KEFFÂRET BÂBI

METİN



Keffâretin sebebinde ihtilâf edilmiştir. Cumhura göre sebeb zıhâr ve kadına dönüştür. Lügatta keffâret "Kefferallahu anhu'z-zenbe" cümlesinden alınmıştır. AIlah onun günâhını imha etti demektir. Şer'an ise cima etmeden bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Yani keffâret niyetiyle onu âzâd etmektir. Bir kimse keffâret niyetiyle babasını mirâs olarak alsa câiz olmaz.



İZAH



«Keffâretin sebebinde ihtilâf edilmiştir.» Yani vücubunun sebebinde ihtilâf vardır. Meşru olmasının sebebine gelince: O tevbenin vücubuna sebeb olan şeydir ki, bu da müslüman olması ve Allah Teâlâ'ya isyan etmeyeceğine söz vermiş bulunmasıdır. Allah'a isyan ederse tevbekâr olur. Çünkü bu tevbenin tamamındandır. Zira tekfir için meşru kılınmıştır. Bahır.



«Cumhura göre sebeb zıhâr» yani cumhura göre sebeb iki şeyden mürekkebdir. Bazıları:. "Sebeb yalnız zıhârdır, kadına dönmek şarttır. Zira keffâretin sebebi izafe edildiği şeydir." demişlerdir. Bunun aksini söyleyenler de olmuştur. Birtakımları: "Keffâretin sebebi cima'ı mubah kılmaya azimdir." demişlerdir ki, bir çok ulemamızın kavlı budur. Bu hususta sözün tamamı Fetih'de geçen bâbın başındadır. Bahır'da sebebin zıhâr olduğunu te'yid eden sözler vardır.



Bahır sahibi şöyle demiştir: "Et-Tarikatü'l-Muîniyye'de bildirildiğine göre mâsiyeti ibâdete sebeb yapmakta imkânsızlık yoktur. Elverir kî o ibâdetin hükmü keffâret olsun ve günâh giderilsin. Hele de o keffârette men etmek mânâsı maksud olursa! îmkânsız olan ancak cennete götürecek ibâdete mâsiyeti sebeb yapmaktır." Yine Bahır'da bu ihtilâfın bir semeresi olmadığı kaydedilmiştir.



«İmha etti.» tâbiri Misbâh'dan alınmıştır. Daha doğrusu örttü tâbirini kullanmaktır. Bahır'da Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: "Keffâret lügatta örtmek mânâsına gelir. Çünkü kefr kelimesinden alınmıştır. Kefr örtmek demektir." Bundan alarak çiftçiye kâfir denilir. (Çünkü tarlayı sürerek tohumları örter.) Bunun zâhirine bakılırsa mâsiyet amel defterinden imha edilmez, sadece örtülür. Yerinde kalmakla beraber ondan dolayı muâheze edilmez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Keffâretle günâh tevbesiz de sâkıt olur. Tarikat-ı Muîniyye'den yukarıda nakledilen söz buna işaret etmektedir. Lâkin yine yukarıda Bahır'dan naklettiğimiz: "0 tevbenin tamamındandır." sözü buna muhâliftir. Zâhir olan da odur.



TENBİH: Keffâretin rüknü: Fill-i mahsusdur ki, köle âzâd etmek, oruç tutmak ve fakir doyurmak gibi şeylerdir. Keffâret vacib olmak için ona kudret şarttır. Keffâretin sahih olması için de fiiliyle beraber niyet şarttır.' Sonraki niyet mu'teber değildir. Keffâretin verileceği yerler zekâtın verileceği yerlerdir. Ancak keffâret zimmîye de verilebilir, harbîye verilemez Buhususta ileride söz gelecektir.



Keffâretin sıfatı: Vücub itibariyle ceza, edâ itibariyae ibâdet olmasıdır.



Hükmü: Vâcibin zimmetten sukutu ve günâhlara keffâret olmayı gerektiren sevâbın hâsıl olmasıdır. Sahih kavle göre keffaret terâhi ile (yanî mühletli olarak) vâcibdir. Binaenaleyh imkân bulduğu ilk vakitten geciktirmekle sahibi günâhkâr olmaz. Borcunu kaza değil edâ etmiş sayılır. Ama insanın son ömründe vakti daralır. Edâ etmeden ölürse günâhkâr olur. Malının üçte birinden verilmesini vasiyet etmezse ölenin terikesinden alınmaz. Ama mirâsçılar onu teberru ederlerse câiz olur. Yalnız köle âzâdı ile oruçta câiz olmaz. Tamamı Bahır'dadır.



Ben derim ki: Lâkin yukarılarda geçtiğine göre zıhâr yapan kimse keffâretini vermeye zorlanır. Bunun muktezası gecikirse günâha girmiş olmaktır. Şu da var ki, keffâret tevbenin tamamından olduğuna göre hemen verilmesi icab eder.



«Bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.» KöIe mutlaka kendisine zıhâr yapılandan başkası olacaktır. Çünkü Zâhîriyye iIe Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: "Bir adamın nikâhında bir cariye bulunur da ona zıhâr yapar, sonra cariyeyi satın alarak zıhârı içîn âzad ederse Tarafeyn'e göre câiz olmaz denilmiştir. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Bahır." Yine Bahır'da Tatarhânîyye'den naklen bildirildiğine göre âzâd eden kimsenin mutlaka sağlam olması lâzımdır. O hastalığından ölür de köle malının üçte bîrinden çıkmazsa câiz değildir. Velevki mirasçılar razı olsunlar. Hastalığından iyileşirse câizdir.



«Cima etmeden» sözü sahih olmanın kaydı değil, vâcib olmanın ve hürmetin giderilmesinin kaydıdır. Cima'ın mukaddimeleri de cima mânâsındadır.



«Keffâret niyetiyle» Yani niyet âzâdla beraber yahut akrabasını satın alırken mevcud olacaktır. Nitekim gelecektir.



«Mirâs olarak alsa» sözü "âzâd etmektir" sözü üzerine tefri'dir. Çünkü âzâd etmek sözü âzâd etme işini mutlaka yapmak lâzım geldiğini ifade etmektedir. Mirâs ise cebrî'dir, yapmakla olan iş değildir. Babasına mirâsçı olmasının sureti babaya oğlunun teyzesi gibi zîrahim akrabadan birinin mâlik olması, sonra ölmesidir. Teyzesi ölürken oğlu keffâreti niyet ederse câiz olmaz. Ama babasını satın alırken keffâreti niyet etmesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.



METİN



Velevki köle meme emen küçük bîr çocuk veya katli mubah bir kafir yahut rehin edilmiş köle veya borçlu yahut kaçak bir köle olsun da sağ idiği bilinsin yahut dinden dönmüş kadın olsun. Dinden dönen erkekle serbest bırakılan harbî hakkında hilâf vardır. Yahut sağır olup bağırılırsa işitsin bağırılmazsa işitmesin veya enenmiş yahut âleti kesilmiş veya ferci yapışıkyahut ferci boynuzlu yahut kulakları kesik, kaşları ve başının saçlarıyla sakalı tıraş edilmiş, burnu veya dudakları kesilmiş olup yemek yiyebilsin. Aksi takdirde câîz olmaz. Yahut bir gözü kör veya gözleri zayıf yahut ellerinden biriyle ayaklarından biri çaprazlamaya kesilmiş olsun yahut mükâteb olup bir şey ödememiş bulunsun. Ve kendisi mirâsçı değil de sahibi âzâd etsin.



İZAH



«Küçük bir çocuk İlh...» sözü köleyi ta'mimdir. Çünkü köle Hidâye'de de belirtildiği gibi zâttan ibarettir. Yani her cihetten memlNktur. Binaenaleyh sayılanların hepsine şâmildir. "Yani her cihetten" sözü köleye mutealliktir. Zira köleliğin mükemmel olması şarttır, milkîn kemali şart değildir. Onun için bir şey ödememiş mükâtebden keffâret câiz olur, müdebberden olmaz. İnâye. Ana karnındaki çocuk bundan hariçtir. Velevki altı aydan azda doğurmuş olsun. Çünkü o bir vecihle köle, bir vecihle annesinin bir cüz'üdür. Hatta annesinin azâd edilmesiyle o da âzâd olur. Nitekim Muhît'ten naklen Bahır'da belirtilmiştir. Yaşlı köle velevki geçkin yaşta olsun dahil olduğu gibi iyileşmesi umulan basta ve gasbedilen köle ele geçirilirse dahildir. Bahır. Lâkin Hindiyye'de Sûrûcî'nin Gâye'sinden naklen: "Âciz ihtiyar kâfi değildir." denilmiştir.



