İnsan Ruhunda Kaş

ılıkı Çizgiler



“İslam Eğitiminin Metodu” adlı eserimizde bu başlık altında aşağı yukarı 67 sayfa tutan bir kısım yeralmaktadır. Haddi zatında orada kaleme aldığımız bu bahsin yeri o kitab değil de bu olmalıydı. Ne varki benim zihhnimde o kitab bundan çok önceleri teşekkül ettiği için orada bu hususu açıklamayı uygun bulmuştum. Hem bu başlığın “İslamın Eğitim Metoduy”la da yakından ilgisi vardı. Gerek eğitim metodu gerekse insan psikoljisindeki karşılıklı çizgiler birbirine benzer konulardır.



Ben orada söylediklerimin hepsini buraya da dercedecek değilim. Hatta oradaki fazlalıkları buraya almaya hiç niyetim yok. Sadece mevzuumuz ile ilgili, psikolojik ütüdle alakalı kısımlarından bazısını özet halinde sunmakta fayda görüyorum.



Geçen bölümde beşer yapısının eş tabiatlı olduğunu açıklarken, bu eş tabiatlılıkla ilgili bir çok tezahürlerin bulunduğunu söylemiştik. Ve bu tezahürlerin en belirgini olan bedenle ruh gerçeği üzerinde bir nebze durmuştuk.



Burada da insan ruhundaki arşılıklı çizgiler üzerinde duracağız. Bu çizgilerle insan psikolojisindeki eş tabiatlılığın başka şekilde tezahürleridir.



“Beşer yapısının hayretengiz özelliklerinden birisi de birbirine denk zıt ve karşılıklı ince çizgilere sahip olmasıdır. Bu çizgiler birbirine eş ve denk olmakla beraber yolları ve yönleri birbirinin zıttıdır. Mesela korku ve ümid... Sevgi ve nefret... Hayal ve hakikat... Maddi enerji ile manevi enerji... Hislerin kavradığı şeylere inanmakla kavramadığı şeylere inanmamak... Zorla bir şeyi yapmak veya gönüllü olarak yerine getirmek temayülü. Ferdçilik ve toplumculuk... Negatif pozitif yönler... Ve daha burada sayılmayacak kadar hususlar... Hepsi de birbirine eş ve kaşılıklı çizgilerdir. Bütün bu çizgiler birbirleriyle ayni hizada olmakla beraber farklı yönlere doğru hareket ederler.



Sanki bunların herbirisi birbirinden ayrı ve birbirine karşı çivilerdir de insan bünyesini muhtelif yönleriyle birbiren rabtetmekte ve bağlanabilecek her noktayı diğerine bağlamaktadır. Aynı zamandabu çiviler insanlığının ufuklarını genişletmesine hayat sahasının muhtelif yönlerinde enginlik kazanmasına, böylece bir noktaya takılıp kalmamasına ve bir seviyede devamlı durup dikilmemesine yardımcı olmaktadırlar. Böylece insan varlığı diğer yaratıklar içinde apayrı ve eşsiz bir varlık olarak yerini alır. Ve varlık o derece hayretengiz bir cevhe arzeder ki en sonunda başlangıçta olduğu durumu alır. Bir avuç toprak ve bir nefha ruh halini...”13



(13) “İslam Eğitiminin Metodu”



Bu karşılıklı çizgiler gerçekten de son derece hayretengizdir... Evet beşer varlığının en çok hayretleri çeken noktalarından birisidir. Bunun içinde de ençok hayretleri mucib olan nokta, herbirisinin yönü ayrı olduğu ve karşılıklı yönlere gittiği halde aralarındaki korkunç denecek derecedeki irtibat ve bağlantıdır.



Bu çizgilerin insan ruhunda doğuşunu sağlayan unsur nedir?... Nasıl doğmuştur?..



Bunun doğrudan doğruya bir avuç toprakla bir mefha ruhun neticesi olduğunu söyleyebilirmiyiz?



Veya birkısmının toprağın tabiatında var olan hususiyetlerin neticesi, bir kısmınında ruhta yer etmiş olan hususiyetlerin neticesi olduğunu ileri sürebilirmiyiz?



Bütün bunların bilgisi Allahın katındadır. Ve onları tam manasıyla bilen yalnız ve yalnız Allah’tır. Biz bu noktada bir önceki bölümde olduğu gibi kensin olarak konuşma yetkisine sahib değiliz. Ruh ve beden gerçeği üzerinde söz ederken takındığımız bilgi tavrını burada takınamayız. Sadece Allah’ın kelamından alıyorduk orada ana dayanak noktamızı... Burada ise yalnız tahminlere dayalı bilgiler vereceğiz. Hata da etmiş olabiliriz, isabet te ettirmiş olabiliriz...



Bu çizgileri ve bunların gerek bünyesinde gerekse insan hayatındaki tesirlerini belirtmemiz kafidir. Ama ilk doğuş noktasının nasıl olduğunu, neden meydana geldiğini söylecek durumda değiliz.



Bu çizgilerden her birisi diğeriyle karşılıklı olmakla beraber yönleri itibariyle zıd olmalarına rağmen aralarınada önemli bağlantılar vardır. Bu irtibat bazan o derece bariz bir şekil alır ki ikisi de aynı anda ve birlikte harekete geçerler...



Freud bu karşılıklı çizgilerden sadece ikisi sevgi ve nefret üzerinde durmuştur. Ve “Ambivilance” adını verdiği meşhur nazariyesini bu iki nokta üzerinde tekasüf ettirmiştir. Bu nazariyeye göre insan aynı anda bir başkasına karşı hem sevgi hem de nefret hissi duyar. Varlıklar alemindeki herşeyi ve her şahsı aynı anda hem sever hem de sevmez. Bunun şuurlu ve makul sebebini de açıklayamaz. insan ruhunda bir şeye veya bir şahsa karşı sevgi duygularının canlandığı anda otomatikman aynı şahsa ve aynı şeye karşı nefret duyguları da canlamaya başlar. Halbuki her iki duygunun şuur dairesi içinde birlikte canlanması mümkün değildir. Bunlardan sadece birisi şuur sathında tezahür edebilir ki bu da umumiyetle sevgi hissidir. Çünkü toplum ancak sevgi hissinin tezahürüne müsaade eder (Ama Freud bunun niçin böyle olduğun açıklamıyor) Diğer hissini ise şuur altına iter. (Yani nefret duygusunu) Böylece dışa vurulan sevgilerin hepsi şuuraltına itilen nefret duygularının kamüflesinden ibarettir. Ve onu gizlemek için bir maskedir. Dışa vurulan sevginin kuvvet derecesine göre aynı değerde bir nefret duygusu da şuuraltına yerleşir. Binaenaleyh insan psikolojisinin dışa akseden tarafı sevgi duygusu iken hiç bir sebebe dayanmaksızın iç kısmında yer eden kin ve nefret duygusudur.



Freud şuur altına itilennefret hallerinin hepsinin belli bir sebebe dayanması ihtimalini tesinlikle reddeder. Bu nefret duygusuna vesile olan amil her hangi bir sebeb olabilir. Sevdiğiniz bir işi sizi kızdırmış veya rahatsız etmiş, eziyet vermiş olur da bu nedenle siz ona karşı nefret hissi duyabilirsiniz. Ne var ki sevgi duygunuz nefret duygunuzdan üstün gelir ve siz ona karşı beslediğiniz nefret duygunuzu şuuraltına itebilirsiniz...



Freud bunu hiç kabul etmek istemiyor. Çünkü bu nefretin bir sebebi vardır. Bu sebeb şuurlu veya şuursuz olabilir... Fakat onu burası hiç ilgilendirmiyor. O, yine bir şahsa veya bir şeye karşı beslenen sevgi ve nefret duygusunun (Ambivelence) sebebsiz olduğunu... Doğrudan doğruya insanfıtratının derinliklerinden geldiğini iddia etmekte ve bundan diretmektedir.



İşte bundan dolayı -ve hiç bir  sebebe dayanmaksızın- çocuk annesini hem sever hem de nefret eder. Babasını da aynı şekilde sever ve nefret eder. Anne de çocuğunu aynı duyguyla hem sever hem de nefret eder. Koca karısını, karı kocasını aynı şekilde hem sever hem de nefret eder... Vs. Vs...



