Kurbanda Müstehap Olan Şeyler:

Eyyâm-ı nahr'dan önce kurbanlığı bağlamak. Hayvana kurbanlık nişanı takmak, işaretlendirmek. Kesilecek yere güzellikle, eziyet vermeden götürmek. Yemek borusu, nefes borusu ve iki şahdamarını kesmek ve keserken acele davranmak. Boğazlamayı enseden değil boğazdan yapmak. Kendi kurbanını kendisi kesmek, kesemiyorsa müslümana kestirmek. Ehl-i kitab'tan birine kestirmek mekruhtur. Hayvanı kıbleye karşı kesmek. Hayvan kesilirken orada hazır bulunmak. Dua etmek ve besmeleden önce veya sonra:



"Allahümme minke ve leke salatî nusukî ve mahyâye ve mematî lillahi Rabbil-Alemine lâ şerike lehu ve bizalike Umirtu ve ene mine'l-müslimîn."



"Ey Rabbim bu senden ve yine sanadır. Namazım, kulluğum, kurbanım, ölümüm ve dirimim eşi benzeri olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum ve teslim olanlardanım" demek. Dua ile besmeleyi birbirinden ayırmak. Besmeleden önce veya sonra dua etmek, Besmele ile beraber dua etmek mekruhtur. Kurban olacak hayvanın imkan ölçüsünde en semizi, en büyüğü olması. Eyyâm-ı nahr'ın ilk günü gündüzleyin kesmek. Kurban bıçağının çok keskin olması. Hayvanı kesildikten sonra soğumaya ve canın iyice çekilmeye bırakılması, soğumadan ve can çekilmeden önce yüzmek mekruhtur. Kurban sahibinin kurban etinden yemesi. Çünkü bu Allah'ın bir ziyafetidir. Etinden başkalarına vermek (Kâsânî, a.g.e, V, 78-81).



Kurban Bayramında kesilmek üzere satın alınmış olan hayvan kesilmez ve bayram günleri geçerse, hayvanın tasadduk edilmesi gerekir. Bu konuda zengin ve fakir aynı hükme tabidir. Zengin olan kişi ise kurbanlık alsın veya almasın kurban kesmediği takdirde kurbanın kıymetini tasadduk etmesi gerekir. Ertesi yıla bırakamaz (Mevkufâtî, a.g.e., II, 329).



Ölüye kurban keseceğini söyleyen bir kimse, kurbanını bayram günlerinde kesmesi ona vacib olur.



Saffet KÖSE



İnsanı Allah’a yaklaştıran şey demektir.



Bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir ki, kurbanla insan Allah’a yaklaşmaya çalışır yahut kurban insanı Allah’a yaklaştırır.



Bu yaklaşma elbette maddi anlamda bir yaklaşma değil, O’nun rızasına ve sevgisine yaklaşmaktır. Kurbanla insan, Allah’a karşı duyduğu takva duygusunu zenginleştirir.



Kurban olayı, tarihten günümüze kadar insanların baş vurdukları bir ibadet, bir adettir. İslâmın batıl din kabul ettiği bir çok inanışta, hatta hırıstiyan ve yahudilerde bile ‘kurban’ adeti veya ibadeti vardı.



İslâm, tarih öncesinden günümüze gelen bu anlayışı kaldırmamış, ama O’nu asıl olması gereken şekle sokmuştur. Öncekiler kurbanı bir korkunun, bir çekinmenin, bir sığınmanın ihtiyacı olarak, tanrıların gazabını (öfkesini) dindirmek üzere verirlerdi. Kimileri de kurbanları tanrılarının yiyeceği sayarlardı. Hayvan kurban edildiği gibi, insan veya eşya da kurban ediliyordu.



İslâm bütün bu yanlış anlayışları kökünden kaldırdı. Kurbanı, Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’nun verdiği ni’metlerle sevinmenin ve insan ruhunu dindirmenin bir aracı haline getirdi.



İslâma göre Kurban ibadeti, belli hayvanlardan belli günlerde kesilmek suretiyle yerine getirilebilir. O, ne basit bir adettir, ne de bütün malı mülkü belirsiz bir amaç uğruna bir tarafa atmaktır.



Kurban olmak Allah’a yakın olmaktır. O’na yaklaşmak fiziği metafiziğe taşımak, içkin olanı aşkın olana bağlamaktır. Bu anlamda kurban, varlığın sahibine yönelişi sembolize eder. İnsanın emrine verin maddenin, yine O’nun emrine sunulmasıdır. Ya da ‘o benim kurbanımdı, ben ise Senin kurbanınım’ demektir. Allah’a yaklaşmak ancak ihlas (samimiyet) ve aşkla, yani Allah’ı gereği gibi sevmekle olur. Kurban bu aşkın bir aracıdır. Mü’min, kurban keserek bu sevgisini gösterir. En azından bu inancını kendi içerisinde isbat eder, bunun heyecanını yaşar.



İslâm’da kurban kesme ibadetinin Hz. İbrahim (as) ile başladığını Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz:



“Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek bir çağa gelince (İbrahim ona): ‘Oğlum, gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun?’ dedi. (Oğlu İsmail) dedi ki: ‘Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.



Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu yanağı üzerine yatırdı.



Biz ona ‘Ey İbrahim’ diye seslendik.



Gerçekten son rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.



Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.



Ve ona büyük bir kurban fidye olarak verdik.



Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.” (37 Saffat/102-108)



İbrahim (as) oğlunu kurban etme imtihanı ile sınanmıştı. O, dünyada en fazla değer verdiği evladını rüyasında Rabbinden aldığı bir işaret ile O’nun yolunda kurban etmek durumunda idi. Ya da böyle bir kurbanı Rabbinin uğruna feda edebileceğini göstermek zorundaydı.



Bu durumu henüz küçük yaşta olan oğlu İsmail’e anlattığı zaman, o hiç bir itirazda bulunmadı. Allah’ın emrine babası gibi teslim oldu. Bu olayda baba ile oğulun teslimiyetini, Allah’ın emri karşısındaki tavırlarını açık bir şekilde görüyoruz. Bu olayda asıl maksat elbette insanın Allah yolunda kurban edilmesi değildi. Bu kötü adet batıl dine inananların işiydi. Buradaki asıl amaç, inanan bir insanın en sevdiği şeyi Allah yolunda feda edebilmesidir. İbrahim (as) bu zorlu imtihan ile başbaşa kalmıştı. İsmail (as) ise kendi canını isteyerek Allah yolunda vermenin sınamısı karşısında idi. O da hiç tereddüt etmeden boynunu Allah’ın emrine teslim etti. Her ikisi de imtihanı kazanınca, Allah da onlara ‘büyük bir kurbanı’ fidye olarak gönderdi.



Kevser Suresinde Rabbimiz, Peygamberimize ‘Allah için namaz kılıp kurban kesmesini’ emrediyor.



Bu emir hem İbrahim (as)i hatırlamak, hem de aynı teslimiyetin, aynı fedakârlığın devamını sağlamak, ayrıca mükâfata kavuşan İbrahim (as) gibi bayram sevincini yaşamaktır.



Peygamberimiz kurban kesmiş ve ümmetinin de kesmesini emretmiştir. Bazı alimler kurban kesmenin vacip olduğunu, bazıları ise, terkedilmeyecek kadar kuvvetli bir sünnet olduğunu söylerler.



Peygamberin hayatında bunun uygulamasını görmekteyiz.



Kurban, ‘eyyam-ı nahr’ denilen Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilir. Bu günler Zilhicce ayının onuncu, onbirinci ve onikinci günleridir. Bu günler aynı zamanda hacc günleridir. İki ibadetin aynı zamanda yapılmasının hikmeti iyi düşünülmeli.  Müslümanlardan bazıları hacc’da hacc heyecanını yaşarken, diğer müslümanlar kendi evlerinde Kurban bayramını yaşayarak, kurban keserek aynı heyecanı paylaşırlar. Hz. İbrahim’i ve oğlu İsmail’i anarlar, onların davetlerini hatırlarlar.



Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir.



Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlığına götürür.



Kurban, insandaki aşırı isteklerin (hırsın), başkasına merhametsizce davranmanın, başkasına saldırmanın azalmasına yardımcı olur. Üzerine kurban kesmek düşen mü’min, kurbanını kendisi kesmeli, kendisi kesmiyorsa bile kesilirken yanında bulunmalı. Böylece Allah için boğazlanan hayvanı o haliyle görürse merhameti çoğalır, başkasının kanına tecavüzün zorluğunu anlar, Allah için fedakârlıkta bulunmanın lezzetini duyar.



Kurban, kesinlikle eti için kesilmez. O bir sosyal dayanışma amacı da değildir. Ancak kurbanı kesen kendisi etinden yiyebilir, fakirlere ve dostlarına verebilir. Bu dostlar ve müslümanlar arasındaki sevgiyi ve muhabbeti artırır. Bu aynı zamanda bayram yapmanın da anlamıdır.



Kurban bayramında bütün müslümanlar birlikte kurban keserler, birlikte bayram ederler. Bu durum Tevhid Dininin bir özelliğidir. O bütün müslümanları her zaman birliğe davet etmektedir.