«Katli mubah» sözünü Bahır sahibi Câmiu'I-Cevâmi'a nisbet etmiş, ondan önce İmam Muhammed'in: "İdamına hükmedilir de sonra onu zıhârı için âzâd eder, sonra affolunursa câiz olmaz." dediğini söylemiştir. Bu sözün bir benzeri de Fetih'dedir. Birinci kavlin zâhiri affedilmese de câiz olduğunu göstermektedir. Araştırmalıdır.



«Yahut rehin edilmiş...» Bahır'da Bedâyı'dan naklen şöyle denilmiştir:



"Kezâ rehin edilmiş bir köleyi âzâd eder de köle borcunu ödemek için çalışırsa bu köle keffâret nâmına câizdir. Para efendisinden alınır. Çünkü çalışmak köleliğin bedeli değildir."



«Veya borçlu...» Velevki alacaklılar çalıştırılmasını istesin. Çünkü borcun kölenin bütününü kaplaması ve köleyi çalıştırmak köleliği ve milki ihlal etmez. Zira çalıştırmak hürriyetten çıkarmayı icab etmez Binaenaleyh her vecihle bedelsiz olarak âzâdlık vâki olur. Bunu Muhît'te naklen Bahır sahibi söylemiştir.



«Dinden dönmüş kadın olsun.» Yani bu hilâfsızdır. Çünkü dinden dönen kadın öldürülmez. Fetih'de de böyle denilmiştir.



«Dinden dönen erkekde ilh...» Hilâf vardır. Biliyorsun ki, katli mubah olan hakkında da hilâf vardır. Binaenaleyh onu da burada zikretmek münasib olurdu. Feth'in zâhirine bakılırsa dinden dönen erkek hakkında cevazı tercih etmiştir. Çünkü şöyle demiştir: "Kâfirede dinden dönen erkekle kadın dahildir. Dinden dönen kadın hakkında hilâf yoktur. Çünkü o öldürülmez. Zâhirine bakılırsa dinden dönen erkek hakkında illet öldürülmesidir."



Nehir'de de şöyle denilmiştir: "Dinden dönen erkek hakkında hilâf vardır. Kerhî câiz olduğuna kâildir. Nasıl ki öldürülmeyecek bir köle azâd edilse câiz olur. Câiz olmadığını söyleyene göre dinden dönmekle o kimse harbî olur. Ona keffâret vermek câiz değildir." Yani onu âzâd etmek keffareti ona vermek hükmündedir. Bu ta'lilin muktezası harbî âzâd edilirse bil-ittifak ondan keffâret câiz olmamaktır. Onun için Fetih sahibi kifayet etmez sözünü mutlak bırakmıştır. Lâkin Bahır'da Tatarhâniyye'den naklen: "Bir kimse dar-ı harbde harbî bir köleyi âzâd eder de yolunu serbest bırakmazsa câiz olmaz. Serbest bırakırsa burada ulemanın ihtilâfı vardır. Bazıları câiz olmadığını söylemîşlerdir." denilmiştir.



«Bağırılırsa işitir, bağırılmazsa işitmez.» Hidâye'de de böyle denilmiştir. Böylelikle zâhir rivâyetle Nevâdir rivâyetinin arası bulunmuş olur. Zâhir rivâyette câiz olur, Nevâdir rivâyetinde ise câiz olmaz denilmiştir. Nevadir rivâyeti sağır doğana yorumlanmıştır. Fetih.



«Veya enenmiş» den "yahut ferci boynuzluya" kadar sayılanlarda menfaat cinsi kalmamışsa da kölede bu maksud değildir. Zira onda maksud erkek olsun kadın olsun hizmet ettirmektir. Hatta cariye ile cima'da bulunmak ve onu hizmetinde bulundurmak kabîlindendir derler. Cima'ı mümkün değilse kullanışı noksan demektir, yok değildir. Rahmetî.



«Yahut kulakları kesik» yani işitmesi bâkî demek istiyor. Bahır. Çünkü bu meselelerde mevcud olmayan şey zînettir. O da kölede maksud değildir. Fakat yemekten âciz kalırsa iş helâkına varır ki, onda yemek menfaati maksuddur. Binaenaleyh iyileşmesi umulmayan hasta gibi hükmen helâk olmuş sayılır. Rahmetî.



«Yahut mükâteb olup bir şey ödememiş bulunsun.» Çünkü mükâtebin köleliği kâmildir. Velevki onun üzerinde milk nâkıs olsun. Keffâret nâmına azâdlığın câiz olması köleliğin kemaline dayanır, milkin kemaline dayanmaz. Ama bir şey verirse keffâret yerine geçmez. Nitekim gelecektir. Bahır.



«Mirâsçı değil de sahibi âzâd etsin.» Yani onu mirâsçı kendi keffâreti için âzâd ederse câiz olmaz. Çünkü mükâteb sahibi öldükten sonra vârisin milkine intikal etmez. Sahibi öldükten sonra kitabet bâkîdir. Mirâsçının onda milki yoktur. Sahibi bunun hilâfınadır. Mirâsçının âzâdı câiz olması kitabet bedelinden ibrâyı tezammun ettiği içindir. Bu da âzâd etmeyi gerektirir. Bahır.



METİN



Kezâ yakınını satın almak keffâret niyetiyle olursa keffâret yerine geçer. Çünkü bu onun fiili iledir. Mirâs böyle değildir. Kölesinin yarısını âzâd edip sonra kalan kısmını keffâret için cimadan önce âzâd etmek de istihsanen câizdir. Müşterek bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.



Kendisinde menfaat cinsi kalmayan köle keffâret için yeterli değildir. Çünkü hükmen helâkolmuştur. Kör ve akli gelmeyen deli böyledir. Ayılan deliyi ayıldığı halde âzâd etmek yeterlidir. İyileşmesi umulmayan hasta; dişleri düşmüş kimse, elleri veya baş parmakları yahut her elinin üç parmağı veya ayakları kesilmiş yahut bir taraftan bir elle bir ayağı kesilmiş. bunak ve felçli de yeterli değildir. Müdebber, ümmüveled ve bedelinin bir kısmını ödeyen fakat kendisi aciz kalmayan mükâteb dahi yeterli değildir. Âciz kalır da onu âzâd ederse câiz olur. Mükâteb bir şey ödedikten sonra câiz olmasının hîlesi budur.



İZAH



«Yakınını satın almak» yani kölenin yakınını satın almak demek istiyor. Bundan murad onun zîrahmi mahremleridir. Satın almaktan murad kendi fiiliyle mâlik olmasıdır ki, bunda hibe, sadaka ve vasiyet dahildir.



«Keffâret niyetiyle olursa» Beraber olursa mânâsınadır. Niyet satın almadan sonra olursa yeterli değildir. Nitekim geçti. Bahır sahibi diyor ki:



"Hâniyye'de akrabayı âzâd bâbında: Zıhârından bir ay sonra babasını satın aldırıp âzâd etmek için bir adama vekâlet verir de vekil onu satın alırsa satın aldığı gibi âzâd olur ve emredenin zıhârı nâmına kâfidir denilmiştir ki, bunun esası bir aydan sonra sözünü hükümsüz bırakmaya dayanır. Çünkü meşru'a muhâliftir. Meşru olan mahrem kimsenin satın alındığı an âzâd olunmasıdır.



«Mirâs böyle değildir.» Yani mûrisi öldüğünde köleyi keffâreti nâmına âzâd etmek isterse yeterli olmaz. Çünkü mirâs cebrîdir. Nitekim geçmişti.



«İstihsanen câizdir.» Kıyâsa göre Sahih olmaz. Çünkü yansını âzâd etmekle kalan kısmında noksanlık yer etmiştir ve ortak köleden kendi hissesini âzâd edip de ortağına onun hissesini ödemiş gibi olur. İstihsanın vechi şudur: Bu noksan keffâret milkinde olması sebebiyle birinci âzâdın eserlerindendir. Böylesi mâni değildir. Bu kurban etmek için koyunu yatırıp da bıçak hayvanın gözüne rastlayarak çıkarmaya benzer. Ortak köle bunun hilâfınadır. Nitekim izahı gelecektir. Bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre köle âzâdı parçalanmayı kabul etmez. Kölesinin yansını âzâd edip yarısını etmese İmameyn'e göre câizdir. Çünkü kölenin bütünü âzâd olur. Mınah.