Freud’un insan psikolojisi ile ilgili açıklamasının hemen hemen yarısı bu nazeriyenin üstüne oturur. Sebebsiz olarak  meydana gelen ve şuur altına itilerek sindirilmiş olan bu nefret duygusu gerek toplumların gerekse ferdlerin duygularına yön verir. Hareket ve gidişatına bu duygu etkiler. Din de medeniyet te, cemiyetin gelenekleri de hep bu nefret duygusundan -veya daha yerinde bir ifade ile dışa vuran sevgi duygusu ile şuur altına itilen sindirilmiş nefret duygusunun sürekli çatışmasından ve savaşmasından- doğar. Beşeriyetin ortaya koyduğu eserlerin hepsi bunun neticesidir.



Aslında bu iddia hiç bir delile dayanmayan kör bir taassubun ve bağnazlığın ifadesidir. Ve bir bilginin böyle asılsız şeylere dayanarak konuşması elbette ki yaramaz...



Kendisi bile bu nazariyesinin sakatlığını “Totem and Taboo” ve tabu adlı eserindeki şu satırlarında anlamış gibi görünmektedir: “Çocuğun ruhunda babasına karşı yer eden nefret duygusu annesini ondan kıskanmasından ileri gelmektedir. Baskı altına alınıp engellenmeden bu duygusuna bir türlü hakim olamaz.



Eğer karşılaştığı engelleri yok edemezse dah aönce o şahsa (babasına) karşı duyduğu sevgi bir hayret durumunu yok etmek içni kendisiyle savaşır.”



Böylece Freud farkına varmadan sevgi ve nefret duygusunun aynı anda kendiliğinden doğmadğını söylemektedir. Çocuğun ruhunda sevgi duygusu tek başına yer etmiş bulunuyordu ve onunla birlikte nefret duygusu yoktu. Sonra nefretduygusu hiç bir sebebe dayanmadan kendiliğine göre nefret duygusu çocukta anneye karşı beslediği babasından kıskanma durumunda ortaya çıkmaktadır.



Şayet Freud gözünü açsaydı da insan psikolojisi üzerindeki açıklamalarında evham ve hürafelerinde baskısından kendisini kurtarsaydı muhakkak insanın psikolojik yapısındaki karşılıklı çizgilerin umumiyet ifade ettiğini ve her yerde açıkça görüldüğünü farkederdi. Bunun sadece sevgi ne nefret konusunda değil diğer konularda da yer ettiğini görürdü... Biz burada bu karşılıklı çizgilerden sadece sekiz tanesini zikrettik. Konu derinliğine araştarılırsa daha pek çok noktalar bulunabilir. İkinci olarak ta Freud; bu duyguların karşılıklı çizgiler halinde olmakla beraber bir biri üstüne bastırılmadığını bir kısmının dışa vurup bir kısmının şuur altına itilmediğini anlar, bizimde ilerde belirteceğimiz gibi hepsinin çatışmadan ve birbirine girmeden şuur dairesinde ortaya çıkmasının mümkün olacağını görürdü. Eğer bu karşılıklı çizgiler arasında bir çatışma söz konusu olursa mutlaka çatışmayı gerektiren bir sebebe dayanacaktır. Ayrıca Freud insan psikolojisindeki bu karşılıklı çizgilerin sadece iki noktaya değil daha bir çok noktalara şamil olacağını, binaenaleyh daha şümullü bir açıklama tarzına ihtiyaç hissedeceğini farkederdi. Böylece de bu hususta sathi zorlamalara ve kifayetsiz delillerle bağnazlığa baş vurmadan izah edebilirdi. O zaman tabii olarak farkına varmadan bir kitabının bir kaç satırı arasında ileri sürdüğü nazariyesini reddetmek durumunda kalmazdı...



Şu kadar var ki biz Freud’ün keşfettiği hususun bir gerçeğin bölümü olduğunu zikrediyor ve bunun kendisine aid olduğunu kabul ediyoruz: İnsan psikolojisinde sevgiyle nefret çizgilerinin birleşmesi gerçeğini. Buna ilaveten diyoruz ki insan ruhundaki karşılıklı çizgiler sadece Freud’ün zikrettiklerinden ibaret değil bir daha başka bir çok çizgiler vardır. Ve bu karşılıklı bağlantı ve ilgi sadece bu iki çizgiye münhasır değil bütün bu çizgileri de içine alan fevkalade bir gerçektir...