İ'tikâfın İnsana Kazandırdıkları/Hikmetleri

Yüce Allah, insanın kalbini ve bedenini yalnız Kendisine itaatle geçirmede birleştirecek pek çok ibâdet vazetmiştir. Bu ibâdetlerin en şereflilerinden biri de i’tikâf sünnetidir ki, kişi onun sâyesinde Rabbi ile başbaşa kalır, O’nun azametini idrâk edip O’na gönülden boyun eğer, günahlarını itirafla O’na yalvarır. Yine bu sünnet sâyesinde insan dünyadan yüz çevirmek ve nefsini tezkiye etmek/arındırmak sûretiyle yücelir.



Bu ümmetin Peygamberi, dâvet, terbiye, tâlim ve cihat faâliyetleriyle meşgul olmasına rağmen, i’tikâfa çok önem vermiştir. Bu yönüyle O, kendisini örnek almak ve metoduna tâbi olmak isteyenlere, dâvette ve ilimde hangi derecede olursa olsunlar, bütün meşgalelerden ve sorumluluklardan bir müddet sıyrılarak yalnız Allah’la başbaşa kalmalarının önemi hususunda büyük bir ders bırakarak dünyadan irtihal etmiştir. Hiç şüphesiz i’tikâf sünneti büyük hikmetlerle meşrû kılınmıştır. Bu hikmetlerden bazıları şunlar olabilir:



1- İ’tikâf yaparak, Allah ile olan imânî bağı kuvvetlendirmek, nefsi tezkiye etmek, dünyanın fitnelerine karşı daha dayanıklı hale gelmek ve böylece başkalarını da fitnelerden kurtarmaya yönelmek mümkün olur.



2- İ’tikâf, ilim tahsil eden, sonra da onu öğretenler için iki bakımdan önemli bir fırsattır: a) Amel, ilmin meyvesi ve gerçek gâyesidir. Amelsiz ilim, sahibinin aleyhine bir delil olacaktır. b) Akıl sahipleri, insanlara kurtuluşlarına vesile olacak ilmi öğretip de kendisi ondan soyutlanan ve amel etmeyenleri reddetmiş, kınamışlardır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlara hayrı öğretip de kendisini unutanların misali, bir fitile benzer ki, insanlara ışık verirken kendini de yakar.” (Buhârî, hadis no: 5837)



3- İ’tikâf sünneti iki yönüyle de dâvetçiler ve eğitimciler için büyük bir fırsattır: a) Sürekli halkla meşgul olmaktan kaynaklanan eksikliklerden kurtulabilinir ve Allah ile olan bağlar kuvvetlendirilebilinir. b) Dâvetin muhâtapları ve öğrencilerin iman, ibâdet gibi hususlardaki seviyeleri yükseltilebilinir.



İşte bunlar akıllı insanların istifâde edebilecekleri apaçık hikmetlerdir. Bu istifâde, pek çok şuurlu gencin -gerek bizzat kendisiyle, gerek dinî, ahlâkî ve aklî yönlerden kendilerine güvenilen insanların yönlendirmesiyle- hak yola girmelerine vesile olmak şeklinde gerçekleşecektir.



İ’tikâf konusu, şu üç sebepten dolayı günümüz müslümanları için çok lüzumludur: Birinci sebep; yaşadıkları toplumu selef-i sâlihîn toplumuna benzetmek amacıyla ıslah etmeye yönelen dâvetçilere ve eğitimcilere, ahlâk ve ibâdetlere ilgili konulardaki zaaflarını selef-i sâlihîn ile kıyaslamalarında yardımcı olmak. İbnü’l-Cevzî şöyle diyor: “Birlikte yaşadığımız şu kimselerin gidişatlarından Allah’a sığınırım. Çünkü onlarda zühd yoluna yeni giren birinin örnek alabileceği ne yüce bir himmet (kuvvetli bir azîmet) görebiliyoruz, ne de takvâ.” O, kendi zamanında yaşayan insanlar için bunları söylüyordu. Dünyanın en geniş imkânlarının açıldığı günümüz insanı için bu hitap daha bir geçerlidir. Hiç şüphesiz bizler fertleri esas almak sûretiyle bütün bir toplumun ıslahını gerçekleştirmek için i’tikâf fırsatını değerlendirmeliyiz. O halde i’tikâf, umûmî mânâda dindarlığımızı kuvvetlendirmede bir vesile olacak şekilde acaba nasıl değerlendirilebilir?



