Duyuların Kavradığı Ve Kavramadığı

Şöyle de olabilirdi bu başlık: Duyularla kavranılana ve gayba inanmak...



İşte insan psikolojisindeki karşılıklı çizgilerden iki tanesi daha...



Birisiduyular yoluyla kavradığı şeylere inanır...Dokunarak, koklayarak, tadarak, işiterek ve görerek... Diğeri de duyuların ötesine inanır... Görülmeyen dokunulmayan, işitilmeyen, tadılmayan ve koklanmayan aleme...



Bu iki çizgide duygusallık ve maneviyat çigisine yakın ve kolay anlaşılan çizgilerdir. Sade bir benzerlik vardır aralarında...



Bir önceki bölümde biz duyusal ve manevi “faaliyetler” den söz ettik... Kasla ilgili bedeni faaliyetlerle düşünceyle ilgili manevi faaliyetlerden... Ve her faaliyet mekanizmalarının çalıştıkları sahalardan... Burada ise duyularla “inanmak” ila gayba “inanmak konularında söz edeceğiz...



Şüphesiz “inanmak” şekil tibariyle tamamen manevi faaliyet sahasına girer. Duyasal faaliyet tarzı bütünüyle enerji üzerinde durur ama bu iman bağı bir enerji değildir... Ne var ki vaz ediliş tarzı itibarıyla iman her iki sahaya da girer. Hisler yoluyla kavranılana da kavranılmayana da şamildir.



Bu ise mümkün olan en basit şekliyle insan psikolojisinin temel yapısındaki birliğin, beraberliğin, münasebet ve grifitliğin, karmaşalık ve kompleksin özelikle karşılıklı çizgiler halinde tavzihini ifade eder... Bu saydıklarımızdan hiçbirisi kendi başına bulunmaz. Veya kendi başına bir ameliyeye girişmez... Hepsi birlikte çalışır. Komple vegrift bir tarzda faliyet yapar. Tıpkı bedenin komple olarak tam bir uygunluk içinde çalıştığ gibi... Biz her ne kadar uzuvların ayrı ayrı çalışmasını fark eder, kolayca ayırabilirsek te bir bütün olarak faaliyet yapar yine de insan bedeni... Bizim farkettiğimiz bu ayrılık karşılıklı birlik içerisinde cereyan eder, yoksa, her bir özelik gösteren uzuvlar bile böyledir. Üretim cihazı gibi devamlı ve her an faaliyet yapmayan cihazlar bile bunun istisnasını teşkil etmez. Çünkü üretim cihazı da kendisini için gerekli olan gıdayı her saniye kanın içinden çeker alır. Her an cinsel hormonların kana karışmasını sağlar. Ve hiç bir saniye faaliyetini diğer organlardan ayrı olarak yapmaz. Hatta büyük çapta faaliyete girişmediği sıralarda bile durmaz ve ayrı olarak kendi başına faaliyet yapmaz.



Bu konuda ruh ta beden gibidir. Ama ruhtaki girftlik, birlik ve içiçelik daha fazla ve kuvvetlidir.



İnsan duyuları yoluyla kavradığı şeylere inanır... Fıtratı böyledir onun...



İnsan hiç yorulmadan ve emek sarfetmeden tattığı, duyduğu, gördüğü, ellediği ve kokladığı şeylerin varlığına inanır.



Realitenin içinde değil de fil dişi kulelerde oturup göklerde gezinen septik budalaların dışında hiç kimse hisleriyle kavradığı ve terminolojik olarak maddi varlık adını verdiği şeylerden hiç birisini varlığından şüphe etmez.