Kurbanın davar, sığır ve deve cinsinden olmasının da hikmetleri vardır. Bu hayvanlar eti helâl olan hayvanlardır. Hepsi de evcildir. Yani ya insanlar onları çalışarak yetiştirirler ya da emek vererek kazandıkları paralarıyla alırlar. Onlar, sahipleri için bir değer haline gelirler. Onların kurban olarak kanlarının akıtılması şüphesiz ki İsmail (as)in kurban olarak kanına denk tutulmasından dolayıdır. Mü’minler kurban keserler ve İsmail (as)in ulaştığı manayı yakalamaya çalışırlar.



Kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, fakat mü’minlerin takvaları Allah’a ulaşır. (22 Hacc/34) Öyleyse önemli olan eti için hayvan kesmek değil, Allah sevgisi için belli bir malı belli bir zamanda Allah için feda edebilmektir.



‘İslâm, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak feda eden veya etmeye hazır olan, ahlâk ve takva bakımından İsmail ve İbrahim (as) gibi olanların eliyle yücelecektir. Kurban ibadeti İbrahim’in ve İsmail’in şehâdetini bu çağa taşımaktır. Bunu kimileri kurban keserek sembolik olarak yaparlar. Kimileri de canlarını Allah yolunda vererek fiilí olarak gerçekleştirirler.



Kurban ibadetinin şuuruna varmayanların payına kurbandan belki de ‘et’, İsmail gibi olanların payına da ‘cennet’ düşer. Kendilerini Allah’ın yoluna kurban olarak hazırlayanlar; imanlarını tıpkı kestikleri kurban gibi kusursuz, eksiksiz yapmaları gerekir. Bedeninde noksanlık olan hayvanlardan kurban olmaz. Kurbanın sağlıklı, eksiksiz ve hayvanlar arasından en seçilmişlerden olması gerekir. İmanı eksik, hastalıklı, felçli ve illetli olanlar kendilerini o ulví gayeye adayamazlar.



Kendilerini ve mallarını böylesine bir amaç uğruna adayabileyenler mübarek kimselerdir ve onların bayramları da bu anlamda mübarektir. Bayramlar, müslümana Ahirette Rabbiyle buluşmayı katırlatan vuslat zamanıdırlar. Ne adadığının farkında olanlar bu vuslatın değerini de bilirler.



İnsanın eşyaya, insana, ideolojilere, dünyaya kul ve kurban edildiği bir dünya, insanın harcandığı ve horlandığı bir yerdir. Böyle bir harcanmadan kurtulmanın yolu, yüce bir gaye için ‘adamak ve adanmak’tır. Bunu da İslâma teslim olarak emin olan ve tam bir hürriyete kavuşan şuurlu mü’minler aşkla yapabilirler.



Yeryüzü bugüne kadar insanın hoyratça harcandığı başka bir uygarlık görmüş müdür? İnsanların sahte tanrılara böylesine kitlesel ve sistematik bir şekilde kurban edildiği bir zaman geçmiş midir? İnsanı nesne haline getieren modernizm, onun yüreğini öldürmekle kalmadı; yüreğini bir puthaneye çevirdikten sonra onu modern ilâhların önünde kurban etti. Kısaca onu sefihleştirerek harcadı.



Böyle bir dünyada İslâmın getirdiği kurban ibadeti bu çarpık zihniyete bir tavır alıştır, bir meydan okumadır. Bu sefihliğe, bu yanlışlığa, bu bozulmuşluğa teslim olmamaktır. İlâhí olanla sağlam bir bağ kurmaktır. Küresel sapmaya, bozulmaya, çürümüşlüğe rağmen, insan için gerçek güvenliğin ve gerçek emniyetin hâlâ mümkün olduğunu onlara göstermektir.



İnsanın, eşyaya, ikonlara, çıkarlara, boş hedeflere ve yalancı ilâhlara kurban edilip harcandığı günümüz dünyasında, İslâmın emrettiği kurban ibadeti daha bir anlamlı hale geliyor.’ (M. İslamoğlu, Şafak Yazıları, s:115-116)



METİN



Kurban konusunun hayvan kesimi (zebâih)nden sonra yer alması özeti genelden sonra zikretmektir. Kurban, kurban günlerinde kesilen hayvanın adıdır. Bu da birşeye vaktinin ismini vermektir.



Bir terim olarak kurban: hususî bir hayvanı Allah'a yaklaşmak niyetiyle hususî bir vakitte kesmektir.



Kurbanın vücub şartlan şunlardır: Müslüman olmak, mukîm olmak, fıtır sadakasını verecek kadar zengin olmaktır. Nitekim yukarıda geç­mişti. Kurbanın vücubu için erkeklik şart değildir. O bu yüzden kurban, kadına da vacibtir.



Kurbanın vücubunun sebebi ise, vakittir. Bu vakit de kesim günleri­dir. Bazı âlimler tarafından da, zengin olan kimsenin başı ve ayağıdır denilmiştir. Tatarhâniye.



Rüknü ise, koyun, sığır ve deveden kesilmesi caiz olan bir hayvanı kesmektir. O zaman bir tavuk veya horozu kurban olarak kesmek mek­ruhtur. Çünkü bu, mecusîlere benzemektir. Bezzâziye.



Kurbanın hükmü ise; dünyada vacib olan şeyin sorumluluğundan kurtulmak, âhirette de Allah'ın fazlı ile sevaba ulaşmaktır. Bu da geçerli bir niyetle olur. Zira niyetsiz sevap olmaz. O zaman kurban yani yukarı­da cinsleri belirtilen hayvanlardan kan akıtmak, itikaden değil gücü ye­tene amel olarak vacibtir Burada gücü yetenden maksat yalnız yapıl­ması vacib olan kudrettir. O zaman vücubun devam etmesi için o gücün de devamı şart değildir. Çünkü bu devamlı sayılan bir güç olup, vaktinin geçmesiyle hükmü kalkar. Ben de bu meseleyi güçlükten kolaylığa değiştirdim. Kurbanda vakit geçtiği halde yükümlü sayılma şu şekilde olur: Kurban yükümlüsü kendisine vacib olan hayvanın aynını veya kıymetini bayram günlerinden sonra tasadduk eder.



Kurban kesmek, hür müslüman, şehirde, köyde veya çölde ikâmet eden kimsenin üzerine vâcibtir. Aynî.



Öyleyse kurban bayramında vacib olan kurban, misafir olan hacının üzerine vacib değildir. Ama Mekke ehline gelince, onlar herne kadar hac-cetseler bile, yine onların kurban kesmesi gerekir. Bazı âlimler tarafından da, nereli olursa olsun, ihramlı olan kimseye kurban kesmek vacib de­ğildir. Denilmiştir. Sirac.



Fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi nefsi için kurban



kesmesi vâcibtir. Üstün olan görüşe göre, bu kimsenin çocuğuna kes­mesi vacib olmaz. Ama fitre bunun aksinedir. Zengin olan kimse, çocu­ğunun da fitresini verir.



Kesmesi vacib olan kurban, ya bir koyundur, veya sığır veya deveden olan bedeninin yedide biridir. Buna bedene denilmesi, onların vücudu­nun büyük olmasıdır. Bedeneyi beraber kesen yedi kişiden birisinin his­sesi, yedide birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz. Ama ortaklar yedi kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur.



Kurban kesmenin vacib olduğu vakit, bayramın birinci gününün şa­fağından son günün sonuna kadardır. Kurban günleri de üç gündür. Ama en faziletli olanı birinci günüdür.



İZAH



«Özeti genelden sonra zikretmek ilh...» Sarihin bu görüşü, kurban konusunun kesim konusunun arkasından zikredilmesinin ilgisini beyan etmektedir. Nitekim İnâye'de de şöyle denilmiştir: «Musannif kurban ko­nusunu hayvan kesimi konusundan sonra getirmiştir. Zira kurban kesmek özel bir kesimdir. Özel de genelden sonra zikredilir.»



Bunun açıklaması şöyledir: Genel özelin bir parçasıdır bir cüzidir. Mesela hayvan kelimesi insanın mahiyeti olan hayvanı nakıtın bir par-parçasıdır. Cüz de her zaman tabiat itibariyle önde getirilir. O zaman ya­zılışta da kesim kurban konusundan önce getirildi.



«Birşeye vaktinin ismini vermektir ilh...» Yani kurbana Arapça udhiye denilmesi, yine Arapçadaki duha sebebiyledir ki bu kuşluk vakti de­mek olup kurbanın kesim vaktidir. Sen anla.



Muğrib'te şöyle denilmektedir: «Kuşluk vaktinde kesilen kurbana dahaa denilir. Aslı budur. Hatta denilmiştir ki, teşrik günlerinin hangisinde keserse kessin, isterse günün sonunda olsun, yine ona kurban kesmiş denir.»



«Hayvanı kesmektir ilh...» İnâye adlı eserde-de böyle denilmiştir. Dürer'de olan bu şudur: «Uhdiye özel bir hayvanın ismidir.» İbni Kemal de şöyle demiştir:«Udhuye, kesilene denilir.» İbni Kemal'in hamişinde de şöyle yazılıdır: «Kurban hayvanı kesmektir diyen kimse, udhiye (kurban) ile tedhiye (kesim) arasındaki farkı bilmiyor demektir.»