İkinci temel sebep şudur: Bu sünnet, insanlardan ayrılıp Yüce Allah ile başbaşa kalmanın önemine işaret etmektedir. Bu sâyede mü’min, nefsinin boyunduruğundan kurtulur, insanları Hakka dâvet ederken karşılaşacağı zorluklara tahammül etmeye alışır. Nitekim Fî Zılâl sahibi şöyle demiştir: “Toplum hayatında bir dönüşümün gerçekleşmesini murâd eden/düşünen her rûhun bazı vakitlerde insanlardan ayrılıp sadece Allah’la olması gerekir. Aksi takdirde kişi toplumun mevcut yapısına alışır, zamanla durumunu kabullenir de değiştirmek için gayret etmez olur. Toplumdan ayrılıp i’tikâfa çekilmek, rûhu basit vâkıaların ve önemsiz meşgûliyetlerin esiri olmaktan kurtarır, tam bir hürriyet içinde yaşamasını sağlar, neyin daha önemli olduğunu gösterir.”[505]



Üçüncü temel sebep, i’tikâfın, kişinin yaptığı her işte, bulunduğu her durumda yalnız Allah’a olan bağlılığının (samimiyetinin) sınanması bakımından büyük bir fırsat oluşudur. Bu husus ilk etapta ferdi ilgilendiren bir şey gibi görünmektedir. Ancak, bizim bunu burada ele almamız, şeriata uygun yapılan her amelin Allah katında makbul olmasının ihlâs şartına bağlı olduğu şeklindeki bilgimiz nedeniyledir. Nitekim dâvet, eğitim ve öğretimle ilgili yapılan ameller de bu kabildendir. Hakikaten, insanın malını harcayıp çokça gayret sarfettikten sonra, sırf ihlâsıyla ilgili bir engelden dolayı arzuladığı hedefe ulaşamayıp, bir ecre nâil olmaması, ne büyük bir kayıptır!



Şöyle bir soru akla gelebilir: Kalbi, ihlâsa zararlı bir şeyi bulaştırmaktan koruyacak i’tikâf nasıl olur? İ’tikâf, mescidleri, uyuyacaklar için yatma yeri, ziyâretleşecekler için buluşma yeri, yemek yiyecekler için sofra, gülüşme ve boş sözlerin çokça bulunduğu halkaların oluşturulduğu bir yer haline getiren bir amel değildir. Çünkü, kişilerin kalplerinin daha da katılaşmasına yol açan bir i’tikâf, dinin bizden istediği i’tikâf değildir. Yine i’tikâf, itikâfa giren kişinin arkadaşlarının çoğalması, sosyal ilişkilerinin kuvvetlenmesi, tıbbî ve nefsî konularda görüş alışverişinin yapılması için bir vesile de değildir. İstenilen i’tikâf, insanı her hususta selef-i sâlihîne benzemeye götüren i’tikâftır. Böyledir, çünkü i’tikâf, Allah’tan korkanların, tefekkür edenlerin, muttakîlerin gözyaşlarının aktığı, kendisini Allah yoluna adayanların ellerinin duâ için kalktığı bir ameldir. Mü’min bu ameli yaparken, kurtuluş kervanına katılma heyecanıyla bir an için bile ibâdetten uzaklaşmamaya gayret eder. İ’tikâf, muhsinlere benzemeye yönelik yapılaşacak şahsiyet terbiyesinde önemli bir yer tutar.


İ'TİKÂF
i1 harfi