Resulün Münafıklarla Mücadelesi:

Önceki sayfalarda sürekli olarak Resul ve müminler ile inkar edenler arasında geçen mücadeleyi konu edindik. Bu inkarcıların ortak özelliği, Resul'e karşı olduklarını, onun getirdiği dini inkar ettiklerini açık açık söylemeleri ve onlara karşı da açık bir mücadeleye girmeleriydi.



Oysa Resul ve müminlere karşı eyleme girişen inkarcılar, yalnızca sözkonusu "açık inkarcı"larla sınırlı değildir. Bir de müminlerden yana gözüken, Resul'e itaat ettiğini iddia eden "gizli inkarcılar" vardır ki, Resul ve müminler bunlara karşı da mücadele ederler. Kuran, "münafık" olarak bilinen bu ikiyüzlüleri şöyle tarif eder:



"İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır." (Bakara: 2/8-10)



Münafıkların inanmadıkları halde inanmış gibi gözükmelerinin nedeni, kendilerini müminmiş gibi göstererek müminlerden bir takım çıkarlar elde edeceklerini ummalarıdır. Müminlerin maddi imkanları, güç ve ihtişamları bu kişileri etkiler ve bunlardan yararlanabilmek için kendilerini mümin gibi göstermeye karar verirler.



Oysa ayette de dendiği gibi, yalnızca kendilerini aldatırlar, çünkü "mümin taklidi yapmak" aslında mümkün değildir. Yapabildikleri dinin yalnızca bazı şekli özelliklerini taklid etmekten başka bir şey değildir. Oysa müminlerin "taklid edilemez" özellikleri vardır. Bu nedenle müminler ve özellikle de Resul münafıkların ikiyüzlülüğünü farkederler. Allah, Resule münafıkları tanımak için özel bir anlayış vermiştir:



"Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar?



Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir" (Muhammed: 47/29-30)



Ancak yine de "belki düzelirler" düşüncesiyle Resul münafıkların durumunu hemen yüzlerine vurmaz. Ancak bu kişilerin ikiyüzlülüğü kısa süre içinde, din için fedakarlık yapmaları gerektiği zaman ortaya çıkacaktır. Çünkü bu kişiler küçük şahsi menfaatlerini tatmin etmek umuduyla müminlere ve dine yaklaşmışlardır. Ancak bunu yapamayacaklarını, tam tersine Allah yolunda fedakarlıkta bulunmaları gerektiğini anladıklarında birden gerçek yüzlerini ortaya koyarlar.



Ancak münafığın en önemli özelliği bu noktada ortaya çıkar: Münafık "mümin taklidi" yapmaktan vaz geçtiği bu anda, tek başına müminlerden ayrılıp köşesine çekilmez. Tam aksine diğer müminleri de aynı kendisi gibi Allah yolundan döndürmeye çalışır. Onların şevklerini kıracak, onları şüpheye ve umutsuzluğa düşürecek, Resule olan sadakatlerini zayıflatacak telkinlerle ortaya çıkar. Çünkü, müminlerden ayrılırken, "onlar doğru yoldaydı, ben ise ikiyüzlü bir sahtekârdım; çıkarlarım zedelenince ayrılıp-gittim" demeyi kendine yediremez. Tam tersine, "bunlar boş bir hedefin peşine takılmış gidiyorlar, ben gerçeği gördüm" diyerek gidecektir. Kuran'daki münafıkların, "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmemiş" (Azhab: 33/12), ya da "bunları (müslümanları) dinleri aldattı" (Enfal: 8/49) gibi ifadeleri, sözkonusu tavırlarını tarif etmektedir. Müminlerin farketmediği gerçekleri kendilerinin farkettiği psikolojisi ise, Hz. Musa'nın kavmini saptırıp buzağıya taptıran Samiri'nin söylediği, "Ben onların görmediklerini gördüm" (Taha: 20/96) sözünde en açık biçimde gözükmektedir.



Münafığın yaptığı bu bozgunculuk hareketinin adı, Kuran'ın ifadesiyle, "fitne"dir. Ve fitne, "Fitne, katilden beterdir" (Bakara: 2/217) hükmüne göre, en büyük suçtur. Resul elbette fitneye karşı önlem alır ve münafıkları azaplandırır.



Az önce sözünü ettiğimiz Samiri, münafık karakterinin dört dörtlük bir örneğidir. Hz. Musa'nın ona karşı tavrı da Resullerin kararlılığını gösterir. Kuran, Samiri'nin fitnesini ve Hz. Musa'nın tavrını ayrıntılı olarak anlatır. Buna göre, Hz. Musa'nın Allah'tan vahiy almak için tek başına Tur Dağı'na çıktığı bir sırada Samiri kavmi içinde fitne çıkarmıştır:



"(Allah dedi ki) Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?"



Dedi ki: "Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim."



Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı."



Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?"



Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı." Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, "İşte, sizin ve ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?



Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.



Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız."...



...(Musa da gelince:) Dedi ki: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?"



Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi."



(Musa) Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız. Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır." (Taha: 20/83-98)



Görüldüğü gibi Resullerin münafıklara karşı tavırları son derece sert ve kararlıdır. Nitekim Allah Resule şöyle emreder: "Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı 'sert ve caydırıcı' davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o." (Tahrim: 66/9)



Bu arada şu da hatırlanmalıdır; Hz. Musa'nın kavmi zaten son derece anlayışsız ve itaatsiz bir kavimdir. Ancak gerçek müminler münafıkların fitnesinden etkilenmezler ve Resule olan sadakatlerini daha da artırarak sürdürürler. Bu durumda münafıklar toplu olarak müminlerden ayrılırlar. Ancak içlerindeki "intikam" isteği nedeniyle dağılmazlar ve Resul ve beraberindeki müminlere düşmanlığı sürdürmek için yeniden örgütlenirler. Ve ilginçtir, bu durumda bile ikiyüzlü olduklarını kabul etmez, kendilerini gerçek birer mümin gibi tanıtırlar: Hz. Muhammed'e karşı fitne çıkaran münafıklar, onun yanından ayrıldıktan sonra "Dırar Mescidi" adıyla yeni bir mescid kurmuş, yani sözde müslüman görünmeye devam etmişlerdir. Oysa bu kurdukları mescidin tek amacı, Resule ve müminlere karşı düşmanlık yapabilmektir. Kuran, bu durumu şöyle açıklar:



"Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.



Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.



Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.



Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe: 9/107-110)



Ayette de belirtildiği gibi, münafıkların kurduğu mescidin amacı, müminlere zarar vermek ve müminlere karşı savaşanlarla işbirliği yapmaktır. Her ne kadar bu mescidi kuran münafıklar, "biz iyilikten başka bir şey istemedik" deseler de amaç budur. İki mescidi ayıran en önemli fark ise, müminlerinkinin "takva", yani Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurulmuş olmasıdır. Heva ve müminlere düşmanlık üzerine kurulan münafıkların mescidi ise, ayetin ifadesiyle, cehenneme yuvarlanacak bir yarın kenarındadır: Münafıklar ahirette cehennemin en alt tabakasına yollanacaklardır.



Münafıkların dünyada çekecekleri azap ise Resul ve müminlerin eliyle olacaktır. Resul, ayette de dendiği gibi, onların binalarını ve "kalplerini" paramparça edecektir. Nitekim Dırar Mescidi peygamberimiz tarafından yıkılmış ve darmadağın edilmiştir... [216]