KÜTÜB-İ SİTTE

Meşhur altı sahih hadis kitabı. Hadis mecmualarının en sahihleri kabul edilen; Buhârî ve Müslim'in el-Câmiu's-Sahih'leri ile Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî ve ibn Mâce'nin Sünen'leri; hadis tasnifinin altın çağı olan Hicrî üçüncü yüzyılda telif edilmiş olmak, mümkün mertebe sahih hadisleri ihtiva etmek, konulara göre tasnif edilmek (alelebvâb)... gibi ortak özelliklerinden dolayı, daha sonraki asırlarda Kütüb-i Sitte: Altı Kitap, ortak adıyla şöhret bulmuştur. Bazı âlimler, az da olsa zayıf ve mevzu hadisler ihtiva ettiği için İbn Mâce'nin Sünen'i yerine İmam Mâlik'in Muvatta'ı veya Dârimî'nin Sünen'ini Kütüb-i Sitte'nin altıncı kitabı kabul etmişlerdir.



Buhârî ve Müslim'in Câmi'leri, Sahıhayn (İki Sahih) adıyla, müellifleri daha hayattayken büyük bir üne kavuşmuş, bunları Ebu Davud, Tirmizî ve Nesâi'nin Sünen'leri takip etmiş ve hadis âlimleri arasında bu kitaplar Usûl-i Hamse (Beş Temel) diye büyük bir kabul görmüştü. Ebu'l-Fazl Muhammed İbn Tahir el-Makdisî (H.507)'nin Usûl-i Hamse'ye yazdığı ve sahabeyi alfabetik olarak sıralamak suretiyle onlardan nakledilen, belirli kitaplardan bulunan hadislerin kaynağını göstermek için yazıları kitaplar anlamına gelen etrafa İbn Mâce'nin Sünen'ini de eklemesi ve Şurûti'l-Ümmeti's-Sitte (Altı İmamın Şartları) adlı kitabını telifiyle muteber hadis kitaplarının grub adı bundan sonra, İbn Mâce'nin de ilave edilmesiyle Kütüb-i Sitte olarak meşhur olmuştur.



Böyle bir isimlendirme, Kütüb-i Sitte içinde zayıf, hatta mevzu (bilhassa İbn Mâce'de) hiç bir hadis bulunmadığı, onlar dışındaki hadis kitaplarında da sahih hadis olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Buhârî ve Müslim başta olmak üzere, Kütüb-i Sitte müelliflerinden hiç biri, kendi kitaplarına sahih hadislerin tamamını aldıkları, kitaplarındakilerin dışında sahih hadis bulunmadığı şeklinde bir iddiada bulunmamışlardır. Esasen bir hadisin sıhhati, hangi kitapta bulunduğuna bakarak değil, onu nakleden kişilerin haline bakılarak tesbit edilebilir. Diğer taraftan bu altı imam, kendilerinden önce derlenmiş olan yazılı ve sözlü hadis kaynaklarından yararlanarak bu eserleri meydana getirmişlerdir. Bu değerli eserlerin tasnifine, kendilerinden önceki çalışmalar zemin hazırladığı gibi, hadis tasnifi onlardan sonra da devam etmiştir.



İlmî çevrelerde büyük bir kabul gören Kütüb-i Sitte ile ilgili çok sayıda ve hacimli çalışmalar yapılmıştır. Bunların büyük bir kısmı bu kitapların şerhi (açıklaması), ravilerinin durumları, cem (mükerrerleri çıkararak birlikte rivayet ettikleri hadisleri bir araya toplama) ile ilgilidir. Kütüb-i Sitte hadislerini bir araya toplayıcı çalışmalardan biri, Beğavî'nin (H.516) Mesâbîhu's-Sünne'sidir. Hadisleri, senedlerini hazfederek kitabına alan Beğavî eserini Sünen tarzında tasnif etmiş, Kütüb-i Sitte ve Dârimî'nin Sünen'inde bulunan hadisleri 4434 hadiste toplamıştır. Bu konuda yapılan önemli bir çalışma da İbnu'l-Esîr'in (H.606) Câmiu'l-Usûl li Ehâdisi'r-Rasûl isimli eseridir. İbnu'l-Esîr, İbn Mâce hariç Kütüb-i Sitte ile Muvatta'da bulunan hadisleri,-mükerrerlerini çıkararak- alfabetik tarzda tertib ettiği kitaplar ve onların alt başlıkları olan bablar halinde tasnif etmiştir. 9523 hadis bulunan bu eser Kütüb-i Sitte adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. Kütüb-i Sitte'yi oluşturan kitaplar ve özellikleri:



1. Buhârî ve el-Câmiu's-Sahîh'i: Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (H. 194-256/M.810-870) 40 yıl süren ilmî seyahatler esnasında toplamış olduğu engin hadis malzemesini 16 yılda tasnif ederek, "el-Câmiu's Sahîhu'l-Müsnedü'l-Muhtasar min Umûri Rasûlillahi (s.a.s) ve Sünenihi ve Eyyâmih" adlı eserini yazmıştır. Hocası İshak b. Rahuye'nin, "Rasûlüllah'ın sahih hadislerini muhtasar bir kitapta toplasanız" tavsiyesiyle hareket eden Buhârî, 600.000 hadis arasında seçtiği 7275 hadisi, 97 kitap ve 3400 den fazla bab'a (alt bölüm) yerleştirmiş, konuları geldikçe aynı hadisi bir kaç yerde daha tekrar etmiştir. Bu nedenle, mükerrerler dışındaki toplam hadis sayısı 3-4 bin civarına inmektedir. Buhârî, tercüme denilen bab başlıklarında konuyla ilgili âyet ve hadislerden iktibaslar yapar, âlimlerin ve bazan kendisinin görüşlerine yer verir, direkt veya endirekt yollarla tercihlerini ihsas ettirir. Tercemelerde verdiği hadis ve haberlerin çoğu muallak (senedsiz veya eksik senedli)tır. Daha önceki hadis mecmualarında pek görülmeyen bu usul Buhâri'ye hastır. Bu nedenle, "Buhârî'nin fıkhı tercemelerindedir" sözü yaygınlaşmıştır. (Yekünü 1341 olan bu tür) muallak hadisler, Buhârî'nin kitabına verdiği isimden de anlaşılacağı gibi, sahih hadislerin dışındadır. Tercümelerde Buhârî'nin verdiği bilgiler, hadislerin ihtiva ettiği fıkhı malumatı kavramada çok faydalıdır. Bütün âlimlerin ittifakıyla hadis mecmualarının ensahihi kabul edilen el-Câmiu's-Sahîh, türkçeye de tercüme edilmiş, mükerrerlerinin çıkarıldığı Tecrid'i de tercüme ve şerhiyle, Diyanet İşleri Başkanlığınca basılmıştır.



2. Müslim'in el-Câmiu's-Sahîh'i: Ebu'l-Hüseyn Müslim b. Haccâc (H.202-261), 300.000 hadis arasından seçerek tasnif ettiği kitabına, "el-Camiu'l-Müsnedü's-Sahîh" ismini vermiş, mukaddimede tasnif metodunu açıklamıştır. Buhârî'nin yaptığı gibi bab başlıklarında bilgi vermemiş, hatta, bab başlığı dahi tanzim etmemiş, sadece "bab" demekle yetinmiştir. Bugün eldeki Müslim nüshalarında bulunan bab başlıkları, eseri şerheden İmam Nevevî'ye aittir. Müslim kitabına, mevkuf ve maktu hadisleri almamış, muallaklara ise çok az yer vermiş, hadisleri konularına göre bölmemiş, hadisi en çok ilgili olduğu yerde nakletmiş, metin ve sened olarak benzerlerini bir arada ve kısaltarak tekrar etmiştir. Bu yönüyle Müslim Buhârî'den daha derli topludur. Bu ve benzeri özelliklerinden dolayı bazı âlimler (mesela Mağribliler) Müslim'i Buhâri'ye tercih etmişlerdir. Müslim'in Câmi'i, 54 kitap, 1322 bab, mükerrerler dışında 3033 hadis ihtiva etmektedir. Kadı İyaz ve İmam Nevevî başta olmak üzere pek çok âlim Müslim'i şerhetmiştir. Müslim, sade, metin ve şerhli olarak türkçeye tercüme edilmiştir.



3. Tirmizi'nin Câmi'i: Ebu İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizi'nin (H: 209-279) Cami'i, es sünen ismiyle de maruftur. Devrin âlimlerinin tetkikine sunuları ve takdir edilen Sünen-i Tirmizi, 46 kitap, 2496 bab ve 4000 hadis ihtiva etmektedir. Hadisçilik açısından Müslim'e, fıkhu'l-hadis (hadislerde bulunan çeşitli hükümler) yönünden de Buhârî'ye ait özellikleri, onlara yakın ölçüde kitabında toplayan Tirmizi, bab başlığı altında hadisleri sıraladıktan sonra şu işlemleri yapar; hadisin sıhhat durumunu (sahih, hasen, zayıf, hasen-sahih, garib...), ravilerin durumunu, varsa seneddeki illetleri, hadisin diğer tariklerini, sahabilerin o konudaki başka rivayetlerini, bu hadislerle ulemânın nasıl amel ettiğini, ittifak ve ihtilaflarını... açıklar. Hadislerden istifade için çok faydalı olan bu açıklamalar onları, amel edilebilir hale getirir. Tirmizi üzerine de pek çok şerh yazılmış ve eser türkçeye tercüme edilmiştir.



