4) Anlaşma Üzerine Köle Verme:

Meselâ, 1764 yılında Gürcüler’in bir bölümünü oluşturan ve Türkler’in “Açıkbaşlar” dedikleri İmerler, Bâb-ı âlî’ye her yıl üç yüz kese vergi verecek ve sayısını Ahıska paşasının ya da Çıldır vâlisinin tespit edeceği miktarda esir göndereceklerdi.”[122] 



İslâmiyet, köleliği ancak kendi kendini yok etme yeterliliğine sahip bir formülle tanımlamıştır. Bu formülün başlıca özellikleri, köleliği besleyen kaynakları daraltması, bunların ancak belirli bir süre için kalmalarına müsâade etmesi ve âzâd etme kapılarını da en geniş şekliyle açmasıdır. Böylece kölelik sistemini, akış yollarının çoğaldığı ve suyunu almış olduğu asıl kaynağının da kesildiği eski, küçük bir nehre benzetmek mümkündür ki, böyle bir nehrin kurumağa mahkûm olduğu açık bir gerçektir.[123]



İlk asırda, müslümanların gücü arttığı ve dünya devleti olduğu ilk anda, Kur’an’ın öngördüğü, İslâm devletinin de doğal görevi olan hürriyet için, kölesiz ve sınıfsız bir hayat için altyapı oluşturulup sosyal ve ekonomik tedbirler alınarak, köleliğin her çeşidiyle ve tümüyle kaldırdığı ilân edilmeli, Peygamber’in Vedâ Haccındaki İnsan hakları bildirisi, son şeklini bulmalıydı. Artık tedric ilkesine göre şartlar oluştuğu ve kesin yasağı uygulamanın zamanı geldiği gerçek halifeler ve Kur’an ve Sünnet çizgisindeki âlimler tarafından değerlendirilmeliydi. Böylece, köleliğin tümüyle kaldırılmasının ilânı bütün dünyada yankısını bulacak, ezilen ve köleleştirilen tüm dünya insanı İslâm’ı kurtarıcı olarak bilecekti. Kur’an’a ve Sünnete rağmen, müslümanlar köleci ve zâlim Batı ülkeleri ve Amerika tarafından köleliği şeklen kaldırmaya zorlanmayacaklar, onlar yalancı kahramanlığa soyunamayacaklardı.  Osmanlıların köleliği, Batının zoruyla kaldırması, onların dayatmasıyla kölelikten vazgeçmek zorunda kalması, yoksa kimbilir daha ne kadar sürdürecek olmaları, müslüman bilginler ve yöneticiler ve kölelikten yararlananlar için çok acı bir durumdur, büyük bir lekedir. Allah’a kul olamayanlar, sadece Allah’a kul olduğunu iddia edenlere, kulları kul edinmenin kötülüğünü anlatacaklar...   



İslâm, başından beri kölecilerin değil, kölelerin yanında yer aldı, onlara sahip çıktı. Başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere ilk müslümanlar, onları özgürleştirmek için büyük fedâkârlıklarda bulundu. Tevhid dini İslâm, insanın insana kulluğuna son vermeyi temel prensiplerinden biri olarak ilân etti. Böylece kısa zamanda köleliğin temellerini sarstı ve sonunda tam olarak çökertti.



  Kur’an’da insanların birbirini ezmesi, tahakküm etmesi, zulmetmek bir tarafa, zâlimlere en küçük çapta meyledilmesi, Allah’ın kulları arasında takvâdan başka üstünlük yolları aranması, toplumun sınıflara ayrılması şiddetle kınanmış, önemli günahlar olarak sayılmıştır. Bütün bunlar, şeytanî bir özellik olan istikbâr kavramıyla izah edilmiş, müstekbirler şiddetle kınanmıştır. Köleliğin kabulü ezilen sınıfın kabulü demektir. Ezilen ve hor görülen insanın varlığı, ister istemez ezen müstekbir karakteri de oluşturacaktır. Halbuki dinimiz, böyle bir yolu tıkayacak nice tedbirler almış, bunlara müsâade etmemiş, insanları bunlara karşı uyarmıştır.     



