Gerçek Ve Hayal

Psişik bünyedeki karşılıkı çizgilerden iki tanesi daha... Dış görünüşleri itibariyle bu çizgilerde duyusal ve maneviyat çizgisiyle ve duyular yoluyla kavranılan şeylere inanmakla bilinmeye aleme inanmak çizgisine çok yakındır. Bununla beraber her üç çizginin de ayrı yönleri vardır.



Bir önceki bölümde hissiyat ile maneviyat çizgisinin duyulan aleme imanla gaybe iman çizgisinden ayrıldığı belli başlı noktaları görmüştük.Burada ise bu üç çizgi arasındaki yakınlıkları ve ayrılıkları belirtmeye çalışıcağız:



Birinci çizgi insan bünyesindeki iki gücü ifade etmektedir. Bunardan birisi, yemek, içmek, cinsel yaklaşmada bulunmak gibi organizmada ortaya çıkan duyusal (hissi) güçtür. Üretimi temin eden hareketli kas gücüdür bu. Bir başka ifadeyle “iş”gücüdür. Öbürü ise manevi güç olup mücerred anlamlar ve külli mefhumlarla belirtilir. Fazilet, yüce değerler, hak ve adalet gibi duygular tamamen mücerred duygular olup zihni düşünceye dayanırlar.



İkinci çizgi de duyular yoluyla kavranılan aleme imanla, kavranılmayan gayb alemine iman çizgisidir. Duyular vasıtasıla insan psikolojisine iletilen şeylerin gerçekler dünyasında var olduğuna inanmak gibi duyuların ötesinde psişik merkeze gelen şeylerin de gerçekler dünyasında var olduğuna inanmaktır.



Bizim konumuzu teşkil eden üçüncü çizgi ise duyularla kavranan yeryüzünün gerçekleriyle ilgi kurup bu alanda faaliyet yaparak elle tutulur şekilde gerçek üretimi tahakkuk ettiren güç ile, realiteler dünyasında görülmeyen ve hayali olduğu bilinen şeylerin tahayyül etmesini sağlayan güçtür...



Şüphesiz bu üç çizgi arasıda birini diğerinin sahasına sokan girintiler ve karışıklıklar vardır. Hem de çözümlenmesi çok zor ve komple bir hüviyettedir bu girinti  ve çıkıntılar. Ama ben gerçekten bunca girinti ve çıkıntıya rağmen onların farklı noktalarını ortaya çıkaracağımı ümid ediyorum.



Realitenin ibraz ettiği gücün birinci şıkta olduğu gibi duyusal  bir güç, ikinci şıkta belirtilen hislerle kavranılan gücün aynısı olduğu sanılabilir. Hayal mefhumunun ortaya çıkardığı gücün de birinci şıktaki maneviyat mefhumunun aynısı ve ikinci şıktaki iman kuvvetinin tıpkısı olduğu zannedilebilir.



Ne var ki hakikat hiç te böyle değildir...



Gerçek mefhumunun ibraz ettiği güç az çok değişiklikler olmakla beraber daha önce belirtilmiş olan dört çizginin hepsini de kapsayabilir.