Duygu organlarının kontrolü konusunda tartışmaya girişilebilir. Duyu organlarının algıladığı şeyler acaba realitede mevcud olan mutlak gerçek midir yoksa hisleri yanıltan gerçeklerin bir sureti, şekli midir? Bu husususta münakaşa yapılabilir ama septiklerin dışında kimse bu şeylerin bilfiil mevcud olduğundan şüphe etmez. Duyu organlarının algılandığı şekilde bir yanılma olması ve algılanan şeyin mutlak gerçeklerin ifadesi mi, yoksa onun nisbi varlığı mı diye bir şüphe olsa da eşyanın bilfiil varlığından kuşkusu olan pek bulunmaz.



Biz burada insanın duyu organları yoluyla algıladğı şeylerin niceliği ile bu duyu yollarıyla algılanan şeylere inanmanın keyfiyeti ilgilendirmiyor. Zaten bu konuda kesin bir delil de serdecek durumda değiliz. Bu konuda vardığımız en son nokta beliren durumu ve tezahürlerini kaydedip geçmektir. Onların niceliğine ve niteliğine gelince bu konu henüz ilim tarafından açıklığa kavuşturulmuş değildir. Ve yakın zamanda açıklığa kavuşturacağını da sanmıyorum... Çünkü ilim henüz maddenin derinliğine, enerjinin niceliğine ve ışığın mahiyetine ulaşmış değil ki ona ulaşsın...



Şu kadarını söylemekle yetinelim ki; insan fıtratı duyu organları yoluyla vardığı neticelerin mevcudiyetine inanmaktadır...



Ayrıca fıtratı itbariyle insan duyguları yoluyla kavramadığı bir takım şeylerin varlığınada inanır...



Zaten onu hayvanlar aleminden ayırdeden en büyük meziyeti budur...



Hayvan sadece hisleriyle hareket ettirir bedenini. Bizim hayvanlar dünyasının dış görüntüsüyle ilgili bilgimizin belirttiğine göre his ötesi güçleri yoktur hayvanın ve hislerin dışında hiç bir şeyi anlayamaz.



Hayvanların bizim bildigimiz başka duyu organlarıda olabilir.Ve onlarla depremleri, fırtınaları, tayfunları ve volkanların patlamasını sezebilir, daha insanoğlu sezmeden önce, Bu olayların elektromanyetik dalgalarını alıcı verici cihazları bulunabilir de biz farketmeyebiliriz. Tıpkı gözün ışık dalgalarını alması zihnin ses titreşimlerini alıp harekete cevirmesi gibi...



Fakat bu gibi hallerde dahi hissi bir algılama olur. Değişen sadece insanın bildiği ve kendisinde var olan duyu organıdır.



Bütün bunlardan farklı olarak insanda hisleri yoluyla kendisine ulaşmayan şeylerin varlığını algılayıp şuurlu olarak bu şeylerin varlığna inanma hassası da var. İşte Kur’an,ı Kerim bu kavramı belirtmek üzere “gayba” iman mefhumunu kullanıyor:



“Elif lam mim. Bu kitab. Ondan hiç şüphe yoktur. Mutakileri hidayete erdirir. Onlar ki gaybe inanırlar.” (Bakara: 2/1-2)



“Allah, kendisini görmeden korkanları belirtmek için” (Maide: 5/94)



“Adin Cennetleri ki Rahman onları kendisini görmeden kulluk edenlere vaadetmiştir.” (Meryem: 19/61)



“Allah’a ve Peygamberlerine görmeden kimin yardım edeceğini belirtmesi için” (Hadid: 57/25)



Gaybe imanın zirvesi ise Allah’ın varlığına inanmaktır. Din ve fıtrat başlıklı bölümde insanın fıtratında mevcud olan ve duyularla algılanıp algılanamayan delillerden uzun uzadıya söz edeceğiz.



Fakat bizim sadedimizi teşkil eden gayba iman gücünün mevcudiyetini ortaya çıkaran faktör bu delillerdir.



Eğer insanlar sadece bu fıtri delilerle gayba inanmış olsalardı otomatikmangayba imkan konusundabütün insanların eşit olması gerekirdi.



