ÖZÜRLÜLER BÂBI

METİN



Sidiğini veya büyük abdestini tutamayan yahut yellenmesini önleyemeyen, istihaza kanı akan, gözünde ağrı, zayıflık veya daimî akıntı bulunan bir kimsenin özürü tam bir farz namaz vaktini kaplarsa yani bütün namaz vaktinde velev hükmen olsun abdest alıp namaz kılacak kadar hadesten hâli vakit bulamazsa o kimse özür sahibidir. Zira özürün azıcık kesilmesi yok hükmündedir. Kezâ kulaktan, memeden veya göbekten bile olsa sızlayarak çıkan her şey özürdür.



Özürün ibtidası hakkında şart budur. Devamı hakkında ise vaktin bir cüz'ünde bir defa olsun özrün bulunması kâfidir. Özrün kalkması için kesilmenin tam bir vakti hakikaten kaplaması şarttır. Çünkü tamamen kesilme budur



İ Z A H



Daima sidiğini kaçıran kimse onu tutma imkânı bulursa özür sahibi olmaktan çıkar. Nitekim gelecektir. Gözünde ağrı veya görme zayıflığı bulunan kimsenin göz yaşları akarsa özür sahibidir. Sârihin bunları akmakla kayıtlamaması böyle illeti gözler yüzde yüz değil, ekseri zamanlarda aktıkları içindir. «Farz namaz» kaydiyle musannıf mühmel vakitten ihtiraz etmiştir. Nitekim güneşin doğmasiyle zevali arasındaki vakit (mühmeldir. Mühmel vakit, farz namaz vakti değil, farz olmayan bayram ve kuşluk namazlarının vaktidir. Nitekim musannıf buna işaret edecektir. Özür bu mühmel vakti kaplasa bile sahibi mâzur olmadığı gibi özrün kesilmesi kaplarsa iyileşmiş de sayılmaz. Bunu Rahmetî söylemiştir. Özrün hükmen namaz vaktini kaplaması, abdest alıp namaz kılamayacak kadar az bir zaman kesilmesidir. Binaenaleyh özrün başlaması hakkında hakikaten bir namaz vaktini kaplaması şart değildir. Nitekim bu cihet Fethü'l-Kadîr ve Dürer'de tahkîk edilmiştir. Zeylaî bunun hilâfını anlamıştır ki. Bahr sahibi onu nakil ve izah etmiştir. Rahmetî şöyle diyor: «Acaba abdest alıp namaz kılmanın mümkün olmaması sünnetleri ile birlikte midir, yoksa sadece farzları ile midir? Araştırmalıdır.»



Ben, zâhire bakılırsa sâdece farzlariyledir, derim. Düşün! «Sızlayarak çıkan her şey özürdür.» ifadesinin umumunda zükkamlı burun da dahildir. Bunu Tahtâvî söylüyor. Lakin ulema: «Uyuyan bir kimsenin ağzından akan su fenci bile koksa temizdir.» demişlerdir. Düşünmelisin!



Münye şerhinin ibâresi: «Bir illetten dolayı çıkan her şey» şeklindedir. Binaenaleyh önce geçtiği vecihle «sızı» bir kayıd değildir. el-Müctebâ nâm eserde: «Kan, irin, sarı su, yara suyu, sivilce, kabarcık, meme, göz ve kulak suyu bir illetten dolayı akarsa esah kavle göre müşavîdirler.» denilmektedir. Abdesti bozan şeyler bahsinde Bahr ve diğer kitablardan naklen arzetmiştik ki, «Bir illetten dolayı» kaydı, bu yerlerden çıkan şey sadece su olduğuna göre mu'teberdir. İrin veya san su çıkarsa hüküm bunun hilâfınadır. Yine orada göz yaşına dair bahislerin geri kalanını da beyan etmiştik Oraya müracaat eyle!



Özrün kalkması için kesilmenin tam bir vakti hakikaten kaplaması şarttır. Öyle ki, vaktin hiç bir cüz'ünde asla bulunmayacaktır. Böyle olursa özür, kesildiği andan itibaren kalkar. Hatta abdest veya namaz esnasında kesilir de ikinci vaktin sonuna kadar akmazsa o abdest veya namazı tekrarlar.