«Özel bir hayvanı ilh...» Yani türü ve yaşı bakımından özel bir hay­van. T.



«Allah'a yaklaşmak niyetiyle özel bir vakitte ilh...» Yani belirlenen bir yaklaşma ki bu da hayvanı Allah için kesmektir.



Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban niyeti olmadan ke­silen hayvan kurban yerine geçmez. Çünkü hayvan bazan et için, bazan yaklaşmak için kesilir. Yapılan fiil de niyetsiz yaklaşmak olmaz. Hayvan kesme ile yaklaşmanın çeşitli cihetleri vardır: temettü haccında, kıran haccında ve ihsar için kesilen kurbanlar gibi. O zaman kurban için kesi­len hayvan ancak kurban niyetiyle kesilmelidir. Kalbinden niyet ettiğini denamazda olduğu gibi dil ile söylemesi şart değildir.»



Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kurban niyetiyle alınan koyun ve­ya sığırı kurbana niyet etmeden kesmiş olsa, alındığı zamandaki niyetle yetinerek o kurbanı caiz olur.»



Ben derim ki: Bezzâziye'de zikredilende Bedâyî'de zikredilene mu­halefet vardır. Bedâyî'de zikredilen şudur: «Niyetin kesimle beraber ol­ması namazda olduğu gibi kurbanın şartlarındandır. Çünkü ancak o mu­teberdir. Öyleyse, niyetin kesimle birlikte bulunması şarttır. Ancak zaru­ret hali müstesnadır. Oruçta olduğu gibi. Zira niyetin kesime başlamakla beraber olması güçtür.



Bedâyî adlı eserde zikredilen birinci görüş, Eşbah'ın birinci kaide­sinde yer almıştır. Düşün.



«Şartları ilh...» Yani kurbanın vacib olma şartları. Musannif burada hürriyet şart olduğu, halde hürriyeti açıkça zikretmemiştir. Çünkü hürriyet musannifin «zengin olmak» sözünden anlaşılmaktadır. Musannif burada akıl ile buluğu da zikretmemiştir. İleride geleceği gibi onlarda görüş ay­rılığı vardır. Bu şartların, herne kadar vaktin başlangıcında bulunmasa da vaktin sonunda bulunması geçerlidir. Nitekim ileride gelecektir.



«Mukim olmak ilh...» Öyleyse misafirin üzerine kurban kesmek vacib değildir. Eğer misafir bir kimse nafile olarak kurban keserse, o kestiği, kurban yerine yeterli olur. Eğer kurbanlığı satın almadan önce yolculuğa çıkarsa, misafir üzerine kurban vacib değildir. Eğer sefere gitmeden kur­ban için bir koyun alsa, sonra sefere gitse, Münteka'da şöyle denilmiş­tir: «O adam onu satar, onu kurban etmez. Yani onu kesmek onun üze­rine vacib değildir.» İmam Muhammed'den de bu şekilde rivayet edil­miştir. Meşâyihten bazıları da bunu açıklayarak şöyle demektedirler: «Eğer kurban için koyun alan kimse aldıktan sonra sefere giderse, ba­kılır: Eğer zengin ise, onu kesmesi vacib değildir. Eğer böyle açıklama yapılmazsa, uygun olan şudur ki, onun üzerine kurban kesmek vacîbtir. Onun sefer! olması ile de kurban ondan düşmez. Eğer böyle zengin bir kimse kurbanlık koyun alır da kesim vakti girdikten sonra sefere gider­se, bunun hakkında fakihler, uygun olan, yine cevabın öyle olmasıdır demişlerdir.» T. Hindiye'den.



«Fıtır sadakası verecek olan kimsenin zengin olması ilh...» Yani iki-yüz dirhem gümüş paraya veya oturacağı ev, giyeceği elbise, evde kul­lanacağı zarurî ev eşyaları dışında iki yüz dirhem karşılığı eşyaya sahib olması gerekir. Bir kimsenin gelir getiren bir akarı olsa, bazı âlimler ta­rafından eğer onun kıymeti il yüz dirhem ise, onun da kurban kesmesi lazımdır denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da, eğer o akarın geliri bir yıllık yiyeceğini karşılıyorsa lazam gelir denilmiştir. Bazı âlimler tarafın­dan da bir aylık yiyeceğin, karşılaması halinde lazımdır denilmiştir. Ni­sabı fazla olduğu zaman ona kurban lazım gelir. Bu akar isterse vakıf olsun. Bir kimse bayram günlerinde zencin olarak nisaba ulaşsa, ona da kurban kesmek gereklidir. Dört elbisesi olan bir kimsenin bir elbise­sinin fiyatı nisaba ulaşırsa zengin sayılır kurban keser. Ama dört de­ğil, Üç elbisesi olursa, kesmesi vacib değildir. Zira elbisesinin birisi de­vamlı giymek için, bir diğeri de iş içindir. Üçüncü elbisesi ise bayram­larda, toplantılarda veya ziyaretlerde giyeceği elbisedir.



Kadın aldığı peşin mehirle, eğer kocası zengin ise. zengindir, kurban kesmesi gereklidir. Ama vadeli mehirle zengin sayılmaz. Kadın kocası ile beraber oturduğu ev kendi mülkü ise, zengindir. Kurban kesmesi ge­reklidir.



Bir kimsenin ortağının veya mudârebede işletmecinin elinde çok malı olsa, bununla birlikte yanında kurban kesecek kadar altın veya gümüş­ten parası olsa, veya fazla ev eşyası bulunsa kurban kesmesi gerekir. Bu furû meselelerinin tamamı Bezzâziye ve diğer kitaplardadır.



«Sebebi ise vakittir ilh...» Yani hükmün sebebi vakittir. Hükmün üze­rine terettüb ettiği şey, aklın onun tesirini idrak etmediği ve bir de, mü­kellefin kendi eliyle olmayan şeydir. Meselâ vaktin namazın farz olu­şuna sebeb olduğu gibi. Bu şekildeki sebeble illet ve şart arasındaki fark bizim sarihin Menâr şerhi üzerindeki Nesamatü'l-Ezhâr haşiyemizde zik­redilmiştir.



Nihaye'de şu zikredilmiştir: «Kurbanın vacib olmasının sebebi, kur­bandaki kudret vasfının mümkün veya müyesser kudret olması, ne usul, ne de füru kitaplarında zikredilmemistir. Sonra, araştırılmıştır ki, sebeb ancak vakittir. Zira, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesi ve hük­mün onunla bağlanması ile bilinir. Zira birşey! diğer birşeye izafe etmek için onun ona sebeb olması gerekir. Öyleyse bayram günü kurbanın ke­silmesine sebeb olduğu için, kurban kesiminin vücub sebebi de bayram günleridir. Bu vaktin tekrarlanması ite de kurbanın vücubu da tekrar eder. İşte bu izafe burada bulunmaktadır. Cuma günü, bayram günü denildiği gibi kurban günü de denilmektedir. Herne kadar asıl hükmün sebebi iza­fe edilmesi ise de. Öğle namazı gibi. Bazan bunun aksi de olabilir. Cu­ma günü gibi. Vaktin kurbanın vücubuna sebeb olması da kurbanı vak­tinden önce kesmenin mümteni olmasıdır. Yani namaz nasıl vaktinden önce kılınmazsa, kurban da vaktinden önce kesilmez. Kurban ancak fa­kirin üzerine vacib değildir. Çünkü kurbanın vacib olmasının şartı olan zenginlik yoktur. Herne kadar vücub sebebi olan vakit varsa da.»



İnâye ve Miraç adlı eserlerde de Nihâye'ye uyulmuştur.



«Başı ve ayağıdır denilmiştir ilh...» Bunda bir görüş vardır. Bu da ge­çen açıklamalardan bilinmektedir. Zira geçmişte denildi ki, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesiyle anlaşılır. Nitekim biz bunu Menâr haşi­yesinde sünnet bahsinden önce açıkladık.



«Rüknü ise kesmektir ilh...» Zira birşeyin rüknü, o şeyin kendisiyle mevcut olduğudur. Kurban da ancak kesim fiiliyle olur. O zaman kesim kurbanın rüknüdür. Nihâye.



«Tavuk veya horuzu kurban olarak kesmek mekruhtur ilh...» Yani tavuk veya horozu kurban niyetiyle kesmek mekruhtur. Bu kehâhet de ha­ramayakındır. Nitekim illet de buna delâlet etmektedir. T.



Tavuk veya horozu kurban niyetiyle kesen kimse eğer üzerine kurban vacib olmayan birisi ise tahrimen mekruhtur. Yoksa emir daha açıktır.



«Allah'ın fazlı ile sevaba kavuşmaktır ilh...» Allah'ın fazlı ile sevaba ulaşmak da hak ehlinin mezhebidir. Zira Allahu Teâlâ üzerine hiçbir şey vacib değildir.



«Niyetin sıhhati ile ilh...» Yani Allah'a yaklaşma kasdının katkısız olmasıdır.



«Niyetsiz sevap olmaz ilh...» Zira amellerin sevabı ancak niyete gö­redir. Veya niyetin geçerli olması iledir. Zira eğer amellere riya karışırsa her ne kadar vâcib düşse de o zaman sevab yoktur. Zira sevap, kabul edilmenin fer'idir. Fiil caiz olduktan sonra da tercih edilen görüşe göre fiilin kabulü lazım gelmez. Nitekim Menâr Şerhi'nde de böyledir.



Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Birisi abdest alarak öğle namazı­nı kılsa, namazı caizdir. Fakat kabul edildiği bilinemez. Tercih edilen gö­rüş de ancak budur. Zira Allahu Teâlâ «Allah ancak muttakilerin ame­lini kabul eder.» (Maide: 27) buyurmuştur. Takvanın şartları büyüktür.»



Bu konunun tamamı Nesamâtü'l-Ezhâr'dadır.



«Kurban vacibtir ilh...» Burada vücubu fiile isnad etmek, ayna isnad etmekten daha uygundur. Kurbanın vacib olması da Ebû Hânife'nin, Muhammed'in, Züfer'in, Hasan'ın ve Ebû Yûsuf'tan yapılan iki rivayetten birisinin sözleridir.. Ebû Yûsuf'tan kurbanın sünnet olduğu da rivayet edil­miştir. Bu da Şafiî'nin görüşüdür. İmamların delilleri uzun kitaplardadır.



«Yani kan akıtmak ilh...» Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kurbanın kan akıtmak olduğunun delili şudur: Eğer kurbanda keseceği hayvanın aynısını sadaka olarak vermiş olsa, caiz değildir. Ama kesimden sonra kurbanın etini tasadduk etmek vacib değil, müstahabtır.»



«Itikaden değil, amelden vacibtir ilh...» Bilinmelidir ki, kesin delil ile sabit olan farzdır. İmam ve diğer dört rükün gibi. Farzın hükmü ise, ilim bakımından kesin ilmen delile sabit olması ve kalb ile tasdiktir. Yani hak olduğuna inanmanın gerekli olması ve bedenen de yapılmasıdır. Hatta farzı inkâr eden dinden çıkar. Özürsüz terk eden ise fâsık olur.



Vacib ise, şüpheli bir delille sabit olandır. Fitre ve kurban gibi. Bu­nun lüzumu ise yakin üzerine ilmen değil, farz gibi amel edilmesidir.



Çünkü onun delilinden şüphe vardır. Hatta onu inkâr eden dinden çıkmaz. Tevilsiz olarak onu terk eden ise dinden çıkar. Nitekim bu, usul kitaplarında açıklanmıştır..



Vacib, Kudurî'nin de dediği gibi, birkaç derece üzerinedir. Vaciblerin bazısı bâzılarından daha tekidlidir. Meselâ tilâvet secdesinin vacib oluşu fitrenin vücubundan daha tekidlidir. Fitrenin vücubu da kurbanın vücubundan daha tekidlidir.



Vaciblerin böyle farklı derecelerde bulunması, delillerinin kuvvetleri itibariyledir.



Telvîh'te şu zikredilmiştir ki: «Farz kelimesini zannî delil ile sabit olan hükümlerde vacibi de kesin delil ile sabit olan hükümlerde kullanmak yaygın ve meşhurdur. Meselâ fakihler vitir namazı farzdır der. Bunlara amelî farz denir. Yine fakihler zekât vacibtir vb. der. Öyleyse, vacib ke­limesi ilmen ve amelen farz olanlara da denilir. Sabah namazı gibi. Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olanda da kullanılır. Zannî delil ile sabit olan şey amel bakımından farz kuvvetindedir. Vitir namazı gibi. Hatta kılma­dığı bir vitir namazını hatırlamış olsa, yatsı namazını hatırlaması gibi, sabah namazının sıhhatine engel olur.



«Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olmakla birlikte amelde farzdan aşağı, sünnetten yukarı olan şey hakkında da kullanılır. Namazda fati­hanın okunması gibi. Ki bunun terki ile namaz fasit olmaz. Sehvine sec­de gerekir.»



Bunların hepsinin araştırılmasının tamamı hiçbir kitapta mevcut değildir. Vehhâb olan Allah'ın yardımıyla bizim Menâr üzerindeki haşiyemizde zikredilmiştir. Bunları bildikten sonra sana farz ve vacibin her iki­sinin de herne kadar gereklilik dereceleri farklı da olsa amel edilmesi hususunda müşterek oldukları açık olmaktadır. Nitekim vücubun dereceleri de birbirinden farklıdır.



Farz ile vacib inanmanın gerekli olup olmamasına göre birbirlerin­den ayrıdırlar. Bundan dolayı vacibe yalnız amelden farz denilir. Buna göre, farz ile vacib birbirlerinin yerine de kullanılabilir. O zaman sarihin itikaden değil, amelen vacibtir sözü, kesin farzdan kaçınmak içindir. Bundan dolayı Minah'ta, «Vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.» denilmiştir. Minâh'ın bu görüşü ifade ediyor ki, buradaki vücubtan maksat, vitir ve benzeri gibi zanni vücuptur. Yoksa amelden ve ilmen farz olan kesin vücub değildir. Zira bunu inkâr eden yukarıda da geçtiği gibi dinden çıkar. Ama zannı vücubu inkâr eden bunun aksine dinden çıkmaz. Çün­kü onun sübutunda şüphe vardır. Ama zannî vacibin meşru oluşunun as­lını inkâr eden dinden çıkar.Zira ümmet bunun üzerinde icma etmiştir. Musannif da vitir ve nafileler konusunda açıklıkla şunu söylemektedir. Her kim ki sabah namazının sünnetini inkâr ederse, onun küfründen kor­kulur.



Sonra ben, Kınye'de ne ile kâfir olunur babında; Halevanî'den şu­nun nakledildiğini gördüm: «Eğer vitir namazının ve kurbanın aslını in­kâr ederse, dinden çıkar.»



Sonra da yine Kınye'de Zendestî'den şu nakledilmiştir: «Vitrin ve kurbanın farz olduğunu inkâr etse, dinden çıkmaz.» Sonra da şöyle de­miştir: «İkisinin arasında zıtlık yoktur. Çünkü vitrin ve kurbanın asliyeti üzerine icma edilmiştir. Farz veya vacib oluşları konusunda ise görüş ayrılığı vardır.»



«Mümekkine bir kudretle. Mümekkine kudret de yalnız yapılması ile vacib olan kudrettir ilh...» En açığı, sarihin burada bu kudretle vacib olan demesiydi. T.



Bunun açıklaması şöyledir: Kulun üzerine edası gereken şeyin eda­sında ona imkân veren kudret iki türlüdür. Biri mutlak kudrettir. Ki, ku­lun yapması gereken şeyi en aşağı derecede yapabilme kudretinin bu­lunmasıdır. Bu mutlak kudret her emrolunan şeyin edasının vücubunda şarttır. Bir de tam kudret vardır. Bu da muktedir olduktan sonra edaya kolaylık veren kudrettir. Bunun devamı kişiye güç gelen vacibin devamı için şarttır. Mesela çeşitli mali yükümlülüklerde durum böyledir. Hatta zekât, öşür, haraç, bunları eda etmeye güç yettikten sonra malın helâkiyle bâtıl olurlar. Zira kolaylaştırıcı kudret olan nema vasfı, mal helak olmakla yok olmaktadır. O zaman vacibin devamı da yok olmaktadır. Zi­ra şartı ortadan kalkmaktadır. Ama birinci kudret bunun aksinedir. Onun bekası vacibin bekası için şart değildir. Hatta fitre ve hac insana farz olduktan sonra malı helak olmuş olsa, o hac insanın üzerinden düşmez. Çünkü her ikisi de mümekkine kudret için vacibtirler. Bunlarda mümekkin kudret azığa ve bineğe kudreti olması ve nisaba malik olmasıdır. Bun­ların ikisinde kolaylık ancak hizmetçi, binekler ve yardımcılarla olur. İkincisinde ise, çok mala mâlik olmaktır. Bunun devamı da âlimlerin icmal ile şart değildir.



«Yalnız yapılması ile temekün eden ilh...» Yani, kudretin devamının şart olmasından arınmış fiile imkân vermekle vacib olur. T.



«Sırf şarttır ilh...» Yani, onda illet anlamı yoktur. Şartın mutlaka var olması, şart koşulanın gerçekleşmesi yeterlidir. T.



«Çünkü bu illet anlamına olan bir şarttır ilh...» Zira illet ancak etkili olandır. Bu şart da, vacibin kolaylık sıfatını değiştirmesiyle tesir etti, o zaman illet anlamına gelmektedir, illet de o şeydir ki, hükmün devamı onsuz mümkün değildir. Çünkü etkili kudret olmaksızın kolay olmaz. An­cak kolaylık sıfatıyla meşru kılınan vacib, etkili kudret olmadan devam etmez.



«Kurbanın mümekkine kudretle vacib olmasına, günleri geçtiği tak­dirde onun aynının veya kıymetinin sadaka edilmesinin vacib olmasıdır ilh...» İnâye'de şöyle denilmektedir: «Kurban mümekkine kudret ile vacibtir. Buna da şu delâlet etmektedir ki, zengin bir kimse kurban bayra­mının birinci günü kurbanlık bir koyun alsa, kesim günleri geçinceye ka­dar onu kesmese, sonra da fakir düşse onun üzerine vacib olan kurban­lık olarak aldığı koyunun aynını tasadduk etmektir. Fakir olması ile on­dan kurban sakıt olmaz. Eğer kurban müyessire kudretle vacib olsa idi, zekât, öşür, haraç gibi müyessire kudretin devamı şort olurdu. Halbuki mal helak olunca zekât, öşür ve haraç da düşer.»