«Kendisinde menfaat cinsi kalmayan» Yani görmek, işitmek, konuşmak, tutmak, çalışmak ve akıl gibi menfaatler kalmayan köle yeterli değildir. Kuhistânî. Murâd menfaatin tamamiyle yok olmasıdır. T. Yani köleden beklenen menfaatin tamamıdır. Binaenaleyh enenmiş ve benzeri kölelerde nesil menfaati kalmaması ile itiraz edilemez.



«İyileşmesi umulmayan hasta» hükmen ölüdür. Bahır. Ama bunu o hastalığından ölürse diye kayıdlamak gerekir.



«Dişleri düşmüş kimse» Çiğnemeye kâdir olamadığı için yetersizdir. Bunu Valvalciyye'dennaklen Bahır sahibi söylemiştir. Lâkin burada şöyle denilebilir: Bu hal menfaat cinsini tamamiyle yok etmez, sadece azaltır. Yukarıda geçmişti ki, geçkin ihtiyarı ve küçük çocuğu âzâd etmek câizdir. Fetih'in ibâresi şöyledir: "Dişleri düşmüş yemekten âciz kimseden olmaz." Bunun zâhirine bakılırsa yemekten tamamiyle âciz kalan demektir ki, bu takdirde işkâl yoktur.



«Elleri kesilmiş...» Elleri veya ayakları kurumuş, felç olmuş, bir tarafı ve mak'adı tutulmuş ve hiç bir şey işitmeyen sağır dahi muhtar kavle göre bunun gibidir. Nitekim Valvalciyye'de beyan edilmiştir. Bahır.



«Baş parmakları» yerine iki elinin baş parmakları dese daha iyi olurdu .Çünkü ayaklarının baş parmakları kesilirse mâni teşkil etmez. Nitekim Sirâc'da bildirilmiştir. Şürunbulâliyye.



«Yahut her elinin üç parmağı...» Çünkü ekseriyet için bütün hükmü vardır. Fetih.



«Bir taraftan bir elle bir ayağı» kesilmişse keffâret olmaya yeterli değildir. Çapraz kesilmesi bunun hilâfınadır. Çünkü yukarda geçtiği vecihle bu câizdir. Sağlam eliyle sopayı tutarak sağlam ayağının üzerinde yürümek mümkündür.



«Müdebber ve ümmüveled» yeterli değildir. Çünkü bunlar bir cihetten hürriyeti hak etmişlerdir. Binaenaleyh kölelikleri noksandır. Keffâret nâmına âzâd ise satışta olduğu gibi tam köleliğe dayanır. Onun için bu ki nev'i köleyi satmak caiz olmaz. Bahır.



«Âciz kalır da âzâd ederse câiz olur.» Çünkü âciz kalmakla kitabet akdi bâtıl olur.



METİN



Ortak bir kölenin yarısını âzâd edip ödedikten sonra kalan kısmını âzâd etmek dahi câiz değildir. Çünkü eksiklik yer etmiştir. Kölesinin yarısını keffâreti nâmına, kalan yarısını da zıhâr yaptığı karısıyla cima ettikten sonra âzâd etmesi dahi câiz değildir. Çünkü köle âzâdı temastan önce emredilmiştir. Zıhâr yapan kimse âzâd edecek köle bulamazsa -velevki elinde olup da hizmeti veya borcunu ödemek için muhtaç olsun. Zira hakikaten bulmuştur. Bedayı- iki ay oruç tutar. Hilâl hesabıyla ise velev elli sekiz gün; değilse altmış gün oruç tutar. Cevhere'deki: "Bir kimsenin hizmet için bir kölesi bulunursa oruç tutması câiz değildir. Meğerki kötürüm olsun." İfadesinden murad köledir. Tâ ki ulemanın sözleri birbirlerine muvafık olsun. Ama "kötürüm olsun" cümlesindeki zamirin köle sahibine aid olması ihtimali de vardır. Ancak bu nakle muhtaçtır. Köle sahibinin evi mu'teber değildir. Malı olur da o kadar da borcu bulunursa, borcu ödediği takdirde oruç tutması yeterlidir. Aksi takdirde iki kavil vardır. Gâibde malı varsa onu bekler. Üzerinde iki keffâret, milkinde ise bir köle bulunur da birisi için oruç tutar sonra diğeri için köleyi âzâd ederse câiz olmaz. Aksini yaparsa câiz olur.



İZAH



«Çünkü eksiklik yer etmiştir.» Kölenin üzerinde köleliği devam ettirmek imkânsız olduğu için arkadaşının hissesindeki milki de eksilmiştir. Sonra eğer bu adam zenginse İmam-ı Azam'a göre arkadaşının hissesi ödemek suretiyle ona geçer. Fakir ise ve köle kalan kıymetini ödemek için çalışırsa bu suretle tamamı âzâd olduğunda efendisinin keffâreti nâmına bil-ittifak kâfi gelmez. Çünkü ,bu mal karşılığı âzâddır. İmameyn'e göre ise sahibi zengin olduğu takdirde kâfidir. Çünkü kölenin bir kısmını âzâd etmekle bütünü âzâd olur. Bu, âzâd İmam-ı Azam'a göre parçalanmayı kabul ettiği, İmameyn'e göre etmediği esasına binaendir.



«Çünkü köle âzâdı temastan önce emredilmiştir.» Yani mutlak surette helâl olmak için cima'dan önce bütün kölenin âzâd edilmesi şarttır. Bu bulunmamıştır ve o cimayla günâh tekarrur etmiştir. Sonra bu yarıyı şarttan saymak mümkün değildir ki, onunla birlikte kalan yarıyı azâd etmesi kâfi gelsin. Çünkü bu takdirde mecmuu temastan önce olmuş sayılamaz. Bilâkis birazı temastan önce, birazı sonra olmuş olur. Halbuki şart bu değildir ve mecmu'dan sonra hürmet te şart bulununcaya kadar eskisi gibi kalır. Şart bütün kölenin ikinci cima'dan önce âzâd edilmesidir. Tâ ki o cimayla ondan sonrakiler helâl olsun. Tamamı Fetih'dedir. Sonra bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre ise cima'dan önce kölenin yarısını âzâd etmek bütününü âzâd demektir. Nitekim geçti.



«Bulamazsa» Yani vücub vaktinde değil edâ vaktinde bulamazsa demektir. Bahır. Bu fer'î meselelerde de gelecektir.



«Velevki hizmeti için muhtaç olsun.» cümlesi mefhum üzerine mubâle-gadır. Sanki şöyle demiştir: "Ama bulursa âzâdı teayyün eder. Velevki hizmetine muhtaç olsun."



«Veya borcunu ödemek için ilh...» Bahır sahibi diyor ki: "Bedâyı'da bildirildiğine göre o adamın milkinde keffârete elverişli bir köle bulunursa onu âzad etmesi vâcib olur. Borcu olsun olmasın müsavîdir. Çünkü hakikaten köle bulmuştur." Hasılı şudur ki: Borç elinde mevcud olan köleyi âzâd etmeye mâni değildir. Ama bir kavle göre malla köle satın almasının vücubuna mânidir.



«Murad köledir.» Yani "meğerki kötürüm olsun" cümlesindeki zamir köleye râci'dir. Bu te'vili yapan Bahır sahibidir. Nehir, Minah ve Şürunbulâliyye sahibleri de ona uymuşlardır



«Köle sahibine; aid olması ihtimali de vardır.» Hatıra gelen zaten budur. Çünkü kölenin hizmet için bulundurulması kötürüm olmasına aykırıdır



«Ancak bu nakle muhtaçtır.» Yani Cevhere'nin ifadesi ihtimallidir. Tatarhâniyye'nin ibâresi ona aykırıdır. Orada: "Bir kimse bir köleye mâlik olursa azad etmesi lâzım gelir. Velevki ona muhtaç olsun." denilmektedir. Bedâyı'nın yukarıda geçen sözü de öyledir. Orada da: "Çünkü hakikaten bulmuştur." denilmiştir. Yani nass köle bulamazsa oruç tutmasının kâfi geleceğine delâlet etmektedir. Bu köle bulmuştur demek istemiştir. Eğer "Muhtaç olunan şeyyok gibidir. Bu sebeble susuzluk için muhtaç olunan su varken teyemmüm câiz olmuştur. Halbuki teyemmümün kâfi gelmesi âyette su bulunmaması üzerine tertib edilmiştir." dersen ben de derim ki: Fetih'de bildirildiğine göre bizce fark şudur: Suyu susuzluğu için tutması emredilmiştir. Onu kullanmak kendisine yasaktır. Hizmetçi bunun hilâfınadır. Tahtâvî'nin Hamevî'den nakline göre o: "Köle sahibi kötürüm olup âzâd ettiği takdirde kendine hizmet edecek kimse bulamazsa oruç câizdir, denilse bu sözün güzel bir vechi olur," demiştir.



