Iskât-ı Savm:

Iskât-ı savm, bir müslümanın hayattayken tutmadığı veya tutamadığı oruç borçlarını, öldükten sonra malından fidye vermek suretiyle düşürmek demektir. Çok daha sonraları çıkmış bir tabirdir. Bu tabirin dini literatürdeki ismi "fidye”dir.



Yukarıda ifade edildiği gibi oruç, İslâm'ın beş esasından biridir. Âkıl-bâliğ olan her müslümana farzdır. Oruç tutmaları farz olanların bazıları, belli durumlarda oruç tutmakla yükümlü kılınmamış; oruçlarını sonradan kaza etmelerine izin verilmiştir. Bunlar, hastalar ve yolculardır. Allah Teâlâ Kur'anda şöyle buyurur:



"...İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. (İhtiyarlığından yahut şifa bulma ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir" (el-Bakara, 2/ 184).



Ayetten de anlaşılacağı gibi; hastalar ve yolcular, oruçlarını daha sonra kaza edebilirler. İhtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle daha sonra kaza etme imkanı bulamayanlar ise fidye verirler. Fidye, bir fakiri bir gün doyurmak demektir. Bir müslümanın böyle mazeretlerden dolayı hayattayken tutamadığı ve fidyesini de ödemediği oruç borcu varsa; öldüğünde, malından, tutamadığı oruçlar kadar fidye verilmek suretiyle borcundan kurtarılır. İşte bu ameliyeye ıskât-ı savm denir.



Ancak burada, eda şartından dolayı (hasta ve yolcu olmamak) kaydıyla oruç tutamayanlar söz konusudur. Fakat kasden, hiç bir mazereti olmadan orucunu tutmayan ve daha sonra bunları kaza etmeyenlerin durumu da böyle midir? Yani bunlar için, öldükten sonra fidye verilirse, oruç borcundan kurtulurlar mı? Bunu ancak Allah bilir.



Bu hususta halk arasında, şöyle bir uygulama vardır: Mesela 62 yaşında ölen birinin 12 yılı büluğ çağı için çıkarılır (62-12:50 yıl). Her yıl için 30 oruç, (30x50:1500 fidye) hesab edilerek bulunan miktar fidye fakirlere dağıtılır. Böylece ölü, oruç borçlarından kurtarılmış olur!



Fakat bu işlem doğru değildir. Her şeyden önce Hz. Peygamber (s.a.s) ve Ashab devrinde böyle bir uygulama yoktur. Diğer taraftan, ölünün tutup-tutmadığı oruçlar arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Tutulan günler için tekrar fidye verilmekte, böylece, dinde hiç yeri olmayan bir bid'at ortaya çıkmaktadır. Ayrıca her Ramazan ayı 30 gün değildir, 29 da olabilir. Öyleyse bu konuda ne yapılmalıdır?



1. Hastalık veya yolculuk gibi bir sebeple tutulamayan ve daha sonra da kaza imkanı olmayan oruçlar kadar ölü için fidye verilir. Bu Kur'an ve Sünnet'e uygundur.



2. Mazeretsiz olarak tutulmayan ve daha sonra kaza edilmeyen oruçlar kadar da ölü için fidye verilebilir ve ölünün oruç borcundan affedilmesi içip dua edilir. Çünkü bir ibadeti kasden terketmek günahtır.



3. Bunların dışında, bir kimsenin oruç borcu yoksa, onun için ıskât-ı savm adı altında fidye verilmesi yanlıştır, bid'attır. Belki kabul olmayan oruçları vardır diye de böyle bir ameliye yapmak caiz değildir. Eğer bu doğru olsaydı, yaptığımız her ibadet için böyle bir kaza muamelesi gerekirdi. Kulun görevi, emredilen ibadeti ihlasla yapmaktır. Kabul, Allah'a kalmış bir şeydir. Ve kul bunu bilmekle mükellef değildir. Kul, samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yaptığı ibadetin Allah tarafından kabul edileceğini umar.



Yusuf KERİMOĞLU



.................