Duyusal güçler tamamıyle gerçek mefhumunun ibraz ettği gücün içindedir. Çünkü duyu yoluyla elde edilen bilgiler gerçeğin bir bölümüdür. Tamamiyle mücerred düşünce kalıpları içine giren manevi güç te gerçek mefhumunun ibraz ettiği gücün kapsamına girer. İnsan adalet, hak, doğruluk, fazilet, kahramanlık ve benzeri mefhumları düşündüğü tamamen soyut bir düşünceye dalar. Evet burası doğru ama bunların da realiteler içinde bir yeri vardır. Bunu kabul ederken adaletin de bir gerçek (realite) hakkında vakıa ortaya çıkan bir gerçek, doğurulğun, faziletni ve kahramanlığın da aynı şekilde birer gerçek ve realite olduğunu belirtiyoruz. Bunları düşünürken insan hayallerden söz etmiş olmuyor, bilakis gerçeklerden bahsetmiş oluyor. Evet hayatta karşılaştığı veya bilfiil müşahede ettği gerçeklerden. Onları birbirine karıştırarak hayali şekiller çıkarıyor ortaya, Düşünürken aslında bu hayali soyut gerçeği düşünüyor. Fakat burada hayalin fonksiyonu, hayali bir gerçeği ortaya çıkarmak şeklinde değil de realiteden toplanan gerçeklerin tahayyülü biçiminde. Bir çok gerçek yanyana getirilerek birleştiriliyor ve bundan soyut bir “düşüce” çıkarılıyor ortaya. İnsanlar yeryüzünde adalet ve faziletin tahakkunu istedikleri zaman... Veya birbirlerine karşı doğru sözlü, yürekli ve ahlaki değerlere bağlı olmalarını istedikleri vakit... Hayali şeyler istemiş olmuyorlar. Yeryüzünde bulunmayan veya realiteler dünyasında mevcud olmayan şeylerin tahakkuk etmesini istemiyorlar. Bilakis tatbiki mümkün gerçek olduğuna inandıkları şeyleri istemiş oluyorlar... Ve biliyorlar ki bu değerlerde ve faziletlede insanlar hep aynı derecede değildir. Hem bütün insanlar bu değerler üzerinde aynı derecede duramazlar. Bu yolda yürürken bir kısmı düşer, bir kısmı kalkar ve bir kısmı doğru dürüst yürür. Ama her şeye rağmen yine bilirler ki biraz çok veya az herkeste bu faziletten bir miktar vardır. Binaenaleyh bu değer ve fazilet meselesi tamamen realiteler mıntıkasında yer alır, hayaller ülkesinde deyil.



Duyularla anlaşılan şeylere imanla gayba iman konusu da böyledir aynen... Onlar da realitenin hududu içinde yer alır.



Hayal duyuranı ötesiyle ilgili hususların tasavvuru konusunda çılışır, evet ama onun vazifesi sadece düşünme çabasından ibarettir. Kendiliğinden bu çabayı aşarak hayaller ülkesine geçemez. Yani kendiliğinden olmaya bir şeyi tasavvur edemez. Hayal ettiği şeyler de yine benzer noktalarıyla hayatta olan şeylerden ibarettir.



Bir insan da gayb   noktasının en önemli  unsurlardan birisi olan  Allah’a  iman ettiği zaman hiç olmayan bir şeye  değil bizzat realiteler dünyasında  var olan bir şeye iman etmiş olmaktadır.



Meleklerin varlığını kabul ettiği an da aynı şekildedir. O, meleklerin realiteler dünyasında fiilen mevcudiyetini kabul etmektedir, her ne kadar duyularıyla bu varlıkları hissetmese de, ortaya çıkardıkları şeyleri görmese de o doğrudan doğruya var olan bir gerçeği kabul etmiş olmaktadır.



Duyguların ötesinde  her hangi  bir şeye  imanda böyledir... Bu iman bir hayale, olmayan bir  şeye iman değil, var olan bir gerçeğe  imandır. Mademki inanıyor o vardır.



Hayalin sahası ise daha başkadır...



 İnsan önce  tahayyül eder. Yani realiteler dünyasında var olmayan şekillerin varlığını kabul eder. Duyguların idrak ettiği  veya idrak  edemediği  bilinmezlikler (gayb) aleminde olmayan şeylerin varlığını kabul eder. Duygusal ve  manevi alanda  mevcut olmayan şeyleri de varsayar. Tehayyül ederken de bu şekillerin hayali olduğunu, bilir. Hiç bir zaman  tahakkuk  imkanı olmayan realitede mevcut bir gerçek olmadığını idrak eder.



Birbirine çok benzeyen bu üç çizgi  arasındaki farkların açığa çıktığını sanıyorum.



Durum böyle  olunca ... Biz geri dönüp gercek hayal ile arasındaki karmaşalığı, kompleksi ve girinti çıkıntıları açıklamaya başlıyalım.



Daha önce demiştik ki, duygusal ve manevi  güç ile, duygularla kavranılan şeylere inanmakla, duygularla kavranılmayan şeylere inanmak çizgisi  bütünüyle gerçek çizgisi içine girer...Şimdi de diyoruz ki bunların hepsi aynı zamanda  hayal gücüyle yakından ilgilidir.



Muhakkak ki insanın hayal gücü “olmayan” bir şeyi yoktan varedemez. İsterse bu şey hayal olsun...



İnsan hayal ederken temel olan gerçekler dünyasında var olan şeylere dayanır. Hayaliyle de bunları ya azaltır yada fazlalaştırır. Bir şekilden başka bir şekle sokar, değiştirir ve böylece tahayyül etmek istediği şekli oluşturur. Ama hiç bir zaman “olmayan bir şeyden” hayal gücüyle olan bir şey meydana getirmez.