Osmanlılar tarafından, hıristiyan vatandaşlardan sulh zamanlarında saray hizmetleri ve yeniçeri ocağında kullanılmak üzere devşirilen, anne ve babalarından zorla alınan çocuk ve gençlerden oluşturulan sistemin, yani devşirmeliğin Kur’an ve Sünnette yerinin olmadığı, kapıkulu ulemâsının gündemine bile hiç girmemiş olmalıdır.



"Allah Teâlâ buyurdu ki: Hür bir insanı köle yapıp satan kimsenin, kıyâmette hasmı Ben olurum." (Buhârî, Büyû' 106, İcâre 10, 12, 15; İbn Mâce, Ruhûn 4; Ahmed bin Hanbel, II/292, 358, III-143, IV/274)



   Eski çağlar câhiliyyesinde Doğunun ve Roma'nın sefâhat ortamında rastlanan iğdiş edilmiş köleler, Ortaçağlarda Abbasîlerde ve Memlûk saraylarında da aynen ortaya çıkmıştır Daha sonra iyice kurumlaşıp adına Harem ağası denilen ve önemli vazife sahibi olup erkekliği yok edilmiş bulunan çoğu Habeşî ve zenci olan harem ağaları, Osmanlı saraylarının vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Bu câhiliyye âdetini aynen uygulayan ve insanlık onuruyla bağdaşmayacak biçimde yaratılışı değiştirip fıtrata müdâhale eden padişah ve vezirlerin Kur’an’ın kısas emri ve Rasûl’ün hadisi gereği iğdiş edilmesi gerekiyordu. Sadece bunları değil, atalar yolunu kutsayan, onların tüm yaptıklarında hikmetler arayan, Osmanlıya toz kondurmayan günümüzdeki fanatiklerin/hayranların da, kardeşlerine uygun gördükleri bu sistem kendilerine uygulansın isterler mi acaba? “Kölesini öldüreni öldürürüz; onun burnunu, kulağını kesenin burnunu, kulağını keseriz ve onu iğdiş edeni iğdiş ederiz.” (Buhârî, İlim 39, Cihad 17, Diyât 24, 31; Ebû Dâvud, Diyât 7, 11, 147, hadis no: 4515-4518; Tirmizî, Diyât 18, hadis no: 1414; Nesâî, Kasâme 9), “Kötü muâmele sahibi cennete giremez!” (Tirmizî, Birr 29, hadis no: 1947), "Mülkiyeti altında bulunan (köle ve câriye)lere kötü muâmele eden kimse cennete girmeyecektir... Onlara çocuklarınıza verdiğiniz değer gibi değer verin ve yediklerinizden yedirin... Onlar namaz kıldığı zaman artık o senin kardeşindir." (Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 477, hadis no: 1111 -3691- (7098), Ali İbn Ebî Tâlib (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)’ın ölmezden önce söylediği en son sözü: “Namaz, namaz! Ellerinizin sahip olduğu köleler hususunda Allah’tan korkun!” oldu." (Ebû Dâvud, Edeb 133, hadis no: 5156; İbn Mâce, Vesâyâ 1, hadis no: 2698)



İslâm inancına göre insan yaratıkların en fazîletlisi, en saygıdeğer olanıdır. “Biz, gerçekten, insanoğlunu şan ve şeref (mükerrem) sahibi kıldık.Onları, (çeşitli nakil vâsıtalarıyla) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdir; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (17/İsrâ, 70), “Biz insanı en güzel biçimde (ahsen-i takvîm) yarattık.” (95/Tîn, 4), “Hatırla ki; Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ dedi...” (2/Bakara, 30), "Allah Teâlâ buyurdu ki: Hür bir insanı köle yapıp satan kimsenin, kıyâmette hasmı Ben olurum." (Buhârî, Büyû' 106, İcâre 10, 12, 15; İbn Mâce, Ruhûn 4; Ahmed bin Hanbel, II/292, 358, III-143, IV/274)