Ben derim ki: Bu zahirdir. Çünkü azâd ettirirsek bu adama kaldıramayacağı yükü yüklemiş olmak lâzım gelir. Nasıl ki köle kazanıp da onu geçindirir ve benzeri şeyler yaparsa bunlarla beraber onu âzâd etmesi vâcibdir demek şeriat kaidelerine muhâlif olur. Binaenaleyh hâssaten naklî delile muhtaç değildir. Nitekim âşikardır



«Köle sahibinin evi mu'teber değildir.» Yani onunla köle azâdına kâdir sayılamaz ve köleyi satmak. köle almak teayyün edemez. Bilâkis oruç tutmak kâfi gelir. Çünkü bu onun elbisesi ve ailesinin elbisesi gibidir. Hızâne. Ulemanın meskeni diye kayıdlamaları gösteriyor ki oturduğu evden, başka bir evi olursa onu satması lâzım gelir Dürr-ü Müntekâ'da: "Kendisine lâzım olan elbisesi itibarcı alınmaz." denilmiştir ki, bunun ifade ettiği mâna muhtaç olmadığı eşyasının satılması lüzumudur. T.



«Malı olur da İlh...» Yani elinde bir kölenin kıymeti bulunur da zarurî ihtiyaçlarından artarsa demektir. Çünkü zarurî ihtiyaçları mikdarını sarfedecektir. Bu yok hükmündedir. Sanat sahibi ise günlük yiyeceği de onlardandır. Sanat sahibi değilse bir aylık yiyeceği hesap edilir. Bahır.



Hâsılı bu meselenin üç vechi vardır. Kölesi varsa onun hizmetine muhtaç olsa bile keffâret için oruç kâfi değildir. Başka bir köle bulur da ev gibi aslî bir hacetiyle meşgul olursa o da yok hükmündedir. Çünkü o vâcibin aynı değildir. Onu ödemek için hazırlanmış da değildir. Ödemeye yarayan dirhem ve dinar gibi şeyler bulur da kendisi aslî ihtiyaçları ile meşgul ise bunları ihtiyaçlarına sarfettiği takdirde oruç tutmak kâfi gelir. Çünkü aczi tehakkuk etmiştir. Aksi takdirde iki kavil vardır. Bunların birine göre bulamamış hükmündedir. Çünkü ona muhtaçtır. İkinci kavle göre ödemeye yarayan şeye mâliktir ve hükmen köle bulmuş sayılır. Bunu Rah-meti söylemiştir. Adı geçen iki kavle İmam Muhammed'in sözü işaret etmektedir. Nitekim bunu Bahır sahibi izah etmiştir.



"Gâibde malı varsa onu bekler." Yani onunla âzâd etmek için bekler. Oruç tutması kâfi gelmez. Kezâ iyileşmesi umulan bir hastalığa tutulursa oruç tutmak için iyileşmesini bekler. Bahır: İyileşmesi umulmayan hastalık olursa bunun hilâfınadır. O zaman fakirleri doyurur. Nitekim gelecektir. Bahır'da Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: "Eğer alacağı olur da borçlusundan alamazsa ona oruç kâfidir, alabilirse kâfi gelmez. Kezâ kadına keffâret vâcib olur da onunla mehri bir köle olmak üzere evlenmiş ve istenildiği zaman buna kâdir olursahüküm yine böyledir."



"Câiz olmaz." Yani birincisi için oruç câiz değildir. Köle âzâdı ise mutlak surette câizdir. Sonra bunu Bahır sahibi inceleyerek zikretmiş, Nehir sahibi ile Makdisî de onu kabul etmişlerdir. O bunu Muhît'in şu sözünden almıştır: "iki keffâret borcu olur da elinde yalnız birine yetecek yiyecek bulunursa, birisi için oruç tutup öteki için yiyecek verdiği takdirde orucu câiz değildir. Çünkü mal ile keffâret vermeye kâdir iken yiyecek vermiştir." H.



"Hilâl hesabıyla ise velev elli sekiz gün" Yani oruca ayın başından itibaren başlarsa iki ay oruç kâfidir. Bu iki ay tam olsun, nâkıs olsun yahut biri tam biri nâkıs olsun fark etmez.



"Değilse altmış gün oruç tutar." Yani oruca ayın başında hilâli görerek başlamamışsa altmış gün oruç tutar. Hâkim'in Kâfîsi'nde şöyle denilmiştir: "Hilâli görerek bir ay oruç tutar da bu yirmi dokuz gün olursa ondan önce on beş gün, sonra da on beş gün oruç tutarsa kâfi gelir."



METİN



Son günün sonunda köle âzâdına kudret bulursa âzâd etmesi lâzım gelir. Oruç gününü tamamlaması da mendûb olur. Bozarsa kaza lâzım gelmez. Velevki nafile olsun. Bu iki ay oruç arka arkaya tutulacak, cima'dan önce olacak, araya ramazan ve orucu yasak edilen günler girmeyecektir. Kezâ arka arkaya tutulması şart olan hiç bir oruç araya girmeyecektir. Sefer ve nifâs gibi bir özürden dolayı orucunu bozarsa -hayız bunun hilâfınadır. Meğerki hayızdan kesilsin,- yahut özürsüz olarak oruç tutmazsa yahut zıhâr yaptığı karısı ile bu iki ayda mutlak olarak cima'da bulunursa- yani gece veya gündüz, kasden veya unutarak cima ederse demektir. Nitekim Muhtar'da ve başkalarında böyle denilmiştir. İbn-i Me-lek geceyi kasden diye kayıdlamışsa da bu hatadır. Bahır. Lâkin Kuhistânî'de ona muhâlif sözler vardır. Kınye.- oruca yeniden başlar. Fakirleri doyurduğu sırada cima'da bulunmuşsa fakir doyurmaya yeniden başlamaz. Çünkü doyurmak hususunda nass mutlak, köle âzâdı ile oruç hususunda mukayyeddir. Fakat zıhâr yaptığı karısından başkasıyla orucu bozmayacak şekilde cima'da bulunursa bil-ittifak zarar etmez. Katl keffâretindeki cima gibi olur.



İZAH



"Köle âzâdına kudret bulursa ilh..." Demesinden anlaşılıyor ki, bula-mamaktan murad iki ay bitinceye kadardır. Bahır.



"Âzâd etmesi lâzım gelir." Kezâ fakirleri doyurduğu son günde oruç tutmaya kâdir olursa oruç tutması tâzım gelir. Verdiği yiyecekler nafileye inkilab eder. Şürunbulâliyye.



"Velevki nafile olsun." Çünkü bu oruç iltizam ederek değil ıskat için meşru olmuştur. Minah. Yani mâlumdur ki, zan üzerine oruç tutan kimseye hemen orucunu bozarsa o günü tamamlamak lâzım gelmez. Ama biraz durursa velevki az olsun nafileye başlamış gibi olur. Artık onu tamamlaması lâzım gelir. Rahmeti. Lâkin oruçlu durduğu vaktin niyet vaktinde olması şarttır. Zira zevalden sonra olursa oruca başlamak mümkün değildir. Onun için devama niyet etmesi başlamış gibi sayılmaz. Nitekim oruç bahsinde izah etmiştik.



"Araya ramazan girmeyecektir İlh..." Çünkü sağlam ve mukîm bir kimse hakkında ramazana vaktin farzından başka oruç sığmaz. Yolcuya gelince: O başka bir vâcib için niyetlenebilir. Hasta hakkında iki rivâyet vardır. Nitekim usûl-ü fıkıh ilminde emir bahsinde görülebilir. Yasak günlerden murad bayram ve teşrik günleridir. Çünkü yasak edildiği için o günlerde oruç tutmak nakıs olur. Nakısla kamil ödenmez. Bu şunu gösterir ki, bu günlerin içinde adak orucu bulunmamak şart değildir. Çünkü muayyen olan adak orucu gününde başka bir vâcibe niyet ederse câiz olur. Ramazan orucu bunun hilâfınadır. Bahır.



"Arka arkaya tutulması şart olan hiç bir oruç ilh..." Katl keffareti, iftar ve yemin oruçları gibidir. Bahır'da Fetih'den naklen: "Arka arkaya tutulması şart kılınan muayyen veya mutlak oruçlar böyledir. Bu şarttan hali olan muayyen nezir bunun hilâfınadır. Onun arka arkaya tutulması tâzım ise de -meselâ receb gibi- onda bir gün orucu terk ederse ona yeniden başlamaz. Çünkü o ramazandan fazla değildir. Hükmü de söylediğimiz gibidir." denilmiştir.