Halbuki realite hiç te böyle değildir. Bi rtakım insanlar fazlasıyla gayba inanırlarken bir kısmı da inanmamaktadır. Bir kısım insanlar gayba iman konusunda doğruyu bulmuş iken bir kısmı sapıklığa düşmüştür. Şu halde gayba iman mekanizması duyu yoluyla algalanan veya algılanmayan fıtri delillerle ilgili değildir. Ve buna dayanmaz.



Sadece şu kadarını belirtelim ki bu enerji insan bünyesinin içinde vardır. İster bu deliller mevcud olsun ister olmasın o insanın yapısında gizlidir. İnsan ister delilleri yakalasın ister yakalamasın hidayete veya adalalete gider...



Şu halde gayba iman insanda fıtri olan bir güçtür... Her insanda vardır. Ama diğer bütün enerji karynakları gibi onu ya bulur ya bulmaz. Bir şahısta fazlasıyla açığa çıkar da başka bir şahısta dahaaz tezahür eder.



İnsan bu fıtri güç sayesinde doğru yolu bulur ve görmeden Allah’ın varlığına inanır. Allah’ın varlığı da tabiatı haliyle bir gayb unsurudur. Hiç bir göz görmez Allah’ı... Hiç bir duyu organı hissetmez O’nu...



Bazan da saptırır yine görmediği halde başka şeylere inanır. Mesela tabiat kuvvetlerini veya benzeri güçleri kabul eder ve bunların kainatın idare ettiğini iddia eder...



Her iki halde de o fıtri bir güçtür ve bütün insanlarda bulunur. Duyuları yoluyla kavrayamadığı ve aklının hududları içinde anlayamadığı şeyleri onunla izah etmeye çalışır.



Bazı doktrinler ve ekoller insanı gayba inanmaya sevken bu gücü inkar etmişlerdir. Ama bunun fıtri bir güç olduğunu unutmuşlardır. Eğer bu güç gayb unsurunun en önemlisi olan Allaha inanmaya yönelmezse mutlaka daha başka yönlere teveccüh edecek, şaşıracak ve dalalete düşecektir. Fakat hiç bir zaman için onu öldürmek veya kökten yok etmek, ya da içe gömerek baskı altına almak mümkün değildir. İsterse devletin bütün güçleri bunun için seferber edilsin, her türlü propoganda vasıtaları bu duyguya mukavemet etmek için kulanılsın.



Uzun müddetten beri Avrupa Allah’tan kaçmak istediği için... “Tabiata” sarılmıştır...Başka bir ifadeyle Avrupa ne zamandan beridir kilisenin zulmünden, baskısından, fikri, ruhi ve maddi alandaki ezginlikten ve horlanmışlıktan kurtulmak için. Nice demler var ki, kilisenin temsil ettiği Allah mefhumundan kaçtığı için Avrupa “tabiat”a sarılmıştır... ama unutuyorlar ki bizzat bu tabiatta bir bilinmez nesnedir... Sınırı nedir tabiatın?.. Mahiyeti neden ibaretir?.. Nasıl hareket eder? Tabiat mefhumunun kapsadığı enerjinin mahiyeti nedir? Tabiat kanunları nedir? Nerelere varır derinliği?.. Nasıl çıkmıştır ortaya? Ne şekilde zorlanmaktadır kainat tabiat kanunlarını tatbike? tabiatın kendisi hakim olan bir güç müdür, yoksa o da başka güçlerin mi mahkumudur?.. Daha sayılmayacak kadar yığınlarca sual...



Hepsi hepsi bir gayb... Yolunu yitirmiş belirsiz bir gayb... Gayb ama... Ne idüğü belirsiz, mahiyeti nedir bilimez. Sadece ortaya çıkardığı neticeleri idrak edebiliyor. Binaenaleyh bu ne idüğü bilinmeyen tabiata iman özü itibariyle bir gayba imandır... Tıpkı duyularla kavranılamıyan şeylere inanmayı temin eden fıtrı kuvvet gibi bir şey bu da...