Müslüman bir câriyeye veya köleye revâ görülen, yani bir müslümanın din kardeşine uygun gördüğü şeylere bir bakın hele... Gayri müslim bir köle ve câriye, bu şartlarla nasıl ve ne şekilde müslüman olacaktır? Savaşa katılmadığı, müslümanlarla savaşmadığı halde, elinden zorla çocuğu alınan (devşirilen) bir hıristiyan ana ve baba, İslâm’a ve müslümanlara hangi gözle ve hangi duygularla bakacaktır? Bir İslâm âliminin dâveti, bu uygulamalarla işlevsiz kalmayacak mıdır? Gayri müslim köle, sahibinin elinde müslüman oldu; uygulamada bolca görüldüğü şekilde din kardeşi onu köle olarak kullanmaya devam mı edecek? Veya zaten satın aldığında müslüman idiyse, kardeşini nasıl köle olarak kullanacak? Bir insanı, hele bir müslümanı köle olarak kullanmak veya sarayda diğer câriyelere karşı tedbir olsun diye hadım etmek...



Kur’anî prensipleri ve Peygamberî tavsiyeleri önemseyen bir müslüman kul, nasıl başka bir kulu kendine kul edecektir? “Mü’minler ancak kardeştir...” (49/Hucurât, 10), “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şûbelere ve kabilelere ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah yanında en üstün olanınız takvâca en ileri olanınızdır...” (49/Hucurât, 13), “Köleleriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına (emânet olarak) koymuştur...” (Kütüb-i Sitte Terc. C. 11, s. 552) “Sizden biriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğini, kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İman 7), "Eğer size âzâsı kesilmiş bir köle emîr tâyin edilir de sizi Allah'ın kitabı ile idâre ederse hemen kendisini dinleyip itaat edin!" (Müslim, Hacc 311, hadis no: 1298) Ve Rasûlullah'ın, âhirete irtihalinden evvel çok net emri: “Ashâbım! Hastaları ziyâret edin, açları doyun, elinizin altındaki köleleri salıverin.” (Buhârî, Et’ıme 1, Cihâd 171, Merdâ 4; Ahmed bin Hanbel, IV/299; Dârimî, Siyer 62)..............



Fıkhî mirasın, “Köleliği savunan müslümanların tek haklı gibi olduğu gerekçe şudur: “Kölelik, İslâm’a ve müslümanlara karşı savaş suçunun bir cezâsıdır.” Ama, unutuluyor ki, cezâlarda adâlet, İslâm’ın temelidir. Aynı suçu işleyenlere aynı cezâ verilir. Karşı tarafın esirleriyle değiştirilerek kurtulan veya fidye karşılığı salıverilen, ya da Peygamber (s.a.s.) zamanında olduğu ve Kur’an’ın da tavsiye ettiği doğrultuda karşılıksız serbest bırakılan benzer savaşçılarla karşılaştırınca adâlet kavramı nereye oturacak? Bu köleleştirilen esirin, aynı suçu işlediği halde köleleştirilmeyen diğerlerinden fazla olan suçu nedir? Başkalarının (kendi devletinin veya müslümanların komutanının) davranışları, onun ceza çekip çekmemesini belirliyor. Bu durumda eşitlik ve adâletin uygulanması, nasıl oluyor?  



Yine, fıkhî mirasın “Kölelerin çocuklarının da köle olacağı”nı hükme bağlaması da Kur’an prensiplerine göre isâbetli değildir. Cezâ, ancak suç işleyene tatbik edilir. “...Herkesin kazanacağı yalnız kendisine âittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez...” (6/En’âm, 164; 17/İsrâ, 15). Kur’an ve hadislere göre, hiçbir şahıs, babası da olsa başka bir kişinin işlemiş olduğu suçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Kölenin oğlu veya kızı, savaş suçu işlememiştir; dolayısıyla onlar hürdür, köleleştirilmeleri Kur’an rûhuna uygun değildir.