Hareket Mekanizması

“İnsanlara kadınlar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, yaylıma salınmış  atlar, davarlar ve ekinlerden yana nefsin isteklerinie muhabbet süslenip bezendi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici metalarıdır.” (Al-i imran: 3/14)



Hayatı sevmek ve hayata değer vermek insan makenizmasında yeralan en büyük içgüdüdür. Her türlü beşeri enerjinin ilk çıkış noktası bu insanın hayatı sevmesidir.



Bu bölümün giriş kısmında belirttiğimiz gibi insan makenizmasında çeşitli içgüdüler yer alır. Her birisi muhtelif bölümlere ayrılır ve onlar da kendi aralarında kısımlara bölünür. Tabiatı itibariyle her birinin vazifesi de ayrı ayrıdır. En sonunda basit ama derin incelikere kadar varılır... Nihayeti itibariyle bunlar da önceleri sözünü ettiğimiz nöro psişik çizgilerle birleşerek içiçe faaliyetlerini sürdürürler.



Hayatı sevme içgüdüsü belli başlı doğuştan gelme iki içgüdüyü de içine alır, ki bunlardan birisi insanın kendisini sevmesi, diğeri de türünü korumasıdır.



Bunlarda kendiaralrında ayrı ayrı bölümlere ayrılırlar.



Yemek, içmek, giyinmek, oturmak, ev bark sahibi olmak... Ve mülk edinmek arzusu... sivrilip meşhur olmak ve temayüz etmek isteği... insanın kendisini korunması içinsavaşma eğilimi... Evet bütün bunlar sıkı bir şekilde kendisini koruma ile yakından ilgilidir.



Türün korunmasına gelince, onun en büyük vasıtası cinsel istektir. Şu kadar varki zikri geçen bölümler burada da kendisini gösterir. Ve hehpsi bırleşerek iki ana bölümü meydana getirirler: Şahsı koruma, cinsi koruma.



Bu iki güdü haddi zatında birlikte bütün bölünmelerine ve birleşmelerine ve hayatı sevmenin açık bir ifadesi olmalarına rağmen insan hayatında son derece önemli roller oynarlar.



Yaradanın hikmeti Allah tarafından yeryüzünün imarı ve geliştirilmesi için seçilmiş ve görevlendirilmiş olan bu yaratığın kendi rolunu iyice  oynaması ve vazifesini hakkıyla ifa etmesi için her türlü enerji ile donatılmış olarak yeryüzüne gönderilmesini murad etmiştir.



Onu çalışmaya sevken göçlerle...



Yeryüzünde çalışmak... inşa ve imar... değiştirmek ve bina kurmak... İşte bu mahlukun en büyük vazifesi... Ve işte Allahın yeryüzündeki halifesi olmanın anlamı...



Aslında insanoğlu yeryüzünün çamurlarından bir avuç çamur idi. Ne iradesi vardı, ne de belirli bir vazifesi... Sonra Allahu Tela ona kendi ruhundan üfledi ve bir avuç balçığın götürebileceği kadar kudretinin tezahürlerinden ihsan buyurdu. Bilen ve izzet sahibi olan yüce Yaratıcının takdirine uygun olarak yeryüzündeki hilafet vazifesinin yerine getirilmesi için gerekli gücü böylece sundu ona... Evet bu eşsiz yaratığın yükleneceği hilafet vazifesi için yeterli olan gücü...



Üflenen ruh sayesinde ‘“insan” hilafet vazifesini hak kazandı. Ve bir avuçluk çamurun taşıyabileceği kadar... Kudret ve ibda sahibi olan yaratıcının yaratma iradesinin bir parıltısı olan... değiştirme, geliştirme, ibda etme ve inşa etme gücüne sahib oldu.



Hem Allah insanoğlunu hilafet vazifesini deruhte etmesi için gerekli olan zaruri vasıflarla da donattı onu.



Bilgi sıfatıyla tezyin etti.



“Ve Ademe her şeyin isimlerini öğretti.” (Bakara: 2/31)



İdrak kabiliyyeti bahşetti:



“De ki O’dur sizi yoktan var eden. Ve size kalbler, gözler ve kulak veren.”... (Mülk: 67/23)



İradeyle birlilkte, bir de ihtiyar (seçme gücü) verdi:



“Nefse ve onu düzenleyene. Sonra da ona itaatı ve isyanı öğretene. Allahın temizlediği nefis muhakkak kurtulmuştur. Azdırdığı da hüsrana uğramıştır.” (Şems: 91/7-10)



“Bir de ona iki yol gösterdik”... (Beled: 90/10)



Ve insanoğlu bu güçler sayesinde yeryüzünde hilafet vazifesini ifa edecek ve o ağır yükü omuzlayıp kaldıracak kıvama geldi.