"Orucunu bozarsa" Demesi gösteriyor ki, unutarak yerse zarar etmez. Nitekim Kâfî'de belirtilmiştir.



"Hayız bunun hilâfınadır." Çünkü o kadının katl ve iftar keffâretlerini kesmez. Zira kadın hayızdan hali iki ay bulamaz. Yemin keffâreti bunun hilâfınadır. Kadın hayzını bitirdikten sonra orucunu geçmiş günlere ekleyebilir. Ama bundan sonra bir gün oruç tutmazsa yeniden başlar. Çünkü zaruret yokken arka arkaya tutmayı terk etmiştir. Nifâs ise her keffâretin orucunda tetabua (arka arkaya tutmayı) keser. Tamamı Bahır'dadır.



"Meğerki hayızdan kesilsin." Mesela bir ay oruç tuttuktan sonra hayzını görür sonra hayız'dan kesilirse oruca yeniden başlar. Çünkü arka arkaya tutmaya kudret kazanmıştır. Artık bu ona lâzım gelir. Bunu Müntekâ'dan Bahır sahibi nakletmiştir. Yani orucu bitirmeden tetabua kudret bulmuştur. Bitirdikten sonra bulması bunun hilâfınadır. Bahır sahibi bundan sonra Muhît'den şunu nakletmiştir: "Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre kadın ikinci ayda gebe kalırsa tuttuğu günler üzerine bina eder."



"Muhtar'da ve başkalarında" Bedâyı, Tûhfe, Gâyetü'l-Beyân, Inâye ve Fetih'de böyledir.



"İbn-i Melek ilh..." Burada şöyle denilebilir: "Kasden kaydı ekseri kitablarda vardır. İbn-i Melek'in hatası onu unutmaktan ihtiraz içın yapmasıdır. Bilâkis o tesadüfî bir kayıddır. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.



"Kuhstânî'de ona muhâlif sözler vardır." ibâresi şudur: "Kezâ kadınla yani zıhâr yaptığı karısı ile kasden cima'da bulunursa oruca yeniden haşlar. Nitekim Mebsût, Nazım, Hidâye, Kudûrî, Muzmerât, Zâhidî, Netf ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Sırf İsbîcâbî'nin Tahâvî şerhinde: "Geceleyin kasden veya unutarak" Demesiyle kasden sözünü Kifâye sahibi ve ona uyanların yaptıkları gibi tesadüfî bir kayda yorumlamak doğru değildir. Nihâye sahibinin ona iltifat etmemesi de bunu te'yid eder.



Ben derim ki: Şöyle denilebilir: İsbicâbî'nin ifadesi sarihtir. Binaenaleyh mefhuma tercih edilir. Nasıl ki yerinde tekarrur etmiştir. Onun için de Muhtar ve diğer kitablarda bildiğin gibi bu yoldan yürünmüştür. Allâme İbn-i Kemâl Paşa dahi yazdığı metinde bu yoldan yürümüş şerhin hâmişinde:



"Buradan anlaşılır ki, geceleyin kasden diyen iyi etmemiştir. Çünkü geceleyin cima'da kasid ve hata musavîdir." demiştir. Fetih ve inâye'de dahi: "Kadınla geceleyin kasden veya unutarak cima'da bulunmak birdir. Çünkü hilâf orucu bozmayan cima'dadır." denilmiştir. Yani Ebû Yusuf'la Tarafeyn arasındaki hilâf demek istemiştir. Ebû Yusuf'a göre zıhâr yaptığı karısı ile cima'da bulunmak ancak orucu bozarsa tetabuu keser. Tarafeyn'e göre mutlak surette tetabuu keser. Çünkü keffâretin temastan önce verilmesi nassla şart kılınmıştır. Meselenin tam izahı Fetih'dedir. Onun için Ya'kubiyye hâşiyelerinde: "Zâhire göre hata ile kasid arasında fark bulunmamak Ebû Hanife'yle İmam Muhammed'in delili muktezasıdır." denilmiştir.



"Nass mutlak ilh..." Bizim kaidelerimizden biri de şudur: Mutlak ile mukayyed iki hükümde iseler hâdise bir olsa bile biz mutlakı mukayyede hamletmeyiz. Fakirleri doyurmazdan önce cima'a mâni olan ancak haram kılınmış olmasıdır. Çünkü o adam köle âzâdı ile oruca muktedir olabilir ve bunlar fakir doyurmadan sonra olurlar. Fukaha böyle söylemişlerdir. Ama söz götürür. Çünkü fakirlik, ihtiyarlık ve düzelmesi umulmayan hastalık sebebiyle acizlik meydanda iken muktedir olması mevhum bir şeydir. Mefhum şeyler itibariyle ibtidaen hüküm sâbit olmaz. Sadece istihbab sâbit olur. Nehir. Bu mesele Fetih'den alınmıştır.



"Orucu bozmayacak şekilde" Mesela geceleyin mutlak olarak, gündüzün unutarak kadınla cima'da bulunursa bu cima oruç bozan cima değildir. Hindiyye'de böyle denilmiştir. Fakat kadınla gündüzün kasden cima'da bulunursa orucu bozulur. T.



"Katl keffâretindeki cima gibi olur." Çünkü katl keffaretinde unutarak cima ederse oruca yeniden başlamaz. Zıhar keffâretinde cima'dan men edilmesi oruca mahsus olan bir mânâdan dolayıdır. Bunu Cevhere'den Nehir sahibi nakletmiştir. Fakat "Çünkü nass orucu birbirleriyle temastan önce şart koşmuştur," diye ta'lil etmek daha iyidir.



METİN



Köleye velev mükâteb olsun veya çalıştırılsın kezâ sefaheti sebebiyle hacredilen hür kimseye mu'temed kavle göre adı geçen oruçtan başkası kâfi gelmez. Köle hakkında orucunyarıya bölünmemesi bunda ibâdet mânâsı olduğu içindir. Sahibi onu bundan men edemez. Velevki onun nâmına sahibi köle âzâd etsin veya fakir doyursun. Velevki bunları onun emriyle yapsın. Çünkü kölede temellûk ehliyeti yoktur. Bundan ancak hacda mahsur kalması rnüstesnadır. O zaman onun nâmına sahibi fakir doyurur. Bazıları bunun mendûb, bazıları da vâcib olduğunu söylemişlerdir. Oruçtan düzelmesi umulmayan bir hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle âciz kalırsa altmış fakir doyurur. Yani onlara velev hükmen yiyecek temlîk eder. Mürahîk çocuktan başkası kâfi gelmez. Bedâyı.



İZAH



"Köleye velev mükâteb olsun." Yalnız oruç kâfi gelir. Çünkü köle mâlik değildir. Mâlik olsa bile âzâd etmek ve doyurmak ancak temlîk edebilen tarafından sahih olur. Mükâtebin milki tam değildir. Bilâkis elinden gidiverecek gibidir.



"Veya çalıştırılsın." Çalıştırılandan murad bir kısmı âzâd edilen köledir. Bu köle kalan kısmını ödemek için mal kazanmaya çalışır. Bu İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre bütünü âzâd olur. O köle artık borçlu hürdür. Binaenaleyh onu âzad etmek ve doyurmak suretiyle keffâret vermek sahihtir. Rahmeti.



"Mu'temed kavle göre" Sözünden murad: Hür fakat sefih olan kimseye hacr muamelesinin yapılmasıdır. Bu kavil İmameyn'indir. Böyle bîr kimse keffâret için kölesini âzâd ederse, köle kıymeti hususunda çalışır. O adamın keffâreti nâmına câiz olmaz. Hızânetü'l-Ekmel ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Nehir. Bahır'da bildirildiğine göre bu mesele hakkında luğz yapılarak: "Hür bir adamımız var, oruçtan başka keffâreti yok." denilir.



"Orucun yarıya bölünmemesi" Sözü bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Köleye nasıl oluyor da iki ay oruç lâzım geliyor. Halbuki kölenin hakkı bir çok hükümlerde hürrün yarısıdır. Neden iki ayın yarısı lâzım gelmiyor? Cevap: Yarıya bölünmemesi keffârette ibâdet mânâsı bulunduğu içindir. Köle hakkında ibâdet yarıya bölünmez. Yarıya bölünen ancak had vurmak gibi ceza ve nikâh gibi nimettir.



"Sahibi onu bundan men edemez." Yani bu keffâretin orucundan men edemez. Çünkü ona kadının hakkı geçmiştir. Sair keffâretler bunun hilâfınadır. Onlarda sahibi oruçtan men edebilir. Çünkü onlara kul hakkı geçmemiştir. Bahır.