4. Ebu Davud'un Sünen'i: Ebu Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî'nin (H: 202-275) kitabı, ahkâmla ilgili hadislerin tasnif edildiği Sünen türünün en güzel örneğidir. Kitabına, 400.000 hadis arasından seçtiği 4000 hadisi aldığını, bunların da dört hadiste özetlenebileceğini belirten Ebu Davud; sahih, hasen, leyyin ve amel edilebilir derecedeki zayıf hadisleri Sünen'ine aldığını söyler. Kitabında zayıf hadislerin mevcudiyetini kabul eden Ebu Davud, muhaddislerin ittifakla terkettikleri herhangi bir hadisi Sünen'ine almamıştır. 40 kitaptan oluşan Sünen'e pek çok şerh yazılmış, eser türkçeye de tercüme edilmiştir.



5. Nesâî'nin Sünen'i: Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesâî (H: 215-303), sahih ve zayıf hadislerden derlediği es-Sünenü'l-Kübrâ'sını istek üzerine, sadece sahih hadisleri almak üzere ihtisar etti ve bu yeni eserine el-Müctebâ adını verdi. Kütüb-i Sitte içinde Nesâî denince, işte bu Müctebâ kasdedilir. Sünenler içinde en az zayıf hadis ve cerhedilmiş ravisi olan mücteba, Sahihayn'dan sonra üçüncü kitap olarak kabul edilir. Nesâî, hadisler arasındaki çok küçük rivayet farklarını dahi göstermiş ve rical tenkidinde büyük bir hassasiyet göstermiştir. 51 kitap ve yaklabıh 2400 babtan oluşan Müctebâ, türkçeye çevrilmiştir.



6. İbn Mâce'nin Sunen Ebu Abdullah Muhammed b. Yezıd el-Kazvînî'nin (H: 209-273) Sünen'i, 37 kitap, 1515 bab ve 4341 hadis ihtiva eder. Bu hadislerin büyük bir çoğunluğu, diğer beş kitapta (usûli hamse) mevcuttur veya sahih ve hasen durumundadır. ibn Mâce'deki hadislerin 613 ünün isnadı zayıf, 99 unun isnadı ise, yok hükmünde veya münker ya da yalanlanmıştır. Bilhassa, şahıs, kabile ve şehirlerin faziletleriyle ilgili hadislerin çoğunun uydurma olduğu söylenmiştir. Ancak, VI. asırdan sonra Kütüb-i Sitte'nin altıncı kitabı olarak kabul edilen İbn Mâce, tertibi, tekrardan uzak ve kısa olusu ile oldukça değerlidir. Muhammed Fuad Abdülbâkı tahkikiyle yapılan baskı, pek çok ilmî kolaylıklar sağlamış, eserdeki zayıf yönlere işaret edilmiştir. Bu baskı esas alınarak Sünen, şerhi de yapılmak suretiyle türkçeye çevrilmiştir.



Akif KÖTEN



[1] Abdulaziz Bayındır, Altınoluk Dergisi, 1989 Şubat, Sayı: 36, Sayfa: 10.



[2] Vahiy : Allah (cc) tarafından peygamberlere metafizik olarak haber ve hükümlerin iletilmesi­dir.



[3] Tevhid : Allah (cc)'ın tek, eşsiz, benzersiz ve ortaksız olduğuna, Kur'ân-ı Kerim'deki diğer nite­likleriyle bir bütünlük içinde inanmaktır.



[4] Kelime-i tevhid : «Lâilâhe İllallah Muhammedun Rasulullah» cümlesine verilen addır. Anlamı şudur : Allah'dan başka ibadet edilmeye yaraşır bir ilah yoktur, Muhammed (sav) O'nun elçisidir.



[5] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 15-16.



[6] Bkz. Bakara 75; Maide: 13. 



[7] Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 232.



[8] el-En'am, 6/38.



[9] el-En'am, 6/59.



[10] el-Hadid, 57/22.



[11] el-İsra, 17/13-14.



[12] el-Mutaffifin, 83/7-20.



