ÖZEL MÜLKİYET

Bir şahsın elinde bulundurduğu malın kendisi ve menfaati ile birlikte ona ait olması, malın başka birisi ile ilişiğinin bulunmaması.



Özel mülkiyet, İslamın icad ettiği bir hak değildir. İslâm, doğuşu esnasında özel mülkiyetle karşılaşmış ve onu kaldırmak yerine, mülkiyeti elde etme yollarını ıslah etmiş ve özel mülkiyet hakkı yanında bir de amme (kamu) mülkiyetini müesseseleştirmiştir.[5]



Mutlak manada mülkiyetin sahibi Allah'tır. Allah malın yaratıcısı, hibe edeni ve rızık olarak vericisidir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim bu gerçeği “Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin..." (en-Nûr: 24/33); "Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin" (el-Bakara: 2/254); “Allah'ın bol olarak verdiği nimetinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır" (Âl-i İmrân: 3/180) gibi ayetlerde malı, gerçek sahibi olan kendisine izafe etmek suretiyle veya "...Allah’ın sizi vâris (halef) kıldığı şeylerden infakta bulunun...” (el-Hadîd: 57/7) ayetinde olduğu gibi malda insanın bir vekil veya halef yahut hazine emini durumunda olduğunu açıklayarak vurgulamaktadır. Bununla beraber malın gerçek sahibi olan Allah malı insana izafe etmektedir. İnsanın bir şeye malik olması demek, malın kendisi veya menfaati ile faydalanmaya başkalarından daha haklı olması demektir. Bu haklılık da kazanma, akit, miras ve benzeri gibi meşru mal elde etme vasıtalarından biri ile mala sahip olmaktan kaynaklanmaktadır.[5]



Beşerin mülk edinmesinin sırrını Hz. Peygamber (s.a.s)'in "Kim ölü bir araziyi ihya ederse o onundur" hadisini açıklarken Şah Veliyyullah ed-Dihlevî şöyle diyor: "Aslında herşey Allah'ın malıdır. Gerçekte mal üzerinde kimsenin bir hakkı yoktur. Fakat Allah Teâlâ toprak ve toprakta bulunanlardan faydalanmayı insanlara mübah kılınca, çalışıp kazanmak ve onu başkasına vermeyip kendi elinde tutmak durumu ortaya çıktı. Bu durumda başkasına zarar vermeyerek bir mal elde edene hiç kimsenin karşı koymaması şeklinde bir hüküm ortaya çıktı. İnsanlar birer yolcu ve yeryüzü de mescid veya konaklama tesisi (ribat) konumunda olduğundan, bunlar yolculara yapılan vakıf hükmündedir. Dolayısıyla onların hepsi yeryüzünün ortaklarıdır. Sırasıyla ilk gelen öne geçer. İnsanoğlunun birşeye malik olması demek, ondan faydalanma konusunda diğerlerinden daha haklı olması demektir"[5]



Kur'an-ı Kerim'deki mülkiyet ile ilgili ayetler birbirine bağlı bir bütün teşkil eden üç gruba ayrılmaktadır. Birinci gruba giren ayetler göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğunu; ikinci gruba giren ayetler, malların topluma ait olduğunu; üçüncü grup ayetler ise, mal sahibi özel kişilerden bahsetmekte ve Allah'ın kişilere çeşitli mallar verdiğini ifade etmektedir. Birçok ayet ve hadisin ortaya koyduğu şu prensipler içinde meselenin kapalı bulunmadığı ortaya çıkacaktır:



a) Her şeyi yoktan yaratan ve var eden Allah bunların gerçek manada sahibi ve malikidir.



b) Herşeyin gerçek maliki ve sahibi olan Allah, gökte ve yerde ne varsa hepsini insanın istifadesi için yarattığını ifade etmiştir.[5]



c) İnsan, imtihan için geldiği bu dünyada, imtihanın bir parçası olarak, dünya nimetlerinin bir kısmına sahip ve malik olacaktır. Bu konuyu Allah Kur'an'da şöyle ifade etmektedir: "De ki, ey mülkün sahibi! Mülkü dilediğine verir, istediğinden de mülkü geri alırsın..." (Âl-i İmrân: 3/26); "Ve onlara, Allah'ın size verdiği malından verin..." (en-Nûr: 24/33); “Allah'a ve Resulü’ne iman edin ve üzerine halifesi kıldığı (namına tasarruf selâhiyeti verdiği) şeyden harcayın. Sizden iman eden ve (Hak rızasına) harcayanlar için büyük mükâfat vardır" (el-Hadîd: 57/7)



Bu ayetler ve prensipler çerçevesinde düşünüldüğü zaman varılacak netice şudur: Allah her şeyin yaratıcısı ve malikidir. Çeşitli nimet ve musîbetlerle imtihan etmek ve bunun neticesinde mükâfat yahut ceza vermek üzere insanlara dünya hayatını çeşitli dünya nimetlerini bahşetmiştir. İnsanların dünyadaki hâkimiyetleri ve bu arada mal, menfaat vb. üzerinde hâkimiyet manasına gelen mülkiyet hakları; halife ve vekil bırakmak, kendi namına kullanma, semeresinden faydalanma, tüketme gibi tasarruf selâhiyeti vermek esasına dayanmaktadır. İşte mülkün hem Allah'a hem de kul'a ait oluşu bu mana içinde tutarlılık ve bütünlük kazanmaktadır. "Allah'ın sizin için ayakta durma sebebi kıldığı mallarınızı sefihlere (akılsız, beyinsiz takımına) vermeyin..." (en-Nisa: 4/5) gibi ayetler ise husûsi mallardaki kamu hakkına ve bütün ümmete ait olan servet mefhumuna dikkat çekmekte, malın topluma ait olma yönüne aydınlık getirmektedir.[5]



Kur'an-ı Kerim'de, “Namaz kılınız, zekât veriniz...”[5]; "Onların mallarında düşkün (sâil) ve çaresiz kalmış kişiler için belirli bir hak vardır"[5]; "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"[5], "Onların mallarından sadaka al ve böylece onları temizle"[5], gibi özel mülkiyetle ilgili düzenlemelerin bulunduğu bir gerçektir.



Bu Ayet-i Kerimelerde "mallarından al", “rızık olarak kendilerine verdiklerimiz", "onların mallarında..." gibi ibareler özel mülkiyetin sübûtunu açıkça ifade etmektedir. Ayrıca mirasla ilgili hükümler de Kur'an-ı Kerîm'de geniş biçimde açıklanmaktadır.[5] Nisâ süresinin bu ayetlerinde ölen kimsenin geriye bıraktığı mirastan sözedilmekte ve bu malda yakınların belirlenen oranlarda paylarının bulunduğu bildirilmektedir. Bu durumda ölenin geriye bıraktığı malın onun mülkiyetinde olduğunu ve öldükten sonra da belirlenen kişilerin mülkiyetine geçtiğini görüyoruz. Yine faizi yasaklayan ayette "Eğer faizden vazgeçip tevbe ederseniz ana paranız sizindir." (el-Bakara: 2/279) şeklindeki ifade de bu gerçeği beyan etmektedir. Böylece bünyesinde, en açık ve en teferruatlı şekilde mirasa, ticarete, borçlanmaya ve mali mükellefiyete (zekat, sadaka, infak...) yer veren sistemin özel mülkiyeti benimsediği açıktır.[5]