"Velevki bunları onun emriyle yapsın." Yani sahibinin emriyle yapsın. Çünkü teklif edilen bir şeyi yapmak için mutlaka ihtiyar şarttır. Bu cümle "Velev sahibi bunu kölenin emriyle yapmış olsun." mânâsına da gelebilir.



"0 zaman onun nâmına sahibi fakir doyurur." İbâresinde müsamaha vardır. Feth'in ibâresi şöyledir: "Ancak ihsarda kalması müstesnadır. Çünkü sahibi onun nâmına ihramdan çıkmak için birini gönderir. Âzâd olduğu zaman bir hacc ve bir ömre yapması icab eder."



"Bazıları da vâcib olduğunu söylemişlerdir." Hilâf vâcib olup olmadı-ğındadır. Bahır'da Bedâyı'dan naklen şöyle denilmiştir: "Sahibinin izniyle ihrama girdikten sonra ihsarda kalırsa, bazılarına göre sahibinin hedy kurbanı göndermesi lâzım değildir. Çünkü köle için sahibine bir hak vacib olmaz. Âzâd edilirse kendisine vâcib olur. Bazıları lâzım olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu kurban sahibinin izniyle, mübtela olan kölenin başına gelen bir beladan dolayı vâcib olmuştur. Binaenaleyh nafaka gibidir. "Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Tahtâvî diyor ki:" Şöyle de denilebilir:



"Vâcib olmadığını söyleyen mendûb değildir demiyor. Bilakis diğer kavle riayet ederek mendûb olduğunu söylüyor."



"Düzelmesi umulmayan bir hastalık sebebiyle âciz kalırsa 60 fakir do-yurur." Fakat iyileşirse oruç tutması vâcib olur. Rahmetî.



"Yiyecek temlîk eder." Yiyecek vermek hassaten temlîkle olmaz. Nitekim gelecektir. Lâkin burada ondan murad temlîktir. Bundan sonra zikredilenden murad ise ibahadır. Onun için Bedâyı sahibi: "Temlîk etmek isterse fitrede olduğu gibi yiyecek verir. İbahayı murad ederse fakirleri sabah-akşam doyurur." demiştir.



"Velev hükmen" Yani fakir de bunun gibidir demek istemiştir. Kuhistânî diyor ki: "Fakir kaydı tesadüfîdir. Çünkü diğer zekât verilecek yerlere vermesi câizdir." Hükmen sözü altmış fakir tâbirinde mubâleğa için söylenmiş de olabilir. Tâ ki altmış fakir yerine bir fakiri altmış gün doyurmasına da şâmil olsun. Ama musannıfın aşağıda gelecek tasrihi buna hâcet bırakmamıştır.



"Mürahîk çocuktan başkası kâfi gelmez." Yanı aralarında bülûğa yak-laşmamış küçük çocuk varsa kâfi gelmez. Ulema bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Hulvani Kenz'in: "Şart olan doyurucu iki sabah yemeği veya iki akşam yemeğidir." dediği yerde caiz olmadığna meyil göstermiş, yine Kenz'in Bedâyı'dan naklen: "Bu köle âzâd etmekten ibarettir." dediği yerde:"Keffâret yerine küçük çocuğa yiyecek vermek ise temlîk yoluyla câizdir, ibaha yoluyla câiz değildir." demiştir. Bundan dolayıdır ki, onu burada zikretmesi doğru değildir. Velevki Nehr'in ifadesinde geçmiş olsun. Çünkü burada sözümüz temlîk hakkındadır. Küçüğe temlîk de sahihtir. Doğru hareket çocuğu "Fakirlere sabah yemeği veya akşam yemeği yedirirse ilh..." dediği yerde zikretmektir. Nitekim Bahır ve kezâ Minah'da böyle yapılmış: "Yemek verdiklerinin arasında memeden ayrılmış bir çocuk varsa câiz olmaz. Çünkü o mu'tad yemeği tam yiyemez." denilmiştir.



Tatarhâniyye'de şu ifade vardır: "Birtakım fakirleri çağırır da içlerinde memeden ayrılmış veya daha büyücek bir çocuk bulunursa kâfi gelmez. Asıl'da böyle zikredilmiştir. Mücerred nam kitabda ise: Kendilerine güvenilir çocuklar olursa câizdir, denilmiştir." Bu izahtan daanlaşılır ki, memeden ayrılmış ve mürahîk olmayan tâbirlerinden murad mu'tad yemeği yeyip bitiremeyendir.



METİN



Keffâret; mikdar ve verilecek yer itibariyle fitre gibidir. Yahut nassan bildirilmeyen şeylerden bunun kıymeti verilir. Çünkü atıf mugayeret içindir. Eğer ibahayı murad eder de fakirlere sabah ve akşam yemeği verirse yahut sabah yemeğini yedirir de akşam yemeğinin kıymetini verir veya bunun aksini yaparsa yahut iki sabah yemeği veya iki akşam yemeği yahut bir akşam yemeği ile bir sahur vererek karınlarını doyurursa, arpa ve mısır ekmeği katıklı olmak şartıyla câizdir. Buğday ekmeği katık istemez. Nasıl ki bir fakiri altmış gün doyursa, câiz olur. Çünkü hacet yenilenir.



İZAH



"Fitre gibidir." Yani buğdaydan yarım, kuru hurma ve arpadan bir sâ'dır (1040 dirhem) verilir. Bunların unları da asılları gibidir. Kavrulmuş unlan dahi böyledir. Sadaka-i fıtırda olduğu gibi unla kavrulmuşu hakkında ölçek mi yoksa kıymetimi itibara alınacağı hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Bahır. Tatarhâniyye'de: "Arpa veya kavrulmuş un verirse kâfidir. Lâkin söylenildiğine göre burada ölçeğin tamamı mu'teberdir. Bu da buğday unundan yarım sâ'dır, arpa unundan bir sâ'dır. Kerhî ile Kudûri buna meyletmişlerdir. Bazıları kıymetle verileceğini söylemişlerdir. O halde ölçeğin tamamı itibara alınmaz." denilmiştir. Demek oluyor kî, Bahır sahibinin: "Her birinin unu aslı gibidir." Sözü birinci kavle göredir.



Bahır sahibi diyor ki: "Bir kısmını buğdaydan, bir kısmını da arpadan verse vâcib mikdarını doldurduğu takdirde câiz olur. Meselâ buğdaydan çeyrek sâ', arpadan yarım sâ' verebilir. Çünkü maksad birdir. O da fakir doyurmaktır. Ama kıymetle tekmil câiz değildir. Meselâ yarım sâ' iyi cins kuru hurma orta cins hurmadan bir sa'a müsavîdir, hesabiyle tekmil edilemez.



"Verilecek yer itibariyle" Fitre gibidir. Binaenaleyh bir kimse aslına, fer'ine keffâret veremediği gibi karı-koca birbirine ve kölesine, hûşimîye dahi veremez. Zimmîyi doyurmak câizdir. Harbîyi ise pasaportlu bile olsa doyurmak câiz değildir. Bahır. Remlî diyor ki: "Hâvî'de bildirildiğine göre bir kimse zimmîlerin fakirlerini doyursa câiz olur. Ebû Yusuf câiz olmadığını söylemiştir. Biz onunla amel ederiz."



Ben derim ki: Hatta Hâkim Kâfî'de câiz olmadığını açıklamış, burada hilâf zikretmemiştir. Bununla anlaşılır ki, bütün imamlardan zâhir rivâyet budur.



"Çünkü atıf mugayeret içindir." Zira kıymet kelimesini fitre gibidir sözünden anlaşılan mansus üzerine atfetmek kıymetin mansus sayılmamasını gerektirir. H. Nehir'de: "Bu söz götürür. Çünkü kıymet nassan bildirilenle bildirilmeyenin kıymetlerine şâmildir." denilmişse de bu söz götürür. Biz bunu Bahır üzerine yazdığımız hâşiyede belirttik.



Hâsılı kıymetini vermek ancak keffâret nassan bildirilmeyen şeylerden verildiği zaman câizdir. Nassan bildirilenlerden câiz değildir. Meğerki verilen şer'an mukadder olan kemmiyeti doldurmuş olsun. Yarım sâ' buğday kıymetinde olan yarım sâ' kuru hurmayı vermiş olsa câiz değildir. Keffâreti verdiği kimselere o cinsten mukadder olan mikdarı tamamlaması gerekir. Aynen o kimseleri bulamazsa yeniden başkalarına verir. Tamamı Bahır'dadır.