[13] el-Vakıa, 56/8-10.



[14] Abese, 80/13, el-Beyyine, 98/2-3.



[15] el-Bakara, 2/213.



[16] el-Hadid, 57/25.



[17] en-Nahl, 16/64.



[18] İbrahim, 14/1.



[19] el-Ahkaf, 46/12.



Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/380-381.



[20] Zuhruf: 43/4; Ra'd: 13/39.



[21] Bakara: 2/2; Sâd: 38/29; Fussılet: 41/3; Zuhruf: 43/2; Duhan: 44/2.



[22] Kehf: 18/47-49; Câsiye: 45/29.



[23] İsrâ: 17/13-14.



[24] Zâriyât: 51/20-21; Fussılet: 41/53.



[25] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[26] En’am: 6/38-59. Râd: 13/39. Zuhruf: 43/4.



[27] Âli İmran: 3/184.



[28] İnfitar: 82/11.



[29] İsra: 17/13-14.



[30] Mutaffifîn: 83/7-20.



[31] Vakıa: 56/8-10.



[32] Hacc: 22/8.



[33] Bakara: 2/213.



[34] Hadid: 57/25.



[35] Ahkaf: 46/12.



[36] İbrahim: 14/1.



[37] Nahl: 16/64.



[38] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 361-362.



[39] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 246. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[40] Cemâlu'd-Din E'bu'l-Ferec İbnu'l-Cevzî, Nüzhetül A'yuni-Nevâzerfi İlmi'l- Vücuhi ve'n Nezâir, Beyrut 1407/1987, s.525-527; Abdulbaki Turan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/381.



[41] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 246. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[42] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 246-247. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[43] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 247. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[44] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 247-249. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[45] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 249. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[46] İ. Eliaçık,  İtikad Üzerine, s. 20 vd.



[47] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 250. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[48] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 250-251. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[49] bkz. Âl-i İmran: 3/154.



[50] bkz. Fetih: 48/26.



[51] bkz. Ahzâb: 33/33.



[52] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 251. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[53] Vâkıa: 56/80.



[54] Bakara: 2/185.



[55] Yâsin: 36/2.



[56] Vâkıa: 56/77.



[57] M. Karabaşoğlu, Kur'an Okumaları, s. 15 vd.



[58] Müslim, Salatu’l-Müsafirin: 47, hadis no: 269; İbn Mace, mukaddime: 218; Darimi, Fezailu’l-Kur’an: 9, hadis no: 3368; Riyâzü's-Sâlihin ve Terc. II, 341.



[59] İbn Mâce, Hadis no: 4205.



[60] İbn Kesir, Mâide: 5/90 âyetinin tefsiri.



[61] İbn Kesir, Nûr: 24/31 âyetinin tefsiri.



[62] A. R. Demircan, İslâm Nizamı 1/88-92.        



[63] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 251-252. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.



[64] Mushaf maddesi İ.A.



[65] Arthur Jeffery, The Foreign Vocobulary of the Kur'ân, Baroda 1938, s. 193-194.



[66] Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1978, I, 69.



[67] İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, Lübnan (t.y.), s. 39-42.



[68] Abdullah ibn Ebî Davud es-Sicistanî, Kitâbu'l-Mesâhif, Mısır 1936, s. 5-10; Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 3.



[69] İbn Ebî Davud, K. el-Mesâhif, s. 10.



[70] Geniş bilgi için bk. Suyûtî, el-İtkân, II, 220.



[71] Bedreddin Çetiner, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/290-292.



[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/490.



[73] İbnu Hacer Tîbî'nin "... sûretlerin ve eşyâ-yı zâhirenin başkaları şöyle dursun temiz nefislere bile te'sîr icrâ edeceğini" hadisten istinbâten söylediğini kaydeder (F. B. 2, 29).



[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/491-493.



[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/493-494.



[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/348-350.



[77] Muhammed Hamidullah, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 57.



[78] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 12, s. 51-56.



[79] Hamdi Yusufoğlu, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 394-395.



[80] Mevdûdi, Fetvâlar, Nehir Y. İst. 1992, c. 2, s.182-183.