Özür farz namazın vakti girdikten sonra ârız olursa vaktin sonuna kadar bekler. Kesilmezse abdest alıp namazını kılar. Sonra ikinci namaz vakti için de kesilirse o namazı tekrar kılar. Kesilme ikinci namaz vaktini kaplarsa namazı tekrarlamaz. Çünkü o zaman özür, ârız olduğu vakitten sübût bulur. Bunu Birgivîye kaydetmiştir. Benzeri Zeylaî ile Zahîriyye'de de mevcuddur. Bahr'da Sirâc'tan naklen bildirildiğine göre, özür namazdan çıktıktan yahut teşehhüt mikdarı oturduktan sonra kesilirse namazı iade etmez. Çünkü özür bitirdikten sonra kesilmiştir. Nitekim teyemmümle namaz kılan kimse suyu namazdan çıktıktan sonra görse o namazı tekrar kılmaz.



M E T İ N



Özrün hükmü her farz namaz vakti için abdest almaktır. Elbisesini ve benzerini yıkamak değildir Metindeki«likülli» kelimesinin lamı vakit bildirir. Nasıl ki «Güneşin zevali vaktinden itibaren namazı kıl! » âyet-i kerimesindeki «lâm» da öyledir. Sonra o abdestle vaktin içinde farz ve nafile namazları kılar. Vâcib namazlar bunda evleviyetle dahildir, Vakit çıkınca abdest bâtıl olur. Yani sâbık hadesi meydana çıkar. Hatta özürü kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal devam ederse başka bir hades ârız akmadıkça veya yarası akmadıkça mest üzerine meshde olduğu gibi vakit çıkmakla abdesti bozulmaz



Musannıf «Vakit çıkınca abdest bâtıl olur sözüyle güneş doğduktan sonra bayram veya kuşluk namazı için bile abdest alsa abdestinin ancak öğle vaktinin çıkmasiyle bozulacağını anlatmıştır.



İ Z A H



Özrün yahut özür sahibinin hükmü imkân bulursa abdest almaktır. Abdest almaya imkânı yoksa teyemmüm eder, Elbisesini beden ve mâkan gibi benzerini yıkamak bir fayda temin etmiyorsa gerekli değildir. Nitekim metinde de gelecektir. Bize göre Özürlü kimse her farz vakti için abdest alacaktır. Vakit çıktı mı abdesti bozulur. Her zaman için abdest alması vâcib değildir, Şâfiî buna muhâliftir. Delili: «Her namaz için abdest al!» hadis-i şerifidir.



el-İmdâd'da şöyle denilmiştir: «Muhtasar Tahtavî'nin şerhinde bildirildiğine göre Ebû Hanife Hişâm b. Urve'den, O da babasından, o da Âişe (r.a.)'den naklen rivâyet etmiştir ki Peygamber (s.a.v.) Fâtıma b, Ebî Hubeys'e: «Her namaz vakti için abdest al.» buyurmuşlardır şübhesiz ki bu hadîs muhkemdir. Çünkü başka mânaya ihtimali yoktur. «Her namaz için abdest al.» hadisi böyle değildir. Zira namaz lâfzının gerek şeriatta gerekse örf ve âdette namaz vakti manâsında kulanılması şuyü' bulmuştur. Binaenaleyh onu muhkem olan manâya hamletmek vacib olur.» Meselenin tamamı el-İmdâd'dadır.



Özürlü kimse vakit için aldığı abdestle o vaktin içinde gerek vaktin farzını, gerekse kazaya kalan farzları ve nafileleri kıldığı gibi vâcib namazları evleviyetle kılar Çünkü mes'ul olmadığı halde nafile kılması câiz olunca mes'ul olduğu vâcibin câiz olması evleviyette kalır. Bunu Tahlâvi söylüyor. Yahut üst ve alt derece câiz olunca orta derece evleviyetle câiz olur.



«Vakit çıkınca abdesi bozulur.» Bu cümle abdestin yalnız vakit çıkmakla bozulacağını ifade eder İmam Züfer buna muhalefet ederek ikinci namaz vaktinin girmesiyle bozulacağını söylemiştir,



İmam Ebû Yusuf ise her ikisiyle bozulacağına kâildir. Hilâfın semeresi ileride gelecektir. Abdest bozulunca sabık hades meydana çıkar. Yani vakit çıkmazdan önceki hades kendini gösterir. Bundan şu anlaşılır ki, hakikatta vaktin çıkmasının abdesti bozmakta tesiri yoktur. Abdesti bozan şey, vaktin çıkması şartiyle sâbık hadestir. Malûm bir hadde kadar hadestir kalktığına hükmedilmiştir. O had gelince hades kendini gösterir, geçirilişe istinad etmez. Nitekim Fethü'l-Kadîr sahibi bunu tahkîk etmiştir.