"Sabah yemeğini yedirir de akşam yemeğinin kıymetini verirse" câiz olur. Yani ibaha ile temlîki bir yere getirmek câizdir. Çünkü o kimse ayrı ayrı câiz olan iki şeyi bir araya getirmiştir. Kezâ otuz kişiye temlîkde bulunur, otuzunu da doyurursa yine câiz olduğu gibi birini diğerinden tamamlamak da câizdir. Hâkim'in Kâfîsi'nde: "Her fakire yarım sâ' kuru hurma ve bir müd (takriben 260 dirhem) buğday verse kâfi gelir." denilmiştir.



"Veya iki sabah yemeği" Verir de doyurursa câiz olur. İki akşam yemeği de öyledir. Bunların bir günde olduğu zâhirdir. Yemeğin birini bir gün, diğerini ertesi gün verirse kâfi gelmez. Lâkin bâbın sonundaki fer'î meselelerde buna muhâlif sözler gelecektir.



"Karınlarını doyurursa" Yani yedikleri şey az da olsa karınlarını do-yurması lâzımdır demek istiyor. Nitekim Vikâye'de belirtilmiştir. Şu halde ibaha yemeğinde şart her fakiri doyurucu iki öğün yemektir. Fakirlerin içinde birisi tok bulunur yahut bülûğa yaklaşmamış küçük çocuk olursa câiz değildir. İleride bu da gelecektir. Yukarıda arz etmiştik ki, doğru hareket çocuğu temlîkde değil burada zikretmektir.



"Katıklı olmak şartıyla ilh..." Tâ ki doyuncaya kadar yemeleri mümkün olsun. İki kavilden biri budur. Kerhî buna meyletmiştir. İkinci kavle göre doyurmak ancak buğday ekmeği ile câiz olur. Çünkü İmam Muhammed Ziyâdât'ta buğdayı nassan bildirmiştir. Nitekim Bahır'da zikredilmiştir. Tatarhânîyye'de: "Müstehab olan fakirleri yanında katık bulunan ekmekle sabah ve akşam doyurmaktır." denilmiştir.



"Bir fakiri doyurmuş olsa" Sözü hem temlîke hem ibahaya şâmildir. Kenz'de burada temlîke mahsus olan "Verirse" kelimesi kullanılmıştır. Doğrusu mezhebimize göre fark yoktur. Meselenin tamamı Bahır'dadır. Yine Bahır'da: "Yemin keffâretinde giyecek yiyecek gibidir. Hatta bîr fakire on gün zarfında on elbise verse câiz olur. Yemin keffâretinde bir kişiyi yirmi gün doyursa kâfi gelir." denilmiştir.



Ben derim ki: Bunun muktezası bir kişiyi yüz yirmi gün doyurursa zıhâr keffâreti nâmına kâfi gelir demektir. Sonra bunu açıkca gördüm. Tatarhâniyye'de şöyle deniliyor: "Hasan b. Ziyad tarîkıyla Ebû Hanife'den rivâyet olunduğuna göre bir kişiyi yüz yirmi gün doyurursa kâfi gelir."



"Çünkü hâcet yenilenir." Maksad muktacın ihtiyacını gidermektir. İhtiyaç ise her günyenilenir. İhtiyaç tekerrür ettikçe hükmen fakir de tekerrür eder ve hükmen müteaddid olur.



METİN



Bir fakire bütün yiyeceği bir günde birden verirse bil-ittifak yalnız o gün nâmına kâfi gelir. Kezâ esah kavle göre yiyeceği bir günde bir kaç defada temlîk ederse yalnız o gün nâmına kâfi gelir. Bunu Zeylaî söylemiştir. Çünkü hakikaten ve hükmen teaddüd yoktur. Bir kimse kendi zıhârı nâmına yiyecek vermesini başkasına emreder, o da verirse sahih olur. Acaba verdiğini ondan olabilir mi? Benden alman şartıyla dediyse alır. Bir şey demediyse borç meselesinde bil-ittifak alır. Keffâret ve zekâtta mezhebe göre alamaz. Nasıl ki keffâret yiyeceklerinde katl keffâretinden başkalarında ve oruç fidyesinde hacc cinayetinde doymak şartıyla ibaha sahihtir ve ibahayla temlîki bir araya getirmek câizdir. Sadakalarla öşürde bu câiz değildir.



Kaide şudur: Yedirmek ve yiyecek sözleriyle meşru olan şeyde ibaha câizdir. Vermek ve edâ etmek sözüyle meşru olan şeyde temlîk şarttır. Bir kimse bir veya iki kadına yaptığı iki zıhârdan dolayı iki köle âzâd eder de birer birer tâyin etmezse her ikisi nâmına sahih olur. Sahih olma hususunda dört ay oruçla yüz yirmi fakir doyurmak da bunun gibidir. Zira cins birdir. Cins muhtelif olursa bunun hilâfınadır. Meğerki her biriyle bunlardan her birini niyet etmiş olsun. O zaman sahih olur.



İZAH



"Çünkü hakikaten ve hükmen teaddüd yoktur ilh..." Sözü her iki me-selenin illetidir. Minah'da: "Çünkü fakirin o günlük ihtiyacı görülünce sonraki gün kendisine verilen yemek yemiş bulunan bir insana yemek yedirmek olacağından câiz değildir. T." denilmiştir.



"Başkasına emreder de ilh..." Emirle kayıdlaması emirsiz doğurduğu takdirde câiz olmayacağı içindir. Yiyecekle kayıdlaması şundandır: Çünkü keffâreti nâmına köle âzâdını emrederse Tarafeyn'e göre câiz olmaz. Ebû Yusuf buna muhâliftir. Ama adını söylediği bir bahşişle olursa bil-ittifak câizdir. Mirâsçının fakir doyurmakla keffâret vermesi câizdir. Yemin keffâretinde giyecekle dahi câizdir. Köle âzâdı bunun hilâfınadır. Onun için de katl keffâretinde teberru'u mümkün değildir. Nitekim Muhît'da belirtilmiştir. Nehir.



"Sahih olur." Çünkü manen ondan temlîk istemiştir. Fakir evvela onun nâmına sonra kendisi için almış olur. Nehir.



"Borç meselesinde" Yani borcunu ödemesini emrettiyse kezâ nafakasını ver diye emir verdiyse bil-ittifak alır. Bezzâziye.



"Keffâret ve zekâtta" Yani ona benim keffâretimi ver yahut malımın zekâtını ver derse mezhebe göre alamaz. Kezâ benim hibemin yahut filanın hibesinin bedeli benim nâmıma bin dirhem ver derse sonra benden alırsın diye şart koşmadıkça bir şey alamaz. Demek oluyorki, her ne zaman kendisine mal verilen kimse o mala sahip olmak için karşılığında mal verirse, emredilen şahıs şart koşmaksızın verdiğini âmirden alır. Mal mukabilinde mâlik olmazsa şart koşmadıkça âmirinden bir şey alamaz. Bezzaziye. Bu meseleler hakkında sözün tamamını biz Tenkihü'l-Hâmidiy-ye'de zikrettik.



"Nasıl ki keffâret yiyeceklerinde" Diye kayıdlaması şundandır: Çünkü yemin keffâretinde giyecekde ibaha câiz olmaz. Meselâ on fakire emaneten birer elbise giydirse câiz olmaz. Bahır.



"Katl keffâretinden başkalarında" Zira katlde yiyecek vermek yoktur. Binaenaleyh ibaha da yoktur. Şârihin bunu zikretmesi Aynî'ye reddiye olsun diyedir. Çünkü Aynî: "Yani zıhâr, yemin, oruç ve katl keffâretleri" demiştir,



"Oruç fidyesinde" İbahanın sahih olması zâhır rivâyettir. İmam Hasan'ın rivâyetine göre bunda mutlaka temlîk lâzımdır. Bahır.



"Hacc cinayeti" Tıraş olmak, özürden dolayı elbise giymek gibi şeylerdir ki, ya hayvan kesmek, ya fakir doyurmak yahut oruç tutmakla ödenir.



"Sadakalarda" Yani zekâtta ve sadaka-i fıtırda câiz değildir .



"Kaide ilh..." İzahı şudur: Keffâretlerle fidye hakkında vârid olan emir fakir doyurmaktır. Doyurmak yemeye imkân vermek mânâsında hakikattir. Temlîkin câiz olması ancak imkân vermesi itibariyledir. Zekat hakkında vermek sadaka-i fıtır hakkında eda etmek emrolunmuştur; Bunların ikisi de hakikaten temlîk ifade ederler. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.