1- Bu üç çizgiye yakın olan aralarında mühim benzerlikler bulunmasına rağmen ayrıldığı bir çok noktalarda mevcut olan bir başka çizgiye de buraya eklemek mümkündür. Bu çizgi: “İnanç ve tecrübe” veya inanma ve öğrenme çizgisidir. İlk anda bu çizginin “gayba imanla duyularla anlaşılan şeylere iman” çizgisiyle aynı olduğu sanılabilir. Gerçekten birbirinin hududuna giren noktalarıda yok değil. Ama ayrıldıkları noktalarda pek çok. İnsan psikolojisinde inanma temayülü vardır. Hem de tecrübe ve öğrenme safhasından geçmeksizin inanma. Bir başka temayülde öğrenme ve deneme temayülüdür. Bu iki çizgi normal bir psikolojide dengeli olarak bulunur. İnsan psikolojisini inanma konusu olan şeylere inanır. (Allaha iman gibi)



Tecrübe konusu olan şeyler de tecrübe etmek ister. (bir bitkiyi en güzel şekilde yetiştirmek ve bir binayı en uygun tarzda yapmak gibi )maddi kainatın şeklini ve dış görünüşünü ögrenme arzusuda bu nevidendir. Binaenaleyh her iki çizgide normal bir psişik yapıya sahib olan insan hayatı için zaruridir.



Şu halde hayal de diğer bütün manevi faaliyet  sahaları gibi duyular aleminden başlar işe. Sonra aradaki köprüyü geçer... Ve manevi alana ulaşır...



Çocuk sopasının at olduğunu tahayyül edip, bu uydurma ata binip sürerken hayal ettiği nesneyi yine duyularıyla kavradığı realiteler dünyasından alıyor. Bunrada sopanın yerini aldığı nesne gerçek at ve gerçek sürücülüktür. Bir şeytan, cin, ifrit ve dev... v.s. düşünürken de durum aynıdır. Önce gerçekler aleminde var olan bir şekli alıyor göz önüne sonra bunu geliştirip değiştiryor. Bu gerçek şekilden fazlalık bazan insanın gözünü korkutacak şekilde oluyor ama göz de realiteden alınmış bir gerçek değil midir?.. Bakıyorsunuz ki çocuğun hayal ettiği bu varlığın saçı bilmem ne uzunluğunda... Ama nesnenin aslı alan saç realiteler dünyasından alınmış bir motif değil mi?.. Vücuduna bakıyorsunuz akılalmayacak büyüklükte... Ama buradaki vücud motifi gerçek hayattan alınmış değil mi?..



Çocuk konuşan bir canlı veya uçan bir hayvan tahayyül ettiğinde veya bambaşka bir varlık bir dev hayali kurduğunuda o, eski şekillerden veya duyular aleminde var olan şekillerden ayrı başka bir şekil oluşturmaktadır.



Sonra büyür çocuk, olgun bir insan olur. Ve tabiatıyla hayal ufukları da değişir... Mesela tamamen hayali, ütopik bir dünya düşünür. Orada her şey tam ve her şey son derece güzeldir. Ama hayal kurma şekli, yolu değişmez hiç. O zaman da yine daha önce duyular aleminde var olan eski şekillerden, motiflerden yeni motifler çıkarır ortaya Ve yine realitede olan varlık motiflerine dayanır. Bu motiflere ya yeni bir şeyler ekler yada eksiltir ve böylece bir hayal çıkar ortaya... Ama bunun dışında bir şey yapmaz, olmayan birşeyi getirmez meydana...



İşte böyle giriyor hayalle realite içiçe. Tıpkı  karşılıklı iki  çizgi gibi. Sonra da diğer psikolojik çizgilerle komple ve içiçe olarak ilişkisini  devam ettiriyor.



Bu kompleks ve içiçelik tabii iki çizgiyi  birleştiren noktalarda kalmıyor. Uzayarak insanın biyolojik ve organik gerçeklerine kadar varıyor.



Realite gücü, insanın duygularıyla  yoluyla algıladığı  madde dünyasıyla manevi değerlerle gayba iman unsurunun de içine  girdiği geniş anlamdaki” reel” dünyanın arasını  birleştirir.



