İslâm'ın Kölelik Kurumuna Bakışı

İslâm, tebliğinin ilk yıllarından itibaren insanın insana kulluğuna karşı mücâdele etmiştir. Bu tevhid dini, insanların cins, renk, makam vb. ayrımları ile oluşturdukları sınıfsal yapıyı temelinden sarstı. İslâm tarihinde siyah bir Habeşli olan Bilal'in konumu, Hz. Peygamber'in köle ve köle çocuğu olan Zeyd ve oğlu Üsâme'yi birçok Arap ileri gelenlerinin, muhâcir ve ensârın görev yaptıkları ordulara komutan tâyin etmesi, beşerî sistemlerde görülmeyecek bir durum ve büyük bir devrimdir. Özellikle İslâm'ın Mekke'de yayılma dönemlerinde müslüman oldukları için ezâ ve işkence gören müslüman köleleri Hz. Ebû Bekir'in satın aldığı ve hürriyetlerine kavuşturduğunu biliyoruz. Bu açıdan değerlendirildiğinde her türlü fikirsel, sosyal, siyasal bağımlılığa/tutsaklığa karşı çıkan ve bu uğurda yanına köleleri de alan bir sistemin, kölelikten rahatsız olacağı ve bu müessese ile mücâdele edeceği mantıksal bir zorunluluktur. Ancak, niçin İslâm'ın köleliği bir kalemde silip atmadığı, hazır bulduğu köleliği kaldırmaya yönelik çabalarının yanında, köleleştirme yolunu tamamen ve birden kapatmadığı yolunda da sorular yöneltilmektedir. Onlar Batı ülkeleri ve Amerika'da yayınlanan bildirgelerle köleliğin bir hamlede kaldırıldığını örnek göstermektedirler. Ancak, unutulmamalıdır ki, bu kaldırış, görüntüden öteye gidememiştir.



İslâmiyet, ekonomik hayatın bütün yönleriyle kölelik sistemine dayandığı ve kölelerin o asırda ekonominin buharı ve enerji kaynağı kabul edilebileceği bir çağda doğmuştu.[87] Bunlara bir de tarihî ve psikolojik sebepleri eklediğimizde köleliğin kaldırılmasının tek bir hükümle gerçekleşemeyeceği sonucuna varmamız zor olmaz.



İşte İslâm, birçok hükmün haram kılınması konusunda müslümanların hazır hale gelmesine kadar tedricî bir yöntem izlemesi gibi, mevcut köleliğin kaldırılmasında da batıdaki uygulamaların aksine, aynı yöntemi izlemiştir: