İnsanların Peygamberlere İhtiyacı:

İnsan Allah Teala’nın verdiği akıl ve düşünce, irade ve ihtiyar keşif ve icad melekesi gibi üstün vasıfları ve fıtri yetenekleri sayesinde, bu dünya hayatında refah ve saadetini temin için, her türlü medeni ihtiyaçlarını gidermek, ulaştığı ilmi ve teknik kudretle modern şehirler kurmak, köprüler ve barajler yapmak ve bu dünyayı imar ve ıslah etmek gücüne sahip ise de; acaba, maddi hayatında olduğu gibi manevi, ruhi, medeni ve ictimai hayatında da tam bir başarı sağlayabilir mi? Yaptığı kanun ve nizamlarla, bulduğu ahlaki ve felsefi doktrinlerle bütün insanları adalet ve fazilete, sevgi, saygı ve kardeşlik esaslarına dayalı mutlu bir hayata kavuşturabilir mi?



En şerefli ve en üstün varlık olarak yaratılan, dünyadaki canlı ve cansız varlıkların emrine ve hizmetine verildiği insanoğlu, kendisini doğru yola, hidayet ve selamete kavuşturan gerçek inançların, Rabbinin rızasını kazandıran makbul ibadetlerin ve güzel ahlak esaslarının neler olduğunu, nereden geldiğini, öldükten sonra ne olacağını bilemez, aklı ve fıtratı ile bu gerçekleri bulamaz mı?



Bu ve daha pek çok sorular, insan aklını meşgul etmiş; metafizik meseleler insanları asırlardır düşündürmüş; akli, felsefi ve metafizik konuların başında gelen Allah’ın (c.c.) varlığı, zat ve sıfatları, kainatın yaratılması, insanın aslı ve sonu, madde ve ruh, akıl ve irade, manevi varlıklar ve ahlaki değerler, mebde’ ve mead (varlığın başı ve sonu), ölümden sonraki hayat ve ahiret ahvali, ruhun bekası ve ikinci hayat, Cennet ve Cehennem, ceza ve sorumluluk, sevab ve ikab gibi fizik ötesi gaybi ve felsefi konularda bir çok fikirler, görüşler ve felsefi doktrin ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Fakat hiç bir felsefi görüş ve mezhep insan aklını tatmin edememiş ve büyük insan topluluklarını ikna ederek aralarında kardeşliği, sevgi ve saygıyı, birlik ve beraberliği sağlayamamıştır. Bazı devirlerde görülen zahiri birlik ve beraberlikler ise, hür bir irade ve idareyle değil; baskı ve kuvvetle elde edilen sınırlı ve geçici başarılardır.



İnsanlara halik ve mahluk, insan ve kainat, dünya ve ahiret madde ve ruh, gerçek itikad ve makbul ibadetler hakkında doğru bilgiler veren, yüksek ahlak ve fazilete dayanan gerçek nizam ve düsturları öğreten, birbiriyle çelişen felsefi doktrinler değil; bütün insanların ve alemlerin Rabbi Allah Teala tarafından seçilerek gönderilen, hata ve günahtan arınmış ilahi elçiler aracılığı ile insanlara bildirilen vahye dayalı hak dinlerdir. Şüphe yoktur ki, Hak Teala, yarattığı insanların akıl ve idrak dereceleri ile yeteneklerini, her türlü imkan ve ihtiyaçlarını en iyi bilen yüce zattır.



İşte Allah (c.c.), üstün vasıf ve yetenekte yarattığı insanların kendilerine verilen sınırlı akıl ve melekelerle doğru yolu, yüce gerçekleri bulamayacağını, bu dünya ve ahiret hayatında huzur ve mutluluğunu sağlayacak hukuki, sosyal ve ahlaki esasları bilemeyeceğini, Allah’ın rızasını kazandıracak itikad ve ibadet esaslarını, bunların uygulama usullerini tesbit ve tayin edemeyeceğini bildiği için, ilk insan olarak yarattığı Hz. Adem’e peygamberlik payesi ve yeryüzü halifeliği görevi vermiş, meleklerini ona saygıya davet etmiştir.[82] Koyduğu ilahi esasları, emirleri ve yasakları bildirmek, onları talim ve telkin etmek ve bu esasları kendileri de bizzat uygulayarak insanlara güzel örnek ve önder olmak üzere, her millete peygamber göndermiştir.[83]   



Bu genel ifadelerle belirtilen sebeplerden dolayı, Allah Teala, insanlara doğru yolu göstermek, onları şirk, küfür ve isyanın sebep olduğu kötülük ve günahlardan kurtararak yüceltmek, kendilerine uyan ve hak yolda yürüyenleri Cennet ve nimetleriyle, ebedi saadetle müjdelemek; inkâr ve isyan ederek kötü yola sapanları da Cehennem azabıyla korkutmak üzere peygamberler göndermiş; bazılarına mukaddes kitaplar indirmiştir. Muteber Kelam ve Akaid kitaplarında kaydedilen bu delillerden insanların peygamberlere şiddetle muhtaç oldukları açıkça anlaşılmaktadır.[84]   



İşte bu peygamberlerin görevi; Allah Teala tarafından Cebrail (a.s.) aracılığıyla kendilerine indirilen vahyi, ilahi emirleri, yasakları ve hükümleri, ümmetlerine aynen bildirmek; bu ilahi hükümleri, hukuki, sosyal ve ahlaki esasları bizzat uygulayarak onlara her yönden örnek olmak; önderlik yapmak ve böylece insanları batıl ve fasit düşüncelerden, şirk, küfür ve cehalet karanlığından kurtararak, ruhani ve ahlaki hayatın aydınlığına ulaştırmak, yani insanları dalaletten hidayete, zulmetten nura, batıldan hakka götürmek suretiyle beşeriyeti dünya ve ahiret saadetine eriştirmektir.[85]                     



Nübüvvet, insanın yeryüzündeki konumunu, görevlerini, geliş yerini ve varacağı yeri, gücünü ve kapasitesini gösterir, öğretir.