Özrü kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal devam ederse abdesti bozulmaz. Tahareti lamamdır. Vaktin çıkmasiyle bâtıl olmaz. Ama vakit çıktıktan sonra başka bir hades ârız olur, yahut yarası akarsa bu hadeste abdesti bozulur. Özür sahibi bu hususta sağlar, kimse gibidir. Tedebbür eyle!



Mest üzerine mesh meselesini şârih «Mestler Üzerine Mesh» bâbında şöyle beyan emişti özürlü kimse yalnız vakit içinde mesh eder. Meğer ki özrü kesilerek abdest almış ve meshlerini giymiş olsun. «Bu takdirde sağlam gibi olur.» Biz bu meselenin dört şekli olduğunu söylemiştik. Zira bu adam,



1 - Yâ özrü kesilerek abdest alır; mestlerini giyer;



2 - Yahut özrü abdest alırken,



3 - Yahut mestlerini giyerken,



4 - Veya her ikisiyle birlikte mevcuddur. Ve yalnız birinci surette sağlam kimse gibidir ki, o sureti şârih «Yalnız vakit içinde mesh eder.» cümlesinden istisna ederek: Meğer ki özrü kesilmiş de abdest almış ve mestlerini giymiş olsun,sözüyle ifade etmiştir.Burada maksat odur Bu meselenin hükmü şârihin: «Bu takdirde sağlam gibi olur.» Yani mesh müddeti sona erinceye kadar vaktin içinde ve dışında mesh eder; diyerek açıkça beyanından anlaşılınca bu sefer şunu da anlatmak istemiştir:



Özürlü bir kimse özrü kesilerek abdest alır da bu hal vakit çıkıncaya kadar devam ederse, yine sağlam kimse gibidir. Vakit çıktığında başka bir hades ârız olmadıkça abdesti bozulmaz. Şu halde abdest meselesini mesh meselesine benzetmesi, İkisinin hükmü de sağlam kimse gibi olması yönündendir. Velev ki başka hükmü de sağlam kimse gîbi olması yönündendir, Velev ki başka yönlerden hükümleri başka başka olsun. Meselâ: birinci surette vakit çıktıktan sonra hades ârız olması abdestini bozar, ama mesh müddetinde meshini bozmaz. Yani vakit çıkınca mestini çıkarıp ayağını yıkamak lâzım gelmez. Dört şeklin üçü böyle değildir. Anla!



Özürlünün abdesti vaktin çıkmasiyle bozulur. Az yukarıda beyan ettiğimiz vecihle İmam Züfer ve Ebû Yusuf buna muhâliftir. Onlara göre abdest ikinci vaktin girmesiyle bozulur Güneş doğmadan abdest alsa doğmasiyle de abdest bozulur. Buna yalnız Züfer muhaliftir. Çünkü ikinci namaz vakti girmemiştir, İkindiden önce ikindi için abdest alırsa bilittifak abdesti bozulur. Zira burada vaktin hem çıkması, hem girmesi mevcuddur. Kâide yukarıda geçti.



M E T İ N



Elbisesinin üzerine yara dirhem mikdarından fazla aksa, yıkadığı takdirde namazdan çıkmadan pislenecekse yıkamadan bırakması câizdir. Namazdan çıkmadan pislenmeyecekse yıkamayı terk etmesi câiz değildir. Fetva için seçilen kavil budur. Kezâ hasta bir adam bir elbise yayar da hemen pislenirse yıkamayı terk edebilir.



Özürlünün vakit içinde abdesti iki şartla bâkidir.



Birincisi: Özründen dolayı abdest almak,



İkincisi: O hadesin üzerine başka bir hades ârız olmamaktır. Ama özrü kesilmişken başka bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa yahut özründen dolayı abdest alır da sonra üzerine başka bir hades ârız olursa meselâ: burnunun bir deliği veya iki yarasından yahut iki çıbanından biri - velev ki çiçek hastalığından olsun - akarsa sonra öteki de aktığı takdirde abdesti kalmaz.



FER'İ MESELELER:- Özrü mümkün olduğu kadar gidermek veya azaltmak vâcibtir. Velev ki namazını imâ ile kılmak suretiyle olsun. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan çıkar. Hayızlı böyle değildir. Daimî surette yellenen kimse sidiğini tutamayanın arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini tutamayanda hem hades hem pislik vardır.