[81] Özcan Karadeniz-C. Celiban, Roma Hukuku, A.Ü. Hukuk Fak. Y. Ank. 1986, s. 129-131 



[82] Ali Abdülvâhid Vâfi, İslâmiyet'e Göre Kölelik, A.Ü.İ.F. Dergisi, Ank, 1961, s. 208



[83] M. Akif Aydın, M. Hamidullah, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Köle md. Örnek Fasikül, İst. 1986



[84] Mahmut Talegâni, İslâm ve Mülkiyet, Yöneliş Y. İst. 1989, s. 234



[85] İzzet Derveze, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, Yöneliş Y. İst. 1989, c. 1, s. 217-218



[86] Hasan Kanbolat-Erol Taymaz, Kafkas-Osmanlı İlişkileri ve Köle Ticareti, Tarih ve Toplum, İletişim Y. İstanbul 1990, c. 14, s. 36



[87] Ali Abdülvâhid Vâfi, İslâmiyet'e Göre Kölelik, A.Ü.İ.F. Dergisi, Ank, 1961, s. 208.



[88] Ali Abdülvâhid Vâfi, İslâmiyet'e Göre Kölelik, A.Ü.İ.F. Dergisi, Ank, 1961, s. 208.



[89] M. Akif Aydın, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Köle md. Örnek Fasikül, İst. 1986



[90] Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, Nesil Y. , İst. 1992, c. 3, s. 185



[91] Örneğin, adı geçen makaleler ve Tahir bin Aşur’un İslâm Hukuk Felsefesi, İklim Y. İst. 1988, s. 116-117



[92] Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Y. İst, 1986, c. 2, s. 219



[93] Ahmet Özel, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Esir Maddesi, c. 11, s. 382-389



[94] Ahmed Ebû Süleyman, İslâm’ın Uluslar arası İlişkiler Kuramı, İnsan Y. İst. 1985, s. 107; Ahmet Özel, a.g.m. (İsl. Ans.)







[95] Ahmed Ebû Süleyman, a.g.e. s. 108











[96] M. Ali Kapar-Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdet, Beyan Y. İst. 1994, c. 2, s. 359-360











[97] Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, Pınar Y. İst. 1987, c. 3, s. 381











[98] M. Reşit Rıza, Muhammedî Vahiy, Fecr Y. Ank, 1991, s. 346











[99] Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, A. Said Matbaası, İst. 1963, s. 177











[100] M. Hamidullah, a.g.e. s. 176











[101] Ahmet Özel, a.g.m. (İslâm Ans.)











[102] Muhammed Hamidullah, a.g.e. s. 199.











[103] M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 1, s. 259        











[104] P. K. Hitti, İslâm Tarihi, Boğaziçi Y. İst. 1980, c. 2, s. 370, 526











[105] P. K. Hitti, İslâm Tarihi, Boğaziçi Y. İst. 1980, c. 3, s. 736-737











[106] P. K. Hitti, İslâm Tarihi, Boğaziçi Y. İst. 1980, c. 3, s. 524-525











[107] M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 1, s. 260  











[108] Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügatı, Enderun Kitabevi Y. İstanbul, 1986     











[109] Hasan Kanbolat-Erol Taymaz, a.g.m.











[110] E. R. Toledona, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890),  Tarih Vakfı Yurt Y. s. 154











[111] Yılmaz Öztuna, a.g.e. c. II, s. 26











[112] Meral Altındal, Osmanlıda Harem, Altın Kitaplar Y. İst, 1993, s. 68











[113] Alphonse de Lamantine, Osmanlı Tarihi, Sabah Y. c.I, s. İst, 1991, c. 1, s. 518











[114] H. Koç, Câriyeliğin Mantığı ve Kölelik, Haksöz, sayı 51 (Haziran 95)











[115] Daha geniş bilgi için bkz. Hüseyin Hatemi, İlâhi Hikmette Kadın, İşaret Y. İst, 1995, s. 257 vd.  











[116] H. Koç Câriyeliğin Mantığı ve Kölelik, Haksöz, sayı 51 (Haziran 95) s. 40











[117] Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Risâle Y. c. 1, s. 458-465











[118] Bedâyiu's-Sanâyi fî Tertîbi'ş-Şerâyi', c. 6, s. 2956; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 3, s. 244











[119] Mahmut Talegâni, a.g.e. s. 230-231











[120] Mahmut Talegâni, A.g.e. s. 235











[121] H. Koç, Câriyeliğin Mantığı ve Kölelik, Haksöz, sayı 51 (Haziran 95) s. 36











[122] Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, İFAV Y. İst. 1998, s. 89 vd. (özetlenerek) (Konuyla ilgili birçok belge ve bilgiler için bkz. s. 89-102)











[123] Ali Abdülvâhid Vâfi, a.g.m. s. 212











[124] ez-Zariyat, 51/57.











[125] Buhari, Mezalim, 10.











[126] Müslim, Birr: 60; Tirmizi, Kıyame: 2.