Bu durum, insanlık için bir okul gibidir. Hayatın nasıl yaşanacağını insan bu okulda öğrenir.



Nübüvvet, insanlar için bir "örneklik" kurumudur. İnsanın Allah karşısındaki konumunu bu kurum tanıtır. İnsanın nasıl olması gerektiğini bu kurum canlı örnekler halinde ortaya koyar. Vahy, insanları hayal olan bir hayata değil, önlerinde canlı olarak kendi cinslerinden (beşer) peygamberlerin gösterdiği somut örneğe dâvet eder.



İnsan, fıtrattan/yaratılıştan getirdiği birtakım duygulara sahiptir. İrâdesiyle bu duygularını istediği gibi yönlendirir. Kendisine verilen nefis, iyi şeyleri de isteyebilir; kötü şeyleri  de. 



Toplu olarak yaşayan insanlar belli kurallara bağlı olmazsa; huzur olmaz, haklar yerini bulmaz. İnsan, tutkularının esiri olarak haddi aşabilir, mal ve dünyalığa haksız yere sahip olmak isteyebilir, diğer insanlara hükmetmek, onları sömürmek isteyebilir. Bu aşırı davranışlar ise insanlar arasında düşmanlığa ve huzursuzluğa sebep olur. Bu karışıklığın çaresi topluma adâletin yerleştirilmesidir.



Peki bu nasıl olacaktır ve bunu kim gerçekleştirecektir?



Adâletin sağlanması için birtakım ölçülere, kurallara ve prensiplere ihtiyaç vardır. Bu ölçüleri koyan, insan mı olmalı, yoksa insandan daha farklı bir üstün güç mü?



Bu ölçüleri insan kendisi koyarsa, şu ihtimaller akla gelebilir:



Bu ölçüleri koyan, diğer insanlar üzerinde haksız, bazen de sınırsız otorite kurar.



Ölçüyü koyanlara, kendi  koydukları ölçü genellikle uygulanmaz.



Konulan ölçülere uymak zorunda olanlar arasından daha güçlü birisi çıkar, o ölçüleri tanımaz ve kendisi yeni ölçüler koymak ister.



İnsanlar hiç bir zaman mutlak adâlet ölçülerini bulamazlar. Çünkü insanın zayıf tarafları ve kapasitesinin yetersizliği söz konusudur.



Ölçüyü koyanlar diğer insanlar gibi olmalarına rağmen, onlar başkaları hakkında haksız yere ölçü koymaya yeltenirler.



İnsanlar için ölçü koyan öyle birisi olmalı ki, bütün bu sorunlar olmasın. O, insanı tamamen bilen ve insandan güçlü biri olsun. Ölçüye uyanlara mükâfat, uymayanlara ceza verebilsin. Gücü ve kudreti tartışılmaz ve hükmünde asla yanılmasın. Hiçbir noksanı bulunmasın, mutlak ve gerçek adâlet sahibi olsun.



Böyle birisi elbette insanlar arasından çıkmaz. Bu sıfatları ancak âlemlerin rabbi Allah taşımaktadır. O Allah, insanın dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak ilâhî prensipleri, yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanlar arasından seçtiği peygamberleri aracılığıyla bildirmektedir.



Peygamberlik kurumu olmasaydı, şüphesiz insanlar doğru yolu bulamazlardı.



İnsan, beşer olması dolayısıyla kendi aklı ve irâdesiyle nasıl hareket edeceğini, nasıl kulluk yapacağını bilemez. Üstelik zayıf tarafları vardır, hırs ve aşırı isteklere sahiptir. Bu şekilde yaratılan insanın sürekli "irşâd" edilmesi gerekir. Kendisine doğru yol gösterilmeli, iyi ve kötü şeyler anlatılmalı, fenalıklardan sakındırılmalı, hayırlı olan şeylere ve kulluğa teşvik edilmeli. İnsana, hiç şaşırmayacağı, mutlak doğru olan prensipler verilmeli.



Peygamberler bu anlamda insanları irşâd eden mürşidlerdir. Öyleyse nübüvvet, ilâhî irşâd kurumudur.



Dünya hayatını nasıl yaşayacağımız konusundaki prensipler Allah tarafından, peygamberleri ile bizi bildirilmeseydi, insanların hepsi bugünkü gibi, kendi kafalarına, yani kendi hevalarına uyanlar gibi olacaktılar.  Ya da onlar sayısız uydurma dinlerin peşine gitmek zorunda kalacaklardı. Bilindiği gibi insanlardan pek çoğu Allah’ın gönderdiği dine tabi olmamaktadırlar.



Nübüvvet, insanlara en güzel örneği sunmak için gönderilmiştir. Allah, kulları arasından en üstün ahlâklı ve en üstün nitelikli güzel kullarını elçi olarak seçti. Onlara ‘vahy’ini bildirdi ve bu vahyi insanlara açıklama görevini onlara verdi. Onları aynı zamanda, ‘insan nasıl olmalıdır?’, sorusunun önünde gerçek örnekler yaptı.



Günümüz insanı yeniden nübüvvet kurumuna ve onun mesajına muhtaçtır.[86]