"Sahih olma hususunda ilh..." Ben derim ki: Kezâ hem köle âzâd eder hem oruç tutar ve hem fakir doyurursa sahih olur. Hâkim'in Kâfîsi'nde şöyle denilmektedir: "Bir kimse dört karısına zıhâr yapar da bir köle âzâd eder elinde başkası bulunmazsa, sonra arka arkaya dört ay oruç tutar, sonra hastalanır ve altmış fakir doyurursa, bu yaptıklarından hiç biriyle muyyen bir kadın niyet etmezse istihsanen bütün kadınlar nâmına kâfi gelir."



"Zira cins birdir." Yani muayyen niyete hâcet yoktur. Hidâye. Bunun beyanı aşağıdaki kaidede gelecektir.



"Cins muhtelif olursa bunun hilâfınadır." Meselâ üzerinde bir yemin keffâreti, bir zıhâr keffareti ve bir katl keffareti bulunur da keffâretler için diyerek bir kaç köle âzâd ederse keffâret nâmına kâfi gelmez. Ama her köleyi gayrı muayyen bir keffâret için niyet ederse bilicme câiz olur. Neye keffâret olduğunun bilinmemesi zarar etmez. Muhît'de böyle denilmiştir. Bahır. "Ama her köleyi gayrı muayyen ilh..." sözünü şârih "Meğerki her biriyle bunlardan her birini niyet etmiş olsun," ifadesiyle anlatmıştır Velevki ifadesi muradın hilâfını îham etsin.



METİN



İki zıhar için bir köle azad eder veya ikisi için iki ay oruç tutarsa tayini ile biri nâmına sahih olur. Keffâretini verdiği kadınla cima'da bulunmaya hakkı vardır. Öteki ile cima'da bulunamaz. Biri zıhâr diğeri katl keffareti için olursa kâfir bir cariye âzâd etmedikçe sahih olmaz. Sebebi yukarıda geçti. Kâfir cariye istihsanen zıhâr nâmına âzâd edilebilir. Çünkü onun öldürülmeye salâhiyeti yoktur. Bir kimse iki zıhâr için bir defada altmış fakir doyurur ve her birine bir sâ' yiyecek verirse yukarıda geçtiği vecihle biri nâmına sahih olur. Şerhin nüshalarında böyle denilmiştir. Metnin nüshalarında ise sahih olmaz, yani ikisi nâmına sahih olmaz, denilmiştir. İmam Muhammed buna muhâliftir. Kemâl de bunu tercih etmiştir. Biri iftar biri zıhâr için olursa bil-ittifak her ikisi nâmına sahih olur. Kaide şudur:



Sebebi bir cinsten olanlarda tâyini niyet hükümsüzdür. Sebebi muhtelif olanlarda ise faydalıdır.



FER'İ MESELELER: Zenginlik ve fakirlikte mu'teber olan keffâret verme zamanıdır. Bir kimse yüz yirmi fakiri doyursa ancak fakir doyurmanın yarısı yerine câiz olur. Onlardan altmış fakiri sabah veya akşam olmak üzere tekrar doyurur. Velevki başka bir günde olsun. Çünkü mikdarla beraber sayı da lâzımdır. Sütten ayrılan çocuğu ve tok fakiri doyurmak câiz değildir.



İZAH



"Sebebi yukarıda geçti." Bundan murad metindeki: "Cins muhtelif olursa bunun hilâfınadır." sözüdür.



"Çünkü onun öldürülmeye salâhiyeti yoktur." Âyet-i kerime katl keffâretinde kölenin mutlaka mü'min olması lazım geldiğini beyan etmiştir. Bunun bir eşi de bir kadınla kızını veya kız kardeşini bir araya getirip nikâh etmesidir. İkisi de evli değilse ikisine de akid sahih değildir. Biri evliyse evli olmayanın akdi sahih olur. Bunu Bedâyı'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.



"Bir sâ" dan murad buğdaydır Çünkü kuru hurma veya arpadan olsa iki sâ' demesi gerekirdi, Bahır.



"Bir defada" Olursa biri nâmına yeter. Fakat bir kaç defada olursa bil-ittifak câizdir. Nitekim Kafî'de beyan edilmiş: "Çünkü ikinci defada başka bir fakir gibidir." denilerek illeti gösterilmiştir. Bahır.



"Biri nâmına sahih otur." Çünkü sayıdan eksik bırakmak câiz değildir. İki zıhârda vâcib olan yüz yirmi fakiri doyurmaktır. Binaenaleyh vâcibi bundan azına vermek câiz olamaz. Nasıl ki otuz fakire birer sâ' yiyecek verse bir zıhâr nâmına kâfi gelmez. Bedâyı'da: "Kezâ iki yemin için on fakire birer sâ' yiyecek verse hüküm bu hilâfa göredir." denilmiştir. Bahır.



"İmam Muhammed buna muhâliftir." Ona göre ikisi nâmına sahihtir. "Kemâl de bunu tercih etmiştir." Etkânî dahi Gâyetü'l-Beyân'da bunu tercih etmiştir.



"Kaide şudur ilh..." Niyet ancak cinsleri birbirinden ayırmak için mu'-teberdir. Çünkü cinslerin değişmesine göre maksadlar da değişir. Bir cinsde ise niyete hâcet yoktur. Zira ona göre maksadlar değişmez. Binaenaleyh niyet mu'teber değildir. O halde bir cinsde mutlak olarak zıhâr niyeti kalır. Mücerred onunla da birden ziyadesi lâzım gelmez. Her fakire yarım sâ'dan fazla verilmiş olması fazlalığı gerektirmez. Çünkü yarım sâ" en az mikdardır. Ondan fazlası verilemez diye değildir. Bilâkis daha azı verilemez diyedir. Ayrı ayrı zamanlarda vermesi yahut cinslerin başka olması bunun hilâfınadır. Şöyle denilebilir: Niyetin mu'teber olması ayırmaya ihtiyaç olduğu içindir. Bu adam ayrı cinslerde olduğu gibi bir cinsin şahıslarında da buna muhtaçtır. Bu itibarın eseri ulemanın açıkladıkları şu meselede meydana çıkar: İki zıhârdan biri için tâyin ederek bir köle âzâd ederse tâyini niyet sahih olur, niyeti hükümsüz kalmaz. Hatta tâyin ettiği cariye ile cima'ı helâl olur. Fetih. Yukarıda geçen "Şöyle denilebilir ilh..." Sözü imam Muhammed'in kavlinin tercih edildiğini beyandır. Bahır sahibi evvela onu kabul etmiş, sonra şöyle demiştir: "Nihâye sahibi muradı itiraz götürmez bir şekilde anlatarak şöyle demiştir: O bununla niyetle cinsin tâmimini murad etmiştir. Görmüyor musun ikiden birinin zıhârını tâyin ederse sahih ve ona yakınlık etmesi helâl oluyor. Fevaid-i Zahîriyye'de böyle denilmiştir."



Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur: Tâyinden murad cinsin bütün ferdlerinin tâyinini hükümsüz bırakmaktır, hususi bir ferdin tâyinini hükümsüz bırakmak değildir. Sonra bil ki cinsin bir olması sebebinin birliği ile, cinsin ayrılığı da sebebinin başka başka olmasıyla bilinir. Onun içindir ki ramazan orucu birinciden, namaz ikinci kabîlinden sayılmıştır. İki ramazandan iki günün orucu dahi böyledir. Tamamı Bahır ve Nehir'dedir.



Keffâret verme zamanıdır." Hatta zıhâr vaktinde zengin keffâret verdiği



vakit fakir bulunursa oruç tutması kâfi gelir. Bunun aksi kafi değildir Tatarhâniyye.



"Yüzyîrmi fakiri doyursa" Yani her birine bir öğün yemek verse demektir.



"Onlardan altmış fakiri" Yani yüz yirmiden altmışını sabah veya akşam tekrar doyurur. Sabah yemeğini yedirdiklerinde ortadan kaybolurlarsa onların gelmesini beklemesi gerekir yahut başkalarına tekrar sabah ve akşam yemeklerini yedirir. Bahır. Yemek yediren vasî ise beklemesi vâcib olmak gerekir. Meğerki bulunmadıkları kanaatına varsın. O zaman doyurma işine yeniden başlar. Nehir



"Sayı da lâzımdır." Sayı altmışdır. Mikdar ise ibahada doyurmak şartıyla iki öğün yemek, temlîkde bir veya yarım sâ' yiyecektir.



"Sütten ayrılan çocuğu ve tok fakiri doyurmak câiz değildir." Bu hususta yukarıda söz geçmişti. Allahu a'lem.