele bâtıl davanın fasit dava gibi olmasını gerektirmez. Çünkü bâtıl davadan yapılan sulhun geçerli olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Had, ribâ, kâhine verilen ücret, cenaze üzerine ağlayan kadınlarla şarkıcı kadınlara verilen ücretten dolayı sulh yapılması bâtıl olduğu gibi.» demiştir.
Yine Remlî, Fusûleyn üzerindeki haşiyesinde, Musannıf'tan naklen Sadrı Şerîa'nm ifadesini de zikrettikten sonra şöyle diyor: «Sulhun geçerli olması için davanın geçerli olması şartını söylemek zayıf bir görüştür.»
«Şüf'a hakkı ilh...» Yeminden kurtulmak için sulh yapmak. Ama kendisinin sabit bir hakkı için sulh yapmak bunun aksinedir.
«Seyrefiyye ilh...» Uygun olan bu meseleyi yalnız Kınye'ye nisbet etmekti. Çünkü Seyrefiyye'de bu sulhun geçerli olup olmaması üzerine görüş ayrılığı nakledilmiştir. Kınye'de ise her iki görüş zikredildikten sonra, metinde olduğu gibi iki nakil arası telif edilmiştir.
METİN
Şu üç şekilde sulh yapmak geçerli değildir:
<
S harfi
- es-SEB'Û'L-MESANİ
- Hz. SAFİYYE (r.a)
- Karşılık Olarak Sevap:
- SÂ'
- SALTANAT
- SEFERBERLİK
- SELEM BÂBI
- SİBGATULLAH
- SİLSİLE
- SİYER
- SPOR
- Sulhun Çeşitleri:
- SÜNNET (Hitan)
- Mükâfat Olarak Sevap:
- SAADET
- SAĞCILIK
- SALVELE
- SECÂVEND
- SEFERİLİK
- SELEM
- SİCCÎL
- SİLSİLETÜ'Z-ZEHEB
- SLOGAN
- SU, SULAR
- Sulh Akdinin Başka Akitlerle İlişkisi:
- SÜNNET DÜĞÜNÜ
- Hz. SEVDE
- SAHİH HADİS
- SAMİRİ
- SECCADE