İnâye'nin sözlerine şöyle itiraz edilmiştir: Kurban kesim günleri geç­tikten sonra fakir olmuştur. O zaman da müyessire kudret kurbanda har sil olmuştur. Bundan dolayı da henüz ondan kurbanın vücubu düşme­miştir.



Yine, Sadiye'nin haşiyelerinde de Hidâye'nin şu sözüyle İnâye'ye iti­raz edilmiştir: «Vakit geçerse kurban da düşer.» İşte Hidâye'nin bu sözü delâlet ediyor ki, kurbanın vacib olması mümekkine kudret ile değildir. Eğer mümekkine kudret ile olmuş olsaydı, üzerinden sakıt olmazdı. Onu kurban etmek de üzerine vacib olurdu. Herne kadar bayram günü koyun almasa da.



yine Sadiye'nin haşiyelerinde sununla da itiraz edilmiştir: «Bayram günleri geçmezden önce insanın malları helak olsa, üzerinden kurbanın vücubu sakıt olur. Nisabın helaki ile zekât nasıl düşerse. Ama fitre bu­nun aksinedir ki, ramazan bayramı günü şafaktan sonra malı helak ol­sa, fitre ondan düşmez. İşte bu da açık bir delil gibidir ki, kurbanda mu­teber olan, ancak müyessire kudrettir.»



Ben derim ki: Bu itirazlara şöyle cevap verilir; Namaz ve oruç gibi kurbanın da mukadder bir vakti vardır. İleride geleceği gibi kurbanın vü­cubu için muteber olan da o vaktin sonudur. O zaman kurban kesim gün­lerinin en son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi ge­rekir. Bayramın ilk günü zengin olduğu halde son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi gerekir. Bayramın ilk günü zengin ol­duğu halde son günü fakir olan kimse ise, ona kurban kesmek gerekli-değildir. İsterse kesim yünlerinin evvelinde zengin olsun. Zengin bir kim­se bir kurbanlık alsa, kesim günleri geçtikten sonra fakir düşse, o kim­se vaktin sonunda mümekkine kudret ile değil. Eğer müyessire kudret ile vacib olmuş olsaydı, o kudretin devamı şart olurdu, fakir olduğu takdirde de kurban ondan düşerdi. Halbuki vaki olan bunun aksinedir.



Hidâye'nin: «Vakit geçerse kurban da düşer,» sözü de kurban değil, edası yok olur anlamındadır. Çünkü kurbanın günleri geçtikten sonra kurban kesmekle yükümlü olan kimse ya o kurbanın aynını, yada kıy­metini tasadduk eder.



Kurban günleri geçmeden malın helak olmasıyla kurbanın düşmesi de kudretin müyessire kudret olduğunu ifade etmez. Çünkü burada itibar vaktin sonunadır. Vaktin sonunda ise, asla hiçbir kudret mevcut değildir. Ama zekât ve fitre bunun aksinedir. Bunların bir vakti yoktur ki, o vak­tin geçmesiyle bunların edası da yok olsun. Zira zekât her vakitte ze­kâttır. Fitre de öyledir. Ama kurban bunun aksinedir. Çünkü kurbanın vaktinden sonra vaki olan kurban kurbanın yerine geçen halefidir. Zekât malın helâkiyle, edasının vacib olduğu vakitte düşer. Ama fitre düşmez. İşte buradan-anlaşıldığına göre müyessire kudretle farzdır. İkincisi ise mümekkine kudret ile vacibtir. Kurbanda malın helak olmasını bunların ikisinden birisine yorumlamak ise mümkün değildir. Ancak edasının vücubundan sonra yorumlanır. Bu da kesim günlerinin son günüdür. Zira onun bildiği gibi, belirlenmiş bir vakti vardır. O zaman kurban bayramı geçtikten sonra mal helak olduğu takdirde biz onun aynını veya kıyme­tini tasadduk etmesi gereklidir dedik. Biliyoruz ki, o da fitre gibi malın helâkiyle, düşmez. Öyleyse kurbanın vacîb olması mümekkine kudret ile­dir. Ama eğer mal bayram günleri geçmeden helak olursa o zaman malın helak olması edasının vücubundan öncedir. O zaman, kurbanın vücubunu bunlardan birisinehamletmek mümkün değildir. Sen bu tahkikatı düşün. Kabul etmek de haktır. Başarı Allah'tandır.



Aynının ilh...» Yani eğer kurban kesmeyi adar veya fakir olduğu halde kurbanlık alır ve kurban günlerinde kesmezse, onun aynını sadaka olarak vermesi vacibtir. Eğer zengin ise ve kurbanı adamamış ise, o za­man kurbanın kıymetini bayram günleri geçtikten sonra tasadduk etmesi vacibtir. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.



«Herne kadar haccetseler bile yine onların kurban kesmesi Gerekli­dir ilh...» Bedâyî'de yalnız bu ifade üzerinde durulmuştur. Çünkü Mekke ehli hac yapsalar bile misafir değil, memleketlerinde mukimdirler.



«İhramlı olan kimseye kurban kesmek vacib değildir denilmiştir ilh...» Yani Mekke ehlinden de olsa, ihramlı kimsenin kurban kesmesi gerekli değildir, denilmiştir. Cevhere, Hacnedî'den.



Şurunbulâliye bu sözü misafire hamletmiştir. Bunda da acık bir gö­rüş vardır.



«Çocuğuna kesmesi değil ilh...» Yani fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi şahsı, için kurban kesmesi gerekir. Ama kendi malından çocuğuna kurban kesmesi vacib değildir. T.



«Üstün olan görüşe göre ilh...» Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Zârirü'r-rivayette, kurban kesecek kadar zengin olan kimsenin küçük ço­cuğuna kurban kesmesi vacib değil, müstahabtır. Ama fitre bunun aksi­nedir. Babanın çocuğu yerine fitre vermesi vâcibtir.»



Hasan, Ebû Hanîfe'den kurban kesecek kadar zengin olan kimsenin



çocuğunun ve babası ölen torununun yerine kurban kesmesinin vacib ol­duğunu rivayet etmiştir. Fetva zahirü'r-rivaye üzerinedir. Yani vacib de­ğildir.



Kurban kesecek kadar zengin olan kimse âkil-bâliğ olan çocukları­nın ve zevcesinin yine kurban keserse caiz değildir. Ancak onların iz­niyle caizdir. Ebû Yûsuf'tan adamın âkil-bâliğ çocuklarının ve karısının yerine kurban kesmesinin izinsiz olarak da caiz olduğu rivayet edilmiş­tir. Bezzâziye.



Zahîre adlı eserde şöyle denilmektedir: «Umulur ki, Ebû Yûsuf, eğer o yerde bunların yerine kurban kesme âdeten câri ise, bu âdetin izin anlamına geleceğini kabul etmiştir. Eğer mesele bu şekil üzerine ise, Ebû Yûsuf'un istihsan yaptığı meselenin hükmü müstahsendir.»



«Bir koyun ilh...» Yani koyunu kesmek vâcibtir. Zira yukarıda geç­tiği üzere, vacib olan ancak kan akıtmaktır.



«Yedi kişiden birisinin ilh...» Zira bir bedene Allah'a yaklaşmak ni­yetiyle yedi kişinin yerine geçer. Bu yedi kişinin kurbet cihetleri muhte­lif olsa bile, yine yeterlidir. Nitekim ileride gelecektir.



«Yedide birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz ilh...»



Buradaki caiz kelimesi ya cevaz'dan caiz olmadığı veya icaz'dan kâfi gelmediği anlamındadır. Ama ikincisi yani yeterli olmaması kendinden sonrasına daha uygundur.



«Ortaklar yedi kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur ilh...» Mu­sannif burada bunu mutlak zikretmiştir. O zaman, kesilen bedendeki his­seleri ister eşit olsun, ister olmasın, yine yeterli olur. Şu kadarı var ki hisselerin yedide birden az olmaması gerekir.



Yedi kişi beş veya daha fazla sığıra ortak olarak kurban kesseler, bu ortaklıkları geçerli olur. Çünkü ortaklardan her birisi, bir sığırın ye­dide birine sahiptir. Ama sekiz kişi yedi veya daha fazla sığıra ortak ol­salar, geçerli değildir. Çünkü her sığır sekiz pay üzerine taksim edilir. Her birisinin payı da yedide birden az olmuş olur. Bu fasıllarda imamlar­dan hiçbir rivayet yoktur.



Yedi kişi yedi koyuna ortak olsalar, kıyasen yedi koyun onlara ye­terli olmaz. Zira her koyun onlar arasında yedi pay üzerinedir. İstihsanda ise, yeterlidir. İki kişinin iki koyuna ortak olmalarının hükmü de yine böyledir.



Bunun üzerine birincisinde uygun olan, hem kıyasın, hem de istihsanın olmasıdır. Zikredilen de kıyasın cevabıdır. Bedâyî.



«Son günün sonuna kadar ilh...» Yani herne kadar gece kesmek mekruh ise de gece de buna dahildir. Bu ifade ediyor ki vücub vakti geniştir.



