Önde Gelenlerin Resul'ü Kıskanmaları:

İnkarcıların en büyük özelliği akılsız oluşlarıdır. Kuran bu özelliğe sık sık dikkat çeker. Ve kuşkusuz bu özellik, inkarcıların önde gelenleri için de geçerlidir.



Önde gelenlerin akılsızlığını en iyi ortaya çıkaran göstergelerden biri de Resul'e olan bakış açılarıdır. Resul Allah'ın elçisidir ve toplumu O'nun yoluna iletmek için gönderilmiştir. Bu elbette son derece büyük ve önemli bir olaydır. Ancak önde gelenler bu inceliği kavrayamaz ve Resul'ü de sıradan bir insan gibi değerlendirirler. Onu da kendi saçma kural ve gelenekleri içinde düşünürler.



Önde gelenlerin saçma kural ve geleneklerinden biri, liderlik vasfı ile ilgilidir. Cahiliye toplumlarındaki genel kurala göre, bir kimsenin lider olarak kabul edilmesi için mutlaka maddi bir takım vasıflar gerekir: Lider ya "soylu" ve ünlü bir ailenin üyesi olmalı ya da çok zengin birisi olmalı, yani bir başka deyişle kendi "elit" sınıflarının bir parçası olmalıdır.



Risaleti de bu basit mantık içinde değerlendirirler. Onlara göre, "eğer Allah'ın bir elçisi olacaksa", bu kendi çevrelerinden yani zengin ya da ünlü birisi olmalıdır. Ancak kendi sosyal sınıflarına dahil olmayan kimselerin Allah'ın elçisi ve dolayısıyla toplumun lideri olabileceğini kabul etmezler.



Kuran'da anlatılan Talut kıssası, bu bakış açısını oldukça iyi anlatmaktadır:



"Onlara (İsrailoğullarının önde gelenlerine) peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara: 2/247)



Önde gelenlerin bu yüzeysel ve basit düşüncesi oldukça yaygındır. Hz. Muhammed'in Risaleti de kavminin önde gelenleri tarafından tanınmamış, "Zikir (Kur'an), içimizden ona mı indirildi?" (Sad: 38/8) şeklindeki küstah ifadelerle reddedilmiştir. Bir başka ayet, önde gelenlerin psikolojisini şöyle anlatır:



"Kendilerine hak gelince, dediler ki: "Bu bir büyüdür, doğrusu biz ona (karşı) kafir olanlarız." Ve dediler ki: "Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf: 43/30-31)



Allah, önde gelenlerin bu küstah ifadesine karşılık bir sonraki ayette şöyle der:



"Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?"



Önde gelenler için, Resulün Allah tarafından seçilmiş olması yeterli değildir. Onların tek kıstası maddi zenginliktir ve dolayısıyla da Resul'ü de bu kıstasa göre değerlendirmektedirler. Onların mantığına göre, Resul büyük bir maddi güce sahip olmalıdır ki, kendisine itaat edilsin. Kur’an, inkar edenlerin Resulden bekledikleri bu olağanüstü özellikleri şöyle anlatır:



"Andolsun biz bu Kuran'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler. Dediler ki: "bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahit olarak) getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize okuyabileceğimiz bir kitap indirilinceye kadar senin yükselişine de inanmayız. De ki: "Rabbimi yüceltirim ;ben, elçi olarak bir beşerden başkası mıyım?" (İsra: 17/89-93)



Oysa müminler Resul'e herhangi bir maddi özelliği nedeniyle değil, Allah'ın onu seçmiş olduğu için bağlanmışlar, imanı ve Allah'a olan yakınlığı nedeniyle ona biat etmişlerdir. İnkar edenler ise, bu inceliği kavrayacak durumda değillerdir. Onların basit mantığına göre, en çok mülke kendileri sahiptir ve dolayısıyla sözü dinlenmesi gereken kişiler de kendileridir.



Bu nedenle Resulün mesajları inkar edenlerin önde gelenlerini çok öfkelendirir. Buradan Resul'e ve müminlere yaptıkları saldırılar ve bundan da iki taraf arasındaki büyük mücadele doğar.



Önde gelenler ile Resul arasındaki ilişkinin çarpıcı bir örneği ise, Hz. Musa ve Firavun arasında geçen mücadeledir. [203]