3- Ahiret Azabı (Uhreví Azab):

Kıyamete kadar bu şekilde sürecek bir kabir hayatı sonunda, mahşer yerinde hesap ve mizandan sonra sevapları günahlarından fazla gelenler Cennet'e, az gelenler ve inkârcılar ise Cehennem'e gireceklerdir. Günahkâr müminler bir süre azap gördükten sonra, sonunda yine Cennet'e gireceklerdir. Kâfirler ise ebedî Cehennem'de kalacaktır. Kur'an-ı Kerîm'in bir çok ayetinde Cehennem azabından, bu azabın dehşet ve korkunçluğundan söz edilir:



"Defterleri sol tarafından verilen günahkârlara gelince; onlar ne acıklı durumdadırlar. Onlar ateşin alevi ve kaynar su içindedirler. Bir de üzerlerinde Cehennem'in kapkara dumanı olan bir gölge var. O gölge ne serindir, ne de mülayim. Çünkü onlar dünya hayatında zevklerine düşkün kimselerdi" (el-Vâkıa, 56/41-46).



İslâm'da azap ilâhî adaletin gerçekleştirilmesi içindir. Dünya hayatında uygulanan ceza ve azaplar hukukî müeyyidelerdir. Bu da toplum içinde işlenebilecek kötülük ve suçların önlenmesi ve diğer insanlara bir ibret teşkil etmesi içindir. Ahiret azabı mümin insanlar için geçicidir. Bu geçici azabın sonunda Allah'ın bir lûtfu olarak Cennet nimeti verilecektir. Allah'ın bütün emir ve yasaklarının hak olduğuna iman eden, yegane din ve nizamın onun dini ve nizamı olduğunu kabullenip bütün emir ve yasaklarının yer yüzünde uygulanması gerektiği inancında olan, Allah'a hiç bir şekilde şirk koşmayıp, ancak bazan insanî fıtrat gereği olarak günah işleyen kimseler, bu günahlarının karşılığı olan cezayı çektikten sonra, ebedî azaba çarptırılmayıp, af edilirler. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:



"Âllah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kimse için affeder." (en-Nisâ, 4/48)



Buna göre küfrün dışında kalan diğer günahlar Cenâb-ı Allah'ın iradesine kalmış bir husustur. O isterse bağışlar isterse azap eder. Fakat onun emir ve yasaklarını dinlemeyen, Kur'an'a sırt çevirip hükümlerinin uygulanamayacağını söyleyen veya böyle inananların düşüncesini paylaşan insanlar, küfürde olacakları için, ebedî azaba çarptırılacaklardır.



"Gerçekten küfredip (Peygamberliği ve İslâm'ın bütün hükümlerini reddedip insanları Allah'ın dininden ve hak yoldan alıkoymakla) zulmedenleri, Allah asla mağfiret edecek değildir. Onları Cehennem yolundan başka bir yola erdirecek değildir. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar..." (en-Nisâ, 4/168-169). Ayrıca (Cinn, 72/23) ve (Ahzâb, 33/65) ayetleri aynı hususu hatırlatmaktadır.



Allah ve Rasulu ayet ve hadislerde, ahiret nimetlerini müjdeleme yanında dünyada emir ve yasaklara uymayanlara, haksızlık ve zulûm yapanlara, inkâr yoluna sapanlara, Allah'ın hükümlerine sırt çevirenlere azap edileceğini bildirmiştir. Bundan maksat da insanları kötülüklerden ve inançsızlıktan kurtarmaktır.[1087]



Allah’ın emrine karşı gelen isyancılar, inkâr edenler ve O’nun hükümlerine uymayı reddedenler, hatalarının azlığına veya çokluğuna göre asıl azabı Ahiret hayatında göreceklerdir.



Bu azap yeniden dirilişle başlayacak ve Cehennemde devam edecektir. Kur’an, bu azabın olacağını ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Ahiret azabı ilahi huhukun işletilmesi ve Allah’a ait adaletin gerçekleşmesidir. İnsanların yaptıklarının karşılığıdır. Kimse orada kendi yaptığının karşılığından başka bir şeyle karşılaşmaz. Hatta Allah (c.c.) yapılan iyiliklere (hasenelere) çok çok karşılık verirken, işlenilen günahları kendi miktarı kadar değerlendirir, tevbe edilen günahları da bağışlar. Allah (c.c.) rahmet sıfatının ceza verme sıfatından (gadabından) önce geldiğini haber veriyor.[1087]  



Şanı yüce Rabbimiz (cc), peygamber gönderip insanları uyarmadıktan sonra hiç bir topluluğa azap etmeyecektir.[1087] Ancak, Ahirete inanmayan, Allah’ın âyetlerini korkusuzca inkâr edenler Kur’an’a sırt çevirenler, başka dinlere inananlar, hatta yahudi ve hırıstiyanlar, münafıklar, İslâmla mücadele edenler ve putlara tapanlar azabı hak ederler.[1087]



Bunun yanında müslüman olduğu halde Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, haramları işleyenler de azaba uğrarlar.[1087]



İnkâr edici olarak ölenler ile, müslüman olduğu halde çok günah işleyenler bu azabı Allah’ın istediği kadar, bir anlamda adaletin gereği kadar çekecekler.[1087]



Kur’an, azap kelimesini bazen ‘azim-büyük’, bazen ‘elím-acıklı’,  ‘eşeddü’l azab-azabın en şiddetlisi’, bazen ‘mühín-alçaltıcı’, bazen ‘şedid-şidddetli’, bazen ‘harík-yakıcı’, bazen ‘mukím-devam eden’, bazen ‘saír-çılgınca yanan ateş’, bazen ‘galíz-ağır’  sıfatlarıyla kullanmaktadır. Dikkat edilirse her sıfat azabın bir yönüne işaret ediyor ve onun korkunçluğuna çeşitli açılardan dikkat çekiyor.



İslâm, azabı Allah’a kulluğun gereklerini yapmayan günahkâr ve inkârcılara uygun bir ceza olarak  kabul ediyor  ve bunu ilâhí adaletin bir gereği sayıyor. Allah (cc) tevbe edeni dilerse affeder. Ancak günahkâr bir kişi tevbeye tenezzül etmezse, hatta yaptığı hatayı kabul etmek bir yana, hatası ile kibirlenirse sonucuna katlanmak zorundadır. Daha da ileri gidip, Allah’ın günah dediği fiilleri kendileri işledikleri gibi onları insanlar arasında yaymaya çalışanlar bunun karşılığını düşünmeliler. Rabbinin her türlü nimeti taddığı halde ni’met sahibini korksuzca inkâr edenler, hatta O’nu ve O’ndan gelen ölçüleri hesaba katmayanlar hata içerisindedirler. Alabildiğine suç, isyan, zulüm işleyenlere ve haddi aşıp azgınlık yapanlara hak ettikleri cezayı vermek adaletin gereği olmaz mı? 



Dünyadaki azap, toptan yok edilme olabildiği gibi; hastalık, felaket, sıkıntı, kaos, zulme uğramak, hak ihlâli, yeterince şükredememek, hayattan tad alamamak, belâ ve musibetle karşılaşmak, ibadetten mahrum kalmak ya da zevk alamamak şeklinde de olabilir. İnkârcılara bu gibi cezaları, dünyadaki kötülüklerinin önlenmesi için, mü’minlere de ya günahlarına bir karşılık (keffâret), ya da takvaya teşvik ve ahiretteki azabın haffiflemesi için verilir. (Allahu a’lem)[1087]


AZÂB, AZAP
A harfi