Bunda asıl kaide şudur: Böyle geniş vakitte vacib olan birşey o geniş vaktin hangi parçasında da eda edilirse, onun vakti odur. Veya namazda olduğu gibi vaktin sonudur. Sahih olan da ancak budur.



Bu asıl kaideden şu çıkarılır: Bir kimse kurban kesim vaktinin so­nunda vücuba ehil olursa, şöyle ki. ya müslüman olsa. ya zengin bir köle olduğu halde azad edilse, veya fakirken zengin olsa, veya misafir­ken mukim olsa, kurban, kesmesi gerekir. Ama vaktin sonunda mürted olsa, veya fakir olsa veya sefere gitmiş olsa. vecibe ehil olmaz. Eğer vakit çıktıktan sonra fakir olsa, kurbana elverişli bir koyunun kıymeti onun zimmetinde borç olur.



Zengin bir kimse kurban kesim günlerinde kurban kesmeden ölse, kurban ondan düşer. Çünkü gerçekte kurban henüz vacib değildir.



Fakir bir kimse kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, sağ­lam görüşe göre, o kimsenin kurbanını iade etmesi gerekir. Çünkü onun birinci kurbanının nafile olması açığa çıkmaktadır. Bedâyî. Özetle.



Şu kadar var ki, Bezzâziye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir: «Müteahhirûn fakihler demişlerdir ki, fakir olduğu halde kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, kurbanı iade etmesi gereklî değildir.»



Biz de müteahhirun fakihlerinin sözlerini tutarız.



«Kurban günleri üçtür ilh...» Teşrik günleri de üçtür. Öyleyse, her ikisi de dörtle biter. Birincisi nahırdır, başkası değildir. Sonu da teşriktir. Başka bir şey değildir. Orta da kalan iki gün ise hem nahır hem teşriktir. Hidâye.



Hidâye'nin bu sözleri ifade ediyor ki, birinci gecede değil, son iki gecede kurban kesmek caizdir. Zira gece bütün vakitlerde gelecek gündüze tâbidir. Ancak kurban kesim günleri değil. Zira gece, kurban günlerinden gecen güne tabidir. Muzmarat ve diğer eserlerde böyledir.



Muzmarat ve diğer eserlerde olanda karışıklık vardır. Zira, dördüncü günün gecesi ihtilafsız olarak kurban kesim vakti değildir. Ancak şöyle denilebilir : Kurban günleri arasındaki geceler, bir önceki geçmiş güne tabidir. Kuhistanî.



«En faziletli olanı birinci günüdür ilh...» Sonra ikinci. sonra da üçüncü günüdür. Sirâciye'den naklen Kuhistanî'de de olduğu gibi.



METİN



Babası, küçük çocuğunun malından onun yerine kurban keser. Bu görüşü Hidâye de doğrulamıştır. Bazı âlimler tarafından da, baba oğlunun yerine onun malından kurban kesemez, denilmiştir. Bu görüş de Kâfi adlı eserde doğrulanmıştır.



Kâfi'de devamla şöyle denilmiştir: «Baba küçük çocuğunun malında hiçbir tasarrufta bulunamaz.» Kâfi'deki bu tesbiti İbni Şıhne de tercih etmiştir.



Ben derim ki: İtimad edilen de bu görüştür. Zira Mevâhibü'r-Rahmân'ın metinde bu görüş için, «Fetvâ verilecek en sağlam görüş budur» denilmiştir.



Burhân adlı eser de bunu açıklayarak şöyle demiştir: «Zira eğer bu kurbandan maksat, malını telef etmek ise, babanın çocuğunun malını azad gibi, etiyle sadaka vermek gibi tasarruf hakkı yoktur. Eğer sadaka ise, çocuğun malının nafile sadakaya da ihtimali yoktur.» Burhân bu açıklamasını Mebsut'a isnad etmiştir.



Sonra musannıf birinci görüş üzerine ayrıntı yaparak şöyle demiştir: Çocuğunun malından kurban kesen kimse onun etinden cocuğa yedirir, onun ihtiyacı kadar da onun için saklayabilir. Geri kalan kısmı da çocuğun aynıyla yararlanacağı ayakkabı ve elbise gibi şeylerle değişir. Ama ekmek ve benzeri gibi istihlâk edilecek şeylerle değişmez. İbni Kemâl. Dede ve vasi de baba gibidir.



Kurban için alınan bir bedeneye altı kişinin ortak olmaları geçerlidir. Eğer satın alma vaktinde ortaklığa niyet ederse istihsanen sahihtir. Eğer niyet etmezse, sahih değildir. Bu ortaklık alınmazdan önce daha güzeldir. Et de parça parça tahmin ile değil, tartı ile taksim edilir. Ancak ayaklarından veya derisinden bazı şeyleri ete eklerlerse, o zaman cin-sinin aksine olduğundan. tahrimen taksim etmeleri caiz olur.



Eğer kurban şehirde kesiliyorsa, onun vaktinin başlangıcı (evveli) namazdan sonradır. Yanî bayram namazı kılındıktan sonra. Velev ki, hutbeden önce olsun. Şu kadar var ki, hutbeden sonra kesilmesi daha güzeldir.



Herhangi bir özürden dolayı bayram namazını kılmazlarsa, onlar için kesim vakti namaz vakti geçtikten sonra başlar. İkinci günü veya ondan sonraki günler bayram namazı kılınmazdan önce de kesilmesi caizdir. Çünkü ikinci günde kılınan bayram namazı edâ değil kazadır. Zeylâi ve diğerleri.



Kurban şehir dışında kesiliyorsa, o zaman kesimin vakti, birinci gün şafağın doğumundan sonradır. Sonu da üçüncü günün güneşin batımından hemen öncesidir. İmam Şâfiî dördüncü gün kurban kesmeyi de caiz görmüştür.



Burada muteber olan kurbanı kesecek kimsenin yeri değil, kurban edilecek hayvanın bulunduğu yerdir. Öyleyse, şehirli bir kimse acele kurban kesmek isterse onun hilesi şudur: Kurbanı şehir dışına çıkarır ve şafak attığı zaman onu orada keser. Müctebâ.



Fakir ve zengin için, doğum ve ölüm olayları için muteber olan vakit ise, vaktin sonudur. Öyleyse adam kesimin ilk günlerinde zengin olduğu halde vaktin sonunda fakir düşse, kurban onun üzerine vacib değildir. Kurban kesim günlerinden son gün bir çocuk doğmuş olsa, onun üzerine kurban kesmek vacibtir. Eğer kurbanın son gününde, kurban kesmeden ölürse, onun üzerine kurban vacib değildir.



Bayram namazını kıldıran imamın namazı abdestsiz kıldırdığı anlaşılsa, fasit namazdan sonra kesilen kurbanlar iade olunmaz, yalnız namaz iade olunur. Zira âlimlerden bazıları, bayram namazı fesada giderse onu yalnız imam iade eder demişlerdir. O zaman, bu iade de ictihada mahal vardır. Zeylaî.



Mücteba adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bayram namazı da ancak cemaat dağılmadan iâde edilir. Dağıldıktan sonra değil. »



Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Bir şehirde olan fitneden dolayı bayram namazı kılınmasa, şafağın doğumundan sonra da kurban kesseler, tercih edilen görüşe göre caizdir.»



Şu kadar var ki Yenabî'de şöyle denilmiştir: «İmam kasten bayram namazını terkederse, güneş zeval yerini geçinceye kadar kurban kesmek caiz değildir»



Bazı âlimler tarafından da bayram namazı kasten terkedilirse, birinci gün, zevalden önce kurban kesmek caiz değildir, denilmiştir. Ama diğer günlerde zevalden önce kesmek caizdir.



Ben derim ki: Yukarıda zikrettiğimiz gibi, bu görüş Zeylaî ve diğer kitapların tercih ettikleri görüştür. Mevâhib'de de bu teyit edilmiştir. Meselâ, imamınyanında: «bugün bayram günüdür» diye şehâdet edilse, onlar da bayram namazını kılıp kurbanlarını kesseler, sonra da o günün arefe olduğu ortaya çıksa, o namazları da, kurbanları da yeterli olur. Zira bu gibi hatalardan korunmak güctür. O zaman müslümanların ibadetlerinin korunması için cevazına hükmedilir. Zeylaî.



Gece kurban kesmek tenzihen mekruhtur. Çünkü yanılma ihtimali vardır.



Kurban kesmesi farz olan bir kimse, kurban kesmez, günleri de geçerse, eğer muayyen bir hayvanı adamışsa, onu canlı olarak sadaka verir. İsterse fakir olsun. Eğer keserse, onun etini tasadduk eder. Eğer noksan olursa, onun noksanlığının kıymeti kadar, sadaka verir. Adayan kimse, adadığı kurbanın etinden yiyemez. Eğer ondan yerse, yediği kadarın kıymetini tasadduk eder.



Bir fakir kurban için aldığı hayvanı günleri geçtiği halde kesmezse onu canlı olarak tasadduk eder. Çünkü atışı ile o kurban ona vacib olmaktadır. Aldığı hayvanı satması da câiz değildir.