İşte Avrupa böyle kaçmıştı bilinmezliklerin “gaybın” elinden... Ne varki bilinmezlikler ordusu bırakmıyor bir türlü peşini Avrupalının... Hem bu sefer inandığı bilinmezler daha da karışık ve ne idüğü belirsiz... Tıpkı kendi gidişatındaki sapıklık ve bozukluk gibi...



Şu halde insan bu fıtri kuvvet vasıtasıyla inanıyor Allah’ın varlığına... Sonra O’na ya ibadet ediyor ya da etmiyor. Bu bir başka adım...



Öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına da aynı şekilde inanıyor... Allah’a iman ile basireti açılınca... Ahirete de inanıyor, öldükten sonra dirilmeye de. Allah’a kulluk ve ibadet hususunda yanlışlıklara dalmış olmasına rağmen yine de ölümden sonra dirilmeye ve ahirete inanıyor.



Bunların dışında duyularıyla idrak edemediği gizli varlıkların varlığına da inanır. Melekler, cinler ve şeytanlar gibi...



Günümüzdeki batılı materyalist akımları bir kenara bırakacak olursak, beşeriyet eski çağlardan beri her zaman duyuları yoluyla idrak edemediği gizli varlıkların bulunduğunu kabul etmiş ve muhtelif şekillerde ona inanmıştır. Her devrin insanı hayalin ulaşabileceği derecede yorumlanmıştır o güçleri... Modern metaryalizm ise insanı sadece hislerin mahkümu yaratıklar durumuna getirerek hayvanlar seviyesine indirmek istemektedir.



Ama şu kadarını belirtelim ki bu meteryalist akımlar bile insanoğlunun varlık yapısından duyuların kavramadığı bilinmez güçlere inanma duygusunu silip atmamıştır. En büyük gayb unsurunu teşkil eden Allaha inanma duygusunun boşluğunu başka yollarla kapatma için muhtelif şekilde gayp unsurlarına sığınmak zorunda kalmıştır. Zaman olmuş tabiat kuvvetlerine inanmış... Zaman olmuş başka kuvvetlere... hepside kainata hükmeden bilinmez(gayb) kuvvetler...



Biz insan psikolojisindeki karşılıklı çizgileri anlatırken insanın yapısında her iki gücün de varlığını ispat etmekte yetineceğiz. Bu iki gücünde birbiriyle ilgili olduğunu belirtmekle iktifa edeceğiz.



Biz duyular yoluyla kavranılmayan alemlerede iman ederiz, sonra bunları duyularımız yoluyla kavradığımız şekilde yorumlamaya, açıklamaya çalışırız . Melekler ve şeytanlar için duyularımızla kavradığımız çeşitli şekiller düşünürüz. Ahiret kıyamet ölümden sonra dirilme ve hesapgünü içinde aynı.



Mutlak şekilde zamandan mekandan ve her türlü benzerlikten münezzeh olduğu için insan Allah’ı tasavvur etmekten kaçınır... Ama zorlar kendisini bu noktada... Hayalinden Allahın zatıyla ilgili her türlü şekli kovmak için çabalar... Çünkü Allah insanların tavsif ettikleri her türlü şekilden münezehtir. O’nun benzeri hiç bir şey yoktur.



Şu halde her iki güçte bu noktada birleşmektedirler...



Ayrıca psişik sahadaki bütün karşılıklı çizgilerle oldugu gibi aynı köprüde duyular yoluyla kavranıln ile kavranılmayan şeyler birleşiyor.



İnsan psikolejinde önce duyularla kavranılan alem ortaya çıkıyor.. Sonra burdan duyular yoluyla kavranılmayan aleme geçişi temin eden köprü kuruluyor.



Hem insan bünyesine bir cemiyet hayatı içinde çeşitli kavramlar -duyusal ve duyuların dışında- getirmek suretiyle de birleşmektedirler. Sonra bu kavramların yardımıyla insanın geniş ve büyük dünyası kuruluyor...