[127] Buhari, İman, 4, 5.











[128] Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/402-403.











[129] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 107.











[130] Çünkü bunlar da birer Kur'ân gerçeğidir. Allah Teâlâ: “Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı onikidir.” (Tevbe: 9/36) buyuruyor. Şu halde bir kimse, yılın, aylarının bu sayıdan daha az veya daha çok olduğunu ileri sürecek olsa kafir olur. Keza Allah Teâlâ: “Güneş kendi konumunda hareket edip dur­makta­dır.” (Yasin: 36/38)  buyuruyor. Şu halde bir kimse eğer güne­şin hare­ketsiz olduğunu ileri sürecek olursa İslam dininden çıkar.



Yine Allah Teâlâ: “Biz rüzgarı döl aşılayıcı olarak gönderdik.” (Hicr: 15/22) buyu­ruyor. Bu Ayet-i Kerime çok yönlü anlam­lar içermektedir. Nitekim rüzgar­ların, su buharın­dan oluşan bulutları çarpıştırarak bu çarpışmadan bulutlarda artı-eksi elektrik yüklü elek­tron geçişmesini sağladığı; Keza bitkiler üzerinden eserken -türüne göre- gerek ayrı iki çiçek­teki, gerekse aynı çiçekteki anterozoit ile cosfer­'in birleşme­sini temin ettiği anla­şılmakta­dır. Öyle ise bu kadar ayrıntılı olmasa bile hiç değilse rüzgarın, döl aşıla­yıcı oldu­ğunu kabul etmeyen insan, İslam Dini'nden çıkmış olur.



Bilindiği üzere vahiyden başka İslam'ın diğer bütün kaynakları Hz. peygamber (sav)'in vefatından yaklaşık yüz yıl sonra oluşmaya başlamıştır. Onun için kelâm ve akâid ilim­le­rinde eser veren ilk şahsiyet­ler, Hz. Peygamberle birlikte yaşamış yüce sahabiler kadar ge­niş ufuklara sahip olamazlardı. Dolayısıyla daha çok sebep-sonuç ilişkisin­den hare­ket ede­rek mantıksal kuramlarla uğraşmalarına rağmen bu alimler bile ne il­ginçtir ki dün­yaya, ha­yat ve maddeye hep ruhanî bir açıdan bak­mışlardır. Binaenaleyh aynen tefsir alimleri gibi akaid alimleri de Kur'ân-ı Kerim'in, madde ve hayatı işleyen ayetleri üze­rinde ciddiyetle durmamışlardır. Onun içindir ki örneğin, Kur'ân-ı Kerim'in fizik, ma­te­matik, astronomi, tıb ve benzeri pozitif ilimlere konu oluşturan ger­çeklerinden birini red ve inkar eden kimsenin kafir olacağını hiç bir yerde sözkonusu etmemişlerdir. Dünyaya ilim ve irfanlarıyla ışık tu­tan müslümanlar, ne ya­zık ki, bu konuda, arkalarında çok bü­yük bir boş­luk bırakmışlardır! Çünkü din denilince akıllara genellikle namaz, oruç, dua ve zikir gibi şeyler gelmiş, dinin en büyük konusu­nun, ya­şam, ahlak ve ilim olduğu unutulmuş­tur. Laboratuarda, fabrikada, tar­lada, dü­ğünde kavgada ve siyasette değil, dua ve ibadet sırasında ancak Allah'ın hatırlan­dığı bir din imajı bu suretle müslümanlarda oluşmuş, ta ki zaman gelip müslümanımsı top­lum­lar hayat ve düşüncenin rû­hânî ve seküler olmak üzere iki türlü olabileceğine inan­maya baş­lamış­lardır. Oysa Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerinde “hiç akıl et­mez misiniz ?!” “Hiç düşünmez misiniz ?!” diye insanı uyarıp buna bağlı olarak man­tıksal düşüncenin ne bü­yük bir nimet olduğuna işaret buyurur­ken (2/44, 21/10-67, 6/50-80, 32/4) akılla ve akılcı yol­larla disip­line alınabilen seküler hayatın önemini de bu su­retle hatırlatmıştır.