Aldığı hayvanı kurban günlerinde kesmeyen zengin ise, onun kıymetini tasadduk eder. İsterse o hayvanı kurban için alsın, ister kurban için almasın. Çünkü kurbanın kendisi zenginin zimmetine taalluk eder Burada kıymetten murad da kurbana kâfi gelecek bir koyunun kıymetidir.



METİN



«Babası, küçük çocuğunun malından onun yerine kurban keser ilh..» Akıl hostası da çocuk gibidir.



Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Akıl ile büluğ İmameynin görüşüne göre kurbanın vacib olma şartlarından değillerdir. İmam Muhammed'e göre ise, büluğ ile akıl kurbanın vücub şartlarındandır. Akıl hastası ile çocuk zengin dahi olsalar, babalarının onlar için kurban kesmesi vacib değildir. Baba ile vasi İmameyne göre akıl hastasının veya çocuğun malından kurban kesseler, kestikleri kurbana zamin değildirler. İmam Muhammed'e göre Ise, baba veya vasi akıl hastası veya ço-cuk için onlann malından kurban keserse, ona zamin olur. Bazen akıl hastası, bazen akıllı olana gelince, onun haline itibar edilir. Eğer kesim günlerinde akıl hastası ise, geçen ihtilaf üzerinedir. Eğer akıllı ise, imamlar arasında ihtilafsız olarak ona kurban vacibtir.»



Ben derim ki: Şu muhakkak ki, Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Bazan akıl hastası, bazen akıllı olan kimse sağlam kimse gibidir.»



Ancak şu kadar var ki, o delilik veya akıllılık kurban kesimlerindeki delilik veya akıllılığa hamledilir.



«Hidâye'de doğrulamıştır ilh...» Zira Hidâye sahibi şöyle demiştir: «En sağlamı, babanın çocuğun malından çocuğa kurban kesmesidir.» O zaman İbni Şıhne'nin «Hidâye'de hiçbir şey tesbih edilmemiştir.» sözünde bir görüş vardır. Belki Hidâye sahibinin ifadesinin tarzı kurbanın çocuk üzerine vacib olmamasının tercihidir. Umulur ki, İbni Şıhne'nin nüshasında «en sağlam» görüş düşmüştür.



«İtimad edilen de bu görüştür ilh...» Mülteka'da da görüş tercih edilmiştir. Zira Mülteka sahibi bu görüşü zikretmiş, Hidâye'nin tashih ettiği görüşü de «kıyle» ile ifade etmiştir. Tarsusî de Mülteka'nın tercihini şununla tercih etmiştir: «Fıkıh kaideleri Mülteka'nın tercihine şehâdet eder. Zira kurban ibâdettir. Hem de kurbanın çocuğa vacib olma hükmü çocuğun malından zekât vermenin vacib olduğuna hükmedilmesinden daha uygundur.»



«Aynıyla yaralanacağı ilh...» Bu ifadenin açık anlamı çocuğa kesilen kurbanın satılarak onun parası ile ayakkabı ve elbise gibi şeyler almanın caiz olmadığını ifade etmektedir. T.



Bizim Bedâyî adlı eserden naklen zikredeceğimizi de ifade etmektedir.



«Kurban için alınan bir bedeneye ilh...» Yani kendi nefsine kurban etmek üzere aldığı bir bedeneye başka altı kişiyi ortak etmesi geçerlidir. Hidâye ve diğer kitaplar. Hidâye'nin bu görüşü zengine yorumlanır. Çünkü zenginin almış olduğu bedene, kesim için muayyen değildir. Bununla birlikte yine başkalarını ona ortak etmesinde kerahet vardır. Zira aldıktan sonra başkalarını ortak etmesinde vaadine muhalefet vardır. Hem de fakihler, eğer zengin bir kimse bir bedeneyi kurban için alır sonra da başkalarını ortak ederse bunun İmam Muhammed zikretmemişse de uygun olan hisselerin fiyatlarını tasadduk etmesidir, demişlerdir.



Fakire gelince, fakir bir kimse kurban için bir bedene alsa, başkasını ona ortak etmesi caiz değildir. Zira fakir onu kurban için almakla onu kendisine gerekli kılmıştır. Öyleyse, fakirin kurban için almış olduğu bedene kurban için taayyün etmiştir, başkasını ortak edemez. Bedâyî ve Gâyetü'l-Beyân.



Şu kadar var ki, Hâniye'de bu konuda zengin ile fakir eşit sayılmış, sonra da bazı âlimlerden ayrıntı nakledilmiştir. Düşünülsün.



«Eğer satın alma vaktinde ortaklığa niyet ederse istihsânen sahihtir. Eğer niyet etmezse sahih değildir ilh...» Bazı nüshalarda ifade böyledir. Ama vacib olan burada istihsan kelimesinin düşürülmesidir. Nitekim kitabın bazı nüshalarında da böyledir. Zira istihsanî meselenin konusu şudur ki, adam bedeneyi kendisi için kurban kesmek üzere satın alır, sonra altı kişiyi ortak ederse, istihsanen sahihtir. Nitekim Hidâye, Hâniye ve diğer kitaplarda da böyledir. İşte bundan ötürü musannıf «istihsânen» sözünden sonra bu ortaklık alıştan önce olursa daha güzel olur demiştir.



Hidâye'de şöyle denilmektedir: «En güzeli, almadan önce ortak olmalarıdır ki, ihtilâftan daha uzak ve şekil bakımından da olsa kurbetten dönmekten daha uzak olur.»



Hâniye'de de; «Aldığı zaman ortaklığa niyet etmese, sonra başkasını ortak etse, Ebû Hânife bunu mekruh görmüştür.» denilmiştir.



Ben derim ki: Hac bahsinin hedy babında Fethü'l-Kadir'den naklen ki Fethü'l-Kadir de bunları Asl ve Mebsut'a isnad etmiştir, şu ifadeyi zikretmiştik: «Bir kimse temettu haccının kurbanı için bir bedene alsa onu kendi nefsi için kesmeyi gerekli kıldıktan sonra altı kişiyi ortak etse, bunu yapamaz. Çünkü o adam onu alışıyla kendi nefsine gerekli kıldığı için o bedenin onun tarafından bütün olarak kesilmesi vacib olmuştur. Bazısı şer'in icabı ile, bazı da kendi nefsinin icabıyla üzerine vacib olmuçtur. Eğer bunu yaparsa, onun almış olduğu semeni tasadduk etmesi gerekir. Ama eğer alışında başka altı kişiyi ortak etmeyi niyet edeyse, o bedene hepsine yeterli olur. Çünkü alışla o kimse bedenenin hepsini kendisine gerekli kılmamıştır. Eğer alış sırasında başkalarını ortak niyeti yoksa, fakat kendi nefsine de gerek kılmamışsa, o zaman caizdir.»



Efdal olan, ortaklığın başlangıçta sabit olması için ya birlikte olmaları veya diğerlerinin emri ile birisinin almasıdır.



Umulur ki, bu nakil fakirin üzerine veya adak yapana hamledilir. Veya temettu için kesilen kurbanla, kurban bayramında kesilen kurban birbirinden ayrılmalıdır.



«Et de taksim edilir ilh...» Bu taksimin gerekli olup olmadığı belli değildir. Hatta bir kimse kendisine, karısına ve baliğ olan çocuklarına bir bedene alarak kesse, taksim de etmese, onların hepsine yeterli olur mu olmaz mı? Açık olan odur ki, bu taksim şart değildir. Çünkü kurbandan maksat kan akıtmaktır. Burada da kan akmıştır.



Fetâvâ-yı Hülâsa ve Feyz'de şöyte denilmektedir: «Taksim ortakların iradesine bağlıdır. Bu da geçeni teyid etmektedir. Ancak şu kadar var ki, onlardan birisi fakir, diğeri zengin ise, fakirin hissesini alıp tasadduk etmesi için muayyendir.» T.



Bunun özeti şudur: Burada maksat, kesim yapılırsa, taksimin şartını beyan etmektir. Yoksa taksimin şart olması değil. Şu kadar var ki yukarıdaki meselede fakiri istisna etmesinde bir görüş vardır. Zira fakirin hissesini tasadduk etmesi gerekli değildir. Nitekim ileride gelecektir. Ama adayan kimsenin hissesini tasadduk etmesi kesindir. Anla.



«Tahmin ile değil ilh...» Zira taksimde mübâdele anlamı vardır. Her ne kadar birbirlerine helâl bile etmiş olsalar, yine caiz değildir.



Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban etinin tahminen kesim edilmesinin caiz olmamasına gelince, zira onda temlik anlamı vardır. Et de riba cereyan eden mallardandır. O zaman onu tahminen, temlik etmek caiz değildir. Ama etin taksiminden sonra birbirlerine helâl etseler bile yine caiz olmamasına gelince, zira riba helâl etmekle de helâl olmaz. Hem de etin taksiminde hibe anlamı vardır. Kısmeti kabul eden birşeyin bir kısmını müşaen hibe etmek de geçerli değildir. »



Bununla açığa çıkmaktadır ki burada caiz olmamanın anlamı doğru değildir ve helâl değildir. Çünkü burada mübadele fasittir. Ancak burada Şurunbulâliye'nin sözünü ettiğine hilâf vardır. Şurunbulâliye'nin sözünü ettiği şudur. «Buradaki câiz olmamaktan maksat, tahminen taksim etmek geçerli değildir, ama taksim edilirse, bu haram da değildir.»