Fakat... Bir mum gerekiyordu yakmak için bumeşaleyi. Bu makanizmayı harekete geçirecek bir istek icabediyordu.



Şüphesiz o kendiliğinden hareketedemezdi. Kendiliğinden çalışamazdı. Halbuki ona ruhun nefhetmiş bulunan zatı ilahi kendisiyle kaimdi. Ama biz bilmiyoruz onun nasıl cereyan ettiğini. Bizler beşeriz. Fani mahluklarız. Şu kadarını biliyoruz sadece Allah bir şeyi diledi mi hemen ona “ol” der  ve o da anında olur. Odur yegane irade sahibi ve dilediğini yapan. Hiç bir vasıtaya ve yardımcıya ihtiyacı da yoktur.



İnsanoğluna gelince...Her ne kadar bu ilahi nefhadan bir eser taşımakta ise de o hiç bir zaman içni bir ilah değildir. Ve olamaz da zaten... O belli bir makenizmaya sahib yeryüzünün çamurundan alınmış bir kabza olup nitelikleri ortadadır. Allahın insanoğluna sunduğu her türlü irade, bilgi, kudret vs. Bu toprağın sınırlarıyla çevrilirdi. Ve yeryüzündeki hilafet vazifesinin hududları içerisindedir...Evet Allahın halifesidir ama insan makenizmasıyla işler bu hilafet...



Çamurdan ve ruhtan meydana gelmiş bulunan bu makenizmayı ateşleyip harekete geçirecek bir yakıtın bulunması gerekir. Yeryüzünde Allahın halifesi  olmanın  gerektirdiği  vazifeyi yerine getirebilmek ve bünyesine  tevdi edilmiş  bulunan nefha ile emanet edilen  enerjleri kullanabilmek için inşa ve ibda gücüne sahib kılıcı bir çerağın bulunması gerekir.



İşte  bu yakıt ve cerağ, insan bünyesini bütünüyle saran bu  iç güdülerdir...



Bunun niçin böyle olduğunu soramıyoruz biz. Beşer  fıtratı niçin böyle bir yapıya sahib olmuştur?... Niçin insan hiç bir tutuşturucu yakıta ihtiyaç hissetmeden çalışabilecek  bir makenizmaya sahib olarak yaratılmamıştır?..



Soramayız biz bunları. Çünkü sormak bize düşmez. Hem Allah



“Yaptığından sorulmayandır.” (Enbiya:21/23)



O, her şeyden münehhez ve alidir...             



Biz sadece şunu biliyoruz: Bu bünyeye sunulmuş olan ilahi iradenin izlerini araştırınız. Ve bunun onu çalıştırabilmek mutlaka bir itici gücü gerektirdigini söyleyebiliriz.



İnsanoğlunun yer yüzünde attığı her adım meşakkatlar, yorulmalar ve acılarla doludur. Beden hareket ederken doğrudan doğruya yer çekimine karşı koymak zorundadır. Parmağını topraktan kaldırıp kımıldatabilmek muayyen bi renerji sarfetmelidir... Hatta damarlarının içindeki kanınınharekete geçebilmesi içni bir enerji sarfiyatı icabetmektedir.



Yeryüzünde insanın çevresini saran ham maddeleri işlenmiş madde haline getirebilmek için... Yorucu bir çalışma ve enerji gereklidir...



Toprağın yüzünü yetişen nesillerle imar etmekte anne ve babaya ağır ve yorucu yükler yükler. Her birisi, kendi kabiliyyeti çerçevesindebu yüklere ortak olur. Anne rahmine düşmüş olan cenin zor be zor taşır. İki yıl karnında ve kucağında hammallığını yapar. Birisinin yükü bitmede başlar bir diğerinin yükü. O da düşer anne karnına ve aynı yollardan yürür gelir dünyaya. Emzirme devresi biter bitmez Başlar babanın yükü direkmen kendisni hissettirmeye. Onu doyurmak, giydirmek, yatırmak, korumak, istirahat etmesini sağlamak, sonra yetiştirip terbiye etmek hayata girmesini sağlamak ve vazifeyi omuzlayacak duruma getirmek hepsi hepsi babanın vazifesi. Bundan sonra başlar bu sefer onun omuzuna binen sorumluluklar.



Ve işte böyle cereyan eder insanoğlunun omuzuna yüklenmiş olan hilafet vazifesi. Yorulmak, enerji sarfetmek ve ter ökmek gerekir...



Nedir insanı bunca  yorgunluğa ve meşakkate sevkeden güç?... Nedir bu denlü eziyyetlere ve acılara dayamasını sağlayan kudret?... Bir güç lazımdır elbette bunun için. Evet onu harekete geçiren ve atılımını sağlayan itici, ateşleyici ve yakıtı alevleyici bir güç olması gerekir. Bu denlü sarfedilen enerjinin bu kadar meşakkatın göğüslenmesini sağlayan bir güç...