İ Z A H



Şârihin «Fetva için seçilen kavil budur.» sözüne şunu da ilave edelim ki, bazıları elbiseyi asla yıkamak icab etmeyeceğini söylemiş; birtakımları: yıkamak fayda verirse meselâ; akan şey bir daha bulaşmayacaksa yıkamak vâcibtir. Tekrar tekrar bulaşacaksa vâcib değildir.» demişlerdir.



Bahr'ın İfadesine göre Serahsî bu kavli tercih etmiştir.



Ben derim ki: Hatta Bedâyi'de ulemamızın bunu tercih ettikleri sahih kain de bu olduğu bildirilmiştir. Mezkûr kavli metindeki ile birleştirmek mümkün olmazsa özürlüler için daha elverişli olan bu kavildir.



Hilye'de Zâhidî'den o da Bakali'den naklen: «İstihazalı bir kadın kanı yıkadığı takdirde namazını kılıncaya kadar temiz kalacağını bilirse bilittifak yıkaması icab eder. Tekrar pisleneceğini bilirse Ebû Yusuf'a göre yıkar: İmam Muhammed'e göre yıkamaz, denilmiştir ki, bu söz iki kavlin birleştirildiğini te'yid eder. Lâkin yine Hilye'de Zâhidî'den o da Kâdı Sadır'dan naklen şöyle denilmektedir: «Elbise kadın namazdan çıkıncaya kadar temiz kalır da vakit çıkıncaya kadar temiz kalmazsa bize göre onu yıkamadan namaz kılar. Şâfiî buna muhâliftir. Zira ruhsat bize göre vaktin çıkmasiyle, ona göre namazdan çıkmakla sınırlanmıştır.» Ancak bu söz İbni Mukatıl Razî'nindir. O abdeste kıyasla elbisenin her namaz vakti için yıkanması icab ettiğini söylemektedir. Bedâyi sahibi ona cevap vermiş ve: «Biz hadesin hükmünü nâss ile biliyoruz. Elbisenin pisliği hades mânâsında değildir. Binaenaleyh ona katılamaz.» demiştir.



Hastanın elbise yayması meselesinde Hulâsa adlı eserde şöyle denilmiştir: «Yaralı bir hastanın altında pis elbise bulunursa bakılır: Altına konulan her şeyi hemen pisleyecek halde ise o haliyle namaz kılması câizdir. İkinci elbise pislenmeyecek, fakat hastalığı artacaksa yine o elbise ile namazkılabilir.» Bunu Bahr sahibi Hastanın Namazı Bâbında söylemiştir. Zâhire bakılırsa «Heman» demesinden murad; namazdan çıkmadan elbisenin namaza mâni bir necasetle pislenmesidir. Nitekim şârih de: «Kezâ hasta ilah...» diyerek buna işaret etmiştir.



Ma'zurun özrü kesilip başka bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa abdesti bozulur. Çünkü abdest özür için alınmamıştır. Binaenaleyh onun hakkında yok hükmündedir. Bunu Bedâyi sahibi söylemiştir. Ama özrü kesilmeden başka bir hadesle abdesti bozulur da abdest alırsa yaranın akmasiyle abdesti bozulmaz. Nitekim kayıddan anlaşılan da budur. Çünkü aldığı abdest her ikisi için geçerlidir. Özrü kesilir de bu hal vakit çıkıncaya kadar devam ederse ikinci namazın vaktinde abdest tazeleyip tekrar aktığı takdirde dahi abdest bozulur. Zira abdest tazelemesi lüzumsuz olmuştur; ona itibar yoktur. Aktıktan sonra abdest almak bunun hilâfınadır. Bunu Zeylaî söylenmiştir.



Özründen dolayı abdest alır da sonra başka bir hades ârız olursa abdesti bozulur. Çünkü bu yeni bir hadestir, Abdest zamanında mevcud değildi. Binaenaleyh bununla sidik ve fışkı hükmen müsavîdir. Özür burun deliklerinin ikisinden de akarsa sonra birisi kesildiği takdirde vakit devam ettiği müddetçe abdestlidir. Çünkü abdesti her ikisi için geçerli olmuştur. Abdesî her ne zaman bir özürden dolayı alınırsa vakit devam ettiği müddetçe özrün akması ona zarar vermez. O kimse diğer burun deliği ile özür sahibi kalır. Bedayi'de bildirildiğine göre bedeninde birçok yaraları bulunan kimsenin yaralarından bazıları akmaz olursa buna göre hüküm verilir.