Şu halde Kur’an-ı Kerim –aklın sınırları içinde- pozitif ilimlerin kesin olarak kanıtladığı gerçekleri doğrulamaktadır. Örneğin Kur’an’da: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9… sayıları –karşılaştırmalı olarak- geçmektedir. (2/61, 6/143, 24/58, 2/226, 18/22, 7/54, 18/22, 6/143, 17/101) Bundan şu sonuçları çıkarmak mümkündür:



İki, birden büyük, üçten ise küçüktür. Bu ifade matematiğin ve mantığın ortaya koyduğu aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in ilgiyle doğruladığı kesin bir gerçektir. Şu halde bir kimse eğer ciddi ve kasıtlı olarak örneğin altının, yediden büyük, ya da beşten küçük olduğunu ileri sürmeye kalkışırsa bu insan tıpkı “Ateş yakmaz” “Ses hızı, ışık hızından daha büyüktür” “İnsan maymun soyundan gelmiştir” “Kadınla erkek eşittir” veya “Din işleri devlet işlerinden ayrılabilir” demiş gibi aklı, mantığı ve bilimi bir çırpıda yalanlamış olur ki bu olay, genişletilecek olursa, başlangıçta sanıldığı kadar pek de basit bir meseleden ibaret bulunmadığı anlaşılacaktır!



Mantıksızlığın klasik yargıyla büyük bir sorun olmadığı ve yalnızca böyle düşüneni ilgilendirdiği sanılır. Oyza bu çok yanlıştır. Genellikle bütün ahlaksızlıkların hatta işlenen cinayetlerin temelinde esasen mantıksızlık yatar. Örneğin bir insanın parasına göz dikerek onu öldüren hırsız veya soyguncu, henüz hırsız niteliğini almadan önce mantıksızdır. Çünkü bu kimse, her şeyden önce bir insanın, bu kadar haksızca ve böyle vahşice öldürülemeyeceğini, böyle bir cinayet işleyenin ise er veya geç yakalanıp en ağır cezalara çarptırılacağını düşünemeyecek kadar mantıksızdır, zavallıdır.



Şu halde sonuç olarak bir insan, eğer bilinçle en azından ikinin, üçten büyük ya da birden küçük olduğunu ileri sürmek gibi bir çelişkiye düşecek olursa bunu, basit ve üzerinde durulmaya değmeyen bir saçmalık, bir sayıklama ve hezeyan olarak görmek aynı derecede ikinci bir mantıksızlıktır. Dolayısıyla eğer espiri ya da mecazi kullanım gibi bir amaç sözkonusu değilse şuna büyük bir ihtimal vermek gerekir ki bu düzeylerde gösterilen fahiş mantık dışı söz, hareket ve tavırların tümü, Kur’an’ın evrensel gerçeklerini ve Allah’ın (c.c.) yüce fıtrat ve tabiat kanunlarını red ve inkara varan ağır suçlardır.



Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 107-109.











[131] Hicr: 15/91, 92; Nahl: 16/93; Ankebut: 29/2, 3, 4; Mücadele: 58/8; Cuma: 62/8











[132] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 110-112.











[133] Bk. Peygamberlere İman











[134] Kur'ân-ı Kerim  33/6











[135] Râşid Abdullah el-Ferhan, el-Edyân'ül-Muâsıra S.86. Ayrıca Bk. Din Kavramı: Râfızıyler











[136] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 112-114.











[137] Çünkü ashab döneminde de şartların gerektirmesi üzerine bazı ahkamın kısa bir süre için zorunlu olarak askıya alındığı bir gerçektir. Ancak onların bu türlü davranış­ları, daha sonraki dönemlerin yöneti­cilerinden farklı olarak İslamın ve müslümanların çıkarı doğrultu­sunda olduğu da yine ayrı bir gerçektir.











[138] Maide: 5/44











[139] Nisa: 4/97











[140] Bu tür ifadeleri kullananlar, söylediklerini kanıtlamak ya da tevbe etmek zorun­da­dırlar. Aksi halde suçlanmaktan kurtulamazlar ! Dolayısıyla İslamın dışladığı kimseler olarak muamele görmek duru­munda kalırlar.











[141] 7'inci, 8'inci ve 9'uncu Abbasi halifeleri Me'mûn (M.813), Mu'tasım (M.833) ve Vasık (M.842) döneminde (miladi dokuzuncu yüzyılın başlarında) Kur'ân-ı Kerim'in mahluk (yani yara­tık) olduğu yolunda ortaya bir tez atıldı. Bu teze inanıp inanma­dık­larını sap­tamak için, çağın alimleri halifenin emriyle sınava çekildiler. Ünlü Müctehid İmam Ahmed bin Hanbel de bunların arasında bulunuyordu. Bu şah­siyetle­rin kimisi -maalesef- şehid edildi; kimisi de İmam Hanbelî gibi zindanlara atıldı­lar. Nihayet Muhaddislerden İmam Ebu Abdirrahman Abdullah b. Muhammed el-Arzemî bu yüzden ifade verdiği bir sırada Halife El-Vasık'a ve Başkadısına yö­nelt­tiği çarpıcı bir soru üzerine bu konu tartışmadan kaldı­rıldı ve fitne bu suretle sönmüş oldu. (Bk. Müslim b. Haccâc, el-Kina ve'l-Esma' 1/523 Medîne-i  Münevvere İslâmî İlimler Üniversitesi yayını 1984 ; Celalüddîn Abdurrahman es-Suyûtıy, Tarikh'ul-Khulefâ S. 369)











[142] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 114-116.











