MÜSTE'MEN

İslâm devleti sınırları içine müsaade alarak giren harbi veya yabancı bir ülkeye aynı şekilde müsaade ile giren müslüman ve zimmiler hakkında kullanılan bir İslam hukuku terimi. Müste'men, müsaade ile girdiği ülkede canı, malı ve namusu hakkında emniyet altında bulundurulan, kendisine eman verilen kimsedir. Buna, müste'min de denilir. Bu takdirde, yabancı bir milletin ülkesine girmek için o milletin hükümetinden müsaade isteyen, güven altına alınmasını isteyen kimse demektir. Müste'men dört kısımdır: a) Küfür ülkesine müsaade isteyerek giren müslüman, b) Küfür ülkesine eman ile giren zımmî*, c) İslam ülkesine eman ile giren gayrı müslim, d) Bir küfür ülkesinden diğer bir küfür ülkesine giren gayri müslim. Müste'men ile ilgili olarak Kur'an'daki hüküm şu âyetle belirlenmiştir: "Ey Muhammed! Müşriklerden biri sana sığınırsa onu güvene al; ta ki Allah'ın sözünü dinlesin. Sonra onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur" (et-Tevbe, 9/6). Hudeybiye anlaşmasından sonra Medine'ye gelen Ebu Süfyan'a eman verilmiş ve ona dokunulmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), küçük yaşta da olsa müslümanlardan herhangi bir kimsenin eman verme yetkisine sahip olabileceğini "Müslümanların taahhüdü bir bütündür, onu rütbesi en aşağıda olan da taşır" sözleriyle işaret etmiştir.



Müste'men, girdiği ülkede kısa bir süre kalabilir. Bu süre içinde aşağıda belirlenen bir kısım yetki ve sorumluluklara tabidir:



Yabancı bir ülkeye ticaret vb. bir maksatla giden müslüman müste'men, gittiği ülke halkının malına, canına, namusuna tecavüz edemez. Oraya girerken alınan giriş izni bir anlaşma hükmündedir. Müslüman, ahdine vefa göstermelidir. Ancak bulunduğu ülke idaresinin izni ile halkının, müslüman müste'mene yaptığı tecavüze misli ile mukabele edilir. Küfür ülkesindeki müslüman müste'men, kâfir birinin malını onun rızasıyla alış-veriş, faiz ve fasit akitlerle alabilir. Ebu Yusuf bu görüşte olan Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e karşı çıkmış "Müslüman nerede olursa olsun İslâm hukukuna göre hareket etmesi gerekir" ictihadında bulunmuştur. Gayrı müslimin malını çalmak, gasbetmek ve aldığı borcu ödememek caiz değildir.



İslâm zimmetinde bulunan küfür ülkesindeki zimmî bir müste'men tecavüze uğrar veya esir edilirse bağlı bulunduğu İslâm devletinin onu kurtarmaya çalışması lazımdır. Bir zimmînin küfür ülkesine iltica etmesine Hanefi mezhebine göre müsâade edilmez. Çünkü böyle bir zimmînin küfür ülkesine ilticası, İslâm devleti aleyhine sonuçlar doğurabilir. Ancak ticaret veya sanat öğrenmek için gidip gelmesine müsaade edilebilir. Küfür ülkesi vatandaşlarından biri ticaret ve benzeri işler için uzun süre olmamak kaydıyla İslâm ülkesine müste'men olarak gelebilir. İslâm ülkesinde bulunan iki müslümandan biri diğerini kasıtlı olarak öldürürse katil hakkında kısas gerekir.



Müste'menliğin sona ermesi, Hanefi mezhebine göre, o kimsenin İslâm ülkesinden çıkıp düşman ülkesine girmesiyle olur. Hanbelîler ise, geri gelmemek üzere çıkmış olmayı şart koşarlar. Bu mezhebe göre, İslâm ülkesinden çıkıp bir süre sonra dönen kişinin müste'menliği devam eder.



Bulunduğu İslâm ülkesinde bir yıl ve daha fazla ikamet eden gayri müslim bir müste'men, zimmet ehli olmayı kabul etmiş olur ve kendisinden cizye alınmaya başlanır. Haracî ve öşrî araziden bir miktar yer alan müste'men, İslâm ülkesinin zimmi vatandaşı kabul edilir ve kendisinden cizye alınır. Haracî bir araziyi icara tutan bir müste'men zimmet ehli kabul edilmez. Zimmetin sabit olması için haracın tahakkuku gerekir. Kitap ehli bir müste'men kadın, İslâm ülkesinde müslümanla veya zimmet ehli birisiyle evlenirse kendisi de kocasına bağlı olarak zimmet ehli olur. Ancak erkek olan müste'men bu durumda zimmet ehli sayılmaz. Zimmeti kabul eden bir müste'menin kâfirlere iltihak etmek için küfür ülkesine gitmesine müsaade edilmez. Zimmeti kabul etmiş bulunan İslâm ülkesindeki bir müste'menin malı, rızasıyla da olsa, faiz ve fasid akidlerle alınamaz, esir edilemez, eza ve cefaya uğratılamaz, hiç bir surette kendisine zulmedilmez.



Müste'menler için verilen izinler; özel, genel, anlaşmalı, örfe dayalı izinler ve müste'menden dolayı yakınına hükmen verilmiş olan izinlerdir.



Müste'men olan bir müslüman küfür ülkesinde oranın vatandaşından birini öldürse veya malını telef edip sonra İslâm ülkesine gelse, hakkında İslâm hükümleri tatbik edilemez, ancak manevi sorumluluğu gerektirir. İslâm ülkesinde bir kâfiri öldüren müslüman veya zimmiye kısas tatbik edilmez. Ancak öldürülen şahıs müste'men olursa diyet ödenmesi gerekir. İslâm ülkesinde bulunan iki müste'menden biri diğerini kasıtlı olarak öldürürse, katil de kısas edilir. Müste'menin, kul hakkı dışında işlediği suçlara ceza verilmez. İmam Ebu Yusuf'a göre sadece içki cezası tatbik edilebilir. İslâm ülkesinde zimmeti kabul eden müste'men hakkında zimmet ehli hükümleri uygulanır.



Casusluk yaptığı ortaya çıkan müste'men, hakkında verilen devlet güvencesi (emanı) kaldırılmış olur ve çaprazlama uzuvları kesilerek (salbedilerek) öldürülür.



İslâm ülkesinde vefat eden bir müste'menin yanındaki malları küfür ülkesinde veya İslâm ülkesindeki varisleri adına muhafaza edilir. Mirasçısı bulunmayan müste'menin malı (terekesi) devlet hazinesine kalır.



slâm ülkesindeki müste'menlerin devletin idarî makamlarında bulunmaları siyasî sakıncadan dolayı caiz değildir. Müste'menlere, zımmiler hakkında tatbik edilen hukuk uygulanır. Ancak İslâm hukukunun haklarında tanıdığı haklar müslümanların ve İslâm devletinin menfaatlerini zedeleyici nitelikte olursa bu hakları kısıtlanır. Buna bağlı olarak müslümanları zayıflatıp İslâm düşmanlarını güçlendireceği için müste'menlerin savaş malzemesi alıp ülkelerine götürmeleri fakihlerce caiz görülmemiştir. İslâm ülkesine ticaret için gelen müste'men tacirler devletin himayesi altındadırlar. Hz. Ömer devrinde kendilerinden onda bir (1/10) nisbetinde ticaret vergisi alınmasına karar verilmiştir. Yabancılar ülkesinde ticaret yapan müslümanlardan alınan vergi nisbetine göre alınması kararlaştırılan bu vergi Hanefiler tarafından benimsenmiştir. İmam Malik ve İmam Ahmed, her ne olursa olsun onda bir (1/10) nisbetini sabit kılmışlar; İmam Şafiî ise ticaret vergisi alınması şart koşulmayan yabancıdan bu verginin alınmaması gereğinde ictihad etmiştir. Ancak genel manâda ağırlıklı görüş, İslâm devletinin ve müslümanların menfaatinin gerektirdiği şekilde vergi almak ve almamak devlet reisine aittir. Alınacaksa da bir yılda bir maldan bir defa vergi alınması yine Hz. Ömer'in ictihadı ile sabit olmuştur.



İslâm ülkesine giren bir müste'men kâfirin şahsî hukuku koruma altındadır. İzinsiz giriş yaparsa esir muamelesine tabi tutulur. İslâm ülkesine gelen karı koca yabancıdan biri müslüman olursa yanlarındaki küçük çocuklarına da müslüman muamelesi yapılır; çocuk büluğ çağında ise müslüman sayılmaz. Ancak küfür ülkesine müste'men olarak gelen kâfir karıkocadan birinin müslüman olmasıyla yanındaki küçük çocuğun da müslüman olduğu kabul edilmez. Müslüman ülkede İslâm'ı seçen kâfir müste'menin kölesinin sahibi tarafından müslümanlara satılması lâzımdır. Çünkü müslüman, kâfire köle olamaz. Müste'men kendi ülkesine döneceği zaman şahsi eşyalarını da götürebilir. Ancak silah ve benzeri müslümanlara zarar veren eşyasını götüremez. İmam Şâfii'ye göre ise düşmanın kuvvetini artıracak elbise, yiyecek gibi her türlü eşyanın kendi malı da olsa küfür diyarına götürmesine müsaade edilmez.



Küfür ülkesinde bulunan iki müslüman müste'menden biri diğerini kasıtlı olarak öldürürse, katil hakkında kendi malından diyet ödemesi gerekir; kısas edilmez. Hata ile öldürülmüş ise hem diyet ödemesi ve hem de keffaret vacip olur. Yine böyle bir müslüman müste'men, küfür ülkesinde esir bulunan bir müslüman veya müslüman olmuş o ülke halkından birini öldürürse kısas ve diyet lâzım değildir. Ancak öldürme hata yoluyla olursa keffaret gerekir.



Cengiz YAĞCI