Ama hayır... Şayet itici güçle sarfedilen kuvvet ve enerji birbirine den kolacak olsaydı insanın sıfır noktasında durması ve hiç hareket etmemesi, çalışmaması gerekirdi.



Birinin denk ve zıt yönlü iki güç tarafından çekilen bir cisim hareket etmez yerin de durur.



Harekete geçebilmesi için iki güçten birisinin mutlaka ağır basması ve kendi tarafına çekmesi icabeder. Ve ancak o zaman yürür istenilen yöne doğru.



İstenilen hareketin sağlanabilmesi için itici gücün tutucu güçten daha fazla olması icabeder elbette.



İşte bu noktadanhareket edererek diyoruz ki insan psikolojindeki itici güçlerin de son derece kuvvetli olması gerekir ki insanı istenilen yöne doğru hareket ettirebilsin, çalışıp yolda yürümezini sağlayabilsin...



İşte bunun için ona ateş verecek kuvvetli bir çerağa, yakıta ihtiyaç vardır. Yeryüzünde yürmesini temin edecek buharı sağlayan ateşin yakılması şarttır. Ve işti bu ateşi yakan çerağ da insandaki “şehvet” arzudur...



   o  



İnsanın fıtratında mevcud olan içgüdülerin hepsinde de itici güç mevcuttur. Herbirisi itici gücü de birlikte taşır. Fakat bu gücün taşınışı son derece hayretengiz bir şekildedir. Engeller tarafından alt edilmemesi veya itici güçlerin atalete mahkum olmaması için bütün garantiler temin edilmiştir. İtici güçlerin geriden gelmis ile iş bitmez onu önden çekecek güçte birlikte gelir. Her hangi bir sebeble iki güçten birisi zayıflarsa, veya çalışmazsa hemen öbürü faaliyete geçer ve istenen vazifeyi yerine getirir.



Önden çeken güce biz zevk adını veriyoruz, arkadan itene de elem... Her ikisini de birbiriyle alakalıdır ve insan fıtratında doğuştan vardır.



Haz insanı ileri çeken bir motor gibi Tabiatı gereği olarak kabullenip bağlanması gereken yöne doğru hareket eder. Nasıl bir demir parçası miknatısa doğru öyle gider.



Eleme gelince o da insanı geriden koşturan bir mahmuz gibidir. Devamlı olarak elemlerden uzaklaşmak için çırpınır insan. Tabiatının terkibinde elemlerden kaçma temayülü vardır zaten. Nasıl ki aynı kutuplar birbirini iter, zıt kutuplar çekerse insanda da elemlere karşı öyle bir itme sevki tabiisi vardır.



Aslında fıti olan bütün arzular ve istekler bu iki faktörün çekim sahası içindedirler. Ve sürekli olarak insanın ileri doğru gitmesini sağlarlar.



Yemek ve içmek insanın kendi varlığını muhafazası için zaruridir. Binaenaleyh bunların elem ve haz bağlarıyla birbirine bağlanması gereklidir ki geriden itilsin, ileriye doğru sürüklensin.



Açlık susuzluk ta insanı acı yoluyla ileriye doğru sevkeder birer mahmuz durumundadır. Acıkan insanın bu dinmeyen isteğini tatmin çin yemek yemesi ve su içmesi icabeder.



Ama bunun için sadece  elem kafi gelmez. insan acı çektiği için yemez, içmez, bir de doymak ve kanmak zevki vardır. Herikisi birlikte, yani zevk önden çekerek, elem de arkadan iterek insanı kendi varlığını sürdürmek için yemek içmek faaliyetine sevkederler.



Elbise de aynı şekilde birzarurettir insanoığlu için.



Havanın değişkenliğinden meydanagelen şiddetli soğuk ve sıcak gibi arızaların ortaya çıkardığı elem insanın elbise giymesi içniarkadan iten birgüçtür.



Ayrıca ısınmanın ve korunmanın verdiği zevk te insanı önden giyinmeye doğru çeker.



Türün korunması için cinsiyet bir vasıtadır.



Fakat cinsel yoldan istenilen vazifenin yerine getirilmesini sağlamak için zevk ve elem güdüsünün bulunması gerekir. ki böylece neslin gelişmesinitemin eden yorgunlak zahmet ve müşküller karşısında yorgun düşüp  erkek ve dişi tarafından bu vazifenin yapılmaması ihtimali ber taraf edilmiş olsun.