Gerçek madde aleminde olsun gerekse  ruh dünyasında olsun.. İş gücüyle  pratik  üretim aynıdır.



Maddeye  uzanan pratik güç onu ham bir madde olarak ele alır ve yapılmış, işlenmiş madde haline getirir. Toprağı eken ve biçen aynı maddi güçtür. Yeryüzünün imarı ve kullanılması için kainatın esrarını çözüp enerji kaynaklarını keşfetmeye ve elementleri birbirinden ayırarak öğenmeye çalışan güç... Aynı zamanda manevi ve ruhi alana da uzanan güçtür. İktisadi, siyasi ve sosyal sistemleri aynı güç kaynağı ortaya çıkarar. İnsanların yeryüzünde birbirleriyle olan münasebetlerini o tanzim eder. İnsanların yaşayışını muayyen prensiplere göre düzenleyen ve realiteler dünyasında tahakkuku için çalışan yine bu güç kaynığıdır.



Kısacası bu güç, insanın yeryüzünden Allah’ın halifesi olarak ifa etmesi gereken görevi tatbik ettiren güçtür.



Hayal gücü de bütün bunlardan uzak ve ayrı değildir...



İnsan hayal ederken -hayal ettiğinin şuuruna ererse- gerçekte realiteler dünyasından uzaklaşamaz.



Mesela mutlak kemal sahibi olan Allahü Zülcelalı tahayyül ettiği zaman...Hayal gücü takatı nisbetinde bu noktaya yığdığı an...Mutlak kemal sahibi olan Allah’ın ilahi gerçeklerini temsil eden düşünce tarzından bir takım motifler alır. Binaenaleyh bu hayaline de inanç hududu dahilinde girer ki inançta realitenin bir bölümüdür.



İnsanlık alemindeki kemali (üstünlüğü) tahayyül ettiği zaman, elbette ki bilfiil realiteler dünyasında mevcud olması gereken motifleri getirecektir gözönüne. Hayal gücüyle bu ideal motifleri canlandırmaya çalışacaktır. Böylece fiilen bir takım motifler ortaya çıkacak ki insanlığın bu noktada gelişmesini sağlayacaktır. Tabii bu da üstünlüğü tahayyül etme nisbetinde olacaktır...



Hatta hayal etmeyi hayal ettiği vakit... Bir sanat eseriyle alakadar olurken, bir yerde dinlenirken veya realiteden kaçmaya çalışırken bile... Psişik alemde bir takım ameliyeler yapar ve sonuçlara varır. İçinde yaşadığı dünyayı genişletir bir noktada. Evet böylece doğudan doğruya kendi dünyasını genişletir. Her ikisi de psişik alemde var olduğuna göre psikolojik ihsas yönünden realite ile hayal arasında hiç bir fark kalamaz.



İnsan psiklojisine fiilen mevcud olan her hayal hem şuur yönünden hem de psişik bakımdan bir realitedir. Ve fiili bir sonuç doğurur. Ya üzer insanı, ya sevindirir. Ya harekete sevkeder ya da kasar. Binaenaleyh insan hayal gücü vasıtasıyla içinde yaşadığı kainatını genişletir ve hududu, belirli reel alemin hududunu aşar.



Bu arada tabii olarak ilmi keşifleri ve buluşları temin eden hayal gücü üzerinde durmamız gerekmez bile. Bu hayal gücünün realite ile ilgisi ortadadır zaten. Ve yeniden izah edilmesi gerekmez zannımca. Fakat asıl belirtilmesi gereken husus dış görünüşü itibariyle hedefsiz ve gayesiz gbi görünen hayal bile neticesi itibariyle realite ile birleşir ve komple bir hüviyet alır.



Doğuşu itibariyle en erken ortaya çıkan güç tabiatıyla realiteninkidir.



Meme emen çocuk ilk aylarında hep realiteler dünyasında yaşar. Faaliyet sahası kendisine çok yakın olan realitelerdir... Meme ve kucak gibi... Ama şu ana kadar onun bu çağlardaki psikşik dünyasına girebilmiş değiliz ki bu ilk aylarında ne düşündüğünü veya tahayyül ettiğini öğrenebilelim. Rüya gördüğü tesbit edilmiş ise de hayal kurup kurmadığı hemüz keşfedilmemiştir... Uyurken dudaklarını kımıldatarak meme emiyormuş gibi yapar. Acaba uyanıkken de aynı şekilde hayeller kurup memenin başı sonu olmayan hududu belirsiz bir alem mi olduğunu sanmaktadır? Belki kucağında kendi varlık yapısı ile ilişkili olduğu kabul etmektedir. Bu konuda elektronik bir televizyona muhtacız ki ruhların içindeki düşünceleri yansıtsın bize. Gerçi bu da ilmi bir hayaldir ama belki de kısa amanda tahakkuk edebilir.



