ÖRF VE ADET

Siyasî şuurun gelişmesi, otorite ile hürriyet arasındaki âhenkle yakından alâkalıdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Ümmetimin hakkında, sapık ümeranın (emir sahiplerinin) zararından korkuyorum."[5] buyurmasındaki hikmeti tefekkür etmek borcundayız. Çünkü emir sahipleri, heva ve heveslerine kapılırsa, cemiyet şahsiyetini tahrip ederler. İnsanın, içinde yaşadığı çevreden etkilenmemesi mümkün müdür?..



Nefs-i mutmainne noktasına varamamış her insan, çevre şartlarından etkilenir. Kısa bir süre sonra alışkanlıklar din haline geliverir. "Biz bize benzeriz" sözündeki mahiyet budur. Bu noktada örf ve âdet üzerinde durmak mecburiyetindeyiz. İslâm ûleması örf ve âdeti; "Akl-ı selimin üzerinde ittifak ettiği ve halkın devam ede geldiği şeylerdir ki, birçok kere tekrar olunur" şeklinde tarif etmiştir.[5] Ayrıca örf ve âdette dikkat edilecek husus; "şer'an ve aklen müstahsen olması, selim akıl sahipleri yanında münker olmamasıdır."[5]



Tariflere dikkat edersek, örf ve âdetin teşekkülünde emir sahiplerinin etkisini hemen kavrarız. Şöyle ki; şer'an ve aklen müstahsen olan bir hususu halkın ifa edebilmesi, emir sahiplerinin onu yasaklamaması ile yakından alâkalıdır. Âdet, halkın devam edegeldiği amellerdir. Belirli bir şuur belirtmez, nesilden nesile devredilir. Eğer emir sahipleri müdahale ederse, kesinti ortaya. çıkar. Meseleyi daha net kavrayabilmek için bir misâl verelim: Osmanlı Devletinde II. Mahmud döneminde, halkın kıyafeti değiştirilmiştir. Sarık çıkarılmış, fes esas alınmış, şalvar çıkarılmış, setre pantalona geçilmiştir. Bu âdete müdahale, II. Mahmud'a "Gavur Padişah"[5] sıfatının takılmasına sebep olmuştur. Ûlema fes'in şiddetle karşısındadır. Cumhuriyet döneminde bu defa fes'in çıkarılıp, fotör şapka giyilmesi korkunç tepkiyle karşılanmıştır!.. Ancak her devirde, mesele ancak ûlema arasında ilmî olarak tartışılmış, halk âdetlerinin bozulmasına üzülmüştür. Bu gerçeği gizlemenin bir mânâsı yoktur.



Demokratik-lâik toplumlarda örf ve âdetin, meclislerin çıkaracağı kanunlarla şekil değiştireceği, ifadesi pek de mübalağa olmaz. Çünkü siyasî yönetim, hükümlerini uyguladığı sürece ayakta kalır. Halkın bir kısmı isteyerek, bir kısmı da kerhen, meclislerin hükümlerine uyar. Halkın devam ede geldiği birçok davranış, kanunen suç olmamak zorundadır. İşte bu, cemiyetin şahsiyetinin, anayasa ve kanunların çizgisinde yeniden teşekkül etmesidir. 1924'den günümüze kadar, lâik cumhuriyeti esas alan kitle şahsiyetini kurmaya çalışmışlardır. Bunda muvaffak olunup olunmadığı tartışılabilir, ancak "örf ve âdetler" yeni mahiyetler kazanmıştır. Çünkü selim akıl sahiplerinin, şer'an ve aklen müstahsen olup olmadığı hususunda tartışma yapmaları mümkün değildir!.. Bu noktada herhangi bir meseleyi tartışırken "atalarımızdan böyle gördük" deyip, haklı çıkmaya çalışmak yanlıştır. Zira şu anda örf ve âdetle değil, alışkanlıklarla karşı karşıyayız. [5]