Hem porblemler fazla girift olduğu müşküller son derece yorucu olduğu için... İleriye doğru çekimi sağlayan kuvvetinde aynı nisbbette şiddetli olması, elemlerin de dayanılmayacak kadar zor olması gerekir. Ancak böylece vazifenin ifası içni icabeden garantilerinbağlanması mümün olabilir.



İnsanın kendisini ve türünü koruması hususunun gaanti altına alınabilmesi için bir takım eşyaya karşı ihtiras bulunmalıdır ki yiyecek, içecek, giyecek ve benzeri ihtiyaçları tükenip yok olmasına karşı tedbirler alınabilsin. Aksi takdirde insanlar yok olmayla karşı karşıya kalırlar.



Hem ayrıca önden zevklerin çekmesi arkadanda elemerin itmesi gereklidir. Mülk edinme ile ilgili zevklerin çekmesi...Eşyaya dokunma, elleme, koklama ve tadına bakma, onun maddesine sahib olma arzusu... Ele geçiremeyince de üzülme ve mahrumiyyetin doğurduğu elem...



İnsanın kendi varlığını koruması ve türünü muhafaza etmesi için tehlikelere karşı savunma veya savaşmaya da ihtiyacı vardır. Savaşma güdüsü için de bir önden çekenbir de arkadan iten güç gerekir. Arkadan insanın varlığına karşı  -gerek toplum halinde olsun gerekse ferd halinde- veya mülkiyyeti dahilinde bulunan eşyaya karşı girişilen tecavüzlerin verdiği elemin itmesi ve önden de diğerlerine karşı üstün gelme duygusunun verdiği zevkin çekmesi...



İnsanın hem varlığın hem de cinsini koruyabilmesi için aynı zamanda sivrilme ve temayüz etme güdüsüne de ihtiyaç vardır. Yardımcı bir faktör durumundadır bu. Her insan herhangi bir vazifeyi ifa etmek için hep öne atılmak ister ve omuzuna aldığı vazifeden başarısızlıkla ayrılmayı arzu etmez. sivrilme güdüsünün harekete geçebilmesi için de iki bağ olmalıdır. İnsanın geri kalmasından ve başkasının kendisin geçmesinden dolayı hissettiği elem arkadan itmeli, diğerlerini geçebilme ve başarma duygusunda önden çekemlidir...



İşte insan psikolojisindeki içgüdüler... Ve işte bunların insan hayatındaki fonksiyonları ve rolleri.



   o  



İnsan bünyesinde boşuna yaratılmış hiç bir şey yoktur...



Ve hiç bir şey de kendi başına çalışmaz...



Hepsi birlikte komple olarak çalışır ve en büyük kanala dökülür, orada toplanır. İnsan makenizmasında mevcud olan hayatı sevme ve hayatı değerlendirme içgüdüsünde birleşir. Ve işte bu iç güdü icra ettiği fonksiyon ile insan çalımaya başlar, üretme, inşa etme, imar ve ibda etme gibi görevleri yerine getirir. Zaten yer yüzünde Allahın halifesi olmak ta bu vazifeyi gerektirmiyor mu?...



İnsan psikolojisini hayattaki içgüdülerden sadece birisiyle açıklamaya çalışan her türlü tefsir tarzı eksik ve sakattır. Bakış tarzı çok kısa, görüş ufku gayet dar ve tam manasıyla açıklamadan yoksundur.



Freud’ün ilerisürdüğü insan psikolojisini cinsel yönden açıklama tarzı...



Marks’ın ve Engels’in ileri sürdüğü ve diğer materyalistler tarafından savunulan, tarihi, ekonomik ve materyalist faktörlerle izah etmeye çalışan deterministler tarafından ortaya atılan ve insanlık tarihinin yiyecek aramaktan ibaret olduğunu söyleyen mateyalizmin açıklama tarzı...



Sivrilme ve gelişme içgüdüsünün insanın en köklük güdüsü olduğun ileri süren psikolojik açıklama... (Bunu Adler üstünlük arzusu, Freud’ün talebesi Jung ise aşağılık kompleksi veya bu kompleksin telafisi diye izah etmeye çalışmışlardır.)Yanlış ve sakattır.



Hiç şüphesiz bizi böyle bir açıklamaya iten baskı söz konusu değildir. Bir araştırıcı insan makenizmasını bütünüyle birlikte bir araştırma masasına yerleştirerek onu mükemmel şekilde olduğu gibi görmeye çalışıp bütün cüziyatı ile anlamak isterse, aralarında mukayeseler yapıp, ortak yönlerini bulmaya çalışırsa hiç te kendisini böyle bi rizah tarzına zorlamak mecburiyetinde değildir...



Açıklama tarzını sadece içgüdülere göre ayarlayan ve insan bünyesindeki kontrol görevini yerine getiren unsurları göz önünde bulundurmayan bütün açıklama tarzları da aynı şekildedir...