«Ancak ayaklarından veya derisinden bazı şeyleri ete eklerlerse caiz olur ilh...» Yani birisine etten bir bölümü ile ayakları düşse, diğerine de etten bir bölümü ile derisi düşmüş olsa, bu şekilde tahminen taksim etmek caizdir. İnâye.



«Vaktinin başlangıcı namazdan sonradır ilh...» Musannıfın bu ifadesinde müsamaha vardır. Zira kesimin vakti şehir ile gayrı arasında değişmez. Belki, onun şartında değişiklik vardır. şehirli ve köylü için kurban kesim vaktinin başlangıcı bayramın birinci günü şafağın doğumudur. Ancak şehirliye kurbandan önce namazı kılması şart kılınmıştır. O zaman burada şehirlinin namazdan önce kesmesinin caiz olmaması vaktin olmamasından değil, şartın olmamasındandır. Nitekim Mebsût adlı eserde de böyledir. Buna Hidâye ve diğer kitaplarda da işâret edilmiştir. Kuhistanî.



İbni Kemâl de şerhinin «minhu»larında şöyle demiştir: «Bu Tacü'ş-Şeria'nın yanıldığı yerlerden biridir ki bu konuda Sadrı Şeria uyanmamıştır.»



«Bayram namazı kılındıktan sonra ilh...» Cami ehli namaz kıldıktan sonra henüz meydanda toplananlar namaz kılmazdan önce kurbanını kesmiş olsa istihsanen kurban yeterlidir. Zira camide kılınan namaz geçerli bir namazdır. Hatta kurban kesenler o namazla iktifa etseler, hepsine yeterli olur. Bunun aksi de geçerlidir. Hidâye.



İmam tahiyatta oturduktan sonra kurbanını kesmiş olsa zaruri rivayette onun kurbanı caiz değildir. Bazı alimler de kestiğinin caiz ama günahkâr olduğunu söylemişlerdir. Bu da Ebû Yûsuf'tan rivayet edilmiştir. Hâniye.



«Velev ki, hutbeden önce olsun ilh...» Minah'ta Hasan'dan şöyle rivâyet edilmiştir: «İmam hutbeyi bitirmeden kurbanını keserse isabetsizlik etmiş olur.»



«Namaz vakti geçtikten sonra ilh...» Yani şehirler için kurban kesim vakti, bir özürden dolayı namaz kılmamışlarsa, bayram namazının vakti geçtikten sonradır. Bayram namazının vakti ise, güneşin mızrak boyu yükselmesinden zevale kadardır.



«Bir özürden dolayı bayram namazını kılmazlarsa ilh...» Yani bundan sonra zikredilecek fitnenin dışındaki bir özürden dolayı namazı kılmazlarsa. T.



Ben derim ki: Zeylaî, özür kelimesini zikretmemiştir. Halbuki o, şârihin Yenabî'den naklen zikredeceğine de aykırıdır.



Bedâyî'de şöyle denilmiştir : «İmam bayram namazını tehir etse, gün yarı oluncaya kadar kurban kesilmez. Eğer imam meşgul olsa, namaz kılmasa veya bayram namazını kasten terkederek zeval vaktine kadar kılmasa, namaz kılmadan da kurban kesmek bütün günlerde helâldir. Çünkü zevalle bayram namazının vakti yok olmuştur. İmam da ancak ikinci veya üçüncü günü bayram namazını kıldırırsa, kazaen kıldırmış olur. Kurbanın namazdan sonra olması da ancak namaz edâen kılınırsa şarttır. Kudurî de bu şekilde zikretmiştir.»



Bunun benzerini Zeylaî de Muhit'ten naklen zikretmiştir.



Yine Bedâyî bundan önce Muhît adlı eserden şunu zikretmiştir: «Bayramın ikinci günü zevalden önce kesmeleri yeterli değildir. Ancak imamın namaz kıldıracağını ummazlarsa o zaman kesebilirler.»



BİR UYARI ; Serahsî'nin Mebsût'unda şöyle denılmiştir: «Nahır günü Mina halkına bayram namazı kılmak vacib değildir. Çünkü onlar namaz vaktinde menasiki edâ etmekle meşguldürler. O zaman Mina halkı için şafak tattıktan sonra köy halkına caiz olduğu gibi kurban kesmek caizdir.»



Açık olan odur ki Mina ehli hacılar ve Mekke ehildir. Şurunbulâliye. Yani Mekke'nin ihrama giren halkı.



Bu, Birî'nin zikrettiğinin açık olarak zıddıdır. Zira Birî şöyle demistir: «Mina'da kurbanın ancak zevalden sonra kesilmesi caizdir. Zira Mina öyle bir yerdir ki, onda bayram namazı kılmak caizdir. Ancak şu kadar varki bayram namazı hacılardan düşmüştür. Çok araştırmamıza rağmen bu konuda bir metin görmedik. Bayram günü Mekke'de de bayram namazı yoktur. Zira biz ve bizim eriştiğimiz fıkıh bilginleri Mekke'de bayram namazı kılmamışlardır. Sebebin ne olduğunu en iyi Allah bilir.»



«Şehir dışında kesiliyorsa ilh...» Bu söz çölde yaşayanları da kapsamına alır.



Kadıhân da şöyle demiştir: «Mezrada köylerde ve sınır boylarında yaşayan halk bize göre şafak attıktan sonra kurbanlarını kesebilirler. Çölde yaşayanlara gelince, onlar ancak, kendilerine en yakın olan imamın namaz kıldırmasından sonra kesebilirler.» Bunu Kuhistanî Nazm'a ve diğerlerine isnad etmiştir.



Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Kadıhân'da zikredilen Tebyîn'de olanla Şeyhülislâm'ın mutlak ifadesine aykırıdır.»



«Geçerli olan, kurban kesilecek hayvanın bulunduğu yerdir ilh...» Kurbanlık mezrada, kesen de şehirde olursa, namazdan önce kesmesi caizdir. Bunun aksi ise caiz değildir. Kuhistanî.



«Kurbanını çıkarır ilh...» Yani çıkarılmasını emreder.



«Şehir dışında ilh...» Burada şehir dışından maksat, namazın seferi olarak kılınacağı yerdir. Kuhistanî ve Zeylâî.



«Mücteba îlh...» Mesela Hidâye Tebyîn ve diğer muteber kitaplarda bulunduktan sonra Mücteba'ya isnad edilmesine ihtiyaç yoktur.



«Doğum ilh...» Bu, küçük çocuğun veya babasının malından kurbanı kesmenin vacib olduğu görüşü üzeredir. Bu da mutemed görüşün aksidir. Nitekim yukarıda geçti.



«Kurbanlar iâde olunmaz, yalnız namaz iâde olunur ilh...» Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Eğer halk dağılmadan önce imamın abdestsiz namaz kıldığını bilinirse, rivayetlerin ittifakı ile imam namazı cemaatle birlikte iade eder. Ama iade etmezden önce kesilen kurban caiz midir? Bazı rivayetlerde kesin kurban caizdir denilmiştir. Çünkü o kurban fakihlerden bazısının caiz kabul ettiği namazdan sonra kesilmiştir. Bu fakih de İmam Şâfiî'dir. Çünkü Şâfiî'ye göre İmamın namazının fasit olması ona uyan kimselerin namazının fasit olmasını gerektimıez. O zaman bu namaz İmam Şâfiî'ye göre muteber bir namazdır. Şâfiî'nin görüşü üzerine imam yalnız başına namazı iade eder. Halk namazı iade etmez. Bu da istihsandır.» Bunun benzeri Bezzâziye'de de mevcuttur.



«Müctebâ'da ilh...» Şarihin Müctebâ adlı eserden nakli, metnin mutIak ifadesini kayıtlamaktadır. Yani, namaz cemaat dağılmadan iade edilir, sonra değil. Bu metnin mutlak ifadesini sınırlamak da güzel birşeydir. Çünkü cemaat dağıldıktan sonra namazı iade etmek zordur. H.



«Dağıldıktan sonra değil ilh...» Ben diyorum ki, Bezzâziye'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer cemaat namazları iade etmek için çağrılsa, o çağrıyı bilmeden kurbanını kesse, kestiği caizdir. Ama bu çağrıyı bilenler zevalden önce kurban kesmişlerse, kestikleri caiz değildir. Ama zevalden sonra kesmişse, kestiği kurban caizdir.»



Şu kadar var ki, bizim Bedâyî'den nâklettiğimiz ifade, mutlaka kesen kimsenin kurbanını iade etmemesini gerekli kılar. Bedâyî'de Bezzâziye'de zikredilenle birlikte diğer bir rivayet de zikredilmiştir. Düşünülsün.



«Bayram namazı kılınması ilh...» Çünkü onlara namaz kıldıracak bir vali yoktur. İtkânî ve Zeylaî.



«Tercih edilen görüşe göre caizdir îlh...» Çünkü şehir o zaman bu hükümle köy gibidir. İtkanî.



Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Fetvâ da bu görüş üzerinedir.» Bu meseleyi yine Zeylaî de zikretmiştir. O zaman Zeylaî'den naklen geçen hük
Kurban