[143] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 116-117.











[144] İsra: 17/40, Tur: 52/39, Necm: 53/21











[145] İsra: 17/40, Tur: 52/39, Necm: 53/21











[146] Ahmed Hulûsi, Ruh insan cin, S.23, 24 İstanbul-1993











[147] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 117-118.











[148] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 118-119. Ehl-i Sünnet Rüyetullah’ı inkâr edeni tekfir etmiyor. Bid’at ehli kabul ediyor. (Abdulvahid Metin)











[149] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 119-120.











[150] Hicr: 15/2











[151] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 120-122.











[152] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 122.











[153] Al-i İmran: 3/75, 77, 78. Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 122-123.











[154] Herakleios I. : Hz. Peygamber (sav)'in çağdaşı olan Doğu Roma (Bizans) İmparatoru'dur. Perslere karşı büyük bir zafer ka­zandı. Hz. Peygamber (sav)'in beddu­asını alan 22'inci Sasani İmparatoru Hüsrev Perviz, Musul yakınlarında, Doğu Roma ordu­suna ye­nik düştü. Miladi 624 yılında cereyan eden bu olayı Kur'ân-ı Kerim, bir mu­cize ola­rak en az üç yıl önce bildir­miştir. Kur'ân-ı Kerim'in otuzuncu suresi olan Rûm Suresi'nin, Mekke'de nazil olan ilk onyedi aye­tinden (birincisi çözülemeyen çok önemli bir şifredir)  2-6 ayetleri bu olayı önceden haber vermiştir.



Hüsrev Perviz’in, öldürülmesinden sonra İran’ın içinde, önüne geçilmez siyasi karışıklıklar çıktı. Yerine geçen Şiruye, Bizans’tan alınmış olan toprakları ve –sözde- Hz. İsa’nın (a.s.), üzerinde idam edildiği kutsal çarmıh haçını Bizanslılara geri verdi. (Burada hemen ifade etmek gerekir ki Hz. İsa öldürülmemiş, çarmıha gerilmemiştir. Nisa: 4/157.)



Herakleios 1, Geri alınan haçı, M. 630 yılında görkemli bir törenle İlya kentine (bugünkü Kudüs’e) götürdü. İşte tam bu sıradadır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) son derece itinalı giyinip kuşanan, güzel konuşan ve çekici fiziğiyle dikkat toplayan genç elçisi Hz. Dihye bin Halife el-Kelbi’ye yazılı bir mesaj vererek O’nu Herakleios’a gönderdi. Hz. Rasulullah (s.a.v.) gönderdiği yolladığı bu çok kısa mektubunda İmparator’u imana davet ediyordu. Siyer ve hadis kitaplarında uzunca anlatılan bu karşılaşmada yapılan daveti, aslında Herakleios çok sıcak karşılamış, hatta “Eğer O’na ulaşabileceğime inansaydım, yolculuğun en dayanılmaz şartlarına bile göğüs gererek kendimi O’nun yüce huzuruna atacak, mübarek ayaklarını öz ellerimle yıkayacaktım!” diye ilginç bir ifade kullanmıştır. Buna rağmen kelime-i şehadet getirmediği ve iman etmediğini açıkça ortaya koymadığı için inadi bir küfür içinde kalmıştır. Aslında mevki ve şöhretini kaybetmemek için böyle davranmış nice insanlar tarih boyunca yaşadıkları halde, ne ilginçtir ki O gün bugündür “İnadi küfür”e örnek olarak daima ve yalnızca Herakleios’un adı zikredilmektedir.     



Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 123.











[155] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 124.











[156] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 266-271.











[157] Buhari, Cihad: 102, İman: 17; Müslim; İman: 8; Ebu Davud, Cihad: 104; Tirmizi, Tefsir: 78; Nesai, Zekat: 3; İbn Mace, Fiten: 1; Darimi, Siyer: 10.











[158] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 271.











[159] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/362-364.











[160] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/364.











[161] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/364-36