Ama hayal gücü çok çabuk gelişir. Ve bir müddet sonra çocuğun ruhunda realitenin gücü üstünde bir ağ gibi gerilir.



Çocuk ilk çocukluk yılarında gerçekten de çok geniş bir hayal dünyasına sahiptir her şeyi ve her çeşit eşyayı tahayyül edebilir, kolayca... Hayal dünyasında yaşarken gerçek hayatta yaşıyor gibidir... Belirli sahalara bağlı büyükleri içinde yaşadıkları daha çok onun dünyasını hayaller teşkil eder.



Bu çağlarda hayal kurmanın çocuğun üzerinde önemli fonksiyonları vardır. Hayal yoluyla gelişir çocuğun zihni kabiliyetleri. Daha sonra gelecek gerçeklerin temeli sanki bu hayeller üzerine kurulmaktadır. Zihninden  dolaşan her hayal gelecekte üzerine kurulacak yapının yerini belirttik zihninde.



Yavaş yavaş pratik gerçekler hayal denizlerine atılır ve kaybolur. Bir müddet sonra da okyanusların derinliklerinde kaybolunmuş gerçekler kupkuru adacıklar şeklinde beliriverir.



Çocuğun sürekli olarak karşılaştıgı ve faaliyet yaptığı dış dünyadan atılır hayeller. Ve duyu düşünceler aleminde fikirler dünyasında bu kuru gerçeklerin tesiri gittikçe artar Ayrıca büyükler tarafından yapılan telkin ve talimler ile de hayeller birbir atılmaya başlar.



Devamlı olarak bilgiye teşkil edilmesinden dolayı durmadan okyanusun dilindeki adacıklar belirmeye başlar. Bu belirti gittikçe büyür gelişir ve birbirine bağlı geniş kıtalar haline döner.



Büluğ çağına doğru  çocuk tekrar hayal dalgalarına kapılır. Halbuki büluğdan bir kaç sene önce hayalperest olmaktan çok realisttir Ama büluğ çağı hayali yepyeni bir hayal çeşididir. Artık hayalinde yer eden cinler, devler ejderhalar konuşan kuşlar yırtıcı canavarlar yoktur. Şimdi kurduğu hayeller daha çok duygusaldır. İç derinliğinin ifadesi olan şairane düşüncelerdir... Artık kurulan hayellerin hisler deger ölçüleri ve duygularla yakınların ve vazifelerin sarp kayaları...



Çocuk yaşta kurulan hayeller çocuğun zihni gelişmesinde kuvvetli bir rol oynayarak insan hayatında çok önemli bir vazife ifa ettiği gibi... Büluğ çağındaki hayeller de derüni ve hissi duyguların gelişmesinde mühim rol oynarki insanın başkarıyla münasebetinde müessir olan manevi duygular bunun üzerine kaim olur...



Delikanlılık çağında bir müddet sonra yeni bir realizim dalgası başlar gelişmeye... Pratik hayatın gerçeklerine ve çıplak hareketlerine karşı koymak için realist olmanın gereği anlaşılır.



Tekrar yavaş yavaş hayel denizi kurumaya ve durgun suların altındaki sarp kayalar belirmeye başlar... Evet proplemlerin, engellerin, sorumluluklarıne vazifelerinsarp kayaları...



Bu su kuruduğu zaman artık insanın ruhu da ölür ve bir daha kolay kolay hayat ile ilişki kuramaz.



Bazı kimselerde hayal aynen eskiden olduğu gibi canlı, hareketli ve yaratıcı güce sahib olarak kalır... Biz bunlara sanatkarlar diyoruz... Diğer kimseler ise hayal deryaları kurumuş olduğundan onlar en azından sanat eserleriyle avunarak geriye kalan güçlerini tatmin etmeye çalışırlar...



Ve başından sonuna kadar hayatta hayal gücü ile realite birbirine bağlı olarak sürüp gider... Ayrıca diğer psikolojik çizgiler ile de bağlantılıdır...