Çiçek hastalığı meselesi Hazâin'in derkenarında şârihin el yazısiyle şöyle tasvir edilmiştir: «Yahut iki çıbanından biri akarsa, sözü çiçek hastalığına da şâmildir. Bundan su akar da abdest alırsa sonra başka bir kabarcığı aktığı takdirde abdesti bozulur. Çünkü çiçek hastalığı birçok kabarcıklardan ibarettir, Ve bedenin iki yerindeki iki çıban mesabesindedir ki, birisi için abdest alırsa akması dinmez; sonra öteki de akar. Nitekim Münye şerhinde de böyle denilmiştir. Namazı imâ ile kılmak suretiyle olsun özrü gidermek, secde halinde akar da diğer hallerde akmazsa oturarak yahut ayakla imâ ile kılmakla olur. Kezâ ayakta iken akarsa oturarak kılar. Ama arka üstü yattığında akmazsa arka üzeri namaz kılamaz. Bunu Birgivîye kaydetmiştir. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan çıkar,



Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «İstihazalı kadın yahut yaralı veya kan aldıran bir kimse kanın akmasına bağlamakla yahut sayrılan cilde bez sarmakla mâni olabilirse bunu yapması lâzım gelir. Ve sağlam insanlar gibi olur. Sıyrıntıya mâni olamazsa özür sahibidir.»



Bahr nâm eserde. «Özürlü her ne zaman bağlamak veya pamuk koymakla kanın akmasına mâni olabilirse yahut oturduğu zaman akar da ayağa kalktığında akmazsa mâni olması vâcibtir. Mâni olmakla özür sahibi olmaktan çıkar. Eğildiği zaman akarsa imâ ile kılması icab eder. Çünkü secdeyi terk etmek namazı hadesle kılmaktan ehvendir.» deniliyor. Buradan anlaşılır ki, dağlamakla tedavi gören kimse özür sahibi değildir. Zira dağlamakla çıkan akıntıyı, dağlamayı durdurmak suretiyle kesmek mümkündür. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Ama bu yaranın akmasına mâni olabildiğinegöredir. Meselâ; yaradan çıkan şeyde hâlı üzere bırakıldığı takdirde kendiliğinden akacak kuvvet olur. Dağlama durdurulunca akması kesilir. Yahut akmasına veya sıyrılmasına mâni olacak şekilde deri gibi bir şeyle bağlamak mümkün olur. Fakat dağlamayı durdurmakla vakit içinde akması kesilme ve bağlamak da mümkün olmazsa o kimse özür sahibidir Bu husustaki sözün kalanını Abdesti Bozan Şeyler Bâbında arzetmiştik.



Hayızlı kadın, özürlü gibi değildir. Çünkü şeriat hayız kanın akar gibi itibar etmiş, kadını hayızlı saymıştır. Kıyas buna muhalif idi. Zira hissen hayız kanı meydanda yoktu. Bunu HiIye sahibi söylemiştir. Ama bu hüküm Birgivî'nin de ifade etliği gibi kadın kanı haricî ferce indiği vakit Önlediğine göredir. Zira evvelce geçtiği vecihle hayız ancak kanın görünmesiyle sâbit olur. Geldiğini hissetmekle sâbiî olamaz. İmam Muhammed buna muhaliftir. Kadın kan geldiğini hissederek dahlî fercine pamuk koyar ve bu suretle çıkmasına mâni olursa temizdir. Nitekim menîyi tenâsül âletinde tıkayıp zabteden de öyledir.



Daimî yellenen kimse sidiğini tutamayanın arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini tutamayanda hem hades hem pislik vardır. Yellenende ise yalnız hades vardır. Bu ta'lilinin zâhirine bakılırsa aksi surette cemâat olmaları câizdir. (Yani sidiğini tutamayan yellenen arkasında namaz kılabilir). Şârih bunu İmamlık Babında sarahaten söylemiştir. Lâkin Nehir sahibi aynı bâbta câiz olmadığını söylemiş: «Mücerred özrün değişikliği buna mânidir.» demiştir.



Ben derim ki: Sirâc, Tebyin, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda «Özürleri aynı cinsten olmak şartiyle ma'zurun ma'zura uyması sahihtir.» denîlmiştir ki, bu da Nehir sahibinin sözüne uygundur. Mesele Münye şerhinde izâh olunmuştur, ona müracaat et! Tamamı da inşâallah yerinde gelecektir. Allahu A'lem.



&nbs